1. yüz (Toplam 1 yüz)

SEVİNDİRİK

İletiGönderilme zamanı: Sal Nis 09, 2019 1:20
gönderen Feza Tiryaki
SEVİNDİRİK


Bunca yazı yazdım, yazıya bir başlar, güldür güldür akan bir su gibi, durmaksızın yazar, söyleyeceklerimin hepsini diyene kadar da susmazdım.

Şimdi susuyorum. Nereden başlayacağımı da bilemiyorum.

Tam bir şeyler diyeceğim, boğazımda bir yumru... “Boşuna kendini yorma, görmüyor musun bölük pörçüğüz. Herkes ayrı telden çalıyor.” diyor iç sesim.

Cumhuriyet’in ayarlarına dönmemiz gerek, kurtuluşumuz Atatürk’ün ilkeleri, partimizin “altı ok”u, diyen hukukçumuz bile ortalıktan yitmiş gitmiş, suskun.

Gördüğümü söyleyeceğim, yok, tutulmuşum, tek söz çıkmıyor ağzımdan...

Seçimin ertesindeki sevindirik durumu bozmak da istemiyorum.

Kimi sevinçliydi önceki pazardan beri, kimi kuşkulu, inanamaz duruşlu. İkircikliydik, yılların üstümüze saldığı kötümserlik duygusundan kurtulmak zordu.

Sevineceğiz, sevincimiz kursağımızda kalıyor, kafamızda binbir düşünce. Basın yayının dökülen hali, yağdanlıkların acınacak hareketleri...

Karalar bağlayacağız, yetmedi mi bu kadar kara, bu kadar öcü, diyor, karanlığı itekliyoruz. Karalarsa ötede, hepsi bir arada. Coşmuşlar, veryansın ediyorlar sonuçlara, parmakları gözlerimizde...

Bölücü koro, yolucu takımıyla birlikte almış sazı eline her telden tıngırdatıyor.

Cazcılar cazda, çalarlarken kıvrım kıvrım titriyor bedenleri. Kafalar kıyak...

Açılımcılar pek bir sevinçli... Derler ya keyifler gıcır. BOP yürüyor nasılsa. Ne deseler ne etseler üste çıkan onlar. Kaç koldan besleniyorlar.

Dini kullananlar, yine gündemdeler, gözdeler; ellerindeki malzemeyi bile çaldırıyorlar üstelik. Bolu’da, milletin vekili, dincilerin rolünü çalmış, iktidarın bile yapamadığını yapmış, o çok imrendikleri dünya jandarması ABD’nin başkanları gibi kutsal kitap öpüyor, eski köye yeni âdet getirmiş, ülkemize yeni ayarını, Cumhuriyetin eliyle verdiriyorlar. Bunu da taklit ettirdiler ya görünüşte bir eksiğimiz kalmıyor yayılmacıların başı, İsrail’in kardeşi dev devletten. Menderes’in “Küçük Amerikası(?)” hayaldi gerçek oluyor.

İktidarın eski koltuk değneği, şimdiyse ortağı parti, seçimin bitişiyle birlikte yeni yol haritalarını görücüye çıkarmaz mı hemen? “Dak’ka bir, gol bir!” örneği. Belediye başkanlarına, eyalet yönetir gibi, tüm bölgeyi, ilçeleri yönettirme yetkisi vermek bunların yeni önerisi. Bir kent başkanı seçilecekmiş, o da bakanlarını seçer gibi tüm ilçelerin başkanlarını seçecek. Tek yetkili, tek seçicili belediye yönetimleri geliyor, yeni giydirecekleri gömlek bu. Bize hep, Cumhuriyet karşıtlarının gelecekteki hayalleri, bölücülerin istedikleri bir iki parçalı Türkiye değil, “Şehir devletçikleri” kurulacak, ülkemiz bir sürü şehir devletçiklerine bölünecek derlerdi de inanmazdık. Otuz altı mı, otuz yedi mi ne, devletçik sayarlardı. Aklımız kesmezdi. İşte yola çıkardılar bile "eski kaşar bölücülerin" yıllardır dilinden düşmeyen bu inanılmaz planı.

Sanki bu teklifi bilmiyormuş pozunda diğer ortak parti, iktidar partisi. Anında “A... çok beğendik, hemen çalışmaya başlayalım, diyorlar. Millet de buna kanıyor... Çalışma grupları, hazırlıklar, eh en geç beş yıl içinde bu iş tamam. Sona gelindi...

Tunceli’de sahnelenen oyun ise tam bir çocuk müsameresi, yüz yıl öncenin, Sovyet’te türeyen, bize o dönemde aşılanmak istenen, Atatürk sayesinde kurtulduğumuz, toplumumuza ters bir siyonist sistem, yüzyılımızda çoktan can vermiş, ölmüş bitmiş bir anlayışın tozları yeniden serpiliyor üstümüze. Bir “Komünist başkan” lafı tutturmuşlar gidiyor. Cumhuriyet karşıtları, kuyruk acılılar Cumhuriyetten intikamlarını başka nasıl alacaklar? Bölücülük, özel bir bölge yönetiminin provası burada denenecek. O olmayan adı, Cumhuriyete isyan öncesinin bölge adını “Dersim Dersim” diye niye diline dolasın ki bunlar? Sonra, ne zamandan beri bölücülüğün diğer adı komünistlik oldu? Bir bilgiağı sitesinde, hem de Atatürkçü sanılan bir sitede, aylardır ana sayfada bu kişinin resminin altında, biz "kürtler" "kürdistan" yazılı. Resim, öylece orada tutuluyor. Eskinin “Mao”cuları, şucu bucuları bu kişiyi çok sevmişler anlaşılan.

Bu ayrımcı tanıtımla da, ilk bakışta bu komünist bozuntusunun - dünyada bu sistemin aslı faslı kalmadığına göre böyle diyebiliriz - bölücü, etnik ayrımcı olduğunu, özellikle parlatıldığını anlıyoruz.

Bölücülerimiz, Cumhuriyeti kötülemek adına, eskiden, bire bin katarak Doğu’daki ağaları dillerine dolar, halkın sömürüldüğünü, ağaların ise kötünün kötüsü olduğunu romanlarında filmlerinde anlatır dururlardı. Köy romanı derlerdi üstelik adına. Tek konuları buydu. Şimdinin “pkk”sını yaratan, algılarda asker düşmanlığının, eşkıya övgüsünün, sevgisinin temelini hazırlayan 18’lik İnce Memed’e hayran etmediler miydi eskiden beri okumuşlarımızı? İçi boş, pek bir yazın değeri olmadığı söylenen, siyasi amaçla yüceltilen böyle konulu bir romanı Nobel adaylığına kadar boşuna mı yükselttilerdi? Onca güzel romanımız dururken bu romanda ne vardı? Devletin her memuru kötüydü o romanlarda, kaymakam kötü, jandarma kötüydü, yoksulları devlet eziyordu, devlet halkını düşünmüyordu, eşkıyalar olmasa, köylünün hakkını hukukunu arayan bile olmayacaktı, zenginler (hiç ayrımsız) hepten kötüydü... Kurtuluş komünist rejimdi, bize yanlış rejim seçtirmişlerdi, Cumhuriyet yıkılmalıydı. Atatürk ve arkadaşları yanlış yolda yürümüşlerdi. İşte Sovyet Rusya, örneğimizdi, Komünist Kuzey Kore, Mao bizdendi, aydınlık günler onların yönetimiyle gelecekti(!).

E... şimdi ne değişti de tek bir söz edilmiyor ağalardan, babalardan, şeyhlerden şıhlardan? Koro birden sustu, görevini yapmışların gönül hoşluğuyla, yeni rotalarındalar. İşte biri ikisi atladı bile taşları. Yolları önünde engel yok. “Orası Dersim değil, Cumhuriyet’le katılan adı Tunceli, Komünist diye bir san da yok, o zaman diğer belediye başkanlarına da “Sağcı” başkan, “Ortayolcu, Doğruyolcu” başkan, “Dinci”, “Sosyal Demokrat” başkan mı diyeceksiniz?” dediğimizde çemkiren çemkirene. Hemen akıl veriyorlar, burun kıvırıyorlar böyle uyaranlara.

Tüm gerici unsurlarla tam uyumlu artık eski solcularımız, komünistlik taslayan aslanlar...

Tık oyunu oynar gibiler. Biri işaret vermiş, hepsi dilini yutmuş.

Yeni dönemeçlere sokulacak ülkemiz, seçim olalı sekizinci güne girdik. Böylesi hiç duyulmamış. İstanbul’un sonucunu bir türlü açıklayamıyorlar. Orada, anlaşılan iktidarın isteği dışında gelişen bu değişime karşı her yol deneniyor. Kentin 24 yıllık yazgısı, artık değişmez dediğimiz yerleşmiş yönetim, inanılmaz bir zamanda, inanılmaz bir şekilde değişiyor. Ne yapılsa değişim engellenemiyor.

Önce seçimin gecesi Anadolu Ajansı’nın verileri durduruluyor. Aynı zamanlarda biz kazandık konuşması yaptırılıyor iktidarın adayına. Ertesi sabah güneş balçıkla sıvanamıyor, İstanbul’u, muhalefetin, yeni başkanının yöneteceği kesinleşiyor.

Sonra 2 Nisan’da, asıl bizleri sevindirik (coşkulu sevinç) eden olay gerçekleşiyor. Bir zil takıp oynamadığı kalıyor Atatürkçülerin, Atatürk Türkiyesi sevdalılarının...

Ne o öyle, İstanbul’un 24 yıl sonra başına geçen yeni belediye başkanının ilk iş olarak Anıtkabir’e gitmesi, ailesiyle yüce önderimizin huzurunda saygı duruşunda bulunması, şeref defterine gözümüzü yaşartacak şeyler yazması, bizi sevinçten ağlatması? Ne onlar? Bir düş mü bu başa gelenler? “İstanbul Ankara’dan yönetilemez” sözü, adaylığı açıklandığında az içimizi burkmamıştı, yoksa yanlış mı duymuştuk?

Küresel çete, İstanbul’daki bu değişime nasıl izin verdi? Yoksa küresel çeteye bir tekme mi vurdu seçmen, akılları şaşırttı?

Tüm bu gelişmelere sevinemeden iktidar kanadı hemen sopa gösteriyor.

Önce şeref defterindeki teşekkür yazısını yırtıp alıyorlar oradan, dava bile açılıyor, neymiş daha başkana resmen başkan denmemişmiş.

Sonra parmak sallanıyor, geçersiz oyları yeniden sayma gibi akıl dışı bir yeni kural getiriyorlar. Geçersiz sonsuza kadar geçersiz değil midir, yasaları değiştirmedikçe, geçersizin geçerliliği olur mu? Bir gün değil, iki gün değil, sekizinci gün oldu, sayıyorlar. Yani:

“Yok öyle sandığa gidip oy atarak tutturduğumuz yolu değiştirmek, haddinizi bilin!” diyorlar.

Bazı yandaşlar ipin ucunu kaçırmıştı seçimin ertesinde. Hürriyet Gazetesi’nin 31 Mart gecesi tarihli, 1 Nisan güncellemeli şu haberi her şeyi diyor aslında.

“Dünya liderleri AKP’nin seçimde zafer kazanması dolayısıyla C. Erdoğan’ı kutladı.”

Merakla hangi “dünya liderleri” diye bakıyorsunuz. Hepsi parçalanan, yağmalanan Yuguslavya’nın parçacık pörçücük minicik devletçiklerini yönetenler. Bir de Filistin var aralarında başka yerden, bir de Pakistan ve Gine var. Oraların başkanları. Hem de üstelik kesin sonuçlar denmemiş, sırasıyla altı büyük kenti, dünyayı şaşırtarak muhalefet kazanmışken.

Bu durumu yediremeyen Atatürk düşmanlarında malzeme mi yok! Hemen bir iş adamı kılıklı, “Atatürk’ün iç çamaşırları açık artırmaya çıkarıldı “ başlığıyla tüyleri diken diken ediyor.

Kullana kullana bıkmadıkları bir Osmanlı Sultanının bayatlamış kokmuş, yalan haberi soslanarak yeniden piyasaya veriliyor:

“Osmanlı’nın güzel ama bahtsız sultanı, Sabiha Sultan... Atatürk de ona talip olmuştu...” Yine ilk akıllarına gelen bu hainlerin, özel hayat numarasıyla Atatürk’e saldırmak. Yalanlara doymamak...

Bunlara bir yazarın hiç şaşırtmayan bölücü sosu da ekleniyor bekletmeden, kötülükte yarışıyorlar:

“Türkiye’nin geleceğinde iki isim var. Biri Demirtaş, diğeri de İmamoğlu.” demiş ünlü kadın yazar seçim sonrası bir söyleşide. Türkiye’nin geleceği için Demirtaş çok önemliymiş, mihenk taşıymış. Demirtaş kim? “Başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz,!” diyen. Azıcık (!) bölücü sevmek böyle bir şey olmalı. Dayanamıyorlar olumlu gibi görünen bir gelişmeye. Demirtaş kazandırmış seçimi, bak sen!.. Baltaları bellerinde.

İstanbul’un seçimini bölücüye bağlayacaklar, hiç utanmadan, sıkılmadan...

Ne yapıp edip sevindirik olanların sevinçlerini önleyecekler ya, başarıyorlar.

Bu kadar bölücü, bu kadar ayrı düşünceliyle, bu kadar önce ülkem demeyip partim diyenlerle bu kadarcık sevinmek bile fazla...

Sevindirik olduğumuzla kalacağız gibi... Sesimizi çıkarmaz, birbirimizle dalaşıp durursak...

Tam bu sırada, az önce bir haber, Barolar Birliği açıklaması imiş:

“İstanbul’da Seçim Bitmiştir!”

Birden sevinmeyin, arkasını bekleyin.

Feza Tiryaki, 8 Nisan 2019