1. yüz (Toplam 1 yüz)

ATATÜRKSÜZ SAVUNULAN “KEMALİZM” VE BATI HAYRANLIĞI / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Cmt Eki 28, 2017 23:44
gönderen mithat akar 1923
Türk Kurtuluş Savaşı Kimlere Karşı Verilmiştir ve Türk İnkılâbı “Batılı” mıydı?

Batı'nın gözlüklerini takıp Türk tarihine "dışarıdan" bakanlar, kendi Batı hayranlıklarını "meşru" ve "mazur" gösterebilmek için, Atatürk'ü ve Türk Devrimini "Batılı" bir model olarak değerlendirirler.
Resim

Oysa Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı ve bu savaş sonucu kurulan Milli / Üniter devlet, Batı merkezli devletlere karşı sadece askeri anlamda değil; politik, kültürel, tarihi temelleriyle de bir mücadele yürütmüştür. Burada yeri gelmişken belirtelim. "Batı" kavramını, sadece coğrafi bir terim olarak değil, siyasal, ekonomik, kültürel, hukuksal temellere dayanan bir kavram olarak gördüğümüzü belirtelim.

Milli Mücadele ve Milli Mücadele sonucu kurulan Cunhuriyet'in köklerini, Batıcı bir eksende değerlendirenler ve Türk tarihini 1919'dan başlatanlar; tarihsel anlamda bir miyopluk içerisinde olur ve dönemi doğru analiz edemezler. Oysa Milli Mücadelenin ve Türk Devriminin tarihsel kökleri birkaç on yılla sınırlı değildir. 1838 Balta Limanı Antlaşması'ndan sonra ekonomik anlamda, 1839 Tanzimat döneminden sonra "modernleşme" adı altında siyasal - hukuksal anlamda Batı'ya bağımlı olmaya başladığımız sürecin doğal sonucu, sömürge savaşlarında kendisini Mondros ve Sevr Antlaşmalarıyla ortaya koydu.. Kapitülasyonlar, Duyunu Umumiye gibi iktisadi – siyasi bağımlılığı ifade eden kurumlar, klasik anlamda bizi sömürge konumuna itmediyse de, topraklarımızda yarı – sömürge bir yapı oluşturmuştur. Yani askeri işgalden önce BATI’ya bağımlı olduğumuz uzun bir süreç vardır. Şimdi bu tarihsel gerçeklik orta yerde dururken, Atatürk'ü BATI'yı model alan bir lider; Türk Devrimini de yönünü BATI'ya çevirmiş bir süreç olarak okumak, yalnız tarihe değil, günümüze de gözlerini kapatmak değil de nedir? Acaba Türk ulusu, milli mücadeleyi Batılı İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı değil de; bilmediğimiz başka kıta devletlerine karşı mı verdi?

Şimdi denilecektir ki, "Biz askeri anlamda Batı'ya karşı savaştığımızı inkâr etmiyoruz. Ama Cumhuriyet siyasi- toplumsal model anlamında yönünü Batı'ya dönmüştür. Atatürk en çok J.J.Rousseau'dan etkilenmiş, milliyetçilik akımı da dünyada olduğu gibi bizde de Fransız Devrimi ile bir fikir hareketi haline gelmiştir. Bizdeki milliyetçilik akımı da siyasi köklerini Fransız Devrimi'ne dayandırır."

Birincisi, evet, Atatürk J.J.Rousseau'dan politik yöntem, analiz, düşünsel yapı gibi konularda etkilenmiş ancak Rousseau'nun modelini bir şablon olarak alıp pratik mücadeleye ve devlet teşkilatlanmasına kopya etmemiştir. Yani Anadolu İhtilali’nin strateji ve programını, Anadolu'nun nesnel ve öznel koşullarına göre değerlendirmiş, yol haritasını bu gerçekliğe göre çizmiştir.

İkincisi, Fransız Devrimi ile başlayan "milliyetçilik", Fransa'daki iç çelişkilerin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Monarşiye karşı verilen mücadelede, burjuvazinin kendi iktisadi egemenlik alanının belirleyen sınırlara "vatan"; Monarşinin egemenliğine karşı bir araya gelen ve siyasi bir birlik oluşturan "Yurttaşların toplamına" ULUS adı verilmiştir. Yani ortada, burjuvazinin siyasi - iktisadi egemenliğini ifade eden, kapitalizmin üst yapısına dönük bir "milliyetçilik" kavramı vardır. Fransız milliyetçiliği, önce siyasi bir örgüt olan devleti, buna bağlı olarak da millet kavramını oluşturmuştur. Ancak Atatürk'ün savunduğu Türk milliyetçiliği, Fransız milliyetçiliğinden temel hatlarıyla ayrılır. Şimdi isterseniz bu ayrılık noktalarını ana hatlarıyla inceleyelim.

Bir: Fransız Devrimi, Fransa’daki iç çelişkilerin bir sonucu olarak, feodalizmin ( derebeylik rejiminin ) ortadan kaldırılması; siyasal anlamda burjuvazinin ( tüccar sınıfının ) egemenliğini kurmaya dönük bir program izlemiştir.

Türk Devrimi ise, uluslararası bir çelişki olan Batı'lı emperyalist merkezlerle, yarı - sömürge olan Türk ulusunun çelişkisinden ortaya çıkan bir nesnelliği barındırır. Fransız Devrimi "Eşitlik - Özgürlük - Adalet" gibi istemleri öne sürerken; Türk İnkılâbı "Tam İstiklal" ve milli egemenlik istemini içerir. İlki, coğrafi anlamda kendi sınırları içerisindeki bir durumu barındırır, ancak Batı dünyası için temel politik hatları ortaya koyar. Türk Devrimi ise uluslararası bir sürece ( Paylaşım Savaşı sürecine ) karşıt temelde gelişmiş, kendine özgü, ancak Şark milletlerine yol – yöntem gösterecek bir içeriğe sahiptir.

İki - Fransız Devrimi, önce devlet teşkilatı, sonra "ulus" olma sürecini kapsar. Türk Devrimi, zaten köklü bir tarihsel - kültürel - dilsel geçmişi olan Türk milletinin, yeniden egemen ulus olmasına dönük bir programı içerir. Yani Fransızlar devlet olduktan sonra siyasal anlamda bir ulus oldukları gerçekliğini öne sürerler. Ancak, Türkler zaten bir milletti, var olan millet kendi devlet teşkilatını kurmuştur.

Üç - Fransız Devriminin doğal süreci, Fransız devlet yapısının sömürgeci bir egemenlik kurma anlayışını ortaya çıkarmış; Türk Devrimi ise başlangıcı itibariyle anti sömürgeci - antiemperyalist bir öze sahip olmuştur.

Türk Devrimi "Doğu"ludur

Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın “Doğu”lu karakterini vurgularken bakın ne diyor:
"Türkiye'nin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa sürer, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, büyük ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün Şark'ın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir." (1922) (Atatürk’ün S.D.2.Cilt, s. 40)

Cumhuriyet Döneminde Batı’ya Karşı Diplomatik – Askeri ve Ekonomik Önlemler

Milli Kurtuluş Savaşı sürecinde, Batı emperyalizmine karşı verilen askeri - fiili mücadele, Lozan’la birlikte diplomatik bir mücadeleyle devam etti. Askeri mücadelenin tamamlayıcısı niteliğinde olan diplomatik mücadele de Batılı devletlere karşı verilmiştir.
Resim

Atatürk’ün kurduğu askeri ittifaklara ve paktlara baktığımızda da Türk Devriminin “Doğu”ya ve Asya’ya bakan yüzünü görürüz.

Örneğin Sadabat Paktı’nda yer alan ülkeler arasında, bırakın Batılı bir ülkenin pakt içerisinde yer almasını, mevcut pakt bizzat Batı’ya karşı kurulmuştur. Batıcı zihniyetin Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran'da Sadabat Sarayı'nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktında, gördüğü bir Batılı devlet var da bizim mi bilgimiz yok acaba! Devam edelim... Atatürk, Milli Kurtuluş Savaşı sürecinde Sovyetlerle geliştirdiği ilişkiyi, Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam ettirmiş, devletçi – planlı – kamucu ekonomik modelin, ağır sanayiye dayanan temelini, Sovyetlerle karşılıklı işbirliği içerisinde oluşturmuştur. Yeri gelmişken belirtelim. Batı merkezli devrimler, burjuva bir karakter taşıdığı için liberalizmi esas alırken, Atatürk devletçi – halkçı bir ekonomik sistemi uygun görmüştür. Batı merkezli liberalizme yönelik Atatürk’ün düşünceleri nelermiş, birlikte inceleyelim.

“ Bizim takip ettiğimiz yol, liberalizmden başka bir sistemdir. Yalnız serbest rekabetle bir ülkede ekonomik düzen kurulması; ya da kurulabileceğini sananlar kendilerini bir serap karşısında aldatılmaya koyu verenlerdir.” ( Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kitabı )

Peki, Atatürk “liberalizmden başka bir yol” seçerken, bunun tam zıddı olan “sosyalist ekonomiye” mi yönelmiştir? Bu soruya da yine Atatürk yanıt versin:

“Türkiye'nin uyguladığı devletçilik sistemi 19. yüzyıldan beri sosyalist teorisyenlerin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur; kişilerin özel teşebbüslerini ve kişisel faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir ulusun ve geniş bir ülkenin bütün ihtiyaçlarını ve (bu uğurda) pek bir şey yapılmadığını göz önünde tutarak, ülke ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur.” (Sümerbank dergisi, 3. Cilt, Sayı 29, 1963, Uluğ İldemir )
Resim

Atatürk üst yapı kurumlarında da Batılı olmaktan başka bir yol izlemiştir. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi “Türkleşmeye” dönük kurumsal yapıların oluşturulması, Güneş Dil Teorisi üzerine yaptığı çalışmalar, Batılı olmaktan başka bir yol ve yöntem izlendiğini ortaya koymaktadır.
Peki, bu Batı neresidir? Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, Batı, Avrupa’dır. Atatürk bakınız Avrupa ile bizim milli çıkarlarımızı karşılaştırırken nasıl bir tespit yapmaktadır.

"... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya'da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir."
6 Mart 1922 Tarihli Meclis Konuşması, İş bankası kültür yayınları: TBMM Gizli celse zabıtları cilt-3
Batıcı Aydın ve Komprador Kültür

Anadolu Harekatı ( yani Müdafaa-i Hukuk ) emperyalizme karşı, tam bağımsızlık ve milli egemenlik için verilmiştir. Eğer Emperyalizmi, Batı’dan ayrı olarak gören bir anlayış varsa ortada bilemem. Ancak yaşadığımız gerçek tam olarak şudur: Türkiye’de “Kemalizm” adına, Atatürk’ün savunduğu Türk milliyetçiliği ilkesi, kurucu ilke olarak kimi çevreler tarafından kabul görmemektedir. Kimileri bu durumu günümüzdeki “siyasal milliyetçiliğe” bağlamaktadır ancak bu, Türk milliyetçiliğinin reddi anlamında geçerli bir neden olarak kabul edilemez. Atatürk’ün öğretisinin, “Kemalizm” adına, “modernleşme” adına “Batılı” ya da “Batıcı” ilan edilmesi, bilmem farkında mısınız ama kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlayan politik İslam’ın elini güçlendiren bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bunu kim mi söylüyor? Hemen aktarayım:

“Tanzimat’tan başlayarak, Osmanlı mülkünde misyonerlerin faaliyeti, inanılmaz derecede artmış. Hele yabancı dil eğitimi yapan okulların sayısı, akla ziyan. Bir yandan gayrı Müslim mümessiller aranıp bulunuyor, bir yandan da bu mümessillerin çalıştıracağı BATI MODELİ aydınlar yetiştiriyor. Türklerin çağdaşlaşmak ihtiyacı, işte o tarihlerde BATILILAŞMAK rayına kaydırılmış, bundan da öz kültürüne burun kıvıran, üç aşağı beş yukarı çıkarlarıyla da BATILILAŞMAYA BAĞIMLI BİR AYDIN TİPİ TÜREMİŞTİR. Benim komprador aydın dediğim, işte bunlar, bunların günümüzdeki türevleridir.”
“Bu komprador ilericiliği, ülkemizde tepkisel olarak bir gericiliğe neden olmaktadır.”
Attila İlhan, “Aydın Havası” makalesi, 19 Eylül 1982, Aydınlar Savaşı kitabı sayfa 49.
Attila İlhan, 1938'den sonraki döneme "Yeni Tanzimatçılık" derken ne kadar da haklıymş. Bir kez daha hatırlamış olduk.

Kimsenin kendisine “Kemalist’im” demesine, elbette kimse karışamaz. Ancak, bilahare Kemalizm’i Atatürk’ün savunduğu öğreti ile savunmayı deneyin. Atatürk’ten ayrı bir Kemalizm tanımı yapmaya kalkanlar, Ancak “aydın” havası oynarlar.

Mithat Akar
29 Ekim 2017
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226