1. yüz (Toplam 1 yüz)

Baş Hırsız

İletiGönderilme zamanı: Cmt Mar 01, 2014 23:07
gönderen Feza Tiryaki
Baş Hırsız


Eskiden bir öykü vardı, ilkokulda okurduk. Eminim çoğunuz duydunuz: “Dolmakalem Hırsızı.”

Bir yoksul öğrencinin çantasına, dolmakalemi konur başkasının.

O zamanlar dolmakalem en değerli okul eşyası;

Varsıl çocuklarının gösterişle çantasında taşıdığı, herkesin gücünün yetip alamadığı…

Öğretmen arama yaptığında bulur kalemi, kız, rezil edilir, aşağılanır ortasında sınıfın, küçük düşürülür…

Kalemi çantasına, kızı çekemeyen biri koymuştur, kalemim çalındı diye de bağırmıştır.

Düdük gibi ortada kalır kız, eli maşalıyla çıkılır mı başa? Gözleri kan çanağına döner ağlamaktan, hem suçlu hem güçlü kıskanç arkadaşına yenilmekten.

Renkten renge girer, rezil rüsva olur, düşer kirli pusuya.

Kız onurunu kurtarmanın bir yolunu bulamaz, dayanamaz hırsız damgasına.

Hırsız sayılmaktan, bu kara lekeyle yaşamaktansa öleyim der, sonunda kıyar canına.

Öyküyü dinlerken içimiz ürperirdi, ya bana da yapılırsa…

Olmadan hırsız damgası yersem, en aşağıya düşersem?

*
Buna benzer bir durumu yatılı okulda yaşadım, öğretmen okulunda.

Eşya dolapları vardı okulda herkesin, üst katta yatakhanede.

İçine özel eşyanı, yiyeceğini, ıvır zıvırını koyarsın.

Biz daha yeni gelmişiz okula, çaylak, korkak, sanki denize düşmüşüz, şaşkın.

Okullar yeni açılmıştı, yeni yeni alışıyorduk ortama, büyük kente, yatılı yaşama…

Birden o çocukluk öyküsü, bana hırsız denirse korkusu sarıvermişti bizi.

Okula ilk kez bir hırsız dadanmış, yeni gelenlerden olmalıymış bu kişi.

Her gün bir hırsızlık duyurusu, her gün birinin dolabından birileri bir şeyleri götürür…

Müdür yardımcısı başta, yardımcı “baş öğrenci” yanında, dolaplar tek tek aranır.

Bizlerinse yüreği ağzına gelir: Ya çalan benim dolabıma koyarsa.

Dolabında bunu bulduk, hırsız, neden çaldın derlerse?

Yüzüme tükürürlerse, onursuz, gurursuz kalakalırsam orta yerde?


Hem hırsızlık yapanı yatılıdan atarlarmış, izin verilmezmiş öğretmen olmasına…

Çocuklara kötü örnek olmasına, inanılırmış çalanın hep çalacağına.

Bizler birer garip kasaba, köy çocuğu; baba esnaf, çitçi, ya da köylü, emekçi.

Tek umudumuz parasız yatılı okul, kız öğretmen okulu.

“Kurtulur çocuğum, bizim gibi sürünmez, yoksulluk çekmez, olursa bir öğretmen.” Anaların babaların o zamanki dileği.

Kızım okusun, devletinin memuru olsun, ölene kadar korumasında, toplumun en saygın bilim ordusunda...

Bizlerse, “Alnımızda bilgilerden bir çelenk / Nura doğru can atan Türk genciyiz./ Yeryüzünde yoktur olmaz Türk’e eş, / Korku bilmez soyumuz ” diyen, öğretmen marşının sözlerini, dilde değil, yüreğinde duyan gençlerdik…

Yoksul aile çocuklarıydık. Okulun bize verdikleriyle yetinen, okulun giysileriyle giyinen, okulda yiyen, okulda yatan, okulda yaşayan, öğretmenliğe hayran…

Öğretmenliği memurluktan, mühendislikten, doktorluktan çok çok üstün sayan…

Duvarlarda yüce önderimizin öğretmenlikle ilgili sözleri… Cumhuriyetin kuruluşuyla topluma ışık olan:

“Milletleri kurtaranlar ancak ve ancak öğretmenlerdir.” özlü sözü. Kendimizi cumhuriyetin muhafızları olarak görmemiz…

Öğretmenlerimiz, yurdunu milletini seven Cumhuriyet öğretmenleri…

Yurdumuzun irfan (gerçeği kavrayan, sezen) ordularıydık, yeminimiz Öğretmen Marşı’ndaydı:

“Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun. /Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.”

Cehalete (bilgisizliğe) savaş açan, aydınlığa koşan, halkına, hakkı öğreten gençliktik:

“Candan açtık cehle karşı bir savaş. / Ey bu yolda ant içen genç arkadaş! / Öğren öğret hakkı halka gürle coş./ Durma durma, koş!”

Hakkı - adaleti öğrenecek, sonra da öğretecek olan, buna yemin eden, bilgisizliği yenecek öğretmenlerdik…

Bu duygularla yetiştirilen ülke sevdalılarının, genç öğretmen adaylarının hırsızlıkla suçlanması ne büyük acıydı, uzun yıllar sonra bile hiç unutamadım:

Hepimizi dış avluda toplarlardı, yukarda, iki kişi, dolapları arayan öğrenci başkanı ile müdür yardımcısı kadın.

Pek kendini beğenmişti okul başkanı, uzun boylu, gösterişli bir kızdı.

Varsıl olduğu giydiklerinden belli, bize üstten bakmalar, bir tafra bir çalım.

Hepimize siz hırsızsınız, sizi yakalayacağım, asacağım, görürsünüz der gibi bakardı.

Böyle sık sık dolaplarımız aranır, bizse avluda tutulurduk saatlerce…

Sanki öğretmen adayı değiliz, hapishanede, kolları bağlı, ayakları zincirli köle…

Yatakhane gün içinde kilitli, kimse içeri giremez, yatmadan yatmaya açılır kapısı.

Kalkan giyinir, iner aşağı, ders saatlerinde, gece yatma saatine kadar açılmaz yatakhane.

Sınıfta kalırdı çantamız defterimiz, okul malzemelerimiz… Hasta olan uzanma ihtiyacı duyan revire çıkardı… Evi, odası olmayan, okul yaşamı gün boyu süren öğrencilerdik.

Sınıflar da kitlenirse, yerimiz bahçe, yemekhane, dolaşırdık elde kitap orta yerde.

Dersleri akşamları sınıfta çalışırdık, iki kez, yemek öncesi, yemekten sonraki çalışma saati.

Yemek yemekhanede, banyo haftada bir, en altta, bodrumda.

Böyle kaç kez hırsız var duyurusuyla toplandık avluya, kapılar üstümüze kitlendi.

Sonuç sıfır elde var sıfır, çalınan eşyalar, paralar, hepsi kayıp…

Aranan dolaplardan bir şey çıkmazdı, koskoca eşyalar bile bulunamazdı.

Hırsız bir türlü yakalanamazdı, çalınan eşyalar buhar olup uçardı…

Ceplerimizi, çantalarımızı da ararlardı, yok bir şey bulamazlardı.

Dolabıma hırsız malı konacak, bana hırsız denecek korkusu yer bitirirdi hepimizi.

Dolaplarda bir şey bulunmadı, hırsızı tutamadık demelerinde sevinirdik içten içe:

“Suç üstümüze atılmadı, onurumuz kırılmadı, öğretmen olmamız engellenemedi.”

Hem sevinirdik hem üzülürdük, korkardık da bu gizli şeytandan.

Kimdi bu hırsız, çaldıklarını nerede saklıyordu, neden bulunmuyordu?

Her ikinci gün, birinden bir çığlık: “Dolabımdan şuyum alınmış, buyum alınmış!

Ceketim yok, kalemim yok, param yok, ayakkabım, çantam, kolyem, kemerim…!”

Haydi, yine bizi bahçede toplamalar, aramalar, aramalar…

Sonunda hırsızı bulmuşlardı aylar sonra, okuldan da hemen atmışlardı.

Bitmişti bu kabus, bu başıma ne gelecek korkusu!

Benden ne çalınacak? Benim dolabıma konursa, bana hırsız derlerse…

Bir gün işin aslını bize şöyle anlattılar, kulaklarımıza küpe yaptılar:

Aramaları okul müdürünün yardımcısı öğretmenle, okul öğrenci başkanı birlikte yapardı demiştim ya.

Her hırsızlık duyurusunda, her “hırsız var”da, “baş öğrenci” (öğrenci başkanı) ararken bütün dolapları, ne var ne yok görürmüş.

Kimin nesi var, kimde ne saklı, nerede ne değerli?

Sonra da gece olunca, herkes yatınca mimlediği dolaplardan bu eşyaları hiç zorlanmadan bulur çıkarırmış…

Koyarmış dolabına.

Herkesi arayan o ya, baş öğrencisi okulun, kendi dolabı nasılsa aranmazmış.

Hafta sonları evci çıktığında götürür evine bırakırmış…

*
Bu öykü yaşadığım bir öykü. O günden beri her yerde anlattığım…

Hiç unutamadığım, kulaklara küpe bir öykü.

Baş seçilenin baş çalan çıkması…

Burada öğretmen adaylarının, yüzlerce genç kızın kendi seçtikleri biriydi çalan…

Kendini üstün gösteren, çalımından yanına varılmayan ama aslında bir alçak…

Öğretmenlik onuruyla, insan olmayla bağdaşmayan suçu kaç kez işleyen,

Utanması olmayan, mesleğine başlamadan batan, batakta yakalanan…

Çalanı öğretmen yapmayan, okuldan uzaklaştıran o günkü Cumhuriyet!

Nasıl çalanlar Cumhuriyetine döndü, neler değişti geçen yıllarda hayret!


Nasıl değerlerimizi alt üst ettiler? Nerede yetişti bunları yetiştiren öğretmenler? Şu an nasıl oldu da, çalanlar serbest, çalanı yakalayan soruşturuluyor?

İyiyi doğruyu nasıl öğrenecek çocuk, öğretmenleri nasıl anlatacak bunu?

Ülkeyi baş çalanlar yönetiyor, çalmaktan utanılmıyor!

Nasıl der hukuk okumuş bir hukukçu vekil, “Doğru da olsa çalmalar, halk buna inanmıyor, halk hayatından memnun !”

Her gün vatanın bir yeri pazarlık ediliyor. Vatan yağmalanan, para biçilen bir toprak parçasına döndürüldü çoktan!

Baktıkları, beğendikleri yeri alalım diyorlar, para eden yeri isteyene verelim diyorlar… Paradan haber ver tek!

Her karışına göz koyulan, evlere villalara, kapatılan arazilere doyulmayan…

Rüşvetin kol gezdiği, çalıntı oyların arabalarda yakalandığı, muhalefetin oylarının çöplerde bulunduğu bir zamandayız…

Yalanı yakalanan yine yalan söylüyor.

Hırsızlıkta tutulan, yine hırsızlığa salınıyor.

“Seçsiz” sistemiyle en az yüzde yirmi oy hırsızlığı yapıldığı bir düzende…

Ülkemizi yamyamların yediği şu günlerde…

Diğer meslekleri geçtim en azından öğretmenlerimiz neredeler?

Bütün meslekleri zaten öğretmenler öğrettiler. Eski bakanımız Rıfat Serdaroğlu bugünkü köşe yazısında öğretiyor:

“Bir kez yalanını yakaladığın birisinin, bin kez doğrusunu sorgularsın.”

Nerede sorgulayan Cumhuriyet savcıları?

“Korku bilmez soyumuz” diyenler nerede gizlenmişler? Hani nerede alınlarınızdaki bilgilerden çelenk?

Hani nerede kaldı andımız?

Baş hırsız yakalandı, yakalananlar serbest!

Düşünürler, suç ve suçlu için şunları demişler:

“Suçu toplum hazırlar, suçlu işler.”

“Her büyük servetin altında bir suç yatar.”

“Suçlunun beraat ettiği yerde hâkim hüküm giyer.”

“Suç bir insana ömrünün ilk yıllarında öğretilirse, o insanın kişiliğine yerleşir kalır.”

“Suçunu gizlemek, suçu işlemekten daha beter bir suçtur.”

Bunu da şairimiz demiş. Faruk Nafiz Çamlıbel:

“Kurt sürüsünde köpek kılavuzluk edemez!”

Aydınlanan kafalar, aydınlanan bir toplum karartılır mı sandınız?

Umudumuz öğretmenlerdedir… Öğrendiğini öğretenlerde…

Umudumuz, hırsızlığın, yalancılığın en kötü huy olduğunu, yasa karşısında büyük suç olduğunu; bunu bir kez yapanın bir daha arınamayacağını, hep yapacağını, hele bir kez yalanı yakalanana bir daha inanılmayacağını bilenlerde…

Suçüstü edilenin de ömür billah unutulmayacağını, toplum gözünde aklanamayacağını bilen ve bildirenlerde umudumuz…

Suçun cezasız kalmamasının insanlık tarihi kadar eski bir öğreti olduğunu öğrenenlerde...

Umudumuz yüce gönüllü Türk ulusunda…

Feza Tiryaki , 1 Mart 2014