1. yüz (Toplam 1 yüz)

“YOK BAŞKA TÜRKİYE’M”

İletiGönderilme zamanı: Cmt Kas 02, 2019 9:53
gönderen Feza Tiryaki
“YOK BAŞKA TÜRKİYE’M”

Önceki gün Cumhuriyet Bayramı’ydı.

Üç yıl önce, “Bayramları bayramsızlaştırdılar” diye söze başlamışım Cumhuriyet bayramıyla ilgili yazıma:

“2011’de başladı her şey… 23 Ekim’de Van’da deprem oluyor. 29 Ekim geçit törenleri iptal… Bu iki durum arasında nasıl bir ilgi kurulduysa… İptal, geçersiz saymak, silmek, kaldırmak demek. Bir de ertelemek vardır törenleri; hava durumuna göre gerekli görüldüğünde uygulanan. Kutlanacak gün, ileride başka bir günde kutlanır. Burada ise erteleme bile düşünülmemişti, doğrudan bayramın en önemli yanı, olmazsa olmazı, geçit törenleri kaldırılmıştı…”

On yıldır bilgi ağında güncel yazı yazarım. Bilen bilir. Bayramlar benim baş konumdur. Sırasıyla dört ulusal bayramımızı yerinde izleyip yazmışımdır bunca yıl, hiçbirini atlamadan. Sırasında, köydeki on, on beş öğrencilik, tek sınıflık okuldaki kutlamada (o zamanlar köyün okulu açıktı), yakın köydeki ortaokulda yapılan törende, ilçe statında, Cumhuriyet meydanlarında, gün geldi, ilçede otobüs garajı arkalarında baştan savma yapılan törenlerde, rast geldi, yurtdışı kutlamalarında, ADD kutlamalarında, her yerde bayramlarımıza katıldım. Hiç gidemesem, TRT’yi veya Başkent Üniversitesi’nin TV’si, Kanalb’yi açar, oradan bakarak yazardım neler yapılıyor, neler oluyor...

Bayramlar önemlidir. Bayramların kutlanması ulusun belleğini canlandırmaktır, ulusal günleri, yeni yetişenlerin anılarında yaşatmaktır.

Bu iktidarla başlayan ulusal bayramları önemsizleştirmek, eski kutlamaları unutturmak, bayramları alanlardan (statlardan) kaldırmak, canlı yayınla bayramı yayınlama zorunluluğunu TRT’nin görevlerinden çıkarmak, ulusu evlerinde bayramsız bırakmak, evlere işyerlere bayrak asma töresini unutturmak, toplumu bayrak asmaktan çekindirmek, hepimizin adım adım izlediği, çok acı değişimlerdir...

Bayram öncesi, işyeri sahibi, orta yaşı çoktan geçmiş biri: “Yarın bayram, hani bayrağın, asmamışsın!”uyarısına karşı içini döküyordu: “Sizin tuzunuz kuru, emeklinin parası aydan aya geliyor, benim ekmek teknem burası, kapanırsa aç kalırım, ya başıma bu yüzden bir iş gelirse, şikayet edilirsem...”

En son 30 Ağustos’ta bayramı izlemek için gittiğim Kaş’ta, büyük hayal kırıklığı yaşamış, “bitti” demiş, “Bitti” adıyla bayramı anlatan yazı yazmıştım. Bir daha da bayramları izlemeye gitmeyeceğim demiştim kendi kendime:

“Böyle göstermelik yapılan bayram törenlerine gitmeyeceğim.
Yakında bu göstermelik törenler de kalkacaktır.
Vatanın kurtuluş günü, “Büyük Zafer” böyle kutlanırsa...
Artık, anlatacak bayramlar olmayacak, kimse kendini aldatmasın.
Bitti.”
*
Sözümü tutamadım. Dayanamadım, gittim. Bu kez Demre’ye. Hani en son yüzüncü yılı kutlanan, Atatürk’ün Samsun’a çıkmasının, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmasının yıldönümünde kutlanan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın o coşkulu kutlamasına gittiğim ilçeye... Halktan pek kimseciklerin olmadığı, yalnızca görevli öğrencilerin ve onların yakınlarının katıldığı bir törendi, 19 Mayıs’ın yüzüncü yıl kutlaması. İnanılmaz güzellikteki kutlama programına şaşmış kalmıştım. Onuncu Yıl Marşı’yla yürüyen, koşan eskisi gibi spor gösterileri yapan, spor giyimli öğrencilerin sesli görüntüsünü de çekmiş, bayramı satır satır anlatan yazıma eklemiş, Demre’nin yerel gazetesine göndermiştim. Bayrama katılmayan halkımız neyi kaçırdığını görsün, bayramı hazırlayanlarsa onurlansınlar demiştim. Neden çekinildiyse bu yazımı yayınlamadı gazete. Çok sonra nedenini sorduğumda, kem küm ettiler, neden söylemediler.

Kaş’taki, bu Cumhuriyet Bayramı da, aynen en son orada izlediğim 30 Ağustos Zafer Bayramı gibiymiş. Öğrenci katılımı çok az, konuşmalar, bir iki şiir, iki türkü, kısa bir halk oyunu... Halktan katılımsa aynen eskisi gibiymiş, bir avuç kişi. Akşamın yemekli, fener alaylı eğlenceleri ise her zaman olduğu gibi görkemliymiş. Yöreden, çok sevdiğim, bilgili bir genç anne, küçük çocuğuyla gitmiş, töreni izlemiş, sorunca, bunları anlattı. Gece fener alayına katılan bir balıkçı da, ben diyeyim beş bin kişi, siz deyin on bin kişi... öyle kalabalıktık, yolda yürünmüyordu, dedi.

Şimdilerde bir de, “pata küt”lü, anlamsız sözlü bir takım şarkılar okuyan popçularla tamamlıyorlar bu eğlenceleri ( türkülerimiz tarihe karıştı).

Gece kutlamalarında değmeyin keyiflere...

“Miyav miyav” kız erkeğe erkek kıza aşkını anlatıyor, “Sen ben ikimiz dünyalara bedeliz” şarkıları, en sonda da, Onuncu Yıl Marşı patlattılar mı, oluyor bayram kutlaması. Türkülerimiz, marşlarımız söylenmemiş, ulusal duyguları, savaşlardaki kahramanlıkları, askerimizi, şehidimizi anlatan sözler duyulmamış, şarkılar taklitmiş, sözleri anlamsızmış; ne olmuş?

Eski Sağlık Bakanı Rifat Serdaroğlu, bayram yazısının ( 28 Ekim) sonunu şöyle bitirmiş, bilgi ağında okudum:

“Not; Bazı Valiler, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını yasaklıyor.
O Valileri anında görevden almayan siyasetçilerin ve üstündeki Asker üniformasını zabıta üniforması zanneden satılmış paşaların olduğu bir dönemde, Anayasamızın kese kağıdı değeri olmadığı bu günlerde sizlere “Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun” demeye dilim varmıyor.
Cumhuriyet, önce hak edilmelidir. Hak ediyor muyuz?”

*
İlk kez, içimde, çocukluğumun, öğretmenlik yıllarımın bayram heyecanı olmayan bir sabahta kalktım bayram için. Her yan ıssız, geçen yıllarda yapılan “Cumhuriyetin saat ayarının kalıcı değişimi” iyice belli olan, saat sekize gelirken havanın yarı karanlık olduğu, alışmadığımız bir sabah saati.

Kös kös yola çıkıyoruz, hiçbir yerden bayram neşesi, marş sesleri gelmiyor. Evler, işyerleri, meydan, yol ağzı bayraksız. Geçtiğimiz köy yolları okulsuz, bayraksız...

İlçenin bayram kutlama yol levhaları Atatürksüz, yalnızca üstlerinde kutlama sözü yazılı, arkası bayrak renkli.

Kaç gündür, Yöresel Yemek Festivali ( şenlik) kutlanıyor buralarda. Şenliğin ön adı da bir tuhaf. “Outtor” mu ne? Bu yıl ikincisi yapılan festivalin son günü uzatılmış, bayramla birleştirilmiş. Böylece bayram daha coşkun (?) kutlanacakmış. En iyisi şenliğin adını kopyalayayım: “Outdoor ve Yöresel Lezzetler Festivali”. Tanıtımı böyleydi gazetelerde: “4 gün sürecek olan festivalde, Likya yürüyüşü, bisiklet turları ve çeşitli yarışmaların yanı sıra Ayna gurubu, Kolpa ve Tuba Yurt konser verecek.”

Şimdi Türk vatanında, turistik bir bölgede, bir yöresel şenliğin adının başına eklenen bu “Outdoor” (dışarısı) ne demek oluyor hiç oraya girmeyelim.

Aynı anlarda, Antalya’da da, film festivali kutlamaları yapılıyordu biliyorsunuz. Bu yıl onlar da, festivalin tarihini Cumhuriyet’le denk düşürmüşler. Cumhuriyet haftası yapılacağına, bayramın önüne arkasına başka şeyler eklenmiş... Buradaki bir köyde (Kapaklı) yemek şenliğinde ikinci gece (27 Ekim) film gösterisi yapılacak dedilerdi. Gittik. Film başlamadan da döndük. Açılımcı Kadir İnanır’ın başrolü oynadığı “Selvi boylum al yazmalım” yazısını görünce büyükçe ( yol levhaları boyutunda) gösterim ekranında, ters yüz döndük. Cumhuriyet Bayramına iki gün kala, köylü, gençler, çocuklar Kadir İnanır’a bir kez daha inanacaklar, yeni açılıma hazırlanacaklar... kim hazırlıyorsa bu programları, kendi ayağımıza kurşun sıkıyor...

Kapkaranlık gökyüzünde yıldızların parıldadığı, korunmuş küçük köy evleriyle eskinin bir köy minyatürü gibi görünen, bu çok güzel doğalı yörük köyüne, yazın bitmediği hâlâ sıcacık bir Ekim akşamında lâyık görülen film bu, ne diyebiliriz?

Neyse, bayramın kutlanacağını tahmin ettiğimiz (yerel gazetelerde bunun duyurusunu bulamamıştık) Demre statına yaklaşırken, yol boyu uzanan, arka arkaya sıralanmış, duran arabaları görünce şaşırdık. Park yerleri ne zaman dolmuştu da arabalar yollara yığılmıştı?

Aman, o ne, ortalık yıkılıyor, kalabalık kalabalık... Polisler, trafiği ayarlamakla uğraşıyorlar, cankurtaran kıyıda, stat hınca hınç dolu. Alana, tel örgünün içine, kıyılara sandalyeler konmuş, halk içerde; arkalarda, yanlarda... Tribün (basamaklı - koltuklu seyir yerleri), inip çıkmaya yarayan beton merdivenlerine kadar dolmuş...

Ne oluyor? Uzun yıllardır, hiç böyle kalabalıkla kutlanan bayram görmemiştim. Ne var?

Artık, son iki yıldır, ayakta fazla duramıyorum, yer bulup oturmalıyım ama nasıl? “Nasıl olsa göstermelik bir bayram kutlanacak, Atatürk Anıtı’ndaki saygı duruşu ve İstiklal Marşı okumayı bir gün önceden yapmış görevliler -bilgi ağında okumuştum gece- biz en çok saygı duruşu için bayrama gelirdik, madem kaçırdık o bölümü diye, gelirken biraz işi savsaklamıştık, ciddiye almamıştık. Bayrama şöyle bir göz atsak yetişir demiştik. Geç kalmışız demek.

Plastik koltuklu oturma yerlerinin kenarındaki taş merdivene de oturmuşlar. Boş yer var mı diye bakınıyorum. Fazla beklemedim, orada, kıyıda, bir basamağa oturan küçük bir kızla göz göze geldik, minik kız gözüyle beni çağırdı, köşeciğe, taşa oturdum, o durmadı, hemen annesinin yanına, öne geçti.

Ancak etrafıma bakınabildim. İnanılmaz sayıda öğrenci toplanmış alana. Sanırım okullar tüm öğrencilerini getirmişler bayrama. Bayrak takımı, onlarca öğrenciden oluşuyor. Boru –trampet takımı, kızlar – erkelerden oluşmuş, kızlar trampet çalıyor, erkekler boru üflüyor. Bembeyaz giyinmişler. Her okul, önüne okulunun adının yazıldığı bez afişi almış, Atatürk’ten bir sözü de öğrencilerine taşıtıyor.

Gösterilere çok çalışılmış, belli. Sorulu yanıtlı gösteri ilginçti, bir de ne dendiğini anlayabilseydim. Kürsüden bir soru soruluyor, aynı giyimli (kırmızılı, bayrak renkli), sahada sıralanan çocuklara, çocuklar bir ağızdan yanıtlıyorlar:

“ Cumhuriyeti koruyun!”
“Evet koruyacağım!”
“Cumhuriyeti yaşatın!”
“Evet yaşatacağım!”
“Ne istiyorsun çocuk?”
“ ... istiyorum."

Aksayan yan, ses kalitesinin bozukluğuydu. Ne dendiğini zar zor anladım. Ses uğulduyor, anlaşılmıyordu.

Bu yörede şöyle bir durum da var. Yabancıya uzak dururlar, tanımadıklarıyla pek konuşmaz ilçe halkı. Uzak uzak bakar. Köylü başka ama ilçenin halkı böyle.

Bu nedenle yanımdakilere de soramadım, ne dendi, ne denmedi diye. Çalınan şarkıların da kimini anlayamadım.

Her gösteriden sonra Atatürk’ten Cumhuriyet ile ilgili bir özlü söz okunuyor.

Kurtuluş Savaşı’ndaki askerimizi, savaşan kadını - erkeğimizi gösteren, eskinin giyimleriyle sahada elde silah toplanan öğrenci topluluğu göz alıcıydı...

“Cumhuriyet Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu
Cumhuriyet özgürlük, insanca varlık yolu”
dizeleriyle “Ellinci yıl” marşı çok güzel okundu.

Bu sözleri dinlemek bile yeterdi gelenlere.

Tüm yurdumuzu dolaştırdılar, kahramanlarımızın adlarıyla seslendirdiler:

“Ben Hasan Tahsin’im!”
“Ben Maraş’ım!.. Umudu büyütün...”
“Ben Antepli... Milli bağımsızlığı savunun!”
“Ben Kara Fatma’yım!.. Milleti birleştirin!...”
“Ben Kubilay’ım! Cumhuriyeti yaşatın!”


Burada, “ Yok başka Türkiye’n yok!” şarkısı çalındı.

Tam yerinde ve zamanında...

Şiirler de tam yerinde:

“Akdeniz’e Doğru” şiiri:

“EğiImez başımıza taç yaptık hürriyeti,
ZaferIe kaIbimize yazdık Cumhuriyeti…”

İzmir Marşı unutulmadı tabii.

Çocuk sesleriyle bir şarkı:

“ Mustafa Kemal özgürlük demek...” (https://www.youtube.com/watch?v=gNX9kqDGRTA)

Sahada, yeşil çimenlerin üzerinde ellerinde balonlarla koşan minikler... Annelerin kucaklarında yeni doğmuş bir kaç aylık bebeler... Bayrak rengi gömlekler giydirmiş onlara anneleri, daha büyük çocukların üstlerinde Atatürk resimli gömlekler... Babalarının ellerini tutmuş, küçükler... Yaşlı köylü kadınlarımız, başları eski bildiğimiz tarz eşarpla, tülbentle örtülü... Gençler okul arkadaşlarıyla kaynaşmışlar, hareket halindeler... Bir o yana bir bu yana sevinçle koşan çocuklar...

Halk oyunu giyimlerini giymiş öğrenciler, ta karşıdalar, biz gittiğimizde çoktan oyunlarını oynamışlar, onları izleyemedik. Çocuklara sordum sonra ilçede gezinirlerken, “Karadeniz yöresi” oyunları oynadık, dediler.

En sona ödül törenleri konmuş, son yılların modasına uyularak. Önceki yıllarda bu törenler başlayınca herkes kalkar giderdi, ödül alan çocukların aileleri kalırdı geride, geçit töreni yapılmayacağı için kimse resimden, kompozisyon yarışmasından kim ne ödülü almış, merak edip beklemezdi.

Bu gün, kimse yerinden kıpırdamıyor.

Boru –trampet takımının temposuyla geçen okullar, bayramın bitiş - geçit töreni:

Bitmez tükenmez öğrenci kuyrukları, sıra sıra gelen okul çocukları, soylu görünüşlü, başları dik, göğüsleri önde yürüyen öğretmenleri yanlarında...
Aynı anlarda, bir kız - bir erkek "öğrenci" tarafından karşılıklı okunan Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiiri:

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!”

...

Şimdi diyeceksiniz, neden sevinemedin bu kalabalığa, bu öğrenci çokluğuna, halkın ilgisine?

"Buruk bir sevinç" bizimkisi... Neden mi?

Bu güne dek, böyle kutlanabilirmiş madem bayramlar, neden kimse sahaya – meydana gelmezdi. Niçin programlar baştan savma olurdu?

Bayrama katılmak mecburiyeti neden yoktu, çocuklarımız neden yıllarca bayram nedir bilmeden büyüdüler?

Buna niye kimse sesini çıkarmadı?

Şimdi ne oldu da böyle kutlandı bayram?

Bunun arkasından ne gelecek?

Sevinmeyi bile unutunca insan, sevinilecek bir şey gördüğünde işte böyle düşünüp duruyor.

*
On yedi yıldır yaşadıklarımızı düşünürsek pek haksız da sayılmayız.

Yönetim şekli, tarihçilerimizin dediklerine göre, yüz elli yıl öncesinden daha geriye döndürülen ülkemizde, Atatürk Cumhuriyeti’nin dönüştürüldüğü, kuvvetler ayrılığının çoktandır olmadığı, Meclis'in hiçbir etkinliğinin kalmadığı siyasetçilerce tartışılıyor. İlk kez İstanbul’da Boğazların, tarih boyu yabancıların her zaman göz diktiği, paylaşamadığı Boğazlarımızın, yerel yönetimlerden ayrı bir yönetime bağlanacağını, bize yüz yıl öncesinin kötü hatıralarını anımsatan bu kararı, bayramın hemen ertesinde duyduğumuz ülkemizde...

En son, Antalya’da, bayram konserinde, karşısında belediye başkanı otururken, çocuklar alanı doldurmuşken, şarkı arasında, ana babasından söz edip, “Biz hep kışın olduk, ben yan odadaki divan sesinin ritminden dolayı müzisyen oldum.” diyerek “bel altı” sözlerle dinleyicilerini güldüren şarkıcı gibilere Cumhuriyet Bayramı kutlatılan ülkemizde...

“Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister.”

Özlü sözüyle bize yol gösteren “Yüce Önderimiz”in yolundan çıktığımızın belgesi, bu tür kişileri başımıza çıkardığımız, alkışladığımız ülkemizde...

Hemen 30 Ekim’de, Mondros’un yıldönümünde, bu güne kadar geçirdik – geçiriyoruz diye hep canlı tutulan sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısının en sonunda ABD meclisinden geçtiği duyurulan ülkemizde...

İktidarın, bir zamanlar yaptığı "Ermeni açılımı" dün gibi gözümüz önündeyken, âkil insanlar diye öne sürülenler unutulmamışken...

Askeri okullarımız kapatılmış, neredeyse tüm kurumlarımız başkalaştırılmışken...

Bunca sorun dururken;

Cumhuriyet’in ilkelerini gözlerimiz ararken;

Öğretmenlere tek tip giyimin denemesi bile yaptırılırken;
...

Bundan sonra bayramlar iyi kutlansın, kötü kutlansın ne önemi var, der misiniz?

Feza Tiryaki, 31 Ekim 2019
Ek: https://www.youtube.com/watch?v=FMR1cPUHqVU...