1. yüz (Toplam 1 yüz)

El Ele Büyüttüler

İletiGönderilme zamanı: Cmt Oca 18, 2020 17:42
gönderen Feza Tiryaki
El Ele Büyüttüler


“Ölmek var, ayrılmak yok” deyişi gibiydi yaşamları. Türk siyasetinde (günahı – sevabıyla) rol oynamış, bir döneme damgasını vurmuş iki ad: Bülent Ecevit, Rahşan Ecevit.

Cumhuriyet’le doğmuşlar. Rahşan Aral, 1923’te, Bursa’da, Bülent Ecevit ondan iki yıl sonra, 1925’te, İstanbul’da. Aynı okullarda okumuşlar: “Robert Kolej” . İstanbul’daki, eğitimi İngilizce olan, 1863’te kurulan bu okulda tanışmışlar. 1946’da da evlenmişler.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki aile resimlerimizin güzelliğini, resimdekilerin iç sızlatan inceliğini, görünüşlerinin asilliğini bilirsiniz.

Eskinin resimleri, bizim kuşağın (68 kuşağı) anne ve babalarının düğün resimleri birbirinin kopyası gibidir, resimlerdeki kişiler hep aynı güzellikte, soylulukta... Siyah beyaz bu resimlerde, genç çiftler; “Cumhuriyetle doğduk, Cumhuriyete güveniyoruz, bakın, şu an, Cumhuriyetin verdiği güzellikleri yaşıyoruz, biz mutluyuz, biz çağdaşız, biz cumhuriyet çocuklarıyız, büyüdük, evlendik, yarınlara umutluyuz...” diye fısıldarlar sanki kulağımıza. O güzel gelinler, o yakışıklı yiğitler... Güzel yüzlü, saçları yapılı, sade gelinlikleri yerlere uzanan, ellerinde yapma - beyaz gelin çiçekleriyle kadınlar, aydınlık yüzleri pırıl pırıl, traşlı, saçları arkaya doğru taralı, sakalsız, kravatlı takım elbise giymiş, bazısı papyon - kravat takmış, mert bakışlı, gözlerinden sevgi, kendine güven, iyilik - insanlık akan, onurlu duruşlu erkekler...

İçinize işler onların bakışları, resimlere uzun süre bakamazsınız, gözleriniz dolar, günümüzdeki halimiz, yitirdiğimiz değerler, elimizden uçup giden Cumhuriyet devrimleri, giyim kuşamda geriye dönüş, acınacak halimiz aklınıza gelir, üzülürsünüz...

İşte Ecevitlerin düğün resimleri de, aynen öyle. Tanıdık bildik, çevremizde benzerini çok gördüğümüz resimlerden. Daha geçen hafta, öğretmen Nilgün Hanım, Neslinur Hanım, sonra sevilen, aydın bir yazarımız, o yıllarda doğan, yenice yitirdikleri annelerinin ölüm haberini duyurmuşlardı bilgi ağı sayfalarında. Anneler, güzel mi güzel, bakarken gözleriniz buğulanıyor, günlük resimlerinde, başlarında, yandan takılmış, o dönemin modası, sade şapkalar, bazı resimlerde saçlar omuzlarda, yapılı, bakımlı; elbiseler, uzun dar, bazıları diz boyunda, fırfırlı, biyeli, bir modacının elinden çıkmış gibi özenli, kolda küçük bir çanta, yüzler gülücüklü, yine annelerin ellerinde göğüslerine dayalı, işlemeli beyaz çiçekler. Kolda, ince kordonlu, zarif kol saatleri, erkeklerin ceket cepleri mendilli... Ayakkabılar tertemiz, kadınlarınki topuklu.

Aklımıza, Ecevit deyince, eşi Rahşan Ecevit de, aynı anda gelir.

Benim aklıma ilk gelen şudur:

“Öleceğime değil, Rahşan’dan ayrı kalacağıma üzülüyorum.” sözü.

Belki tam bu sözcüklerle dememiştir ama sözün içeriği, özü - aradan çok yıllar geçti - aklımda böyle kalmış. Bülent Ecevit’in, eşine sevgisini, bağlılığını anlatan, duyanı kıskandıracak bir söz. Sevginin en üst anlatımı olmalı böyle bir söz: Öleceğine değil, sevdiğinden ayrılacağına yanmak...

Sonra da o bilindik, o dönemde yaşayanların mutlaka bir iki dizesini ezbere bildiği şiir gelir aklımıza: “El ele büyüttük sevgiyi”

“Birlikte öğrendik seninle / Avcumuzda yüreği çarpan /Kuşa sevgiyi /
El ele duyduk kumsalda denizin / Milyon yılda yonttuğu / Taşa sevgiyi/
Tırtılları tanıdık seninle baharda / Tırtılken daha sevmeyi öğrendik / Sevgiden üreyen kelebeği
Toprağı evimiz gibi sevdik seninle / Birlikte sevdik kuru toprakta / Ev küren köstebeği”


Şiir böyle sürer...

Yaptıklarını iyi niyetle yaptıysa, güdümlü hain değilse, her insanın kusurları vardır, işlediği küçük büyük suçları vardır. Eğer kişi politikacıysa bu suçları dar bir çevreyi değil, toplumu ilgilendirir, o zaman sorumlunun topluma ödettiği bedel de ağır olur. Rahşan Ecevit’in kurduğu parti (DSP, 1985), partideki görevleri, Ecevit’in, son yıllarındaki tartışılan büyük hataları, en nihayet, iktidarı (ülkeyi) “Siyasi İslam”a teslim etmede oynadıkları roller... Bunlar, bir ölümün hemen ardından konuşulacak şeyler değil.

Tarih, nasılsa hem suçları, hem yapılan iyi işleri unutmaz, yazar.

“Rahşan Affı” denilen affı (Aralık, 2000), siyasi suçlular (devlete karşı işlenen) dışındakilerin şartlı salıverilmesi, adi suçların cezasının ertelenmesi, o gün bugündür kanayan yaradır ülkemizde... Rahşan Ecevit o konudaki rolüyle (topluma öyle anlatıldı) hiç bağışlanmayacak. Zaten sonra, kendisi, ortaya çıkan duruma, suçlulardaki artışa, bu yasadan canı yananlara bakarak; “Ben affı garibanlar için istemiştim, katiller yararlandı!” demiştir.

Bülent Ecevit, yönettiği Kıbrıs çıkartmasıyla, Kıbrıs’ı bir oldu bittiyle yitirmemizi cesaretle önlemesiyle, hiç unutulmayacak. Bir de, Meclis’te -Nazlı Ilıcak’ın olay çıkartmak için koltuklayarak Meclis’e türbanıyla getirdiği- Merve Kavakçı’ya söyledikleri hep kulaklarımızda çınlayacak:

“ Burası devlete meydan okunacak yer değildir! Lütfen, şu hanıma haddini bildiriniz!”

Kıbrıs’ın o gün bu gündür neden düze çıkarılamadığı, “Yavru Vatan”ın, Türkiye’nin Akdeniz’deki doğal uzantısı, uçak gemimiz durumundaki Kıbrıs’ımızın neden keskin bir kılıcın üstünde bunca yıldır durdurulduğu, bu işte dönen dolapları tam bilemiyoruz belki ama hepsi günü gelecek, belgelenecek. Belgeler açıklanabilecek.

Şu an bile “Kıbrıs Fatihi” sanıyla tarihteki yerini alan Ecevit’e, o günlerdeki başarısına günümüz iktidarı resmen katlanamıyor, sözü dolaştırıyorlar. Bir bakan:

"Kıbrıs Türk Barış Harekatı’nın Başbakanı” diye anmış Ecevit’i, Rahşan Ecevit’in ölümü dolayısıyla mesaj gönderirken.

Bülent Ecevit’in yazdığı, ilk baskısı 1970 yılında, sonraki baskıları, Ecevit’in "Karaoğlan” diye anılacağı yıllarda yapılan, “Atatürk ve Devrimcilik” kitabı da, bir dönemin hatırasıdır. Devrimler anlatılırken, Türkiye’deki, zoraki devrimcilerden, öyle görünenlerden, devrim sonrası uyuşukluktan da söz edilir bu küçük kitapta (125 sayfa). Ecevit bir başlıkta:

“Atatürk’ü, yolunda yürüyenler yaşatır!” der.

Ecevit çifti, aynı zamanda alçak gönüllülük örneğiydiler. Günümüzün lükse, gösterişe düşkün, paragöz siyasetçilerinin, siyasetçi eşlerinin tam tersiydi yaşama bakışları.

Oturdukları eve, sıradan bir apartman dairesi derlerdi, ayrıca, kitaplarını koydukları, tıklım tıklım kitapla dolu bir evleri daha var denirdi. Son model arabalara, özel uçaklara, özel döşenmiş kraliyet uçaklarına (!) merakları yoktu, çevrelerinde koruma ordusu bulunmayan, herkes gibi yaşayan insanlardı.

Her ikisinin, topluma giyimleriyle kuşamlarıyla, sadelikleriyle, israftan, gösterişten uzak yaşamlarıyla, güzel Türkçeleriyle, en önemlisi sevgileriyle örnek olmaları da hep konuşulacak, unutulmayacak...

Ülkemizin Atatürk döneminden sonra hızla dönüştürülmesini, Atatürk’ün ilkelerinden uzaklaştırılmasını, on sekiz yıllık günümüz iktidarını, neden bu durumda olduğumuzu anlatmak, tüm siyasetçilerimizin bundaki rollerini - günahlarını saymak, burada şu an tartışılmayacak çok başka bir konu...

“Öleni çekiştirme, kalanları çek çevir!” der bir atalar sözümüz.

“Ölen aslana tavşanlar bile saldırır”mış...

Rahşan Ecevit, eşinin yanına (Bülent Ecevit’in ölümü 2006, Devlet mezarlığında) gömülmek istermiş.

Nedense bunun kararı böyle son ana bırakılmış, şimdi o iş çözülecekmiş...

Aralık ayının sonunda rahatsızlanarak Ankara’da, GATA’ya (eski adıyla, “Gülhane Askeri Tıp Akademisi”, bu iktidarca değiştirilen (Ağustos, 2016) yeni adıyla “Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi”) kaldırılan Rahşan Ecevit 17 Ocak’ta orada yaşamını yitirmiş.

Bu askeri hastanemizden, neredeyse tüm “Rahşan Ecevit ölüm haberlerinde”, yeniden eski adıyla “GATA” diye söz ediliyor gazetelerimizde. Orası, yeniden askeri hastane mi oldu, yanlıştan dönüldü mü, bilen varsa söylesin.

Bildiğimiz, cenaze töreninin yarın yapılacağı...

Ne kadar yaşarsak yaşayalım, kaç yaşına erersek erelim, yaşam bir an gibi geçip gidiyor.

Her doğan, günü geldiğinde ölüyor.

Geriye, unutuluna, kendisini tanıyan kalmayana kadar anılacak bir adı kalıyor sonsuzluğa göçenin...

Ne mutlu, ölünce; çıkarcılıkla, hırsızlıkla, vatanı satmakla, ihanetle anılmayacak siyasetçilere...

“Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli...”

Halkımız, iyi bildiklerinin, yaşarken içini dışını tanıdıklarının ardından şunu der:

“Ne kumaş olduğunu biliriz.” Geleceğe kalan da bir güzel addır:

“Ne dökersen aşına, o çıkar kaşığına..”

Sevenlerinin başı sağ olsun... Sevgiye armağan ettikleri dizelerle:

“El ele büyütüp el ele derdik / El ele derip insana verdik / Verdikçe çoğalan sevgimizi.”

Sevgiyle...

Feza Tiryaki, 18 Ocak 2020

Re: El Ele Büyüttüler

İletiGönderilme zamanı: Pzt Oca 20, 2020 0:07
gönderen Gönül Pınar Atacı
Asla ve kat'a unutulmayan ve unutulmayacak olan meleklerin ve erkeklerin oluşturmuş olduğu 68 KUŞAĞI'na dahil oluğunu bu MUHTEŞEM yazısından öğrenmiş olmamın ek ve çok büyük onuru ve mutluluğuyla ve özel olarak kutlamak, kucaklamak ve öpmek hatta kutsamak istediğim çok değerli insan ve özgün yazar sevgili FEZA'nın kalbine, eline, diline ve kalemine tüm ailesi ve yakınları ile birlikte en uzun bir ömür boyu sağlık ve esenlik, mut ve kut, utku ve umut.
ÖLÜNCE, ÇIKARCILIKLA, HIRSIZLIKLA, VATAN SATMAKLA, İHANETLE ANILMAYACAK SİYASETÇİLER olan ve sevgili FEZA'nın bu gerçekten MUHTEŞEM yazısına konu olan ünlü ve büyük, en içten ve gerçek Atatürk'cü yurtsever iki insan : sayın ECEVİT'e ve bayan ECEVİT'e ise ebedi rahmet ve sükunet, sonsuz şükran ve minnet. Bütün yurdun ve tüm ulusun omuzları üzerende uğurlanmış oldukları ölümsüzlüğün en pak ve parlak ışıkları içinde yatsınlar ve yaşasınlar.