1. yüz (Toplam 1 yüz)

AKP Gizli Gündeminin Tarihi Kodları

İletiGönderilme zamanı: Cmt Eyl 04, 2010 14:23
gönderen Başkomutan

AKP Gizli Gündeminin Tarihi Kodları

AKP’nin 12 Eylül referandumu ile ilgili gizli gündemi, bir “karşı devrim” projesidir. Bağımsız Yargı silahını rejimin elinden almaya yönelik “Evet” seferberliğine bakıldığında projenin bir “turuncu devrim” kıvamında planlandığı anlaşılmaktadır.

Aylardır ifade etmeye çalıştığımız, “12 Eylül Referandumunun demokrasiyle ilgisi yoktur; AKP’nin gizli gündemi vardır; gelişmeler, tarih ışığında kaotik bir karşı devrimin habercisidir;” iddiasının tarihi dayanakları aşağıda açıklanmaktadır.

Avrupa’da “Sivil demokrasi”nin temelinde “sınıflar çatışması” yatar. Feodal sınıflar arasındaki çatışma, orta sınıfın örgütlü mücadelesi sonucunda klasik demokrasiyle sonuçlanmış; Marksist proleterya ihtilali ise materyalistler tarafından “daha eşitlikçi” bir alternatif olarak üretilmiştir.

Avrupa’da Sınıflar ve Demokrasi

A- Demokratik Devrimin Hedefi Olan Üst Sınıflar: (Soylu-Ruhban İkilisi)

1- Soylular: MS:375’te Kavimler Göçü’yle Roma’yı istila eden Barbar boy beyleri Roma topraklarını istila ederek zamanla toprak sahibi soylular sınıfını oluşturdular. Bunlar mülkiyet hakkını gasp edip torunlarına miras bıraktıkları için soyu sopu belli olan bir senyörler sınıfı ortaya çıktı.

2- Rahipler: Roma’nın Klerici (din adamları) sınıfı, önce bu barbarları Hıristiyan yaptı. Sonra da aforoz tehdidiyle denetim altına aldı. “Vaftiz olmayana şeytan girer” ve “itiraz edeni aforoz ederim!” gibi tehditlerle ikinci ayrıcalıklı sınıfı Rahipler oluşturdu. Meşhur “Ruhban” sınıfı budur. Ellerindeki vakıf arazileri zamanla ekilebilir alanları yarısını kaplamaya başladı.

B- Eşitlik ve Demokratik Hak Arayanlar: (Alt Sınıflar)

3- Burjuvalar: (Civiles) Senyör şatolarının çevresinde zamanla kavimlere göre Burg, York, Stadt… denilen kentler oluştu. Bu kentlerde zenaat ve ticaret erbabı bir orta sınıf oluşmaya başladı. Ticaret geliştikçe hele de coğrafi keşiflerden (büyük soygundan) sonra Avrupa’ya mebzul miktarda altın ve gümüş girince bu sınıf sermaye biriktirerek, mülkiyet hakkı için örgütlenmeye başladı. Masonluk işte bu gizli örgütlenmenin adıdır. Masonlar, çeşitli meslek localarını kurarak yıllarca mülkiyet hakkı için soylulara karşı bilendiler.

Sivil (Civiles=kentli) denilen bu orta sınıf, zamanla “Kentsoylu” (Burjuva) sınıfını oluşturdu. Eşitlik, Adalet, Hürriyet, Kardeşlik, Laiklik ilkeleri, burjuva aydınlarının kaleminden çıktı ve önce 7 yıl savaşlarıyla yıpranan Fransız sarayını sarsmaya başladı. Sonuçta 1789 Fransız İhtilali, “soylu-rahip” ikilisinin ilk ağır yenilgisi oldu.

4- Köylüler ve Köleler: (Serfler) Bunlar daha çok kırsal kesimde yaşayan toprakla birlikte alınıp satılan kölelerdi. Özgür köylüler kilise vakıflarında çalışmakla senyör tasallutundan kurtulmuş olmakla birlikte cahil ve siyasetten uzak insanlardı. Burjuva partileri bu kesimin devrim için kol gücüne sonra da iktidar için oyuna muhtaçtı. Bu kesim siyasette hala oy deposundan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Avrupa’da “Sivil Demokrasi,” Burjuva sınıfının Masonik örgütlenmelerle, geniş halk kitlelerini soylular ve rahipler aleyhine tahrik ederek Krallık rejimini yıkması ve yerine Laik cumhuriyeti kurması sonucunda ortaya çıkmıştır

Avrupa’da uygarlığın adı “civilization” yani “sivilleşme”dir. Kentsoylu yani Burjuva (civil=sivil) yaşam standartları idealize edildiği için “Sivil demokrasi”, bu manada “medeniyet” ile yani kent uygarlığını kurma ve yaşatma ile aynı anlama gelmektedir ve burjuva yaşam standardını ifade etmektedir.

Buradaki sivil kelimesi, çarşı iznine çıkarken giyilen sivil elbisenin taşıdığı manalardan oldukça farklıdır. Bir toplumda askerler orta sınıfın öncü kuvveti olarak çok rahat sivil demokrasinin kapısını aralayabilirler; nitekim bu süreç bizde böylece yaşanmıştır. Osmanlı 2. ve 3. Ordusu II. Meşrutiyetin, 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal ise Cumhuriyetin kurucusu olmuşlardır.

Tarihteki Sınıflar Çatışması, Karşı Devrimin Kodlarını Vermektedir:

[img]http://www.haberiniz.com/images/stories/Yeni_Resimler/YAZARLAR/OZEL/devrim_1_sukru.jpg[/img]



Günümüze Gelince: AKP yönetiminin “sivil demokratlığı” asker karşıtlığı olarak algılamasının birinci nedeni, demokrasi tarihinin bu terminolojik birikiminden habersiz olmasıdır. İkinci faktör de liberal demokrat gömleği giymiş ordu düşmanı eski Marksistlerin ve gizli Kürtçülerin AKP’deki entelektüel boşluğu kendi nefesleriyle dolduruyor olmasıdır.

AKP, sivil kelimesini asker olmayan herkes gibi algılamakla kalmamış; belli bir ekonomik sınıf tabanı yerine teokratik unsurlara, cemaatlere yaslanarak yeni bir teokratik sınıf egemenliğinin de kapısını aralamıştır. Bu çabanın sivil demokrasi yerine “teokratik bir aristokrasi” ile sonuçlanması kaçınılmazdır.

Oysa parlamentoda AKP’ye ezici çoğunluk fırsatı veren AKP seçmeninin bu partiye yeni bir teokratik sınıf egemenliği ruhsatı verdiğini söylemek mümkün değildir.

Buna rağmen AKP, 200 yıl önce modernleşmenin ve 100 yıl önce demokrasinin lokomotif gücü olan orduyu, bertaraf etmek için darbe teşebbüs ve dedikodularını önemli bir mevzi kazanma fırsatı olarak değerlendirmiştir. Böylece Kemalist elite ve Kemalist ideolojiye “soylu-ruhban” kimliğini uygun görerek egemenliği bunlardan alıp, güçlenen yeni “alt sınıflara” devretme yoluna girmiştir.

AKP’nin 12 Eylül referandumu ile ilgili gizli gündemi, bir “karşı devrim” projesidir. Bağımsız Yargı silahını rejimin elinden almaya yönelik “Evet” seferberliğine bakıldığında projenin bir “turuncu devrim” kıvamında planlandığı anlaşılmaktadır.

Devrimci AKP’nin Yeni Sınıf Algılaması:

A- Üst Sınıf Olarak Algılananlar:

1) Ordu üst yönetimi, devrilmesi gereken soylular sınıfı olarak algılanmaktadır.

2) Kemalizm tarihteki Ruhban inanç ve ideolojisini (Katolisizmi) temsil etmektedir. Laik yargı ise ruhban sınıfı gibi görülmektedir.

B- Eşitlik ve Egemenlik Arayanlar:

3) AKP teşkilatı, Cemaatler ve yeşil sermaye, örgütlü burjuvazi olan Masonik güce dönüştürülmüştür.

4) Müslüman çoğunluk, etniklerle birlikte alt sınıfı, devrim tarihindeki köylüleri ve köleleri temsil etmektedir.

AKP’nin yürüttüğü hareketin müesses nizam içinde bir sivil anayasa arayışı değil açık bir karşı devrim olduğu bu tablodan açıkça ortaya çıkmaktadır.

Doğrusu, yapılan işlere bakıldığında ve demokrasinin tarihi faktörleri yerli yerine oturtulduğunda yaşadığımız süreçteki karanlık noktaların, Tarihin projektörüyle aydınlatılması böylece mümkün olmaktadır. Gizli gündemi aydınlatacak başka bir ışığa da sahip değiliz.

Aylardır ifade etmeye çalıştığımız, “12 Eylül Referandumunun demokrasiyle ilgisi yoktur; AKP’nin gizli gündemi vardır; gelişmeler, tarih ışığında kaotik bir karşı devrimin habercisidir;” iddiasının tarihi dayanakları bunlardır.

Türkiye Cumhuriyetiyle hesabı olan ne kadar “Hıyanet-i Vataniyye” mağduru ademoğlu varsa hepsi hevesle 12 Eylül Referandumunun “Evet”le sonuçlanmasını ve AKP’nin karşı devrim sürecinde yeni mevziler kazanmasını beklemektedir.

Karşı devrim çabasının 1923 ruhuna vuracağı darbeyi daha da güçlendirerek kendi egemenlik alanlarını oluşturmak isteyen bağımsız Kürtçülerin, Ermenilerin ve eski Marksistlerin AKP’ye sevdalanmasının esrarını da bu tabloda aramak gerekir.



Şükrü ALNIAÇIK
03 Eylül 2010 / haberiniz.com

Re: AKP Gizli Gündeminin Tarihi Kodları

İletiGönderilme zamanı: Cmt Eyl 04, 2010 14:46
gönderen Başkomutan
Gizli gündemi hala göremeyen var mı?


Bu referandumun niye yapıldığı, Anayasa değişince ne olacağını artık herkes biliyor. Hiç kimsenin, "ne olacağını anlayamadım, beni kandırdılar veya böyle bir sonuç doğuracağını düşünemedim" gibi mazeretler üretme hakkı kalmamıştır. Verilecek karar doğrudan doğruya "bu ülke bölünsün mü, bölünmesin mi?" kararıdır. Bunun dışında söylenenler ve yazılanlar sadece bu niyeti gizlemek ve milleti kandırmak içindir.


Gizli gündem

Bu kesin ve net tespiti yapmamızın bir çok dayanağı vardır. Başbakan son günlerde her ne kadar, "Anayasa değişikliğinin ne getirdiğini konuşmak yerine, başka şeylerle milletin karşısına çıkıyorlar" türünde konuşmalar yapıyor olsa da, asıl minder dışına çıkan AKP'lilerdir. Değişiklik paketinin gerçekte ne getirdiğini hiçbir zaman anlatmadılar. Anlatamazlar da.

Çünkü bu paketin sonucu sadece içerdiği maddelerle sınırlı değildir. Yapılacak değişikliklerin bir yol açacağını ve arkasının geleceğini bizzat başbakan ilan etmiştir. Bunun anlamı asıl niyetin, asıl gündemin gizlendiğidir. İşte bu sebeple MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli her konuşmasında bu gizli gündeme dikkat çekiyor ve başta başbakan olmak üzere, bütün AKP yetkililerini dürüstçe asıl yapmak istediklerini açıklamaya davet ediyor. İktidar cephesinden bugüne kadar böyle bir açıklama gelmedi. Hiçbir zaman da gelmeyecek. Buna ne cesaret edebilirler, ne de yürekleri yeter.

Tayyip Erdoğan Anayasası

Bütün düzenlemelerde olduğu gibi bu değişiklik paketinin de bir usul, bir de esas yönü vardır. Usule baktığımızda 12 Eylül 1980 Anayasasının seyrini birebir bugünde görüyoruz. Orada tek belirleyici Kenan Evren'di, burada Recep Tayyip Erdoğan. Orada Evren ve arkadaşlarının hesapları, menfaatleri ve dünya görüşlerine göre bir Anayasa hazırlanmıştı, burada da Recep Tayyip Erdoğan'ın hesapları ve vaatlerine göre bir değişiklik hazırlandı. Orada da bütün devlet imkanlarını kullanarak millete zorla, "evet" dedirttiler, burada da aynı baskı ve şiddetle millet baskı altına alınıyor. Milletin yüzde 92'sinin "evet" demesi o Anayasaya demokratik ve doğru bir özellik kazandırmadı, burada da kazandırmayacak. O Kenan Evren Anayasasıydı, bu Tayyip Erdoğan Anayasası.

Püf noktası

Esasa gelince. Paketteki maddelerin 2'si dışında kalanlara kimsenin bir itirazı yok. Zaten bunlar bir Anayasa konusu da değil. Neredeyse tamamı meclisten ittifakla geçecek kanunlarla değiştirilebilir. Bütün partiler ittifak ettiklerini açıklamışlardır.

Geriye kalıyor, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısını değiştiren düzenleme. İşin püf noktası burasıdır. Gizli niyet tam da buradadır. Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı yeni düzenleme ile 11'den 17'ye çıkarılıyor. Bu 17 üyenin 10'u Cumhurbaşkanı marifetiyle iktidarın kontrolünde atanıyor.

İktidarın kontrolündeki atamalarda kimlerin öne çıktığını, YÖK'ten, TİB'den, RTÜK'ten, MİT'den çok iyi biliyoruz. Dolayısı ile Anayasa Mahkemesi AKP'nin arka bahçesi haline gelecektir. Aynı durum HSYK için de söz konusudur. Bu kurumlar tamamen AKP'nin kontrolüne girecektir. İşte geldik zurnanın en romantik sesi çıkardığı yere. Bu kurumların AKP'nin kontrolüne girmesi durumunda ne olacağına?

Tarafsızlık kalır mı?

AKP Meclisteki çoğunluğuna dayalı olarak, her istediği kanunu meclisten kolayca geçiriyor. Gerekirse Recep Tayyip Erdoğan bütün milletvekillerini kontrole alıyor ve istediğini yaptırıyor. Bunun bir çok örneğini gördük. Mayınlı arazilerin Yahudi şirketlerine peşkeş çekilmesi böyle kanunlaşmadı mı? Bu durumda muhalefet partilerine yargı yoluna gitmekten başka çare kalmıyor.

Meclisten geçen kanunlar için yargı yeri Anayasa Mahkemesi'dir. Nitekim, mayınlı araziler yasası CHP tarafından Anayasa Mahkemesine götürüldü ve iptal kararı çıktı. Şimdi soruyorum size: Herkes elini vicdanına koysun ve dürüstçe cevap versin.


Çoğunluğu AKP tarafından atanmış böyle mahkemeden AKP'nin parmak çoğunluğuyla çıkaracağı her hangi bir kanunun geri dönme ihtimali kalır mı? Meselenin bir başka boyutu daha var. Dosyaları bugünden hazır olan AKP sonrasında bağımsız yargıda hesabı görülecek dosyalar, başbakan ve bakanlar için Yüce Divan sıfatıyla yine bu mahkemeye gidecektir. Böyle bir mahkemenin bağımsız ve tarafsız karar vereceğine inanabilir misiniz?

Ülke bölünsün mü, bölünmesin mi?

Değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek ilk 3 madde de buna dahildir. Başbakan, bu paket daha sonra yapacağımız geniş değişiklerin yolunu açarken, tam da bunu kastetmiştir. 12 Eylül'de kabul yönünde bir sonuç çıkması durumunda İmralı canisine aftan tutun da, federasyon dahil,ülkeyi bölünmeye götürecek bütün düzenlemeleri artık çok rahatlıkla yapabilecekleri bir imkana kavuşacaklardır. İşte bu sebeple diyoruz ki, 12 Eylül günü cevap vereceğimiz şey, "ülke bölünsün mü, bölünmesi mi?" sorusunudur.

Herşey ortada

Herşey bütün çıplaklığı ile ortadadır. Bu durumu bilerek, bu durumu doğru bularak kabul oyu vereceklere bir şey demiyoruz. Onlar, varlık sebeplerinin gereğini yapıyorlar. Ancak, hala ülke ve millet bütünlüğünden yana olduğunu söyleyip, bu tespitleri yeterli bulmayarak de bu pakete kabul yönünde oy vereceğini düşünen varsa, bunun siyasi, vicdani, ahlaki ve insani bir izahı yoktur. Ortada başka bir sorun var demektir. Biz Egemen Bağış'lar kadar pişkinlik sınırlarını zorlayamadığımız için, böyleleri "ya bir ruh doktorlarına gitsinler veya kanlarında bir bozukluk vardır" demiyoruz.


Orhan Karataş
Ortadoğu Gzt