1. yüz (Toplam 1 yüz)

İKİ DAMLA GÖZYAŞI

İletiGönderilme zamanı: Çrş Kas 20, 2019 18:54
gönderen Feza Tiryaki
İKİ DAMLA GÖZYAŞI

Bu yılın, 2019’un, “10 Kasım” anma törenlerinden aklımda yalnızca yere damlayan, damlarken gördüğüm “iki damla gözyaşı” kaldı. Gözlerden akan iki damla gözyaşı. Atasının manevi (içsel) huzurunda hazırolda duran kimi vatandaşların ayak uçlarında, tozlu mermerde parıldayan, birikerek minik gölcükler oluşturan gözyaşları...

Anıtkabir’i askerlerimiz beklerken, eskiden, onların gözlerinde de görürdük içten akan, sevginin simgesi bu gözyaşlarını... Hele bir resim vardır o günlerden, bir emekli öğretmen eli, uzanıp siliyordu yanaklarını askerin, ona “oğlum” diyerek...

Törenden sonra da kulaklarımda, eski yılların çok bilindik bir şarkısı çınlıyor:

“İki damla gözyaşı” diye başlayan, sevilene söylenen sevgi sözleri içimde sessizce yineleniyor.

Altmışlı yılın ortalarında, hepimizin gönlündeki yeri “Ankara Ankara güzel Ankara” olan, Cumhuriyetimizin kalesi Ankara’da esen sanat rüzgarları, bölücülüğün bilinmediği güzel yıllar; İsmet Nedim’in unutulmaz eserlerinden biri bu, bir anda dilime takılan:

“İki damla gözyaşı kalbimin duygusudur, en ince sızısıdır.”

O zamanlar, şarkıların bir söz değeri vardı, sözle müzik ayrılmazdı, müziği söz beslerdi, gönlümüze seslenilirdi. Türk Sanat Müziği ve türkülerimiz... Şimdinin aynı tornadan çıkma, birbirinin aynısı, gürültücü – yaygaracı – ne dediği anlaşılmaz pop şarkılarının izleri bile yoktu, popçular, kentleri abuk sabuk şarkılarıyla sallamıyorlardı (!). 1961 Anayasası’nın verdiği özgürlük ortamında başka bir çağı yaşıyordu ülkemiz.

Bir Avrupa ülkesi gibiydik... Eksiğimiz yok, fazlamız vardı...

İnsanlara da ölmeden değer verilirdi. Son yıllarında varlığı unutulup ölünce anılmazdı ülkemizin değerleri. Kimse de ülkemizin kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu, Cumhuriyet devrimlerinin yapıcısı, ulusuna en büyük armağanı “Türk Yazı Dili’nin yaratıcısı Yüce Önderimize böyle açıktan açığa söz edemezdi, saygıda kusur edemezdi, Atatürk devrimlerine, o devrimlerle bir yerlere gelen, adam olan hiç kimse dil uzatamazdı...

Demiş olayım, böyle uzun yıllardır unutulan, hiçbir yerde adı geçmeyen, TRT’ye çağrıldığını hiç duymadığımız İsmet Nedim de, benzer sanatçılarımız da, bu hafta ölen, hocaların hocası sanıyla tanınan ünlü siyasetçimiz, siyaset bilimcimiz Mümtaz Soysal gibi, yılların tiyatro sanatçısı, sahnelerden hiç inmeyen Yıldız Kenter gibi, ölmeden önce hatırlamadığımız, son yıllarında unutulan diğer değerlerimiz gibi, iş işten geçince anılacaktır, birden bire önemi anlaşılacaktır...

Vatan hainlerinden hiç söz etmeyelim bu arada, “Apo”sunu özleyen Ahmet Kaya gibi, yurtdışında “Kürdistan” çığlıklarıyla ilk bölücülük tohumlarını atan Yılmaz Güney gibi, adını kültür merkezlerine bile verdiğimiz Atatürk Cumhuriyeti karşıtları, yayılmacılara hizmet eden, bölücülükle beslenen, Cumhuriyetimize dil uzatanlar, ulus devletimizi yıkma uğrunda uğraş verenler hiç unutulmuyor. Hem Cumhuriyetle adam olan, bağımsızlığını Cumhuriyet’e borçlu olan, hem de böylelerini özleyerek ananlara denecek söz yok.

“İki damla gözyaşı” bu 10 Kasım törenlerinin simgesiydi. Nasıl mı?

Saat sekiz otuz civarında, önceki pazar günü Kaş’taydık.

Denize açılan, arkası yüksek tepeli Cumhuriyet Meydanı’nda, Atatürk anıtının çevresi hareketliydi. Askerler (denizci – karacı- havacı), bayraklarıyla öğrenciler, koyu renk giyimli kravatlı takım elbiseli erkekler, özenli giyimli kadınlar, yöresel giyimli az sayıda kadın ve erkek, çok az sayıda okul öğrencisi, ortalıkta gezinen üç beş çocuk... oradaydılar.

Deniz tarafına meydanın, arkalıksız uzun tahta kanapeler konmuştu, başka oturulacak yer yoktu.

Saat dokuza çeyrek kala, kalabalık, anıtın önüne doğru ilerledi, en önde ilçenin ağırları ( protokol üyeleri, üst düzey yöneticiler, askerler ) kendiliğinden dizildiler. Arkalara da üç dört sıra, bizler. Cumhuriyete gönül vermişler... Karşıda, yanlarda da toplananlar vardı. Ayağında şortu tatilciler, yanlarında plaj giyimli eşleri çocukları... tek tük köylüler...

Yaş ortalaması orta yaşın üstündeydi gelenlerin, nereden bakarsanız bakınız, gençler yalnızca görevliydiler, bugünü anmayı, Atasının huzurunda saygı duruşunda durmayı kendine görev bilen bu kadarcıktı Kaş’ta.

Olsun, bu güne yasak getirilmemişti, bu içten gelme geleneksel anma, saygı duruşunda bulunma, saat dokuzu beş geçe tüm ülkede yaşamın durması... aynen sürüyordu ya...

On dakikaya yakın herkes sessizce bekleşti, ayakta öylece durdu. Fısıldaşmalar dışında ses yoktu meydanda.

Sonra anma programı açıklandı. Anıta çelenklerin konması, saygı duruşu, ardından İstiklal Marşı. “Öğrencilerle Anma Töreni”, bu yıl burada yapılmayacak, bir lisede program devam edecek!” bunu, törenin sonunda duyurdular.

Çelenkler üç taneydi. Kaymakamlığın, belediyenin ve askerin (garnizon) çelengi. Komutla, her üçü de resmi giyimli görevlilerce anıtın önüne bırakılırken çelengin temsil ettiği kurumun ilgili kişisi, çelenginin ardı sıra yürüdü. Sonra dönüp halkı selamladı.

Bu çelenk konma törenlerinde birden eski günlere giderim. Gözlerim mis kokulu kasımpatıları arar. Çelenkler eskiden, kasım ayının gözde çiçeği, soğuğa dayanıklı renk renk kasımpatılarla döşenirdi. Sarı, mor, beyaz, kırmızı çiçekler, aralarda yeşil yapraklar... Ortalığı saran genzi yakan kasımpatı kokusu... Şimdi bu işler boyalı tenekeye, plastiğe, yapaylığa döndürülmüş, duygular çiçeklerle anlatılmıyor. Çiçek ara ki bulasın anıta bırakılmış, çelenklere konulmuş, ellerde taşınan, yakaya takılan... yok, yok... Ne karanfil, ne gül, ne papatya... Çiçekle süsleme, çiçekle seslenme geçmişte kalmış.

Bu tören de bitince, zamanı geldi, iki dakikalık saygı duruşu komutu verildi. Öyle güzel, öyle etkileyici bir ses tonuyla, “Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının”... diye başlanarak, şehitlerimiz de anılarak duyuruldu saygı duruşu.
Aynı anda sirenler eşlik etti bu ana. Denizdeki gemiler katıldılar saygı duruşuna.

O iki dakikada neler geçiyor insanın aklından... Neler canlanıyor gözünde... Hele Kaş gibi eski yapıları korunmuş, geçmiş - gelecek birleşmiş, doğayla iç içe yaşanılan, geçmişin simgeleri yitirilmemiş yerlerde, daha çok duygulanıyor insan. Dalgalanan bayrağa, Atatürk’ün resmine, Atatürk anıtına, karşı dağlara bakarak neler düşünüyorsun içinden, bu anı yaşayanlar bilir ancak.

Saygı duruşundaki o onurlu duruş, son yıllarda yerini istemeden gözyaşı dökmeye, belki de bilinç altımızdan gelen suçluluk duygusuyla utanmaya bıraktı, bu gözle görülüyor artık.

İstiklal Marşı’nın okunmasıyla yerlerinden kıpırdayanlar, nerede olduğunun ancak ayırdına varanlar... Gözüm o anda çevremdekilerin yüzlerine takılıyor. Gözler kıpkırmızı, yanaklar ıslak, hele gözlerim yere takılınca kupkuru bir günde, ayak uçlarımızdaki ıslaklıklarla bir an şaşkına dönüyorum.

O anda da dilimin ucuna geliveriyor:

“İki damla gözyaşı kalbimin duygusudur, en ince sızısıdır.”

Ne denmişti törende yüce önderimize seslenilirken:

“Dünyanın az yetiştirdiği devlet adamı ve kahramanlardan biri olan Mustafa Kemal Atatürk, insanlık ülküsünün açık ve seçkin önderi, Türk ulusunun uygarlık güneşi olarak yaşadı ve yaşayacaktır."

Daha o günün akşamında, haberlerde duyduklarıyla sarsılmışlardır sabahki törenlerde yürek sızısıyla “Atalarını” anarlarken iki damla gözyaşı dökenler... Bir hafta boyunca da basın - yayında izledikleri 10 Kasım törenlerine yapılan dolaylı saldırılardan şaşkına dönmüşler, belki de bu yeni duydukları karşısında ağlaşmışlardır.

-Gaziantep’te yakalara takılmak üzere hazırlanan Atatürk resimli kartlarda Atatürk’ün doğum tarihi yanlış yazılmış: 1881 yerine, 1981.

- “Bir gecede yazı devrimiyle cahil bırakıldık” denmiş, yine, bu aslı astarı olmayan sözün, kaç kez doğrusu açıklandığı, istatistik verileriyle, belgelerle durum ortada olduğu halde.

- Çanakkale Bayramiç’te, ülkemizdeki saati dakikasıyla yapılan anmayla, dolaylı yoldan uğraşılmış. Altı dakika önce başlatılmış saygı duruşu, ardından İstiklal Marşı okuma. Sonrasında bir adam bağırtılmış, bu rezalettir diye. Aynı tören yinelenmiş, aynı gün soruşturma başlatılmış, törende görevli iki öğretmen suçlu bulunmuş. Bu geleneksel törende, daha önceki yıl Anıtkabir’de de yapılmıştı törene erken başlama, saate uymayı tartışmaya açma. Aynı durum yinelenmiş, “saatle anma “ bir güzel tartışmaya açılmış...

- Atatürk ilkeleri yeniden hedefe konmuş. Atatürk ilkelerinin yazıldığı şeritleri tek tek tutarak yere çömelen öğrencilerin duruşu secdeye benzetilmiş, önce “Yeni Akit” çığlığı basmış. “Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliği” ortalığı sarmış. Bu uygulamayı yapan okulların müdürleri açığa alınmış, soruşturmaların ardı arkası kesilmemiş... Oysa, secde yere oturarak, iki elin içi yüzün yanında yerdeyken, alnın yere değmesidir. Böyle bir durum zaten yok o düzenlemede, Atatürk ilkelerine saygı var yalnızca. Bir de unutulan şu. Hz. Ebubekir’den rivayet ederler: “Hz. Peygamber sevindirici bir müjde verildiği vakit secdeye kapanırdı.” Teşekkür anlamında secdeye kapanılırmış demek ki. Tek namazda değil, Allah’a dua ederken her zaman.

Amerika, kurucu başkanlarının fotoğrafını her yana asar, en son toplanılan, bizim bayrağımızın asılmadığı toplantı salonunda, üç resim asılıydı duvarlarda, bayrakları da dikiliydi ortada. Onlar, kendi kurucularına saygıda kusur etmezler, bunu biliyoruz, kimse de bu durumdan alınmaz, tanrıyla kurucu başkanlarını kıyaslamaya kalkmaz, bizde neden bu kadar çatal ses çıkıyor hiç düşündünüz mü? Ne istiyor bunu yapanlar?

Atatürk ilkeleri - Cumhuriyetin ilkeleri neden hedeftedir?

“Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik, devrimcilik.”

Bu lkeler, bugün de, gelecekte de hep geçerli olacakları için mi?

Özellikle, “Yazı Devrimi”yle bir kültür devrimi başlatıldığı ve başarıyla sürdürüldüğü, Atatürk Yazısı’yla aydınlandığımız, çok güzel, eksiksiz, dilimizi tüm sesleriyle dillendiren bir Abc’ye Cumhuriyetle kavuştuğumuz için mi?

- Bu arada üniversite rektörlerinin, kendilerine yazar denilenlerin, iktidar eski vekillerinin hakaretlerini, saygısız sözlerini hiç yazmayalım, böyle bir törene kırmızılarıyla, yamalı spor pantolonuyla geleni, özrü kabahatinden büyük olanları - dağa geziye çıkacaktık, oraya da geldik, gel gel diye öne çağırdılar- hatırımıza bile getirmeyelim, onları kendi karanlıklarında bırakalım...

- Son buldukları tiyatro da, türbanlı bacıya saldırı oyunu. Oyun tanıdık. Eskiden buna Kabataş’ta resim ekleyememişlerdi, kamera kayıtlarında hiçbir şey çıkmamıştı, şimdiki üstelik cepten filme çekili. Tepeden bir görüşle belli belirsiz çekilmiş. Saldırgan, akıl sağlığı yerinde olmayan birinin, yalnızca şikayetçiyle polisi ilgilendirecek bir olayını ülkenin gündemi haline sokmak. CHP’nin başının bunu grup toplantısına kadar getirmesi, ülkenin sorunları yerine düzmece haberlerle oyalanmaları, herkesi de oyalamaları...

Ne yazmış yandaş gazete:”Laikçi yobaz kadın!”

Laiklik, Atatürk ilkelerinin en önemlilerindendir. Cumhuriyetin temelidir. Böyle bir bahaneyle Cumhuriyet ilkelerine saldırılıyor, muhalefet de ne ilgisi varsa bir kadının bir anda yaptığı bu belki de kurmaca, sıradışı olayı ciddiye alıyor, yanıt veriyor...

Samsun Belediyesi’nden (Kurtuluş Savaşı’nın simge kenti Samsun’dan) iktidar partisinin grup başkanvekili demiş ki bilgiağında, Cumhuriyetimizin kurucusuna, Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanına, bağımsızlığımızı – çağdaşlığımızı, sınırlarımızı, birey oluşumuzu, bugünümüzü borçlu olduğumuz “Yüce Öndere”, saygısızca, en kaba şekilde:

“ Fatiha yerine korna ile anılan tek kişisin!”


10 Kasım törenlerinde, kalplerinin duygusu, en ince sızısı olarak, O’nun için iki damla gözyaşı dökenler, bu duydukları karşısında söyleyin katıla katıla ağlasalar az mı?

İki damla gözyaşı bile yetmeyecek, bundan böyle, içimizin sızısı kolay kolay geçmeyecek, durumumuz, aymazlığımız onu gösteriyor.

Feza Tiryaki, 19 Kasım 2019