1. yüz (Toplam 1 yüz)

Neden Hayır / Suay KARAMAN

İletiGönderilme zamanı: Sal Ağu 31, 2010 17:51
gönderen TÜRKK
NEDEN HAYIR

12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak halkoylamasında siyasi iktidarın hazırladığı anayasa paketinin içeriğinden, yurttaşlarımızın ne ölçüde bilgisi olduğu bilinmemektedir. Siyasi iktidar, meydanlarda anayasa paketinin içeriğinin tartışılmaması için, polemiklere başvuruyor. Muhalefet de zaman zaman bu polemiklere karışmaktadır. Ancak oy verecek yurttaşlarımızın neden evet, ya da neden hayır konusunda tam bir bilgiye sahip olmadıkları anlaşılmaktadır.

Siyasi iktidar, demokrasi, özgürlük, açılım, yargı reformu, 12 Eylül darbesiyle yüzleşme gibi söylemleri kullanarak, 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkındaki Yasa’yı çıkarmıştır. Bu yasa, siyasi iktidar tarafından yurttaşlara da bu söylemler kullanılarak tanıtılmaktadır. Siyasi iktidar, sayısal üstünlüğüne dayanarak çıkardığı bu değişiklik paketi için, gerçekleri saklayarak ve sahip olduğu olanakları kullanarak, halkın desteğini almaya çalışmaktadır. Anayasa değişikliği paketindeki 26 maddeyi incelediğimizde, ortaya çıkan durum şöyle özetlenebilir:

Madde 1- Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlığı taşıyan 10. maddesine eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” cümlesi ile “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” cümlesi ile pozitif ayrımcılığın anayasaya girdiği ve eşitlik kavramının içeriğinin genişlediği söylemleri gerçeği yansıtmamaktadır. Pozitif ayrımcılık ilkesi için anayasa yeterli güvence oluşturmaktadır. Kadın derneklerinin ziyaretinde, “kadın, erkek eşitliğine inanmadığını söyleyen” bir başbakanın iktidarından, eşitlik ilkesi beklemek saflık olur. Bu madde ile halkoylamasında, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, şehitler ve gaziler üzerinden halka propaganda yapmak amacı düşünülmüştür.

Madde 2- Anayasanın 20. maddesine “kişisel verilerin korunması” ile ilgili bir fıkra eklenmiştir. Ülkemizde kişisel verilerin korunmasına yönelik özel bir yasa çıkartılmak istenmiş ancak bu yasa TBMM’de bekletilmiş ve bugüne kadar çıkartılmamıştır. Bu değişiklikten önce anayasada, kişisel verilerin korunmasına yönelik herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak kişisel veriler konusu, özel yaşam içinde görülmesi ve özel yaşamın korunması kapsamı içinde kalan bir konudur. Yapılan düzenleme kişisel veriler için hiçbir anayasal ilke ve ölçüt getirmemektedir. Kısıtlamaların kişinin rızası ile yapılabileceği yolundaki düzenleme, insan haklarının vazgeçilmezliği ile çelişki yaratacak uygulamalar ortaya çıkaracaktır. Düzenleme, fişlemeler için anayasal dayanak yaratmaktadır. Çünkü her durumda değil, talep edildiğinde kişisel veriler korunacak, talep edilene kadar her türlü kişisel veriler yoluyla, fişlemeler yapılacaktır. Kişisel verilerin korunması için etkin bir yol getirilmemektedir.

Madde 3- Anayasanın 23. maddesinin beşinci fıkrası “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan bu değişiklikle, “vatandaşlık ödevi” tanımı maddeden çıkarılmıştır. Vatandaşlık ödevi, anayasanın 72. maddesinde düzenlenen vatan hizmeti ve 73. maddesinde düzenlenen vergi ödevidir. Artık bu iki nedenle, yurt dışına çıkma özgürlüğü kısıtlanamayacaktır. Kısaca vergi ödevini yerine getirmeyenler için yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması sağlanacaktır. Bu durumu, yurt dışına çıkma özgürlüğü kapsamını genişletmek olarak açıklamak, halkı aldatmak anlamına gelmektedir. Ayrıca bu hak ve özgürlüğün kötüye kullanılmasına anayasal boyutta destek olmak demektir.

Madde 4- Anayasanın 41. maddesine “Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” fıkraları eklenmiştir. Yapılan değişiklikle bu maddedeki düzenlemeler, maddenin mevcut haliyle de sağlanabilmektedir. Bu hükümlerin yaratacağı herhangi bir yenilik bulunmamaktadır.

Madde 5- Anayasanın 51. maddesinin “Aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz.” biçimindeki dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklikle işkolu esası kaldırılıp, başka bir kriter de getirilmediği için, sendikaların dernekleşmesine yol açılabilecektir. Bunun yanında aynı anda birden çok sendikaya üyelik nedeniyle, sarı sendika tartışmaları sürekli gündeme gelecektir. Aynı anda birden çok sendikaya üyeliğin özgürlük olarak sunulması ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırıldığı yönündeki söylemler de gerçeği yansıtmamaktadır ve ILO sözleşmelerine aykırıdır.

Madde 6- Anayasanın 53. maddesindeki bazı fıkralar yürürlükten kaldırılmış ve yeni fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu değişiklikler, özünde örgütlenme özgürlüğünün etkin kullanımını sağlamayan ve yeni kısıtlamalar getiren bir düzenlemedir. Memurlar ve diğer kamu görevlileri için, toplu görüşmenin adı toplu sözleşme yapılmıştır. Uyuşmazlık olursa, Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulmaktadır. Bu kurulun kararları kesindir ve yargı yoluna da başvurulamamaktadır. Emekliler için, mali ve sosyal haklar, artık Bakanlar Kurulu tarafından değil, onun yerine yetkilendirilen hakem kurulu tarafından karara bağlanacağından, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere yansıtılması, yeni bir güvence niteliğinde değildir. Kamu görevlileri sendikalarının, sendika üyeleri adına dava açabilmelerine yönelik anayasal koruma ortadan kaldırılmıştır. Kamu görevlileri sendikaları kavramı, anayasadan çıkartılmıştır. Bir dönem içinde birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılabilecektir. Ancak toplu iş sözleşmesine hakim olan ilkeler anayasada yer almamıştır. Yapılan bu değişiklikle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin artık toplu sözleşme hakkına kavuştuğu, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere de yansıtılacağı söylemleri çok sık dile getirilmektedir. Ancak düzenlemeye bakıldığında ortada somut bir şey yoktur, yapılan aldatmacadır.

Madde 7- Anayasanın 54. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır. Üçüncü fıkradaki “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendika sorumludur.” ifadesinin kaldırılması, meydana gelecek maddi zararların işçiden alınması söz konusu olacağı için grev kırıcılığı anlamına gelmektedir. Yedinci fıkrada yapılan değişiklikle, işçiler yönünden grev hakkının etkin kullanımını hiçbir biçimde ortaya çıkarmadığı gibi, işverenler lehine hükümler getirilmiştir. Siyasi grev, dayanışma grevi ve genel greve yönelik hükümlerin anayasadan çıkarılması ile, 12 Eylül darbesinin izlerinin silindiği söylemi de gerçeği yansıtmamaktadır.

Madde 8- Anayasanın 74. maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve yeni fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu değişiklikle Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur. 2006 yılında Kamu Denetçiliği Kurumu Yasası ile TBMM Başkanlığı’na bağlı olarak Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştu. Ancak yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi 25.12.2008 tarihinde söz konusu yasayı bütünüyle iptal etmiştir. Yapılan bu düzenlemeyle, Kamu Başdenetçiliği Kurumu anayasaya taşınmaktadır. TBMM Genel Kurulu’nda dördüncü ve son oylamada en çok oy alan adayın Başdenetçi olması ile, iktidar partisinin etkisine açık bir kurum oluşturulmaktadır. Bunun sonucunda siyasi iktidara bağlı bir parti müfettişi yaratılması amaçlanmaktadır.

Madde 9- Anayasanın 84. maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Yapılan bu değişiklikle partisinin kapatılmasına eylemleri ile neden olan bir milletvekilinin, milletvekilliğinin düşmemesi amaçlanmaktadır. Siyasi partiler konusunda birçok sorunlu madde anayasada korunurken, yapılan bu değişikliğin siyasi partilerin özgürlük alanını genişlettiği söylemleri de gerçeği yansıtmamaktadır.

Madde 10- Anayasanın 94. maddesinin üçüncü fıkrası değiştirilmiştir. 2007 yılında yapılan anayasa değişikliğinde, milletvekili seçim dönemi beş yıldan dört yıla indirilmesine karşın, TBMM Başkanı’nın görev süresinin beş yıldan dört yıla indirilmesi unutulmuştur. Yapılan bu değişiklikle, şimdi bu durum düzenlemekte ve düzeltilmektedir. Ancak bunun gibi diğer çelişkiler yine anayasada bulunmaktadır. Bu madde, son yıllarda uzlaşmaya dayanmadan, acele olarak yapılan anayasa değişikliklerinin nasıl bir yasama süreci ile yapıldığını ortaya koyması yönünden güzel bir örnektir.

Madde 11- Anayasanın 125. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarına eklemeler yapılmıştır. İkinci fıkraya “Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” eklemesi yapılmıştır. Kuvvet Komutanlıkları’nca yapılan her türlü ilişik kesme işlemlerine karşı yargı yolu zaten açıktır, Yüksek Askeri Şûra’nın, silahlı kuvvetlerden her türlü ilişik kesme kararlarına karşı değil, sadece disiplinsizlik nedeniyle ihraç kararlarına yargı yolu açılmaktadır. Bu değişikliğin, belirli Yüksek Askeri Şûra kararlarını yargı denetimine açsa bile, gerçek anlamda 12 Eylül darbesiyle yüzleşme sağlamayacağı bellidir. “Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.” şeklindeki dördüncü fıkrasına; “Hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” cümlesi eklenmiştir. Yargı organları idarenin yerine geçerek işlem yapan değil, hukuksal denetim yapan organlardır. Bu nedenle yargı organlarının yerindelik denetimi yapamayacağı şeklinde eklenen cümlenin hukuksal bir sonucu söz konusu değildir. Yargı organları, bu gerekçeden hareketle baskılanmak istenmektedir; uluslararası sermaye ve özelleştirme ile ilgili olarak, artık kolaylıkla iptal kararları verilemeyeceği açıktır.

Madde 12- Anayasanın 128. maddesinin ikinci fıkrasına “Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” eklemesi yapılmıştır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yasa ile düzenlenebilecek mali ve sosyal haklarının, yargı yolu kapalı olan toplu sözleşme ile düzenlenebileceğini hüküm altına almaktadır. Yapılan değişiklikle bu hükme, hiçbir Anayasal ilke, ölçüt ve koruyucu hüküm öngörmeden, mali ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümlerinin saklı olduğuna yönelik istisna yaratan bir cümle eklenmiştir. Toplu sözleşme ile örneğin sağlık yardımlarına sınır getirilmesi durumunda, hukuksal güvenceler zedeleneceği gibi, yargısal yollara da gidilemeyecektir. Hukuksal gerçeklik bu yönde olmasına karşın, düzenleme tam aksi söylemlerle sunulmuş, böylece memurlar ve diğer kamu görevlileri yanıltılmaktadır.

Madde 13- Anayasanın 129. maddesinin üçüncü fıkrası “Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan değişiklikle uyarma ve kınama cezaları konusunda yargı yolu açılan bu madde ile, memurlar ve diğer kamu görevlilerine sağlanan güvence ve hak arama özgürlüğü, yargıç ve savcılara sağlanmamaktadır. Böylece yapılan düzenlemenin asıl amacının, hak arama özgürlüğünü genişletmek değil, halkoylamasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin oyunu almak olduğu açıktır. 12 Eylül darbesiyle yüzleşme sağlayan, hak arama özgürlüğünü tam olarak etkin kılan bir madde değildir. Uyarma ve kınama cezaları için şimdiye kadar yargı yolu kapalı olduğu için, 12 Eylül 1980 ve o dönemdeki söz konusu bu cezalar için bir geçici madde öngörülmemiş ve yargı yolu açılmamıştır. Bu da 12 Eylül darbesiyle yüzleşme söyleminin doğru olmadığını göstermektedir. Çünkü bu madde, yürürlüğünden sonra ortaya çıkacak konular için uygulanır niteliktedir.

Madde 14- Anayasanın 144. maddesi değiştirilmiştir. Yapılan değişiklikle, savcıların idari olmayan görevleri ile yargıçlar hakkındaki işlemlerin, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’na bağlı olması öngörülen müfettişlerce yapılacağı söylenmektedir. Eğer Adalet Bakanlığı müfettişlerinin, diğer bakanlık müfettişlerinden bir farkı olmayacaksa, neden hiçbir bakanlık müfettişinin anayasada yer almadığı bir yapıda, Adalet Bakanlığı müfettişleri anayasada yer almaya devam etmektedir? Dolayısıyla adalet müfettişleri üzerinden yine Adalet Bakanlığı’nın yargı üzerinde denetim anlamında işlem yapmaya devam edeceği, somut olarak ortaya konmuştur. Adalet müfettişliği yine anayasada korunarak, getirilen geçici madde ile HSYK müfettişi olarak çalışmaları sağlanarak, ayrıca iç denetçilik kurumu getirilmiştir. Adalet Bakanlığı müfettişleri, idari görev yapan HSYK’na yerel mahkemelerden seçilecekleri ve dolayısıyla HSYK’nu bile denetleyebileceklerdir.

Madde 15- Anayasanın 145. maddesi değiştirilerek, Askeri mahkemelerin görev alanı daraltılmıştır. Kamuoyunda tartışılan davalara ilişkin anayasal engel olarak görülen hükümler değiştirilerek, hukuksal temele oturtulamayan dava ve soruşturmalara yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Reform niteliğindeki konular hep sessiz geçilerek, askeri yargıda kapsamlı, gerçek bir reform iradesi ortaya konulmamıştır.

Madde 16- Anayasanın 146. maddesi değiştirilerek, Anayasa Mahkemesi yeni baştan düzenlenmiştir. Yapılan bu değişiklik, Anayasa Mahkemesi’ni güçlendirmek yerine, siyasi iradeye yaklaştıran bir konuma getirmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyeden oluşması öngörülmüş ve en az 8 üyenin mutlaka hukukçu olması planlanmıştır. Hukuksal denetim yapacak, gerektiğinde Yüce Divan olarak görev yapacak Anayasa Mahkemesi’nde hukukçu üyelerin azınlıkta olması düşündürücüdür. Bu 17 üyesin üç tanesi TBMM tarafından üç turda, ancak son turda oy çoğunluğu ile seçilecektir. Kalan 14 üyeyi ise cumhurbaşkanı seçecektir.

Madde 17- Anayasanın 147. maddesi değiştirilerek, Anayasa Mahkemesi üyeliğinin görev süresi 12 yıl olarak öngörülmüştür. Görev süresinin 12 yıl olmasının gerekçesi ise toplumdaki değişimin, Anayasa Mahkemesi’ne yansıtılabilmesi olarak açıklanmıştır. Oysa Anayasa Mahkemesi’ne yansıtılması gereken sadece hukuk olmalıdır. Yapılan bu değişikliğin amacı, siyasal beklentiler olduğunu ortaya koymaktadır.

Kalan diğer dokuz maddeyi de haftaya inceleyeceğiz.



SUAY KARAMAN (TÜM ÖĞRETİM ÜYELERİ DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ),
İLK KURŞUN, 31 Ağustos 2010




[img]http://a.imageshack.us/img255/2033/httpwwwcihanduracomimag.png[/img]

Re: Neden Hayır / Suay KARAMAN

İletiGönderilme zamanı: Pzr Eyl 05, 2010 23:02
gönderen TÜRKK
NEDEN HAYIR DEMELİYİZ

Siyasi iktidarın hazırladığı ve 12 Eylül 2010 tarihinde halkoylamasına sunulacak olan 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Hakkındaki Yasa’daki 26 maddenin 17 tanesini geçen yazımızda incelemiştik. Bu yazımızda kalan dokuz maddeyi inceleme devam edelim.

Madde 18- Anayasanın 148. maddesine bazı cümleler ve bazı fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu değişiklikle, Anayasa Mahkemesi’ne yasa yollarının tüketilmesi koşuluyla, bireysel başvuru hakkı getirilmiş ve Yüce Divan’da yargılanacak kişiler arttırılmıştır. Bireysel başvuru hakkının getirilmesiyle, Anayasa Mahkemesi’nin iş yükü çok artacaktır. Bireysel başvuru hakkı sonucunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yolu tıkanacaktır. Bireysel başvuru ile ilgili verilecek karara karşı itiraz yolunun olup olmadığı belli değildir. Yüce Divan yargılaması, bir ceza yargılamasıdır. Bu teklifin 16. maddesinde Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyeden oluşması öngörülmüş ve en az 8 üyenin mutlaka hukukçu olması planlanmıştır. Bu sekiz üyenin de kaçının ceza hukukçusu olabileceği belli değildir. Yüce Divan yargılamasını ve bireysel başvuru hakkını, hukukçuların azınlıkta olduğu bir kurulun yapması ve bunun reform olarak sunulması, aldatmacadan başka bir şey değildir.

Madde 19- Anayasanın 149. maddesi değiştirilerek, Anayasa Mahkemesi’nin çalışma yöntemi düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iki bölüm ve genel kurul halinde çalışması benimsenmiştir. Bölümler, bireysel başvurulara bakmakla görevli olup, siyasi partilere ilişkin dava ve başvurular, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalar için genel kurul görevlendirilmiştir. Öngörülen sistem Anayasa Mahkemesi’ni işlevli kılmamakta ve etkin anayasal-hukuksal denetim koşulları yaratmamaktadır.

Madde 20- Anayasanın 156. maddesinin son fıkrasında değişiklik yapılarak, “… ve askerlik hizmetlerinin gereklerine” ibaresi kaldırılmıştır. Bu değişiklik, bu teklifteki 15. madde ile uyum amacıyla yapılmıştır. Bu değişiklikle Askeri Yargıtay’da reform yapıldığını söylemek gerçek dışıdır.

Madde 21- Anayasanın 157. maddesinin son fıkrasındaki “…askeri hizmetin gereklerine” ibaresi kaldırılmıştır. Bu teklifin 15. ve 20. maddelerine uyum amacıyla yapılan bir düzenlemedir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, ülkemizde 12 Mart 1971 döneminde kurulmuştur ve halen görevini sürdürmektedir. Bu mahkemenin, diğer ülkelerde örneği bulunmamaktadır. Gerçekten reform yapılacaksa, bu mahkemenin kaldırılıp, görevlerinin Danıştay’a devredilmesi gerekir.

Madde 22- Anayasanın 159. maddesinin yedi fıkrası, on üç fıkra halinde yeniden düzenlenerek, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını düzenlenmektedir. Yapılan değişiklikle üye sayısı 22 olmuştur ancak üyelerinin çoğunluğu Adalet Bakanlığı etkisine açık olarak düzenleme yapılmıştır. Aynı zamanda Adalet Bakanı kurulun başkanı, Müsteşarı doğal üye olarak bulunacaktır. HSYK’na yine Adalet Bakanının başkanlık yapması ile, bu konuda 1982 Anayasası’na yöneltilen eleştiri sürdürülmektedir. HSYK’na seçilen Danıştay ve Yargıtay üyesi olmayan ilk derecede görev yapan hakim ve savcılar hakkında soruşturma açılmasına izin verme yetkisi Adalet Bakanı’na dolayısıyla HSYK Başkanı’na verilmektedir. HSYK’nun ilk derece mahkemelerinden gelecek üyeler hakkında da, hem HSYK’nda görevde iken, hem de görevleri sona erdikten sonra soruşturma açılmasına izni verme yetkisi, Adalet Bakanı’nda olacaktır. Adalet Bakanı, HSYK Başkanı olarak kullanacağı yetkiler nedeniyle yapacağı işlemlere artık yargı yolu kapanmaktadır. Adalet Bakanlığı müsteşarı, ilgili yasalara göre “Bakanın emri altında ve O’nun yardımcısıdır” olarak belirtilmişken, bu konumdaki bir kişinin HSYK’nda doğal üye olarak öngörülmesi ve korunması, nasıl bir reformdur? Memurlar için, uyarma ve kınama disiplin cezaları için de yargı yolunun açılmasına karşın, yargıç ve savcılarla ilgili olarak, sadece ihraç kararları ile sınırlı olarak yargı yolunun açılması da, yapılan reformu gözler önüne sermektedir. HSYK Başkanı, aynı zamanda Milli Güvenlik Kurulu’nda üyedir; HSYK’nun tek doğal üyesi müsteşar, aynı zamanda istihbaratla ilgili bir kurulda üyedir. HSYK’nun gündemini belirleme yetkisi HSYK Başkanı sıfatıyla yine Adalet Bakanı’na tanınmıştır, bakan yetkilerini başkan vekiline devretmezse, katılmadığında HSYK Genel Kurulu’nun toplanabilmesi durumu, yapılan düzenlemede belirsizdir. HSYK’nun üç daireden oluşması öngörülmüştür, ancak dairelerin kaçar kişiden oluşacağı, müsteşarın hangi daire ya da dairelerde yer alacağı açıklanmamıştır. Müsteşar olmadan dairelerin toplanması da belirsizliğini korumaktadır. Siyasi iktidarın yargı üzerinden projelerini uygulamaya koyacağı bir HSYK getirilerek, bu reform olarak sunulmaktadır.

Madde 23-
Anayasanın 166. maddesine yeni bir fıkra eklenerek, Ekonomik ve Sosyal Konsey düzenlemesi yapılmıştır. Sadece hükümete görüş bildirmek amacıyla kurulan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in nasıl bir anayasal güvenceye sahip kılınacağına ilişkin herhangi ilkeye yer verilmemiştir. Anayasa’da öngörülmesinin gerekçesi tam olarak ortaya konulamayan, içeriği belirsiz bir düzenlemedir.

Madde 24- Anayasanın geçici 15. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasındaki eylemleri içine alan geçici 15. maddenin kapsamına Milli Güvenlik Konseyi üyesi beş general ile bu beş generalin kararlarını uygulayan sivil ve asker bürokratlar olmak üzere çok geniş bir kitle girmektedir. Çünkü konusu suç teşkil eden emri yerine getirmek, kişiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla, o dönemdeki kişilerin yargılanabileceği, hukuksal gerçekle örtüşmemektedir. Çünkü madde kapsamındaki kişiler için sorumsuzluk öngören bu madde yerine, o kişileri “geçmişe yönelik sorumlu kılacak” ifadesiyle emredici bir kural konulmadığından, madde kapsamında kalanların yargılanmaları söz konusu olamayacaktır. Siyasi iktidarın reform olarak nitelediği değişiklikler gerçekçi olsaydı, 12 Eylül darbesini yapanlar için yargı yolu açılması için, sadece Milli Güvenlik Konseyi’ne mensup generallerin yargılanacağı yolunda bu maddeye açık bir hüküm konulabilirdi. Ancak siyasi iktidar 12 Eylül darbesinin sömürüsü ile yetinerek, reform yapmaktadır.

Madde 25- Anayasaya, Anayasa Mahkemesi ile ilgili olarak Geçici 18. madde ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili olarak Geçici 19. madde eklenmiştir. Sadece bu iki kuruma yönelik olarak geçici madde hazırlanması, söz konusu maddelerin içeriği incelendiğinde, bu iki kurum üzerinde reform olarak sunulmaya çalışılan çok ayrıntılı bir çalışma yapıldığını göstermektedir. Bu geçici maddelerle, bu kurumların bağımsızlığı zedelenmektedir. Getirilen bu geçici maddeler, yapılan değişiklikler nedeniyle, geçmişe yönelik olarak ortaya çıkan sorunları çözmeye yeterli değildir. İdare ile ilgili konularda kamu baş denetçisine başvurulabilecektir, ancak 12 Eylül 2010 tarihinden önceki konularda kamu baş denetçisine başvurulamayacaktır. Çünkü bu konuda geçici madde getirilmemiştir. Aynı şekilde uyarma ve kınama cezaları için yargı yolu açılmasına karşın, bu değişikliğin yürürlüğe gireceği 12 Eylül 2010 tarihinden önceki uyarma ve kınama cezaları için yargı yolunun açık olacağına yönelik bir geçici madde getirilmediği için, 12 Eylül 2010 tarihinden önceki uyarma ve kınama cezaları için yargı yolu açılmamıştır. Benzer şekilde YAŞ ve HSYK’nun belirtilen ihraç kararları için yargı yolu açılmasına karşın, bu değişikliğin yürürlüğe gireceği 12 Eylül 2010 tarihinden önce söz konusu olan ihraç kararları için yargı yolunun açık olacağına yönelik bir geçici madde getirilmemiştir. Bu nedenle 12 Eylül 2010 tarihinden önceki ihraç kararları için yargı yolu açılmamıştır. Anayasa Mahkemesi için öngörülen bireysel başvuru yoluna, bu Anayasa değişikliğinin yürürlüğünden sonra ortaya çıkan ihlaller için başvurulabilecektir. Hak arama özgürlüğünün genişletildiği söylenen konuların, 12 Eylül 1980 ve hemen sonrasındaki işlemler yönünden bir geçici madde ile ilişkilendirilmemesi, 12 Eylül darbesini sorgulama iradesinin bulunmadığının açık bir kanıtıdır.

Madde 26- “Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.” İfadesiyle, tüm maddelerin halk oylamasına birlikte ve tek oy esasına göre sunulur düzenlemesi getirilmiştir. Oysa aralarında açıkça bağlantı ve bütünlük olmayan maddelerin, halk oylamasına birlikte sunulmaması gerekmektedir. Bu düzenleme ile, aralarında hiçbir bağlantı ve bütünlük olmayan maddeler birlikte oylanarak, seçmen iradesi yanıltılmakta ve halk oylaması kuralı ihlal edilmektedir. Venedik Komisyonu’nun 21 Aralık 2006 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun 30. maddesinde; “İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, aralarında bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Bir metinde yapılacak değişiklik çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa, halka bir dizi soru sorulmalıdır.” denilmektedir. Anayasa değişikliğine ilişkin maddelerin içinden bazılarına evet, bazılarına hayır oyu verme hakkı, hiçbir gerekçe gösterilmeden halka tanınmamıştır. Bu nedenle, bağlantılı olmayan maddelerin birlikte halk oylamasına sunulmasına yönelik irade de, tıpkı reform söylemleri gibi aldatıcıdır.

 : Bu anayasa değişikliği maddeleri incelendiğinde ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştiren maddelerin dışındakilerin çoğunluğu ya mevcut düzenlemelerin ya da uygulamaların tekrarıdır ve hatta bazıları da işlevsizdir. Pozitif ayrımcılık getirilmediği için mi sapık zihniyetli kişiler, Siirt’te küçük çocuklara yıllarca tecavüz etmiş ve korunmuştur? Töre diye diye öldürülen kadınlarımız, bu değişiklikten sonra, özgürce yaşayacaklar mıdır? Zaten mevcut anayasada pozitif ayrımcılık güvence altına alınmıştır. Bunlar asıl amaçlarını saklamak amacıyla yapılan göz boyamaya yarayan değişikliklerdir.


AKP’nin yaptığı bu anayasa değişiklikleri sonucunda, yargı bağımsızlığı yok edilerek, darbelerle ve darbecilerle mücadele edilemeyeceği gibi, 12 Eylül darbesinden de hesap sormak mümkün değildir. Yapılması amaçlanan bu değişiklikler yargının sorunlarını ve toplumun sorunlarını çözecek hiçbir değişiklik getirmediği gibi, milletvekili dokunulmazlığını da kaldırmıyor. Bunların yanında “görevi ihmal, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta ve kayıtlarında sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” ile “özel belgede sahtecilik suçundan yargılanması gerektiğine karar verilen şüphelinin” yargılanmasına da olanak sağlamıyor. Bu değişiklikler sadece AKP’nin hak ve özgürlük getiriyoruz görüntüsü altında, göz boyamaktan ibarettir ve siyasi iktidarın yargıya tek başına egemen olması için yapılmaktadır.

AKP iktidarının sekiz yıldır Türkiye’yi getirdiği durum, bütün açıklığıyla ortadadır. Bugün ülkemizde yaşanan ekonomik kriz her geçen gün, artarak sürmektedir. Bir takım kişilerin mallarına, villalarına, gemilerine, deniz fenerlerine ve yolsuzluklarına teğet geçen ekonomik kriz, halkımızın belini bükmektedir. Yaşam şartları her geçen gün zorlaşmaktadır. İşsizlik, yoksulluk ve açlık çok büyük boyutlardadır. Tarım ve hayvancılığımız yok edilmiştir. Ülkemizde yatırımlar durmuş, sanayimiz can çekişmektedir, atölye ve fabrikalar kapanmaktadır. Özelleştirme talanıyla ulusal varlıklarımız ve üretim tesislerimiz tek tek satılmaktadır.

Ülkemizde terör yeniden azmıştır, sürekli acı haberler toplumda derin sıkıntı yaratmaktadır. AKP iktidarı, halk oylaması öncesinde ateşkes yapılması için terör örgütünün başıyla görüşmüştür ve görüşmeyi PKK terör örgütünün Kandil’deki sesi Murat Karayılan, terör örgütüyle yakın işbirliği olan Fırat Haber Ajansı’na verdiği demeçte açıklamıştır. Bu açıklamadan önce başbakan 31 Temmuz 2010 tarihinde Hatay’da yaptığı konuşmada; “CHP, MHP, BDP, bir kısım medya, YARSAV, terör örgütü hepsi bir araya toplanmışlar. Kime karşı, milletin anayasasına evet diyenlere karşı” sözleriyle, gerçeklerin üzerini örtmeye çalışmıştır. AB ve ABD’nin belirlediği politikalar sonucunda, tam bağımsızlığımız yok olmak üzeredir. İçeriği emperyalist güçler tarafından hazırlanan açılımlar sonucunda, bölünme ve parçalanmaya doğru sürüklendiğimiz bu günlerde, ABD tarafından hazırlanan “Türkiye 2009 Demokrasi Raporu”nda, yapılmak istenen bu anayasa değişikliğinin izlerinin bulunduğu unutulmamalıdır.

Siyasi iktidar insan haklarını hiçe sayarak, baskı ve yıldırma politikalarını sürdürmektedir. Herkeste dinlenme ve takip edilme korkusu bulunmaktadır. Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalarla, ülkemizin aydınlarına karşı yapılan hak ve hukuktan yoksun uygulamalar, vicdanlarda büyük yara açmaktadır. Atatürk Cumhuriyetiyle hesaplaşma amacındaki siyasi iktidarın yaptığı sivil şeriatçı darbe sonucunda bilimin, basının ve toplumsal muhalefetin hapsedildiği bir ülkede, demokrasinin varlığından söz edilemez.


 : Emperyalist ABD’nin büyük işgal projesi olan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olmakla övünen bir başbakandan ve laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu tescillenen bir siyasi iktidardan, ulus adına olumlu bir şey beklemek hayaldir.

Böyle bir iktidarın yapacağı anayasa değişikliğine taraftar olan ve kendilerine demokrat diyen dönme solcular ile, halk oylamasında “tarafsız” kalacağını yayınladıkları genelgeyle açıklayan büyük bir demokratik kitle örgütünün yöneticileri aymazlık ya da sapkınlık içindedirler.

 : 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan halk oylamasında vereceğimiz oylar, ülkemizin ve rejimimizin geleceğiyle ilgilidir. Oy vermemek, tatile çıkmak, bayram tatilini bir gün daha uzatmak, “sadece benim oyuma mı kaldı?” gibi mazeretlerin arkasına sığınmak gibi hakkımız yoktur. Cumhuriyete, demokrasiye, laik ve sosyal hukuk devletine, Kemalist ilke ve devrimlere sahip çıkmak zordur; sorumluluk ister, emek ister, mücadele ister ve bilinçli olmayı gerektirir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çağdaş bir anayasaya kavuşmaları, çok önemlidir ve çok gereklidir. Bunun için vatandaşlarımızın, özgürlük getiriyoruz aldatmacasında bulunan siyasi iktidarın anayasa değişikliği tuzağına düşmemeleri; demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini ortadan kaldırmaya yönelik olan değişikliklerle sunulan sivil darbeye geçit vermemeleri gerekmektedir. Tüm bu nedenleri göz önüne alarak, halk oylamasında HAYIR oyu vermeliyiz.



SUAY KARAMAN, Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri,
İLK KURŞUN, 5 Eylül 2010





Resim