1. yüz (Toplam 1 yüz)

"Tek kişi yönetimine gidiyoruz" / Bülent SERİM'le Söyleşi

İletiGönderilme zamanı: Pzt Ağu 30, 2010 22:44
gönderen TÜRKK
"Tek kişi yönetimine gidiyoruz"

"' Bu anayasa değişikliğiyle Türkiye Cumhuriyeti elden gidiyor, yargı bağımsızlığı gidiyor. Evet oyları büyük çoğunlukla çıkarsa Türkiye’nin başına çorap örülür. Doğrusu o günü hiç düşünemiyorum. Beni korkutuyor. Ama ne üniversitelerden ne barolardan ses var. Oysa hepsinin ayağa kalkması lazım.

Cemaat Erbakan’a ve partisine vermediği desteği AKP’ye ve Erdoğan’a verdi. Bana göre bunun iki nedeni var. Bir kere cemaat Türkiye’yi yönetmeye soyunmuş. Bunca hazırlık döneminden sonra Türkiye yönetimine egemen olalım diyor. O zamanın geldiğini, AKP’nin güçlü bir kadroyla iktidarı ele geçireceğini anladı ve onu destekledi."




SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU

Eski Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri Bülent Serim bu haftaki konuğumuz. Konularımız anayasa referandumunda evet çıkarsa yüksek yargının nasıl şekilleneceği ve gündeme bomba gibi düşen yılların istihbaratçısı Hanefi Avcı'nın 'Haliç'te Yaşayan Simonlar' adlı kitabı...

Serim AKP ve Fethullah cemaatinin yüksek yargıyı referandumdan sonra iyice denetim altına alacağını, cemaat ve AKP karşıtlarına artık Türkiye’de yaşam hakkı tanınmayacağını söylüyor. Cemaat ve AKP’nin iç ve dış istihbaratı da tam anlamıyla kontrol altına aldığına dikkat çeken Serim, “Cemaatin yargıyı ilk ele geçirme denemesi Şemdinli iddianamesidir,” diyor. Serim son olarak, “Evet oyu çıkar da AKP bunun verdiği güçle daha köklü bir anayasa değişikliği yaparsa cemaat ve AKP’ye bütün karşıt kesimlerin dünyası cehenneme çevrilecek,” diye ekliyor.

- Anayasa değişikliği referandumda kabul edildiği takdirde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) nasıl olacak da hükümetin vesayeti altına girecek? Kurulda Adalet Bakanı ve Müsteşarı üyeyken zaten HSYK bugün de hükümetin vesayeti altında değil mi?

B.S.- Şu andaki durumu itibarıyla HSYK hükümetin vesayeti altında gibi görünüyor ama tam anlamıyla da öyle demek mümkün değil. Gündemi Adalet Bakanı saptıyor ve gündem önüne gelmeden HSYK bir şey yapamıyor. Tabii, son olayda yaşandığı gibi Adalet Bakanı istemediği konular önüne geldiği zaman “Gündemi geri çektim. Küstüm, oynamıyorum,” diyebiliyor ve kilitliyor. Hatta müsteşarını da toplantılara göndermemek suretiyle toplantıları da kilitleyebiliyor.

Ama öte yandan HSYK yedi kişiden oluşuyor. Diğer beş üye yüksek yargıç. Bu yüksek yargıçlar önlerine gelen olaylarda inisiyatif koyabiliyorlar. Geçmiş olaylarda yaşadığımız gibi bu inisiyatif koyma bazen iktidarın hiç hoşuna gitmeyecek düzeyde oluyor. Nitekim bunun örneğini Erzincan savcısı olayında yaşadık. Biliyorsunuz, HSYK Erzincan olayında Erzurum özel yetkili savcılarını görevden aldı. Bu da iktidarın çok canını sıktı. O zaman da bunu çeşitli vesilelerle itiraf ettiler.

Anayasa değişikliği yapıldıktan sonra HSYK şöyle şekillenecek: 22 asil üye ve 12 yedek üyeden oluşacak. Bu 22 asil üyenin sadece 5’i yüksek yargıç, üçü Yargıtay, ikisi Danıştay’dan olacak. Bu beşe karşılık dört tane Cumhurbaşkanı’na doğrudan atama yetkisi verdiler. İki üye Adalet Akademisi’nden gelecek. Geriye kalanlar birinci sınıf yargıç ve savcılardan seçilecek.

- Peki, kurulda birinci sınıf yargıçların sayısının yüksek yargıçları geçmesi ne kadar doğrudur?

B.S.- Avrupa organlarının da söylediği gibi birinci sınıf yargıçların sayısı hiçbir zaman yüksek yargıçların sayısını geçmemelidir. Hatta birinci sınıf yargıçların sayısı yüksek yargıçlarınkinden düşük olmalıdır.

Bunun da nedeni şu: Bu birinci sınıf yargıçlar son aşamaya gelmediler. Beklentileri var. Bu beklentilerini karşılamak için taviz verebilirler. Şu anda dokunulmayan anayasanın 140. maddesine göre bütün yargıç ve savcılar idari yönden Adalet Bakanı’na bağlıdır. Dolayısıyla da onlardan tam anlamıyla bağımsız davranış beklemek mümkün değildir.


Yandaş yargı egemenliği

- İyi de bundan sonra ne olur?

B.S.- HSYK’nin görev ve yetkileri şöyle: Bütün hâkim ve savcıların görev yerlerini belirliyor. Onların terfileri HSYK’nin elinde. Onun ötesinde Adalet Bakanı istediği zaman mahkemelerin görev yerlerini belirliyor. Daha da önemlisi, Danıştay ve Yargıtay üyelerini seçiyor.

Değişiklik kabul edilirse bütün bunlar yürütmenin yani hükümetin inisiyatifinde olacak. Böylece de HSYK hükümet açısından sorun olmaktan çıkacak. Ama esas milli iradenin sahibi yönünden de tam anlamıyla sorun haline gelecek. Çünkü artık sadece özel yetkili mahkemeler değil tüm mahkemeler o yandaş yargıç ve savcılarla donatılacak. Ve bunlar AKP ve cemaate muhalif cephenin cehennem azabı çekmesine yol açacak, tıpkı bugün Silivri’de olduğu gibi...


- Yine bu değişiklik kabul edilirse çok demokratik bir Anayasa Mahkemesi olacak, deniyor. Siz buna ne diyorsunuz?

B.S.- Sayın Abdüllatif Şener’in bir sözü var. “Sayın Başbakan’ın söylediğiyle yaptığı arasında çok fark vardır. Söylediklerine değil, yaptıklarına bakmak gerekir,” diyor. Anayasa Mahkamesi’nin çok demokratik hale geleceğini söylemek için okuduğunuzdan hiçbir şey anlamamanız gerekiyor.

Anayasa değişikliğini okuduğum zaman şöyle bir tablo görüyorum:

Anayasa Mahkemesi 17 üyeden oluşuyor. Bunun üçünü TBMM, geri kalan 14 üyeyi cumhurbaşkanı atıyor. Bu 14 içinde cumhurbaşkanının doğrudan atadığı dört üye de var. Onun dışındakileri çeşitli kurumlar üçer üye seçip cumhurbaşkanına gönderiyor. Cumhurbaşkanı her kurumun üç adayından sadece birini seçip atamayı yapıyor.

İktidar, yani yürütme ve yasamanın Anayasa Mahkemesi’ne nasıl hâkim olacaklarına bakmak lazım. TBMM’nin üç kontenjanından ikisini Sayıştay Genel Kurulu, birini TBMM serbest avukatlar arasından seçecek. Sayıştay’ın 1985’ten beri yaşadığı olayları bizzat biliyorum. Oradan ayrılmama sebep de o olaylardır.

Turgut Özal
dönemindeki seçimlerle zaten cemaatin Sayıştay’a yerleşmesi büyük ölçüde sağlandı. Avukatlara gelelim. Onları baro başkanları seçecek. TBMM’nin seçimi konusunda Avrupa organları, Parlamento yüksek yargıya üye seçmemeli ama seçerse mutlaka uzlaşmayla ve üçte iki çoğunlukla seçilmeli, der. Bizde ise bırakın üçte ikiyi, kademeli seçim sistemi var. Üçüncü aşamada iktidar çoğunluğu seçimi sonlandırmaya yetkili. Yani o üç kişiyi yasamadaki iktidar kendi oylarıyla seçecek. Geri kalan beş üye üçü Yargıtay, ikisi Danıştay’dan olmak üzere seçilecek. İki tane de askeri yüksek yargıdan gelen var. Öbür yedi kişinin üçü YÖK’ten, dördü ise cumhurbaşkanının doğrudan atadığı kişilerden oluşacak.


Yüce Divan işlevsizleşir

- Eh, bugünkü YÖK’ün ve Cumhurbaşkanı’nın özellikle rektör seçimlerindeki performansları açık değil mi?

B.S.- O yedi üyenin kişilikleri bizim için sürpriz olmayacaktır. Cumhurbaşkanı da tıpkı son Anayasa Mahkemesi’ne üye seçerken zorlanmadığı gibi onları da seçmekte zorlanmayacak.

Böylece Anayasa Mahkemesi’nde yedi yüksek yargıca karşılık on üye yasama ve yürütmenin egemenliğinde olacak. Evet oyu çıkarsa geçici maddeyle bir ay içinde sonuç alınacak.


- Bu ne gibi bir sonuç yaratır?

B.S.- Bunun sonucunu yorumlayabilmek için Anayasa Mahkemesi’nin dört önemli işlevinden söz etmek lazım. Bunun birisi Anayasa Mahkemesi’nin anayasa koruma kurulu oluşudur. Yani anayasal düzeni korur. Anayasal düzen de Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti düzenidir. Yeni oluşacak yapısıyla bu düzeni Anayasa Mahkemesi bundan sonra koruyamayacaktır. Çünkü Anayasa Mahkemesi AKP ve cemaat gibi düşünen üyelerin eline geçecektir. Anayasa Mahkemesi siyasi partileri kapatma yetkisine sahip. Mahkeme iki yıl önce AKP’yi laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması nedeniyle mahkûm etmişti. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan AKP bu eylemlerini sürdürüyor.


- Peki, bu durumda yeniden kapatma davası açılabilir mi?

B.S.- Tahminime göre açılabilir. İşte, şimdi bu değişiklikle AKP bunun tedbirini alıyor. Bu değişiklikle artık Anayasa Mahkemesi yetkisi olsa bile AKP’yi kapatmayacaktır.

Mahkemenin üçüncü işlevi şu: Kendisine verilen denetleme görevi nedeniyle mahkeme anayasal kuralları resmen yorumlamaya yetkili tek organdır. Ama artık Anayasa Mahkemesi eskisi gibi düşünmekten vazgeçecek, bu üyeler sayesinde daha İslami bir yapıya dönüşmesi için elinden gelen çabayı gösterecektir. Anayasa Mahkemesi’nin dördüncü işlevi Yüce Divan görevidir. Yüce Divan yüksek düzeyli kamu görevlilerinin yanı sıra bakanları ve başbakanları da yargılar. Muhalefet liderleri meydanlarda AKP liderlerine, “Sizi bir gün Yüce Divan’a göndereceğiz,” diye bağırıyorlar ama gün gelir de Yüce Divan’a giderse şimdiden tedbirini almak için AKP de bir yandan kendi yargıcını yaratıyor. Bu anayasa değişikliğiyle Türkiye Cumhuriyeti elden gidiyor, yargı bağımsızlığı gidiyor. Evet oyları büyük çoğunlukla çıkarsa Türkiye’nin başına çorap örülür. Doğrusu o günü hiç düşünemiyorum. Beni korkutuyor. Ama ne üniversitelerden ne barolardan ses var. Oysa hepsinin ayağa kalkması lazım.


- Neden korkuyorsunuz?

B.S.- Başbakan, “Bu anayasa değişikliği kapıyı aralama başlangıcıdır. 2011’den sonra anayasada çok daha köklü değişiklikler yapacağız. Başkanlık sistemine geçeceğiz,” dedi. Anayasa değişikliği geçerse iktidar bundan aldığı güçle daha önemli anayasa değişikliklerine gidecektir. Böylece ilk dört maddenin değiştirilmesi gündeme gelecek. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik hukuk devleti niteliği daha İslami bir yapıya kavuşturulmak için büyük ölçüde zayıflatılacak. Anayasa Mahkemesi buna karşı çıkmayacak. Çünkü o zaman AKP ve cemaatin Anayasa Mahkemesi yürürlükte olacak.

Zaten Başbakan, “Ben laikliği din ve vicdan özgürlüğü olarak alıyorum,” diyor. Ama anayasa öyle demiyor. Anayasa, “Din devlet işlerine karışmaz. Devlet, dinin devlet işlerine karışmamasını denetler” diyor. Bizdeki laiklik anlayışı budur.

Ayrıca bir değişiklikle de korkarım federasyon sistemine geçilecek.



AİHM yolu kapanır

- Bu değişiklikte Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının son derece demokratik olduğu söyleniyor. İç hukuk mekanizmaları Anayasa Mahkemesi’ne başvurmakla son bulduktan sonra AİHM’ye başvurulabilecek. Ama bu değişiklik yürürlüğe girdiği zaman Anayasa Mahkemesi’nin önünde on binlerce dosya birikip davalar yıllara yayılacağından AİHM’ye başvuru hakkının kurnazlıkla önüne geçilmiş olunmuyor mu?

B.S.- Bunun amacı AİHM’ye başvuruyu bloke etmek ve geciktirmektir. İster adli, ister idari yargıda olsun vatandaş kendi istediği sonucu alamayınca Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak. Gerçi Anayasa Mahkemesi’ne sadece insanın temel hak ve özgürlükleri kapsamındaki suçlar nedeniyle başvurulabilecek ama bunun ayırdında olmayan insanların açtığı davaları ayıklamak bile Anayasa Mahkemesi için büyük sorun olacak. Bütün bunlar AİHM’nin önünü tıkayacak. Ayrıca Anayasa Mahkemesi artık iktidarın Anayasa Mahkemesi olacağı için kasıtlı olarak da bu gecikmelere sebebiyet verilecek ki AİHM kimi davaları çözemesin.

- Kimi davalardan neyi kastediyorsunuz?

B.S.- Çok önemli olan türban ve katsayı, imam hatip okulları meselesi. AİHM’nin bile reddettiği davaları dolaylı yoldan Anayasa Mahkemesi’ne kabul ettirecekler.

- Demokrat Başbakanımız referandumda hayır oyu verecek ya da tarafsız kalacaklar için, “Bitaraf olan bertaraf olur,” dedi. Bunu nasıl karşıladınız?

B.S.- Bu tam faşizan bir yönetime yakışan bir laf. Bertaraf etmek de zaten yok etmek anlamına geliyor. Oysa anayasaya göre düşünce, kanaati açıklamama özgürlüğü, kanaati açıklamaya zorlama yasağı var. Ama bütün bunlara rağmen Başbakan evet demeyecekleri şimdiden uyarıyor.

- O zaman Başbakan anayasayı ihlal suçu mu işliyor?

B.S.- Kesinlikle evet. Sanayi Bakanı da, “Suskun kalırsanız referandumdan sonra bana geldiğinizde ben de size suskun kalırım,” dedi. Çok demokratik bir sürü laf bulabilirsiniz.



Hanefi Avcı Gülen cemaatinin eylemleriyle ilgili gerçekleri yazıyor

- Kimi yazarlar Avcı’nın kitabı yazmadan önce Başbakan’dan bilgiler aldığını ve bunun da AKP- Cemaat koalisyonunun çatlamaya başladığı anlamına geldiğini savundu. Avcı bunu televizyonda yalanladı. Siz bu konuda ne diyorsunuz?

B.S.- Geçen gün Cumhuriyet’te ABD özel istihbarat kuruluşu Stratfor’un raporu yayımlandı. O rapor okunduğu zaman ABD’nin sanki bir dönem desteklediği yandaşlarının arkasından çekilmeye başladığı mesajı alınıyor. Ama şu tespiti de yapmamız lazım. Cemaat Erbakan’a ve partisine vermediği desteği AKP’ye ve Erdoğan’a verdi. Bana göre bunun iki nedeni var. Bir kere cemaat Türkiye’yi yönetmeye soyunmuş. Bunca hazırlık döneminden sonra Türkiye yönetimine egemen olalım diyor. O zamanın geldiğini, AKP’nin güçlü bir kadroyla iktidarı ele geçireceğini anladı ve onu destekledi. Ama bir durumu daha tespit etmek lazım. Cemaat kadroları zaten 1950’den beri devlete yerleşmişti. AKP’nin kullanacağı böyle bir güç zaten olduğu için bunu AKP’ye sunmak istedi.

İkinci neden ABD’nin tutumuydu. ABD, 1990’lardan beri Türkiye için İslami bir yapı istiyordu. Bunun için en uygun kitle olarak da AKP ve Erdoğan’ı seçti. Sanıyorum bunun da cemaat üzerinde büyük etkisi oldu.

Hanefi Avcı kitabında şu çarpıcı sözleri kullanıyor: “Tüm kamu kurum ve kuruluşları, özellikle özel yetkili mahkemelerdeki yargıç ve savcılar, emniyet teşkilatının kilit noktaları cemaatin eline geçmiştir.”

- Cemaatin eline geçmiş özel yetkili mahkemeler başta Ergenekon olmak üzere bu kadar önemli davaları üstlenmişken burası nasıl hukuk devleti sayılabiliyor?

B.S.- Türkiye’de zaten hukukun üstünlüğünden söz edemeyiz. Hukukun üstünlüğünün, hukuk devletinin kaybolduğu yerde demokrasi de kaybolur. Çağdaş demokrasilerde hukukun üstünlüğü ve erkler ayrılığı ilkeleri değişmez prensiplerdir. Bunlar olmadan demokrasiden söz edilmesi mümkün değildir.

Hanefi Avcı’nın çok önemli bir sözü daha var: “Özel yetkili mahkemelerdeki yargıç ve savcılar emsalleriyle değiştirilmediği sürece cemaat karşıtlarının özgürlüğü ve yaşam hakları olamaz,” diyor. Ben cemaatin yanına AKP’yi de koyuyorum. Bu, özel yetkili mahkemelerdeki yargıçların önyargılı olduklarını gösterir. Yani, o mahkemelerden çıkacak kararların belli olduğunu, buna siyasetin karar verdiğini gösterir.

Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan başından beri, “Gelin, duruşmaları izleyin. Burada oynanan hukuk, yargı oyununu görün,” diye çırpınıyorlar. Orada gerçekten bir oyun oynanıyor.

- Sizce cemaatin yargı ve polisi ilk ele geçirme denemesi ne zaman oldu?

B.S.- İlk deneme Şemdinli’dir. Şemdinli iddianamesinin Ankara’da yazıldığı haberleri çıktı. O iddianame sonuca ulaşmadı ama orada iki noktada AKP iktidarı kendine ders çıkardı. Birincisi Terörle Mücadele Yüksek Kurulu kurarak MGK’nin görevlerini buna verdi. Bunun kimse farkına varmadı. Ayrıca özel yetkili mahkemeleri, gizli tanıkları ve ihbarcı vatandaşları devreye soktu. Ondan sonra Ergenekon davası patlak verdi. Tabii, bunun iç ve dış dinamikleri vardır. Kasım 2007’de o zamanki ABD Başkanı Bush ve Erdoğan Washington’da görüştü.



Davaların arkasında 'imamlar' var

- TSK’yle ilgili kimi belgelerin servis edilmesi cemaatin işi mi?

B.S.- Cemaat bir şekilde ele geçirdiği bu belgeleri imamlarına inceletti. Cemaatin her kurumda imamları var. O kurumları onlar yönetiyor. Aynı zamanda imamlar yukarıyla da irtibat kuruyor. Onlardan talimat alıyor ve kendi kurumlarına iletiyorlar.

“O imamlar bu belgeleri inceliyor. Cemaatin oluşturduğu yargıç, savcı, polis birlikte önce suçlu tespit ediyor, sonra deliller bulunuyor. Kişiler suçlanıp içeriye alınıyor,” diyor. Oyun böyle oynanıyor. Suçlama şu: Hükümet ve TBMM’nin çalışmalarını engellemek ya da ortadan kaldırmaya teşebbüs.

Bakın, böyle bir teşebbüsle suçlamak için icrai hareket lazım. Düşünme, konuşma icrai harekete dönüşmezse o zaman teşebbüsten söz edemez, teşebbüs nedeniyle kimseyi suçlayamazsınız. Üstelik de ne idüğü belirsiz ihbarlarla insanlar üç yıldır içeride tutuluyor.

Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk da, “Bu dava A’dan Z’ye siyasallaşmıştır,” dedi. Dava şöyle siyasallaşır: Hukukta delilden suçluya gidilir. Burada önce suçlu tespit ediliyor sonra delil üretilmeye çalışılıyor.


LEYLA TAVŞANOĞLU, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2010