1. yüz (Toplam 1 yüz)

ABD, İRAN ÜZERİNDEN TÜRKİYE VE ASYA’YI HEDEF ALIRKEN NE YAPMALI? Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Sal Şub 07, 2017 16:09
gönderen mithat akar 1923
ABD’nin “Demokrasi” İhracı Ve Kanlı İç Savaşlar

ABD'nin yeni başkanı, daha doğrusu küresel güçlerin yeni kuklası, 6 Şubat'ta yapmış olduğu açıklamada İran'ı "Terörist Devlet" ilan etti. Biraz geriye dönüp ABD'nin "Terörist" ilan ettiği devletlerdeki ülkelerde neler yaşandığına bakalım:

Resim

Saddam Hüseyin'in elinde kimyasal silahlar olduğunu ve Saddam'ın halkına zulüm ettiğini gerekçe olarak gösteren ABD, Irak'a “demokrasi” götürmek bahanesiyle bu ülkeyi 2003'te işgal etti. Mevcut durumda Irak bir parçalanma süreci yaşıyor. Irak'ın kuzeyindeki Aşiret Devleti ise bir Kürdistan kurulabileceği hayalini güçlendiren pilot bölge konumunda buluyor. Medyaya yansıyan bilgiye göre, NATO, Irak’ın kuzeyindeki bu bölgede bir askeri üs kurma planı yapıyor.


Esad da "diktatördü" ve o da anti demokratik bir iktidar yöntemiyle halkına eziyet ediyordu. 2011'de Batılı devletlerin desteğiyle başlatılan iç çatışma, iç savaş haline dönüştü. 2011'den bu yana Suriye'ye 600 bin insan hayatını kaybetti. Bunların neredeyse yarısı Esad'a bağlı güçlerden oluşuyor. Mevcut durumda Suriye'nin kuzeyinde PYD/PKK'nın geniş bir alan hakimiyeti sağlaması için, ABD Özel Kuvvetleri tarafından desteklendiğini, NATO'ya bağlı ülkeler tarafından silahlandırıldığını görüyoruz.


ABD'nin ve diğer küresel şer odaklarının daha önce "Diktatör" ilan ettiği iktidarlar kanlı iç savaş uygulamaları ile "Arap Baharı" adı altında alaşağı edildi. Yine yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybetti. Libya, Mısır, Tunus bunlardan sadece bir kaçı…


Emperyalizm, ulusal kaynaklarına "yumuşak" yöntemlerle el koyamadığı ülkelere "müdahale" etmek için, kendince gerekçeler yaratır. O ülke halkı zalim bir diktatör tarafından yönetiliyor olabilir! Hedef alınan ülkenin ordusunun elinde, kimyasal silahlar veya atom bombası bulunuyor ve bu durum "küresel barış"ı tehdit ediyor da olabilir! Fakat bu gerekçeler, sadece küresel şirketlerin güvenliğini garanti altına almak, büyük tekellerin, tröstlerin, holdinglerin varlığını sürdürülebilir kılmak için uydurulan kılıftan başka bir şey değil.


Şimdiyse İran benzer gerekçelerle hedef alınıyor. İran daha önce de birçok kez ABD ve diğer Batılı ülkelerden tarafından hedef gösterildi. Ancak ABD bölgede tam olarak etkin olamadığı için, İran'a saldırmaya bir türlü cesaret edemedi. Diğer yandan bölgesel güç konumuna gelen Rusya'nın, İran'a verdiği destek, Batı'nın askeri bir harekat düzenlemesi önündeki bir diğer engel olmaktadır hala.

Resim

Peki, neden şimdi ABD bu histerik saldırganlığını, bu kadar açıktan dillendirmeye başladı? Bu nedeni, sadece iktidara yeni gelen bir iktidarın, politik yönelimini ortaya koymak için kullandığı bir argüman olarak nitelendirmek, fazla iyi niyetli bir yaklaşım olur. Burada, öncelikle ABD'nin Ortadoğu ve Asya'ya yönelik temel stratejisine bakmak lazım. Bu konuda kendi iddialarımızı öne sürmek yerine, ABD kaynaklarına bakmak, konuyu anlamamız açısından daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

ABD’nin Temel Hedefi: “DİYARBAKIR ‘DAN TEBRİZ’E UZANAN BİR KÜRDİSTAN”


"...Türkiye’nin doğusunda beşte birlik bir bölüm işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran, beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakkı ihlalidir. DİYARBAKIR ‘DAN TEBRİZ’E UZANAN BİR KÜRDİSTAN, BULGARİSTAN VE JAPONYA ARASINDA EN BATI YANLISI DEVLET OLACAKTIR.”


Bu cümleler, Amerikan Savunma Bakanlığı’nda İstihbarat Müdür Yardımcısı olan Albay Ralp Peters 'e ait. Bu fikirlerini söz konusu Albay, arkadaşları ile tavla oynarken de söylemiyor. 2006 Haziran ayında yayınlanan, “Armed Forces Journal”’da ( Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde “Blood Bordeers - How a Better Middle East Would Lok” ( Kan Sınırları - Daha İyi Bir Ortadoğu İçin ) adlı makalede yer alan ifadeler.

Yukarıda ifade edildiği gibi… ABD Irak, Suriye, İran ve Türkiye'den koparmak istediği parçalarla, "Bağımsız Birleşik Kürdistan" kurarak, Ortadoğu ve Türkiye üzerinden Asya'nın tamamını denetim altında almak istiyor.

Irak ve Suriye'de bir taraftan parçalanma süreci yaşanırken, ABD'nin Suriye'de istediğini tam olarak elde edememesi ise işin başka bir boyutu. Suriye, Irak gibi kısa bir zamanda düşmedi. Düşmediği gibi Türkiye'nin de dahil olduğu, Rusya ve İran; Suriye meselesini görüşmek için Asya'nın merkezinde, Astana'da, bir zirve gerçekleştirecek.
Resim

ABD'nin Kıyamet Senaryosu ve Karşısındaki Asya İttifakı

Küreselleşmeci ideologlardan Brezinski'nin ifade ettiği gibi: ABD için en büyük kabus, Ortadoğu ve Asya ülkelerinin bölgesel birlikteliğe gitmesi. Şimdi bu senaryo ABD'ye göre gerçek oluyor.

Irak'ta hali hazırda konuşlanan ve kendi denetiminde bir aşiret devleti kuran ABD, diğer yandan da Suriye'nin kuzeyinde ağır silahlarla destek verdiği PYD/PKK ile bir ittifak kurmuş durumda. Bölgede, NATO'ya dahil olmayan ve ABD'nin doğrudan nüfuz edemediği ülkelerden biri İran. İran'ın bölgesel işbirliği yaptığı ülke Rusya; Rusya'nın ittifak kurduğu devletlerden biri ise Çin...

Eğer tabloyu kafamızda oturtabilir ve dünya haritasını göz önüne getirirsek, ABD'nin İran üzerinden Asya'yı tehdit ettiğini rahatlıkla anlayabiliriz.

ABD, Irak'ta elde ettiği konum ve Suriye'de destek verdiği terör örgütlerini manivela olarak kullanıp, İran'a yönelik bir cephe oluşturma gayretinde. Bunun için ABD iki seçeneği masaya yatıracaktır. Bir, doğrudan askeri müdahale seçeneği… İki, İran'ın yumuşak karnı olarak görülen Tebriz'de bir karışıklık yaratma. Bilindiği gibi Tebriz bölgesi Türk nüfusun yoğun olarak bulunduğu, ancak aynı zamanda bölücü terör örgütünün İran'daki kolu PJAK'ın da kısmi olarak etkin olduğu bir bölge. Bu noktada ABD, Suriye ve Irak'taki ittifak gücünü kullanabileceği gibi, Türkiye'de de kendisine bağlı dinamikleri devreye sokabilir.


Burada en uyanık olması gereken kuvvet, Türkiye ve Tebriz'deki Türkler olarak biz olmalıyız. ABD, bir taraftan İran'a karşı Tebriz'deki soydaşlarımıza destek verdiği gibi bir algı yaratırken, diğer taraftan PJAK'ı da, PYD/PKK üzerinden etkin güç olarak kullanabilir. Bu durum, bölgede bir çatışma iklimi oluşturur. Bölgedeki bu çatışma zemini üzerinden, Tahran'ı etkisizleştirme planı yapan ABD, İran'daki bu gerilim üzerinden, Türkiye'ye dönük yeni müdahale yöntemlerini mutlaka düşünecektir.


Çok mu komplocu bir yaklaşım oldu? Bu yaklaşıma "komplo" diyenlerin, hala yaşanmakta olan Suriye iç savaşının, Türkiye'ye yansıyan sonuçlarına bakmalarını isterim. IŞİD, PYD, El Nusra tipi örgütler Türkiye'ye Mars'tan gelmedi, değil mi?


Ancak İran'a müdahale etmek, Suriye ve Irak'a müdahale etmek kadar kolay olmaz. Bu düşünceyi, sadece İran'ın gelişkin teknolojik olanaklara sahip olan ordu yapısına bağlamıyorum. Bir ülke savunmasında silah ve donatımın mutlaka etkisi var. Ama bu etkiden daha büyük olan gerçek, İran'ın bölgedeki devlet geleneğidir. Irak ve Suriye'ye göre tarihsel derinliği daha fazla ve çok daha köklü olan bir devlet teşkilatına sahip olan İran'ın konumlanması, elbette ki hesaba katılması gereken temel bir olgu. Bununla beraber İran’ın bölgede elde ettiği konum ve ilişki kurduğu ülkeler, bir başka temel gerçek.


Türkiye Ne yapmalı?

Resim

"Bu kadar komplo teorisi ürettiğin tamam da, biz ne yapacağız, onu söyle?" diyen arkadaşlara, yakın tarihimizi örnek almamız gerektiğini belirteceğim.


Devletlerin milli menfaatleri doğrultusunda belirledikleri stratejiler, dış ve iç politikaya, diplomasiye, diğer devletlerle kurulan ilişkilere mutlaka yansır. Farklı bir ifadeyle, bir devletin dış politikasına yön veren, o devletin ürettiği stratejiye göre şekillenir. İttifaklar, müttefik ilişkileri de bu stratejiye göre belirlenir.


Eğer, bir devlete milli fayda sağlayan etmen, diğer devlete de aynı ya da yakın oranda milli fayda sağlıyorsa; bu iki devlet ittifak kurar. İttifak kurulan devletlerin birinin uğrayacağı zarar veya yaşadığı milli bir sorun, diğer devletin de aynı ölçekte soruna yaşamasına neden olacağından, ORTAK SORUNA ORTAK ÇÖZÜM ÜRETMEK esassına dayalı bir dış politika geliştirilir. Bu açıdan müttefik ilişkiler veya ittifak ilişkileri; devletlerin ( veya ulusların ) birbirini sevip sevmemesi gibi ergence bir anlayışla değil; somut, nesnel, objektif bir durumun, milli çıkarlara uygun, doğal sonucu olarak gelişir.

Konuyu, somut bir örnekle kapatalım:


Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde ve sonrasında ilan edilen Cumhuriyet döneminde Atatürk tam da bu mantıkla hareket etmişti. Bu yüzden yaşadığı dönem boyunca hiçbir Batılı devletle ittifak kurmadı.

O dönem düşman Batı’ydı ve Batı’nın hedef aldığı ülkelerle Ankara merkezli anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar sonucu ortaya çıkan, 8 Temmuz 1937’de İran, Irak ve Afganistan’la imzalanan Sadabat Paktı’nın temel gerekçesini okuyalım:

Kürt İsyanlarına Karşı Ortak Tavır: Pakta üye devletlerin tümünün İran'la sınır sorunu bulunmaktaydı. Ayrıca bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran üçgeninde Kürt aşiretleri sınır tanımayan isyanlar yapmaktaydı. Bu durum, paktın imzalanmasının en önemli nedenidir.

Milli Bağımsızlığa Saygı: Taraflar; antlaşmada genel olarak birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir. Ancak paktın temel nedeni olan Kürt aşiretleri sorunu, 7. maddenin şu ifadelerinde saklıdır: Bağıtlı taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir.

Nasıl? Sadabat’ta tanımlanan sorunlar yakın zamandaki bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

Yani, içinde bulunduğumuz soruna karşı, çok uzaklara değil, yakın tarihimize ve Atatürk’ün milli dış politikasına bakmak ve onu anlamak bize çok fayda sağlar. Öyle, kibirli aydın tavrıyla “Stratejik Derinliklere” dalarsak, daldığımız yerden çıkamayız. Bilmem anlatabildim mi?

Mithat Akar / Gaziantep

https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226