1. yüz (Toplam 1 yüz)

SON ANKARA SALDIRISINA DAİR ÜÇ “BİLİNENLİ” DENKLEM : EMPERYALİZM, ORTADOĞU VE TERÖR 2 / MİTHAT AKAR

İletiGönderilme zamanı: Çrş Mar 16, 2016 0:25
gönderen mithat akar 1923
SON ANKARA SALDIRISINA DAİR ÜÇ “BİLİNENLİ” DENKLEM : EMPERYALİZM, ORTADOĞU VE TERÖR 2 / MİTHAT AKAR

ON TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PKK’YA İLTİHAK ETMESİ VE SON TERÖR EYLEMİ

Resim


10 Mart 2016’da PKK’nın legal uzantısı olan HDP’nin “Eşbaşkanı” Demirtaş, Washington Post gazetesinden David Ignatius'a verdiği röportajda “İç Savaş çıkarsa çok Türk ölür” şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu açıklamadan iki gün sonra, yani 12 Mart 2016’da daha çok Batı illerinde faaliyet sürdüren ve birçoğu varlıkla yokluk arasında gidip gelen sol terör örgütleri, bölücü terör örgütü ile ortak bir bileşende bir araya geldiklerini duyurdu. 13 Mart 2016’da da doğrudan sivilleri hedef alan bildiğimiz terör saldırısı gerçekleşti.
Bilinenleri tekrarlamak pahasına devam edelim. Terör örgütünün temel hedefi ve ABD emperyalizminin temel stratejisi nedir? Ve bu eylemlerle hangi amaca varılmak isteniyor? Son olarak on terör örgütünün tek çatı altına birleşmesi hangi anlama geliyor?

Hangi terör örgütü olursa olsun, kendince bir politik amaç belirleyerek hareket eder. Öncelikle bölücü örgütün politik hedefi Türk topraklarına ait olan sınırların bir kısmında, kendisine ait başka bir devlet, ordu ve yönetim kurmaktır. Yani örgütün amacı, Türk topraklarının bölünmesidir. Bunun için kullandığı temel yöntem de terör olmaktadır. Fakat bölücü örgüt tarafından, bu amacın ifade ediliş biçimini bizim ifade ettiğimiz gibi doğrudan ortaya koyulmuyor.

Bölücü Örgütün Stratejisi

- Kültürel Haklar. ( Eğitim hakkı, örgütlenme hakkı, ana dilde eğitim hakkı gibi )

- Anayasal tanınma

- Özerklik

- Konfederalizm veya Federalizm

- Birleşik Bağımsız Kürdistan

Yani başka bir ifade ile Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi kapsayan ve bu ülkelerin toprak bütünlüğünü ortadan kaldıracak olan bir Kürt Federasyonu veya konfederasyonu.

Bölücü terör örgütü, bu amaç doğrultusunda fakat farklı söylemlerle, 1984’ten bu güne terör eylemlerini sürdürmektedir. “Tabanı” kazanmak için değişik vaatlerde bulunmanın yanı sıra, kazanamadığı ve istekleri doğrultusunda harekete geçiremediği topluluklara yönelik, “zor” ve terör yöntemini devreye sokmaktadır.
Sözde mahkemeler kurma, vergi toplama, tehdit, şantaj gibi yaptırımlar kullandığı yöntemlerden bazılarıdır. En son Şırnak’ta bölgeyi terk etmek isteyen sivillerin üzerine uzun namlulu silahlarla ateş açılması en yakınımızdaki örneği oluşturuyor.

Bölücü örgüt, daha önce “kıra dayalı kent eylemleri” şeklinde Maocu gerilla yöntemini esas almış, fakat Temmuz ayından itibaren “kent merkezli halk ayaklanması “ planını devreye sokmak istemiştir. Güneydoğu’da TSK ve Emniyet Güçlerinin kararlılıkla sürdürdüğü operasyonları ve örgüte halktan istenen ölçüde destek verilememesi sonucu, örgüt eylemlerini Batı illerine kaydırmıştır. Yakın zamanda bölücü terör örgütünün sözde askeri kanadından sorumlu olan D.Kalkan’ın Cizre’deki operasyonları, Irak’taki “Halepçe katliamına” benzeten açıklaması ve sonrasında “Binlerce Ankara olabilir” tehdidini savurması, Batı illerine yapılacak olan saldırılara dair bir açık istihbarat verisi oluşturuyordu.

Bu açıklamalar ve on terör örgütünün birleşmesinden sonra, Ankara’da terör eyleminin gerçekleşmiş olması, terörün hedeflediği birinci etki amacını ortaya koymaktadır. Yani psikolojik etki. Terörün birinci etki hedefi, toplum ve güvenlik güçleri üzerinde psikolojik tahribat yaratmak ve kendisinin “güçlü” olduğu ve hala ayakta olduğu mesajını vermek; bunun üzerinden bir basınç oluşturmaktır.

Bununla birlikte devlete olan güvenin sarsılması, devlet ve toplum arasındaki bağın koparılması diğer yaratılmak istenen bir etkidir. Bu etki ile elde edilmek istenen sonuç, toplumun “terörize” edilmesi ve korku psikolojisi ile sindirilmesi, toplumda, “devlet tarafından korunamayan” bir yalnızlık ve güvensizlik algısı oluşturmak, toplumda panik ortamı yaratarak belirsizlik ortamı oluşturmaktır.

Türkiye öznelinde konuyu incelemeye devam edelim. Eylemler, terör örgütü üzerinden Batı merkezli devletlerin, Türkiye’de “denetimden çıkan” kurumları ( TSK, Jandarma Teşkilatı gibi ) yeniden denetim altına almak için gerçekleşen örtülü operasyonlar niteliği taşımaktadır. Daha önce ABD Büyükelçileri ve yetkililerinin yaptıkları açıklamaları hatırlayalım. Bu açıdan konunun başında belirttiğimiz gibi, terörle mücadele, ulusal olduğu gibi bölgesel ve uluslar arası bir nitelik taşıyor. Terörle mücadele, DYÇ ( Düşük Yoğunluklu Çatışma ) olmaktan çıkmış “Orta düzeyde çatışma” seviyesine yükselmiştir.

Özellikle Ankara’da 13 Mart’ta gerçekleşen son terör eylemi:

1 – Doğrudan doğruya sivil hedeflere zarar vermiş ve toplumu hedef almıştır.

2 – Sur, İdil, Cizre, Silopi’den sonra 20 bin kişilik bir kuvvetle Şırnak’a yapılacak operasyondan önce terör saldırısı gerçekleştirilmiştir.

3 – Örgütün doğrudan sivilleri hedef alması, örgütün sözde “politik strateji”si dışında bir eylem biçimidir. Bu durum örgütün telaş içerisinde olduğunu ve bundan dolayı amaçsız
eylemlere yöneldiğinin göstergelerinden biridir.

4 – Örgüt “tabandan” istediği desteği bulamadığı gibi, artık devlet merkezi dışında, Türk toplumunu hedef alan yöntemini, belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır.

5 - Bunlara ek olarak son aylarda başka bir sol terör örgütü olan DHKP/C'nin, bu genel kaos ortamından faydalanmaya çalıştığı, Çevik Kuvvet personelini taşıyan otobüse yaptığı son saldırı ile Batı devletlerinden eylem talimatı aldığını ortaya koyuyor.

Bölücü örgüt 12 Mart’ta “üst düzeyde” bir merkezden, Duran Kalkan aracılığı ile, yaptığı açıklamada farklı sol terör örgütleri ile birleştiğini açıklamıştır. Bu durum iki açıdan değerlendirilebilir.

Resim


İlki, PKK’nın bugüne kadar varlığını bile tanımadığı ve “ast” muamelesi yaptığı örgütlerle ittifak kurması, aslında ne kadar zor durumda olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü bu örgütlerden bir kaçını dışarıda tutarsak, büyük çoğunluğu etkisiz veya birkaç ilin, birkaç semtinde varlığını devam ettiren bir örgütlenme ağına sahipler. PKK’nın küçük çapta örgütlerle bir çatı oluşturması, örgütün çaresizliğini gözler önüne seriyor.

Ancak bir de işin diğer yönü var. 10 örgütün birden birleşmesi, bir araya gelen örgütlerin sayısının çokluğundan ve bu örgütlerin hepsinin Batı illerinde bir örgütlenme ağına sahip olmasından dolayı toplum üzerinde olumsuz bir psikolojik etki yaratabilir. Bununla beraber, terör örgütü Batı illerinde etkin olmadığı il ve ilçelerde, eylemlerini bu örgütlere ihale edebilir. “ Halkların Birleşik Devrim Hareketi “ adı altındaki bu birleşmeyi, bu iki açıdan değerlendirmekte fayda var.

Sonuç Yerine

Bütün etmenleri göz önünde bulunduracak olursak,

Türkiye’nin terörle mücadelesi defaatle dile getirdiğimiz gibi, Türkiye’nin sınırları içerisinde bir mücadele yöntemi olmaktan çıkmıştır.
Terörle mücadele Düşük Yoğunluklu Çatışma mahiyetinde olan, meskun mahalde ve kent merkezlerinde cereyan eden, Ortadoğu'daki bölgesel iç savaştan etkilenen bir boyut taşımaktadır.

Bu yönleri ile terörle mücadele bölgesel ve uluslar arası bir seviyede verilmelidir.

Bölücü örgütle mücadele, salt örgütsel bir seviye ile daraltılmamalı, örgütü “vekil” tayin eden devlet veya devletler teşhir edilmelidir.

Türkiye’ye yönelik saldırı merkezleri Irak’ın kuzeyi ve özellikle Suriye’nin kuzeyindeki merkezlerdir. Türkiye’deki politik iktidar Suriye devleti ile olan sorunundan ötürü, sınır ötesinden bilgi alamamaktadır. Sıkça dillendirilen “istihbarat zaafı” nın en büyük nedenlerinden biri de budur.

Irak ve Suriye’deki bölgesel değişim, terör örgütlerine olumlu etkide bulunurken, Türkiye’nin terörle mücadelesine ise bu devletlerle yaşanan sorundan ötürü olumsuz etkide bulunmaktadır.

Karşımızda muhatap alacağımız bir devletin olmaması, istihbaratta “filtre” sistemini yarı yarıya azaltmakta bu da “anlık istihbarat” sağlamamızı olumsuz yönde etkilemektedir.

Operasyonlar, “asayişçi mantıkla” yapıldığından ötürü kalıcı sonuç alınamamaktadır. Bu açıdan bölgede kahramanca çarpışan güvenlik personeli deyim yerinde ise “rahat” bırakılmalı ve asayişçi mantıktan çıkılarak, anti terörizm stratejisine uygun yöntemler geliştirilmelidir.

Örneğin birçok ilçede yapılan operasyonlarda, her ev için savcılıktan ayrı bir arama izni alınmaktadır. Bu durum güvenlik güçlerini zor durumda bıraktığı gibi, bölgede görev yapan personeli olumsuz etkilemekte, operasyonları yavaşlatmaktadır.

Sınırlarımızda güvenliği yeniden sağlamamızın şartlarından biri, karşımızda muhatap alacağımız bir devletin bulunmasıdır. İktidar ve RTE hırsından vazgeçmeli, Esad’ın iktidarda olduğunu ve önümüzdeki süreçte de olacağını, “devlet adamı olgunluğu” içerisinde kabul etmelidir. Yönetici sınıftan bunu beklemek zor ama biz olması gerekeni vurguluyoruz.

Aksi halde, politik iktidarın bu hırsı yüzünden istihbarat zaafımız devam edecektir. Bu ise yeni terör eylemlerini önlemekte bize engel olacak.

Terör örgütünün toplum üzerindeki olumsuzluk yaratan etkisini ortadan kaldırmak için, BÜTÜN SİYASİ PARTİLERDEN BAĞIMSIZ, KİŞİSEL VE SİYASİ KAYGILARDAN UZAK birlikteliler kurulmalı ve terör eylemlerine karşı, tabandan gelen toplumsal bir tepki örgütlenmelidir. Bu tepki örgütlenirken, nereden kontrol edildiği belirsiz gruplar, genel kitleden izole edilmelidir.

Terör eylemlerinde kriminal analizi değil, terör eylemlerinin uluslar arası ve ulusal boyutu incelenmeli. Bombanın tipi, çapı, yarattığı etki açıkçası Türk halkını çok da bağlamamaktadır. Temel konular içerisinde bu konular özellikle öne çıkarılarak, bilgi kirliliği ve bulanıklık yaratılmaktadır.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan sürekli “Meşru Müdafaa Hakkımızı” kullanmaktan bahsetmektedir. Meşru Müdafaa Hakkı, BM Güvenlik Yasasının 51.Maddesi gereği sınır ötesi operasyonu gerekli kılmaktadır.

Eğer sınır ötesi operasyon yapılacaksa konunun başında da belirttiğimiz gibi, tehdit algılaması doğru saptanmalı ve milli bir strateji ile hareket edilmelidir. Eğer sınır ötesi harekattan kasıt, Suriye devletine dönük bir operasyonu içeriyorsa; bu ancak bölücü örgütün elini güçlendiren bir hamle olacaktır. Ancak bölücü örgütün cephe gerisini yani Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki PKK/YPG kampları kast ediliyorsa, iç güvenlik koşulları hesap edilerek böyle bir askeri operasyona girişilmelidir. Bölücü örgütün cephe gerisi ortadan kaldırılmaya çalışılırken, kendi cephemizin gerisini de sağlama almalıyız.

Yok, eğer böyle bir girişim mantığı dışında “Meşru Mudafaa”dan bahsediliyorsa fakat böyle bir girişimde de bulunmayacaksak, bu kavramın içeriğini boşaltmanın da mantığı yok.
Daha kötüsü Yurt içinde bir meşru müdafaadan bahsediliyorsa, birinin yönetici sınıfa hatırlatması lazım: "Terör örgütüne karşı operasyon yapılır.Savunma yapılmaz" Bölücü örgütün etkisini kırmak ve ortadan kaldırmak için yapılan her operasyon, meşrudur. Bunun için ayrı bir “meşru müdafaa” beyanında bulunarak, Türk Devletinin seviyesini düşürmeye hakkınız yok.
Son olarak, NATO’dan bilgi, belge, istihbarat beklemek; düşmandan insaf beklemekten farksızdır. Kendi milli güç unsurlarımıza dayanarak, kendi öz gücümüzle terörle mücadele stratejimizi geliştirmek esastır. Evet, ABD Tayyip’ten vazgeçti. Bunu da kontrollü istikrarsızlığı örgütleyerek gerçekleştirmek istiyor. Bu süreçte “Tayyip ve AKP karşıtlığı” üzerinden, bölücü terör örgütünü ve onun yasal uzantısını meşru gören/gösteren sosyal demokrat , “ulusalcı”, sözde “Kemalist” grup ve çevrelere karşı uyanık olmalıyız.

Hala tarihten çıkarılacak çok ders var. Atatürk önderliğinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, savaştan yeni çıkmış, yorgun bir ordu ile 1925’teki İngiliz destekli Şeyh Sait Ayaklanması 137 günde bastırılmıştı. Çünkü o zaman Türkiye, “İstiklali Tam” bir doğrultuda devlet teşkilatını inşa ediyordu.

Bugün ise NATO’ya bağımlı olan yapı ile 1984’ten beri, yani 36 yıldır hala terörle mücadele etmekteyiz.
https://www.facebook.com/mithat.akar.180/?fref=ts
Mithat Akar – Gaziantep