1. yüz (Toplam 1 yüz)

TSK’YA YÖNELİK EL – BAB SALDIRISI VE TÜRKİYE, RUSYA, AMERİKA İLİŞKİLERİ / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 10, 2017 13:26
gönderen mithat akar 1923
Dış Politikada Belirsizlik Eski "Dostlara" da, Yeni "Müttefiklere" de Güven Vermez

Türk Ordusuna yönelik son dönemde özellikle El - Bab'da yapılan saldırılar artı. Önce 24 Kasım 2016'da, 3 şehit verdiğimiz onlarca askerimizin gazi olmasına neden olan saldırı, son olarak 8 Şubat 2017'de 5 askerimizin şehit olmasına neden olan saldırı.

Resim

Tabi bu iki saldırı dışında TSK'ya yönelik birçok saldırı gerçekleşti. Ancak Kasım 2016 ve Şubat 2017'de gerçekleşen saldırlar, daha merkezi nitelikte ve devletler düzeyinde olduğu için, yani askeri niteliği belirgin olduğu için, diğer gayrı nizami saldırılardan ayrılıyor.

Suriye'ye dönük operasyon başladığında, temel kaygılarımızı iletmekle birlikte, şu temel gerçeğin altını ısrarla çizdik:

"Doğru politik hedeflerle belirlenmeyen bir askeri harekat, ordumuza zarar verir. " Peki, doğru politik hedef ( veya doğru strateji ) nedir? Milli menfaatlerimize uygun olan bir yöntem ve askeri - politik ilişki ortaya koymak… Sıcak savaşın içerisinde olan bir orduyu yönlendiren iktidar odağı, doğru politik hedefleri ortaya koyamadığı gibi, daha kötüsü dış politikada bir kararsızlık ortaya koyuyorsa, bu durumdan ilk etkilenecek olan sıcak savaş halindeki ordu olur.

Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri, özellikle Ağustos 2016'dan itibaren Suriye'de İran ve Rusya ile mutabakat halinde bir yol izlemeye çalışıyor. Astana'da belirlenen toplantı kararı, en başta ABD'yi rahatsız etmiş, ABD bu rahatsızlığını Türkiye'ye dönük örtülü operasyonlarla ortaya koymuştu.

Bir NATO ülkesi olarak, NATO dışında yer alan hatta NATO'nun askeri hedeflerine karşı olan devletlerle işbirliği yapmamız ABD'yi rahatsız ettiği kadar endişeye de sevk etmiştir.

Ancak, bölgesel işbirliği gibi doğru bir dış politika geliştirirken, art arda Theresa May ve Merkel'den sonra İngiltere Genel Kurmay Başkanın Ankara'da olması; CİA başkanı Pompeo'nin Türkiye'deki temasları, bölgesel işbirliğine dayanan dış ilişkileri belirsizleştiren adımlar olarak yorumlandı.

Bir ülke, kendi milli stratejisi yerine, dış dinamiklerin şekillendirdiği ölçüde, koşulların dayatması sonucu bir diplomasi yürütüyorsa, kendisine düşman olan ülkeye olduğu gibi zorunlu olarak ittifak kurduğu ülkelere de "fayda sağlayacakları" koz vermiş olur.

PKK/PYD'yi zaten ittifak gücü olarak gören ABD'den sonra; Rusya'nın da PYD'yi terör örgütü olarak görmediğini ifade eden açıklaması, yukarıdaki anlatımı somutlayan net bir örnektir.

Bu konuyla ilgili 6 Aralık 2015'te yazmış olduğun "NATO ve AKP 'Milliyetçiliği' " başlıklı makalemde şu değerlendirmeyi yapmıştım:

"Bir devlete karşı mücadele ederken, bunu bir ülkenin kendi milli güç unsurlarına dayanarak yapması esastır. Fakat bu güç, kendi planları-stratejisi ve milli menfaatleri doğrultusunda olunca anlam kazanır. Başka bir devletin stratejisi ve çıkarları doğrultusunda hareket eden devletler ve iktidarlar ise kendilerini ateşe sürmüş olurlar. Politik iktidarın son dönemde Rusya'ya karşı tavır koyması da "Rus yayılmacılığına" karşı olduğundan değil; ABD ve Batı planları doğrultusunda Suriye rejimini ortadan kaldırmak, Suriye’nin kantonlara ayrılarak bölünmesini sağlamak içindir. Başkasının adına savaşırsanız, adına savaştığınız devletle karşınıza aldığınız devlet bir gün anlaşır. Fakat sizin düşmanlığınız hali hazırda devam eder."

nato-ve-akp-milliyetciligi-t40822.html

İçinde bulunduğumuz durum tam olarak budur. Devletlerin temel kolonları olur ve bu temel kolonlar üzerine diş politikalarını, askeri - güvenlik politikalarını, ekonomik kararlarını belirlerler. 2 yıl içerisinde, birbirini tamamen reddeden bir dış politika geliştiren iktidarlar, yeni "müttefiklerine" de, eski "dostlarına" da güven vermezler.

Ne yapmalıyız?

İçinde bulunduğumuz 3. Dünya Savaşı'nın ikinci evresine kendi namımıza hazır olmalıyız.


Mithat Akar / Gaziantep
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226