1. yüz (Toplam 1 yüz)

Kulaktan Kulağa Oyunu

İletiGönderilme zamanı: Çrş Nis 25, 2012 20:47
gönderen Feza Tiryaki
Kulaktan Kulağa Oyunu


Çocuklarla çok oynardık derslerde sıkılınca, bir sınıf oyunu vardır. Çocukluğumuzda bu oyunu evde arkadaşlarımızla oynardık. Çıkan sonuca çok gülerdik.

Herkes çepeçevre oturur. En baştaki yanındakinin kulağına bir söz söyler. Anlamlı bir iki tümcelik söz. O, yanındakinin kulağına der duyduğunu. Söylediği kişi de yanındakine. Ne anladıysa onu söyler. Böyle böyle sonda durana gelinir. En sondaki kendine söyleneni yüksek sesle söyler.

Sözü ilk başlatan şaşar kalır. Çünkü onun söylediğiyle hiç ilgisi olmayan bir söze dönüşmüştür dedikleri. Kulaktan kulağa, ağızdan ağıza giderken değişmiştir.

Bazen kişi, bilerek isteyerek bir yalan atar ortaya. Bakalım kanacaklar mı der. Yalanı öyle dal budak salar ki, sonunda kendisine geri gelir söyledikleri. Kendisinin uydurduğunu unutur, yalanı söyleyen bile kanar sözüne.

Bu yalanı atanlar da kandılar söylediklerine. Kulaktan kulağa oyunu oynarken değişen söze ise inanmayanın hatırı kaldı.

23 Nisan’da yaşadıklarımızdan söz ediyorum. Baştan bu işi birileri, bilerek toplumun algısını değiştirmek için uydurdu.

23 Nisan’a, bu günü, Atatürk dünya çocuklarına armağan etti dediler, bu yılki kutlamalarda… Kulaktan kulağa giderken bayramın adı, bayram aslını kaybetti, bayramın millî egemenliği yitti gitti, bayramımız oldu, dünya çocuk bayramı. Çocuk şenliği, çocuk festivali, 23 Nisan çocuk pikniği bile diyen var.

Bu iş için vaktiyle Atatürk’le resim çektirmiş yüz yaşındaki bir kadını bile kullandılar. 1922 yılında o resmi çektirirken Atatürk, “Aferin, ilk şapka giyen sen oldun.” demişmiş. Dikkat ediniz 1922 yılı. “Kurtuluş Savaşı “ bitmemiş. Bittiyse bile daha devletimiz kurulmamış. Atatürk bir çocuğun başındaki şapkadan söz edecek, olacak şey mi? Atatürk, “ Arkadaşlarını, çocukları, okulunu seviyor musun?’ diye sormuşmuş sonra. Bu, “Çok seviyorum Paşam” demiş. Atatürk de,“O halde her sene dünyanın her yerinden çocukları davet edelim birlikte oynayın, kaynaşın” demişmiş. “23 Nisan Çocuk Bayramı’nın oluşumunda benim Atatürk ile olan bu diyaloğumun da payı olmasının sevinç ve gururunu yaşıyorum.” diye söyledi yazmışlar yazıya, o günleri yaşayan, hâlâ yaşayan kadın için. Güya bu kadıncağız böyle demiş. “Dünyanın her yerinden çocukları davet edelim.” demişmiş Atatürk. Nedense günümüze kadar da bunu kimse yazmamış. 1979 yılına kadar da, bayramı değiştirmeyi akıl eden, böyle bir sözü duyan bilen de olmamış! Hem, böyle bir konuşmanın olması olası mı? Aklınız alıyor mu bunu? Daha vatan kurtulmadan, yaralarımız kanarken, çocuklarımızın yüzü henüz gülmemişken, Cumhuriyet ilân edilmemişken, dünya çocuklarıyla kaynaşacaklar, 23 Nisan’da bayram yapacaklar… Daha Atatürk bu günü Türk çocuklarına armağan etmemiş. Bayram falan yok ortada. 1924 yılından sonra Millî Hakimiyet bayramı olarak kutlanmış bu günümüz. 1929 yılında da bu gün, çocuklara armağan edilmiş. Dünyayla, dünyanın çocuklarıyla falan en ufak bir ilgisi yok bugünün görüldüğü gibi… Ulusal bir gün. Ulusal bir bayram.

Bütün yapılanlar kulaktan kulağa oyununun bir parçası. Bir de birinin ortaya bir yalan atıp sonunda kendisinin bile attığı yalana inanması…

TRT’nin, 1979’da ne yaptığını da kendi ağızlarından dinledik bu kez. Çıkıp TRT ekranlarında anlattılar.

Dinleyin de geleceğimizi görün. Esin kaynaklarını öğrenin. Hangi ülkeye benzemek istemişler duyun!

Eski Yugoslayva, 3 Ekim’de, dünya çocuk şenliği kutlamaları yaparmış Belgrat’ta. Tekin Özertem adlı kişi,TRT spikeri mi, yöneticisi mi her neyse görevi o zaman, bunu filmde izlemişmiş. Çok beğenmişmiş. Ertesi yıl (1969) gidip canlı izlemişler. Sonra bir folklor ekibiyle o kutlamalara katılmışlar Türkiye adına. Bu kişi ve Canan Meray adlı TRT çalışanı 1979’da bu işe soyunmuşlar. Bulgaristan, Sovyetler Birliği, İtalya, Irak, Romanya’nın katılımıyla, bir de Türkiye’yle diye açıklıyordu bu kişi ekranda, altı ülke katıldı bu şenliğe diyordu, 1979 yılında, 23 Nisan uluslararası çocuk şenliğini böylece başlatmışlar.

Bu programda yabancıları konuşturdular, ne büyük işler başardıklarını(!) şişinerek anlattılar… Yabancı çocukları karşılıyorlar, eski bir resim gösterdiler: “Welcome İvana” yazmışlar. Ta o zamanlardan İngilizce resmi dilimiz gibiymiş anlayacağınız…Gelenlerden bir kadın anlatıyordu. O zamanlar Türkiye’den korkarlarmış. Sarışınların kaçırıldığını duyarlarmış. Bunların getirdiği çocukların çoğu sarışınmış da…

Yıkılan, parça parça edilen eski Yugoslavya’nın bir geleneğini taşımışlar Türkiyemize … Başka hiçbir ülkede benzeri olmayan, yıkılan bir devletin geleneğini… Bunu övünerek anlatıyorlar üstelik. Bayramın böylece içinin boşaltıldığından, ulusal özelliğini yitirdiğinden hiç üzülmemişler…

Günümüzde de bu büyük bayramın ulusal egemenlik bölümünü bilerek yuttukları, toplumumuza günün bu en önemli kısmını unutturdukları yetmiyormuş gibi, bayramı tamamen dünya çocuk bayramına çevirdiler. Türk çocuklarının elinden aldılar.
Derdimiz bu kadarla da sınırlı değil.
Koskoca bir ülke, en büyük bayramlarından birini yaşıyor da bu günü görmezden gelenlerine hesap soramıyor. Tavır koyamıyor.

Yasalara göre siyasi parti sayılan bir parti, keyfi olarak, biz bayram törenlerine katılmayacağız diyor da hiçbir şey olmuyor. Üstelik bir çocuğa terörist giysisi giydirip terör örgütü bildirisini okutuyorlar.

Cumhuriyetimizin kurucusunun huzuruna çıkmak istememek artık normal sayılıyor.

Bayram günü, mayın döşedi bölücü örgüt asker aracının geçeceği yola, mayın patlatıldı, askerlerimiz bu patlamada yaralandı, haber bile sayılmadı.

(Bu satırları yazarken PKK mayınıyla askerlerimiz yaralanmıştı. Çatışmada yaralananlar vardı. Akşam (24 Nisan) ikisi asker, biri korucu üç şehit haberi aldık.Şu anda yandaş basının bilgiağı gazetelerinden bu haber kalkmış çoktan. Uçup gidivermiş… Dün zaten pul kadarcık küçük bir yer tutuyordu yandaş haber gazetelerinde…Şehitlerimizin adlarını bile öğrenemedik.)

Bir güldürücülük yapan oyuncunun evlenmesi ise baş köşelerde durdu iki gündür. Bıçaklanan bir kadın haberine, 23 Nisan tarihini yazarlarsa akıllarda kirletme yapacağını düşünmeden, belki de bilinçli olarak, “23 Nisan’da okul önünde öldürüldü” yazdılar, Hürriyet’te. Öldürüldü yazın, bıçaklandı yazın. Neden 23 Nisan’da bıçaklandı. 24 Nisan’da, 25 Nisan’da… öldürülenlere ne diyeceksiniz? 24 Nisan’da… diye mi başlayacaksınız. Sokakta naylon toplayan yoksul çocuk haberlerine, “Onlar topladıkça ve sattıkça neşe doldu. “ başlığı attılar.

En ünlü çocuk şiiriyle kafayı buluyorlar bunlar bir de anlayacağınız. “Bu gün 23 Nisan /Neş’e doluyor insan “ dizeleriyle alay ediyorlar. PKK’nın dolaylı vekili kadın da, “Hiç neşe dolmuyoruz” demiş. Böyle başlık atılmış. Ana dilde eğitim beklentileri varmış. Başta Kürt çocukları olmak üzere tüm çocuklar anadilde eğitim yaparsa, bunlar mutlu olacaklarmış. Aynı anda mayınla asker yarala, kan dök, devletin güvenlik gücüne yani dolayısıyla devletine başkaldır, silah çek, sonra bülbül gibi şakı… Ha, bir de sonra mutluluk iste. Hem siz bu dünyada çeşitli anadillerle eğitim gören bir ülke duydunuz mu? Öğretim de değil istedikleri. Eğitim. Böyle şey olursa devlet kalır mı ortada! Devlet eğitimini devletinin diliyle yapmaz mı?
Devlet etkin adımlar atmalıymış. Sonra, çok saygıdeğer vekil hanım, hangi Kürtçeyle eğitim istiyorsunuz siz? Kürtçe diye bir dil var mı? Hangisiyle? Hangi yerel ağızla? Doğru ya bu da sorulur mu? Farketmez sizin için çünkü. Bütün anadillere istemişsiniz bu uçuk isteği. 36’sı ağızlarda dolaşan, 72’si söz gelişi denen anadille… Hay maşallah! Hay aklınıza bereket!

Bu sözlerinizi pek bir değerli söz gibi, Yeni Şafak, bilgiağı gazetelerinde koskoca bir sayfa ayırarak yayınlamış.

Yine son dönem, iyice yıldızı parlatılan, her taşın altından çıkan TRT’nin çiçeği burnundaki program sunucusu, iki elinde on marifetli bir kadın, Erciş’te okul açmış. Yok kendi yaptırmamış, öyle değil, açılışını yapmış okulun törende. Neden okul açmaya uygun görülmüş, ne özelliği varmış orasını bilemeyiz ama söylediği şu sözlerle tarihe de geçmiş: “İnşallah burada oynadıkları oyunlarla yarınlara daha aydınlık, daha bilinçli yürüyecekler!" Olursa ancak bu kadar değerli olurdu bir söz.

24- 25 Nisan incileri, her yıl duya duya ezberlediğimiz inciler, dökülmeye de devam ediyor: Anzakların temsilcisi bakan inciler saçmış.

Çanakkale Kara Savaşlarında, Gelibolu’da yapılan, “her iki tarafın halklı olduğunu gösteren ” bir çatışmaymış. Sen binlerce kilometre öteden işgal için gel, özvatanında yaşayanlara saldır ve haklı ol! Öldürmede hak gör kendinde.

“Yeni Zelandalılar, Türk insanının burada haysiyetiyle ve onuruyla ölen ve savaşan insanların anılarına gösterdikleri saygıyı hiçbir zaman unutmayacaktır” demiş Guy isimli bu bakan. Gelip evlâtlarımızı öldürenler haysiyetiyle ve onuruyla ölmüşlermiş… Sahipsiz kalırsa vatan daha neler denmez… Neler yapılmaz…

Hepsinin bayrakları da dikilmiş törenlerde. Saygı duyuluyormuş bu insan öldürmeye, toprak işgal etmeye gelenlere.

Avustralya Başbakanı Julia Gillard, törende, “onlar yabancı topraklardaki yabancılardı” diyerek başladığı konuşmasında, insanların “dünyanın ucundan uzaktaki korkunç bir savaşı sona erdirme umudu içinde geldiğini, ancak bunun gerçekleşmediğini” söylemiş.

“Korkunç bir savaşı sona erdirmeye gelmişlermiş… “

Bu söz kulaktan kulağa oyununu da aşıyor. Herkesi aptal, sersem, budala yerine koyuyor…

Ha, bir şey daha söyleyecektim, unutmadan diyeyim.

23 Nisan öğleden sonra, bu, TRT’nin uluslararası çocuk şenliğinin galası vardı. Gala diye tanıttılar. Gala, yabancı dil, bir gösterinin ilk gösterimi demek.
Bu gösterimi TRT üç ayrı kanalından canlı yayınla verdi. Diğer yayınları keserek…

Bayram törenlerini ise tek TRT 1 kanalı verdiydi, o da parçak pürçek. Araya haberler şu bu girerek…

Bu galalarını TRT Çocuk, TRT Türk, TRT 1, üç ayrı TRT kanalı aynı anda verdiler.

Oysa devletin üst yetkililerinin katılmadığı Anıtkabir törenlerini, meydanlardaki bayram törenlerini TRT Çocuk Kanalı görmedi, TRT Türk canlı yayınla görmedi. Aynı anlarda Türk çocukları, “Laura’nın Yıldızı’nı seyrediyordu. Yabancı “Kırmızı Tilki” filmleri, İngiliz, Fransız çeviri çizgi film dizileri izliyordu.

23 Nisan akşamı, adı yabancı olan bir Türk TV kanalı, Osmanlı Hanedanı adlı konuyu işleyecekti, hanedan ne demek, Neslişah sultan kim, tarihçi İlber Ortaylı anlatacaktı bunları milletimize… Niye şaşırdınız? Atatürk’ü mü anlatsaydı yani…

Aynı anlarda, bayram törenleri sürerken TRT 3, tekrar maç yayını verdiydi. O sırada TRT Türk, Lüksemburg’u anlattıydı…Akşamı TRT Okul, “Melekler-Şeytanları” verdi. Bayraksız, Atatürksüz, renksiz okullarında şunu bunu konuştular... Yok , günahlarını almayayım ekranları hepten renksiz değil, büyük harfle yazdıkları OKUL yazıları mavi renkli. Bir ok çıkarmışlar, o da mavi renkli. Cam göbeği mavisi.

Bir ulusal kanal ,“İpek yolu’nu” anlatıyordu. Bir diğeri Tülin adlı mankenle çocuklarımıza mankenlik yaptırıyordu. Hem de “Onuncu Yıl “ marşıyla. Toplumu alaya alarak, marşımızla dalga geçerek…“ Hepsi çok güzel bu çocukların, yiy’cem ben bunları” diyordu programına adını veren Melek adlı oyuncu, “Hep çocuklar mı yiyecek, biraz da biz yiyelim!”

En büyük ulusal bayramlarımızdan birini kutladığımız günün ertesinde ünlülerimiz bir açılış yapmışlar.

Demin okudum:

“Disney Live! Mickey’nin Müzik Festivali”nin galası önceki gün Trump Towers Tiyatrosu’nda yapıldı.

Trump Towers Tiyatrosu’nda düzenlenen galada sahneye çıkan Doğulu, minik izleyicileri ve ailelerini “Çakkıdı” şarkısıyla coşturdu.”


Bütün bunlar neden dersiniz? Yoksa biz çoktan sömürge mi olduk? Kültürel bağımsızlığımız da mı yok artık?


Feza TİRYAKİ, 25 Nisan 2012