1. yüz (Toplam 1 yüz)

LATİFE HANIM’I TANIMAK

İletiGönderilme zamanı: Çrş Şub 13, 2019 19:08
gönderen Feza Tiryaki
LATİFE HANIM’I TANIMAK


Latife Hanım (1899 – 1975); Yüce Önderimizin, Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde, İzmir’in kurtuluşunda, düşmanı denize dökerken tanıştığı (Eylül 1922), evlendiği (Ocak 1923), iki buçuk yıl evli kaldığı, ardından, söylencelere göre, “şiddetli geçimsizlik” nedeniyle boşandığı hanım (Ağustos 1925).

Bu kişiden belleklerimizde kalan tek şey, yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’le yanyana durduğu, bir iki gezi fotoğrafı. Siyahlar giyinmiş, kısaca boylu bir hanım, başı sarılmış bir şekilde örtülü, ayakta, objektiflere bakarken, bir de at üstünde, at binerken.

Önce belleklerimize dönüp bakmaya, bu hanımın bizdeki yerini bulmaya çalışalım:

Latife Hanım (Latife Uşşaki) deyince ne anımsıyoruz? İçimiz sıcacık duygularla mı doluyor, kayıtsız mı kalıyoruz adına, yoksa içimiz buruluyor, yüce önderimiz adına elde olmadan üzülüyor muyuz?

Bana soracak olursanız, bu kişi, yalnızca kısacık bir dönemde Atatürk’ün yanında olduğu, bu evlilik de, ayrılık da, Atatürk’ün seçimi olduğu için saygı duyduğumuz, üstünde derin düşünmeye gerek duymadığımız, sıradan, görevini yapmış, ülkemizin tarihinden iz bırakmadan geçip gitmiş bir kadındı.

Sorun çevrenize, özellikle eski kuşaklara, bu şekilde düşünenlerin, bu hanımın anılarını, yaşadıklarını hiç merak etmeyenlerin, bu konuyu gereksiz bulanların, tam tersine, bunu yapmayı, o günleri didiklemeyi; Atatürk’ün anısına düşmanlık, karşı devrimeyse, hizmet sayanların ne kadar çok olduğunu görürsünüz...

Gazeteci İpek Çalışlar, anladığımıza göre, bizler gibi düşünmezmiş. Latife Hanım, duvardaki bir fotoğraftan ona bakıp dururmuş çocukluğundan beri. Kendisi de, kitabında yazdığına göre, “Mustafa Kemal’le aralarındaki ilişkiyi hep merak etmiş.”

Nokta dergisinin, Cumhuriyet gazetesinin bir süre haber müdürlüğünü yürütmüş, eşi (Oral Çalışlar) de, açılımcı - tetikçi o ünlü Taraf gazetesinin bir ara (2013) yayın yönetmenliğini yapmış, Türk basınının bu pek ünlü adı, İpek Hanım, ancak 2006 yılında muradına ermiş. Latife Hanım bilmecesini iki yıllık çalışmayla çözmüş. Çözümünü de, “Latife Hanım” kitabıyla okuruna sunmuş. Beş yüz yirmi sayfalık, belgeli, alıntılı bir kitapmış bu. Bakmış, bu yetmiyor, okuma özürlülere de ulaşsın bu yazdıklarım demiş, kitabın bir de 127 sayfalık özetini çıkarmış, bastırmış.

Bu yetmiş mi ? Ne gezer? Ya, bu özet kitabı da okumazlarsa, okumadan bakanlara nasıl ulaştıracaklar bunca emeği? Hiç vakit yitirmeden bir işe daha kalkışmışlar. Bu kitabı filme çekmek. Hem de tek yanlı, tek bakışlı bu anlatıya “belgesel” diyerek. Ondan bundan duyduklarını, ispat edilemeyecek bir takım söylenceleri, yalan yanlışları, belge diye yutturmak. Atatürk’ü sıradanlaştırmayı da kendilerine görev bilmek...

Filminin yapımcısı: Mehmet Ali Birand. “Af gelirse Öcalan parti lideri olur, olmalıdır da” diyen, kendini, ben asimile olmuş bir “kürdüm” diye tanıtan açılımcı, yandaş Birand. Yaşamındaki ilk ve tek yapımcılığı bu 48 dakikalık film.

“Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim.” Yapımcıya bakınız, ibret alınız.

Filmin yönetmeni, yine ilk kez yönetmenlik yapan Ali Akyüz. Atatürk rolü de Yavuz Hekim adlı bir gence verilmiş, sonra onu, İsrailliler, İsrail’de çekilen bir İsrail filminde Türk subayı rolünde oynatmışlar. Burada, rolü Atatürk, bir kaç yıl sonra, İsrail filminde subay. Ne var canım hepsi rastlantı.

Bu da yetmemiş, dünya “Latife Hanım”ı tanımıyor, merak ediyorlardır, çevirelim başka dillere de (İngilizce – Almanca), kitabı yayalım demişler. Latife’yi asıl kahraman (Bağışlayın Latife dememizi, kitapta adı böyle geçiyor), devrimlerin öncüsü, çağdaşlıkta Atatürk’e yol gösteren, akıl veren kişi; Türk ulusunun yüce önderi Atatürk’ü ise, Çankaya’da bir baskından korkup, kadınlarla birlikte kaçan biri olarak gösterdikleri bu kitabı, “Mrs. Atatürk” adıyla pazarlamışlar. Şu işe bakın, İpek Hanım o kitabın önsözünde, Orhan Pamuk’a, (hani, “Türkler, bu topraklarda 30 bin “kürdü” ve bir milyon Ermeni'yi... diyerek Nobel alan) teşekkür etmiş, yardımları için...

Kitapta bir kez bile, tıpkı Yılmaz Özdil’in M. Kemal kitabında olduğu gibi Atatürk adı geçmeyen, Atatürk’e Atatürk denmeyen bu kitapta, iki buçuk yıllık bir dönemin bayanını “Mrs Atatürk” olarak satıyorlar Batı’ya.

Kitabın yazarının iki yıllık araştırmasının ortaya çıkardığı gerçek şuymuş, Latife Hanım kitabının önsözünden:

“ Latife Hanım önemli bir kadındı. Çankaya’da Mustafa Kemal’in eşi olarak bulunduğu süre içinde özellikle kadınların görünür kılınması için kayda değer işler yapmış, yıllar sonra unutulmuş ve unutturulmuştu.”

Latife Hanım kayda değer işler (?) yapmış. Yazık, bizler bilememişiz, biri bunları anlatmalıymış. Bir de yıllar sonra unutulmuşmuş. Unutturulmuşmuş. Ne kötüler varmış değil mi? Bu konuyu hep karıştırmak, bu geçmiş gitmiş kısa bir yaşam aralığını hep kaşımamız gerekmiş demek. Kaşıyalım karıştıralım ki, belki dişe dokunur bir şeyler buluruz Atatürk’ün kişisel yaşamından, böylece, Atatürk’e saldıranlara, hainlere, karşı devrimin kirli kalemlerine yardımcı olabiliriz...

Yoksa, yüce önderimiz gönüllerde yaşadıkça, karşı devrimin, ikinci cumhuriyetçilerin işi zor...

Uzun yaşamında da, Cumhuriyetimize katkısı olmamış bir hanım, Atatürk bu hanımın adını bir kez bile toplulukta anmamış, o kadar övülen meziyetlerine (?) karşılık arkasında kalıcı hiçbir eser, iz bırakamamış biri. Gösterişli, sefalı yaşamış... Onca dil bilirmiş, yok efendim Sorbon’da bir süre okumuşmuş... Piyano çalarmış, mış mış... Ne olmuş? Neden bunları anlatıp anlatıp duruyorsunuz? Kime ne yararı var bunları papağan gibi tekrarlamanın?

“Anılarını yazdı, yazacak, kayıt altına aldırdı aldıracak... Anılarını yaktı, yok Türk Tarih Kurumuna teslim etti... “ denilerek Demoklesin kılıcı gibi Cumhuriyetin tepesinde sallandırılan ad... Ne bu anı merakı? Nedir bu anılarla ikide bir ortaya atılmak?

Halaçoğlu (TTK eski başkanı) bile, bu kitaptaki pis bir iftira (Topal Osman olayı) tartışılırken yıllar önce, aynı şeyden yakınıyor:

“Bu olayla ilgili en doğru bilgiler Latife Hanım’ın hatıra defterlerinde yazabilir. Ama o defterlerin açıklanması hâlâ yasak.”

Demek orada ne yazsa sizce doğru sayılacak öyle mi? Nasıl bir tuzak hazırlıyorsunuz, söyleyin?

Atatürk’ün onurunu, bunca yıl sonra bile, boşandığı hanımın ellerinde gösteriyorlar. Hâlâ bırakmıyorlar yakasını...

Kitabının, özet kitabını sunarken başarımız dediklerine bakın yazarın:

“Seksen yıl gölgede kalmış bir kişilik yeniden hayata dönmüş, aramızda yaşamaya başlamıştı.”

Anlatmaya devam:

“Haksızlık ettiğimiz Latife Hanım’a gösterilen sevgi sanki ondan dilenmiş bir özür gibiydi.”

Ermenilere sözde soykırım özüründen sonra ikinci Cumhuriyetçiler, topluca bir özür daha bulmuşlar bizlere. Latife Hanım’dan özür dileme.

Şimdi bu buluş alkışlanmaz mı?

Sonra, kitabın sonuna eklenen Latife Hanım’ın aile sözcüsünün açıklamalarından, kitaptaki Atatürk’e atılan kara çalma ile ilgili, geri adım atılmadığını anlıyoruz.

Ne zaman mı basılmış bu kitap? 2006 yılında.

Cumhuriyete, ordumuza tertipler düzülür, “Taraf “ denilen paçavra buna hizmet ederken, “Ergenekon” terör örgütü (?) yalanı ortaya atılır, devrimlerimiz sırasıyla tehlikeye girerken...

Deriz ya, bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.

Kitap, ilk çıktığında kıyametler kopartmış. Bütün pis ağızlar Atatürk’ü bir kez daha ağızlarına alma cüretini göstermişler, kendilerine fırsatı bu kitap sunmuş... Geviş getire getire burada yazılanları çiğnemişler...

İpek Çalışlar’la aynı kuşaktanmışız. Biz Latife Hanım’la hiç mi hiç ilgilenmezken, buna gerek duymazken, gerici ve bölücüler gibi bazı aydınlarımızın aklı da, hep ne yapabilirim, bu Cumhuriyeti nasıl biraz daha sallayabilirim, Atatürk’ü nasıl değersizleştirebilirim... isteğiyle yanmış...

Yoksa, Cumhuriyetimizin dertleriyle, ülke sorunlarımızla hiç ilgisi olmayan biri, şu günümüzde hem de, nasıl tarihin tozlarından çıkartılır, ölmüş kızkardeşi anlattı denilerek yalanlar, akıl dışı olaylar gerçek diye, belge diye anlatılabilir?

Övülerek anlatılan Çankaya’daki Latife Hanım, “köşk düzenlemeleri”- eğer doğruysa- oraya soktuğu aşırı gösteriş, özenti, yabancı ülkeden getirilme, Fransızca dilli kahya merakı, elleri beyaz eldivenli garsonlarla servis merakı... her övülen ayrıntı, her anlatılan... yalnızca iç burkuyor... Yetmiş altı yaşındaki ölüm bile, üzüntüden intihar diye anlatılıyor ya, pes yani...

Bu kitap, daha çok kişinin aklını karıştıralım diye olmalı, Mehmet Ali Birand yapımı, iftira ve uydurmaların DVD’siyle birlikte satışa sunulmuş...

Bu günlerde bir kitabı daha varmış yazarın, “Atatürk” adlı, üstte küçücük yazıyla küçük harfle, Mustafa Kemal, büyük harfli Atatürk adının altına da yine küçük harfle “Mücadelesi ve Özel Hayatı” yazılmış bir kitap. Özdil’in yazdığının bir benzeri, diyorlar.

“Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım’ın oğlu, Latife Hanım’ın eşi, bize bu güzel vatanı bırakan Mustafa Kemal ATATÜRK, gözden kaçmış iç dünyası, mücadelesi ve özel hayatıyla...” diye tanıtılıyor burada Atatürk.

Çok kısa bir süre sonra boşanılan kişi, nasıl yüz yıl sonra bile, o kişi tanımlanırken, eşi diye tanıtılabilir? Buradaki amaç ne, siz anladınız mı?

Son modamız, özel hayat meraklısı olarak, kahramanları, düşünceleriyle, eserleriyle değil, yediği içtiği, bedeni, hastalıkları ve hakkında söylenen yalan yanlış, kasıtlı, zehirli sözlerle bunlar da dendiydi diye anlatmak... Hem, “Gözden kaçmış iç dünyası” ne demek? Yakaladık kaçanı, ne olacak?

Bu arada “Latife Hanım” kitabı, aynı tür diğer kitaplar, kaç kişiyi etkiledi, kaç beyni zehirledi, orası belirsiz...

Bir şey daha var: Sanki istenirse, o belgelere (?) anında el konulamazmış, saniyesinde herkese duyurulamazmış gibi sızıldanıyorlar.

“Halen Türk Tarih Kurumu’nun elinde olan ve ulaşılamayan belgeler...” diye yakınmaları düşündürücü... Demek, “Altın vuruş” sonra.

Cumhuriyetle adam olan, birey olan, okuyup bir şeyler olan bu insanların bitmeyen kinlerinden, içlerindeki tükenmek bilmeyen Cumhuriyet düşmanlığından artık gına geldi. Bıktık, usandık!

Cumhuriyet gemisi batarsa, başınız göğe mi erecek, ey özel hayat kemiricileri?

Ey kara çalıcılar!

Ey!

Feza Tiryaki, 13 Şubat 2019