1. yüz (Toplam 1 yüz)

HDP’YE YÖNELİK OPERASYONLARDAN KİMLER - NEDEN RAHATSIZ OLUR? / MİTHAT AKAR

İletiGönderilme zamanı: Pzr Kas 06, 2016 2:22
gönderen mithat akar 1923
Batı Merkezli Devletler HDP/PKK Lehine Türk Ulusuna Karşı “Haçlı İttifakı” Yapıyor

Resim

25 Ekim 2016 tarihinden bugüne üç ana merkezde şekillenen operasyonla Türkiye’nin “siyasi” gündemi belirleniyor.
Bunlardan ilki 25 Ekim’de Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na düzenlenen operasyon sonucu gözaltına alınan Gülten Kışanak’ın, 31 Ekim’de tutuklanması oldu.

Bu operasyonu 31 Ekim ve 1 Eylül’de Cumhuriyet Gazetesi’ne düzenlenen operasyonlar izledi.
Bu iki merkezde düzenlenen operasyondan sonra 4 Kasım 2016 Cuma günü HDP’li vekiller gözaltına alındı ve sorgularının ardından bir kısmı tutuklandı.
Peki, bu tutuklama ve operasyonlar neye göre yapılıyor? Hangi merkezler bu süreci yönetiyor, kimler durumdan rahatsız?

Bir olayı doğru analiz edebilmek için, o olaydan – eylemden kimin fayda sağladığını ve kimin zarar gördüğünü incelemek gerekir. Gözaltı ve tutuklamalardan sonra, gelen tepkileri incelediğimizde bu “fayda – zarar” dağılımını daha net görebiliriz. Bununla beraber Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’ın tam ortasında bulunan Türkiye’de gerçekleşen toplumsal, siyasal, askeri olayların sadece yurt içi dinamikleri ile değil; bölgesel, küresel, jeopolitik bütünlük içerisinde değerlendirilmesi ( özellikle terör söz konusu olduğunda ) yapılan analizin doğruluğu açısından önemlidir.

HDP’ye “Demokrasi “ Adına Destek Olmak

Anlamamakta ısrar edenler için, en başından yinelemekte fayda var. HDP ( ve öncelleri olan BDP, DTP, DEHAP, HADEP… ) bölücü terör örgütü PKK’nın legal uzantısıdır. Temel görevi, terör örgütünün kırsalda ve kent merkezlerinde gerçekleştirdiği terörist faaliyetleri meşru zemine oturtmaya çalışmak, terör örgütünün doğrudan nüfuz edemediği kurumlara “belediye başkanı”, “millet vekili” gibi “yasal” sıfatlarla dahil olmak, terör örgütünün dağdaki kadrolarının temel stratejisini parlamento zeminine siyasal açıdan taşımaktır.

Terör örgütü, doğrudan temas kuramadığı yabancı devletlerin kimi diplomat ve siyasetçileri ile “vekil “sıfatındaki şahıslar aracılığı ile doğrudan temas sağlayarak bir "siyasi kordon" oluşturmaktadır. Bu “siyasi kordon” sayesinde Türk Devletine karşı tarihsel düşmanlık besleyen devletlerle bölücü terör örgütü bir nevi “diplomatik ilişki” kurabiliyor.

Resim

Operasyonlardan rahatsız olan devletlerin örgütleri ve yabancı devletlerin parlamentolarına baktığımızda bunların kim olduğu rahatlıkla anlaşılabilecektir.

HDP’ye İlk Sahip Çıkan PYD/PKK’ya “Kara Gücüm” Diyen ABD Oldu

HDP’li vekillerin tutuklanmasına ilk tepki, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmaya dönük sürdürdüğü örtülü savaşta bölücü terör örgütü PYD/PKK’yı “temel müttefiki” ilan eden ABD’den geldi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, 5 Ekim 2016’da yapmış olduğu günlük basın toplantısında Türkiye'de son günlerde yaşanan gelişmelere ilişkin “kaygılarını” dile getirirken, ABD Başkanı Barack Obama ile birlikte Kuzey Carolina'da bulunan Beyaz Saray Sözcüsü John Earnest da “HDP'li milletvekilleri hakkında derin kaygı duyduğunu” dillendirdi. ABD’nin tepkileri bunlarla sınırlı kalmadı. Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği HDP'ye yönelik operasyonla ilgili Twitter adresinden "Türk hükümetinin HDP liderlerini ve diğer milletvekillerini tutuklayıp, internete erişimi engellemesi dost ve müttefik olarak bizi derinden rahatsız etti." şeklinde kurumsal merkezde bir açıklama yaptı.

Bölücü terör örgütü PKK’nın legal uzantısı HDP’ye yönelik operasyonlara yönelik tepki sadece “müttefikimiz” olan ABD’den gelmedi. Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz yapmış olduğu yazılı açıklamasında “HDP, TBMM’deki en büyük 3. gruptur. Selahttin Demirtaş’la birçok defa bir araya geldim. Barış sürecinden yanadır, şiddete karşıdır. Siyasi diyalog ve hukukun üstünlüğüne bağlıdır. Onunla Eylül ayındaki son görüşmemizde bir sonraki gözaltına alınacak kişinin kendisi olmasından korkuyordu” derken, açıklamasına Türkiye’ye dönük tehditle devam ediyor : “Türkiye, AB’ye aday bir ülkedir ve Gümrük Birliği’nin üyesidir. Hükümetin tutumu AB ile Türkiye arasında sürdürülebilir bir ilişkiyi ve Türkiye’nin demokratik değerlere ve Avrupa eğilimini şüpheli hale getirmektedir,”

Gümrük Birliği ekonomik – ticari koşulları bağlayan bir antlaşma olarak orta yerde dururken, “siyasal” ve hukuksal merkezde gelişen bir durumu gerekçe gösterip, ekonomiyi bağlayan bir ilişkiye gönderme yapmak, ayrıca altı çizilmesi gereken bir durumdur.
Bu tepkilerle beraber İsveç eski Başbakan ve Dışişleri Bakanlarından AB Dış İlişkiler Konseyi üyesi Carl Bildt ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland adına sözcüsü Daniel Höltgen de PKK’nın legal uzantısı HDP’ye destek olan odaklar oldu.

Batı merkezli küresel güçler ilk kez HDP/PKK lehine “diplomatik” atağa geçmiş değil. 2015 Temmuz ayında, bölücü terör örgütünün “ Kırsala dayalı meskun mahalde çatışma ve ayaklanma” ( hendek kalkışması ) stratejisine karşı, TSK ve emniyet teşkilatının operasyonları sürerken, ABD İkinci Başkanı Joe Biden 2015 Ekim ayında Türkiye’yi ziyaret etmişti. Biden bu ziyareti esnasında “Türk Devletinin yeniden barış ve uzlaşma yolunu tercih etmesi” gerektiğini salık vermiş, aynı günlerde ABD Adana Konsolosu HDP’li belediyeler tarafından Güneydoğu ve Doğu Anadolu illerimizde “ağırlanmıştı.”
Resim


ABD ve AB, HDP/PKK’ya Destek Olur da “Üretilmiş Muhalefet” Durur mu?

“Sistem” olarak adlandırılan dışa bağımlı siyasal/ekonomik yapı, iktidarlar aracığı ile egemen olduğu topraklarda varlığını sürdürürken, iktidara “muhalif” olan odaklarla da aynı “sistemi” i besler. Farklı bir ifadeyle iktidarlar “sistemi” yürütür, “muhalefet” de iktidarın elini güçlendirecek hamleler yaparak “sistem” i besler. Türkiye’deki üretilmiş muhalefet, bu duruma verilecek en güzel örnektir. İktidara göre kendisini konumlandıran muhalefet, siyasetini, iktidarın söylemlerinin tersi söylemler üretmek, iktidarın yaptıklarının tersini salık vermek olarak belirlemiştir. Batılı devletlerle iktidar kimi zaman ters düştüğünde, iktidarın karşısında konumlanan muhalefetin Batı’ya yedeklenmesi bu açıdan zor olmamaktadır. HDP/PKK’ya karşı yürütülen operasyonlar, bizim bu tanımımızı doğrulayan en somut olaydır. Muhalefet partisinin liderinin HDP’ye yönelik operasyonlara karşı yaptığı açıklama, ABD Büyükelçiliği’nin ve AB Temsilcilerinin yaptığı açıklamadan hiç de farklı değildi. “Seçimle gelen, seçimle gider” diyen siyasi partinin lideri, aynı gün Diyarbakır Bağlar’da yaşanan terör saldırısına ve orada şehit olan polis ve sivil vatandaşlara ise değinmedi.

Türkiye’ye Yönelik Sürekli Operasyon

Türkiye, özellikle temel mukavemet gücü olan TSK’ya karşı olmak üzere 2002’den bu yana sürekli bir örtülü – açık operasyonlar sürecinin içerisindedir. Operasyonları düzenleyen merkez hiç kuşkusuz başta ABD olmak üzere diğer Batı devletleridir.

Son dört yılda, ABD’nin iki aktörü olan IŞİD ve PKK eliyle gerçekleştirilen kent merkezlerinde patlatılan bombalar.
Temmuz 2015’ten sonra hendeklerle ve tuzaklanmış bombalarla örülü kentlerde başlatılmak istenen ve bu taktiğe bağlı olarak bölücü terör örgütünün meskun mahalde çatışmaya dönük ayaklanma planı. 15 Temmuz 2016’da, ABD’nin diğer müttefiki olan Cemaat örgütü aracılığıyla gerçekleştirmek istediği, işgal ve iç savaş planına dönük silahlı müdahale girişimi.

Ve bunların hemen arkasından başlatılan “Fırat Kalkanı” Harekatı… Ki bu operasyonun temel sonucu henüz belirsizliğini korumaktadır.
ABD ve Batı, Irak’ın kuzeyinde bir Barzani devleti ve Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen bir Kürt Koridorunu Türkiye’ye kabul ettirmek isterken, Musul’da ise “daha uygun koşullarda bir pazarlık” ortamı yaratmak istiyor.

Güvenlik Olmadan Demokrasi Olur mu?

Bir ülkede halkın iktidarı denetlediği ve halkın ihtiyaçlarına göre adım atan bir iktidarın olabilmesi için, o ülkede kimi temel kolonların yerine oturması gerekiyor. Bunlar:

- Milli Bağımsızlık.
- Milli Egemenlik
- Toprak bütünlüğü
- Yabancı devletlerin ekonomik, siyasi, askeri denetimi değil; o ülke ulusunun ve devletinin doğrudan denetiminde olan bir sosyal düzen.
- Milli Güvenliğin bizzat o ülkenin ordusu tarafından sağlanması
- Medya, eğitim, ulaşım, sağlık, milli savunma sanayi gibi bir ulusu ayakta tutan ve hatta o ulusun varlığını devam ettirmesini sağlayan kolonlardır.

Türkiye’de bu temel sacayakları sarsılırken, birilerinin çıkıp içeriden ve dışarıdan HDP/PKK lehine “seçimle gelen seçimle gider” şeklinde açıklama yapması; ancak Türk ulusun egemenliğini kundaklamaya dönük diplomatik ve siyasi saldırılar olarak değerlendirilebilir.
ABD ve AB devletleri, tarihsel hedefleri olan Sevr adına bölücü terör örgütüne sahip çıkarken; içerideki “üretilmiş muhalefet” ise bölücülere “demokrasi” adına sahip çıkarak, ABD ve AB’nin kucağına oturmaktadır.

Dün Oslo’da, Dolmabahçe’de bölücülerle “müzakere” halinde olanların işledikleri vebal ne kadar büyükse, bugün “demokrasi” adına bölücü terör örgütünün meclisteki uzantılarına sahip çıkılmasının vebali de o kadar büyüktür.

Evet, iktidar odakları 11 Kasım 1938’den bu yana Batı’nın denetiminde. Ancak aynı Batı, iktidara getirdiklerini indirmeye kalktığında, İktidardakiler kendi varlıklarını korumak için bir direnme çizgisi ortaya koyarlar. Bu durum ve çatışma Türk siyasi tarihinin onlarca yıllık gerçeğidir: İktidarlar bu yüzden, “masaya daha güçlü oturmak” ve kendi erklerini güçlendirmek için, Batı’nın öne sürdüğü kuvvetlere karşı direnir veya Batı’ya karşı önceden beri bir direnme çizgisi ortaya koyan kuvvetlere göre konumlanmak zorunda kalır. Türkiye’de geçen yıl terör örgütüne karşı şehir merkezlerinde başlatılan operasyonlarda da, 15 Temmuz işgal ve iç savaş girişiminde de yaşanan durum tam olarak budur. Her iki süreçte de ( bölücü terör örgütüne ve Cemaat örgütüne karşı ortaya koyulan tavır ) iktidar odağı Türk Ordusuna ve Türk milletine göre kendisini konumlandırmak zorunda kalmıştır.

Yani yaşanan son olaylarda, iktidar süreci biçimlendirmemiş, tam tersine politik iktidar sürece göre konumlanmıştır. Bu açıklamayı neden yapıyorum? Çünkü Türkiye’ye ve Türk ulusuna karşı düşmanca hedef belirleyen odaklara karşı olmamız, kimilerince “iktidar yandaşı “ olarak algılanmamıza neden oluyor da ondan. İktidara karşı olmanın, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik tehdit içeren bir projenin ya da örgütün desteklenmesi olarak algılanmaması gerektiği gibi, bu örgüt ya da planlara karşı olunması da iktidar yandaşlığı olarak okunmamalı.
Resim


Peki, olursa ne olur? Yukarıda bahsetmiş olduğum gibi “sistem” in besleyeni konumuna gelmiş oluruz. Türkiye’de yaşanan durum günümüzde tam olarak budur. “Sistem” in sunduğu “paket” seçeneklerin dışında farklı bir alternatif, bir çıkış yolu düşünmemizi istemeyen küresel güç odakları, ahtapotun kolları gibi, farklı kollardan oluşan ancak tek bir mekanizmaya bağlı olan sınırlar içerisinde düşünmemizi istiyorlar.

Ne Yapmalı?

Yukarıda sayılan “Milli Egemenlik”, “Milli Bağımsızlık”, “Toprak Bütünlüğü” gibi bizi var edecek olan koşulları, koşulsuz olarak savunmakla işe başlanmalı. Bunun yöntemi ise evimizden, mahallemizden, köyümüzden, ilçe ya da ilimizden başlayarak partiler üstü zeminde, “sistem” in dışında ve meşru, şeffaf bir şekilde bir araya gelmekle, yardımlaşma ve dayanışma “şura” ları oluşturmaktan geçiyor. Bu birbirinden bağımsız olarak oluşan “Şura” lar, Atatürk’ün deyişi ile “Elektrik şebekesi” gibi tek bir “ağ” şeklinde bir araya gelecektir. "Peki bu teşkilatın adı ne?" diyenlere... Anlattığım tam olarak Müdafaa-i Hukuk’tur.



Mithat Akar – Gaziantep / 06.11.2016

https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226