1. yüz (Toplam 1 yüz)

Günümüzdeki Muhalefet ve Atatürk'e Göre "İsyan" Etmenin Meşruluğu / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ara 06, 2017 19:33
gönderen mithat akar 1923
Muhalif Olmak ve Milli Bağımsızlık

Elimizden geldiğince yazmaya, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz. Muhalif olmak; bir tutuma, bir görüşe, bir eyleme karşı olmak; bu karşı olmaya uygun olarak tavır belirlemektir. Yerinde ve olgun bir karşı çıkışla ortaya koyulan muhalefet, evet gereklidir. Ancak alternatif geliştirmekten, yani karşı çıkılan eyleme, tavra, görüşe yönelik eylem ortaya koyulurken daha iyi bir seçenek üretmekten yoksun bir muhalefet, yetersiz; yetersiz olmasının yanında güven verici olmaktan uzak bir etkiye yol açar. Muhalefet ederken, bu durumdan daha tehlikeli olan bir eylem biçimi daha var. O da bizim gibi Batı emperyalizmine bağımlı olan ülkelerde, milli bağımsızlık isteminden yoksun, bu temel sorunu perdeleyerek bir muhalefet, karşı çıkış ortaya koymaktır.

Daha açık anlatalım. Türkiye’nin gelişme seviyesinde olan İran, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Azerbaycan gibi orta ölçekte gelişmiş olan ülkelerde, milli bağımsızlık, milli egemenlik, toprak bütünlüğü, ulusal kaynakların ( doğal kaynaklar, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, enerji kaynakları ) yine o ulusun çıkarları için denetlenmesi gibi öncelikli etmenler, temel sorunları ya da temel konuları oluşturur. Demokrasi, eşitlik, gelir dağılımındaki dengesizlik ise temel sorunlara bağlı olarak çözülecek olan sorunlardır. Peki, neden ilki temel sorun oluyor da, ikincisi tali sorun oluyor? Nedeni basit. Bağımsızlığını kazanamamış bir ülkede, demokrasiden de, halk iktidarından da bahsedilemez. Ulusal kaynakları yabancılar tarafından denetlenen, milli zenginliklerini kendi denetimi doğrultusunda kullanamayan bir ülkede gelir dağılımda bir eşitlikten bahsedilemez. İlkinde ( demokrasi sorununda ) siyasi bağımsızlıktan söz ederken, ikincisinde ( ulusal kaynakların kullanımı konusunda ) iktisadi bağımsızlıktan söz etmekteyiz. Eğer temel sorunu merkeze almaz, temel sorunu atlayarak tali sorunları ön plana çıkarırsanız soruna yanlış tanı koyduğunuz için, yanlış çözüm yöntemlerine yönelmekten sizi kimse kurtaramaz. Peki, “Ne var ki bunda?” diyebilirsiniz. O zaman geçtiğimiz yıllarda “demokrasi”, “insan hakları”, “eşitlik” gibi “genel, kabul edilebilir” gerekçelerle Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine yönelik gerçekleştirilen müdahalelere bakın derim. Batı, bu bölge ülkelerine yönelik sosyal medya, medya gibi görsel ve işitsel yayın organlarını devreye sokarak içerideki kuvvetlerini ( Sivil Toplum Örgütü ya da NGO ) harekete geçirmiş, bunun üzerinden bir iç çatışma ortamı oluşturarak dış müdahaleye zemin hazırlamıştır. Mısır, Libya, Tunus gibi ülkelerde gerçekleşen iç savaş ve işgal harekatları ve hali hazırda yaşadığımız Suriye iç savaşı yukarıdaki anlatıma verilecek en yakın örnekler. Irak da benzer gerekçelerle işgal edilmişti. İran ve Kore benzer gerekçelerle hedef tahtasında. Türkiye 2014 – 2016 yılları arasında bölücü terör örgütüne yönelik iç güvenlik harekatı başlatınca da, Batı yine aynı söylemlerle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef göstererek saldırıya geçti. İleri sürülen söylem, Türk Ordusu’nun sivilleri katlettiğine dair yapılan iftira ve propaganda üzerinden gerçekleştiriliyordu. Batı için bölücü terör örgütünün eylemleri “sivil direniş” olarak yansıtılıyor çünkü. Oysa gerçekleşen, Türk topraklarının bütünlüğünü hedef alan bir kalkışmaydı. Saydığımız ülkelerin,petrol kaynakları üzerinde olduğu, yer altı ve yer üstü zenginkilerinin büyük çoğunluğunu içlerinde barındırdığını, jeopolitik önemlerinin "hayati" olduğunu da buraya not düşelim.
Resim

Küresel güç odaklarının dayatmalarını ve dışarıdan belirlenerek kendilerine sunulan programları kabul etmeyen hemen bütün ülkeler, aynı gerekçelerle, dışarıdan kontrol edilen ve planlanan sözde “sivil” kalkışmalarla karşı karşıya kaldı / kalıyor. Batı’nın örgütlediği “sivil” muhalefeti zor yoluyla bastırma yöntemi izleyen devletler kimi zaman “uluslararası kamuoyunun” gündeme getirmesi ile “yaptırıma” uğrarken, kimi zaman dış müdahale, kimi zaman da “sivil” muhalefetin silahlandırılması ile “hizaya çekilmeye” çalışılıyor. Suriye’de yaşanan iç savaş ya da vekalet savaşları son duruma verilecek en yakın örnektir.

Bu durumda, yukarıda ifade ettiğimiz temel sorunları ve hedefleri – bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü – öne almayan, ancak Batılı devletlerle aynı söylem üzerinden muhalefet ortaya koyan odaklar, niyetleri ve çıkış noktaları ne olursa olsun; dış müdahaleye ortak olan bir eylemli tavır ortaya koymuş olurlar. Daha farklı bir ifadeyle, küresel güç merkezlerinin çizdiği sınırlarda, belirlediği program doğrultusunda bir muhalefet etme durumu ortaya çıkmış olur. Buna “denetimli muhalefet ”ya da “üretilmiş muhalefet” de deniyor. Batı, denetimli muhalefet odaklarını ya dışarıdan bizzat kendisi oluşturur ya da var olan kuvvetleri yönlendirerek, yöneticilerini satın alarak kendisine bağlar. İktidara gelen siyasi güç, Batı desteği ve etkisi ile iktidara gelmiş olsa bile, aynı Batı, tabandan gelecek olası bir toplumsal hareketi göz önünde bulundurarak kendisine bağımlı iktidara karşı, yine kendisine bağımlı muhalefet örgütleri oluşturur. Gençlik örgütleri, çevreci örgütler, kadın örgütleri, kimi sendikalar, siyasi partiler… Halkın genel talep ve beklentilerine uygun, halkın istemlerini göz önünde bulunduran bu muhalif yapılar, halkın memnun olmadığı iktidara karşı “umut” olarak sahaya sürülür. “Yukarıdan aşağıya”, “dikey” yapıda örgütlenen bu yapıların temel görevi, “tabanı” yani halkı, Batı’nın istekleri ve hedefleri doğrultusunda yönlendirmek ve sürekli denetim altında tutmaktır. Bu durumu, işçilerin sendika kurmasına engel olmak için, kendisi işçi sendikası kuran patronun durumuna benzetebiliriz.

Son Söz Olarak: Ne Yapmalı?

O zaman şu soruyla karşı karşıya kalabiliriz: “Hiç mi muhalif olmayalım, demokrasi, eşitlik, temel hak ve özgürlükler üzerinden hiç mi talep öne sürmeyelim?” Bu temel istemler elbette ki önemli. Ancak, bu konuda nasıl bir yol haritası izlememiz gerektiği konusunda, milli güçlerin de bir yol haritası ve yöntemi olmalı ki bizi küresel merkezlere bağımlı odaklardan ayıran çizgiler belirgin olsun.

- Bir ülkenin toplumsal sisteminde gerçekleştirilecek olan “yapısal dönüşüm”, yine o ülkenin iç dinamiklerine bağlı olarak gerçekleştirilmeli. “Muhalefet etmek” yerine, yapısal dönüşüm ifadesini kullanıyorum. Çünkü muhalefet, sadece bir karşı çıkma üzerinden, düzeltmede bulunma talebidir. Daha farklı bir ifadeyle yapısal olan bir soruna geçici bir çözüm üretme yöntemidir. Ancak duruma, muhalefet etmek anlayışıyla yaklaşsak bile, yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu karşı çıkma, itiraz etme eylemi, iç dinamiklere bağlı olarak ortaya çıkmalıdır. Peki, iç dinamiklere bağlı olarak bir hareketi örgütlemek nedir?
En başta halkın öz gücüne dayanarak bir istemi dile getirmek ve gerçek bir eksikliği, zorunlu ve yakıcı bir sorunu öne çıkarmaktır. Başka bir deyişle, başkaları istediği için değil, biz istediğimiz için bir eyleme, duruma, yönelime, uygulamaya karşı çıkmaktır.

- Bizim öne sürdüğümüz istemle ( taleple ), küresel odakların söylemleri arasında temel farklılıklar olmalı. Örneğin son dönemde ülkemizde de öne çıkan “diktatörlüğe karşı”, “demokrasi”, “adalet” gibi vurguların öne çıkması ile Batı basınının aynı söylemi öne çıkarması, sınırları belirsizleştirmekte, “Demokrasi”, “Adalet” gibi genel – kabul edilebilir istemlerle, aynı söylemler üzerinden, Türkiye’ye dönük psikolojik savaşa yürüten Batı’nın söylemleri iç içe geçmektedir. Bu noktada “karşı çıkma, itiraz etme” eyleminin Batı merkezlerine karşı sınır çizgileri belirgin, Batı merkezlerinin söylemlerine karşı bizim söylem ve istemlerimizi ayıran temel vurgular olmalı. Örneğin, Batı merkezleri “demokrasi”, “insan hakları ihlalleri”, “anti demokratik yönetim” gibi gerekçeleri öne sürerek bir ülkeye müdahale etmeye zemin hazırlayabilir. Peki, siz hiç Batı’nın, o ülkeye dair “Bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü” gibi kaygılar içeren gerekçeleri öne sürerek bir işgal ve iç savaş örgütlediğini gördünüz mü? Bu maddenin tabiatına aykırıdır, çünkü Batı zaten “demokrasi, insan hakları, etnik gruplara baskı” gibi gerekçelerle bir ülkenin bağımsızlığını ve egemenliğini ortadan kaldırmaya dönük plan ya da planlar belirler.
Resim

- İktidar dışında yer alan bir teşkilatlanma, meşru olmalı. Peki, bir hareketin meşru olup olmaması neye bağlı olarak ölçülür? Örneğin milli bağımsızlığımızı kazanmamızı sağlayan Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı’nın meşruluğu nereden geliyordu? En başta halka dayanmasından geliyordu bu meşruluk. Attila İlhan bu konuda, Söylev’de yakaladığı “meşruluk” tanımını bakın nasıl ortaya çıkarıyor. “Mustafa Kemal’in gözünde, eylemin meşruluğu demek, halkça onaylanmış olması demektir. “ diyor ve Atatürk’ün Söylev’inden yaptığı alıntıya devam ediyor Attila İlhan. “Yoksa kongreleri, Büyük Millet Meclisi’ni anlamak mümkün olmazdı. Şu sözlerini de ‘Bir devreye yetiştik ki, onda her iş meşru olmalıdır. Millet işleri de ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel duygularına tercüman olmakla gerçekleşir.’Siz Osmanlı ülkesinde ‘Milli kararlara dayanmak’, ‘meşruluğu’ bunda aramak ne demektir bilir misiniz?” (1)

- Aslında Gazi Kemal Atatürk, bir karşı çıkışın, bir isyanın hangi temellere dayanacağını Sivas, Erzurum Kongreleri ve Amasya Tamimi’nde, Attila İlhan’ın yukarıda yaptığımız alıntısında ortaya koyduğu gibi, tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde ifade etmiş: “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Yani bir ulus kendi öz gücüne dayanarak nihai kurtuluşa erişebilir. Kendi milli güç unsurlarına dayanmayan, kurtuluşu kendi öz gücü dışında arayan bir karşı koyma, muhalefet, itiraz adına ne dersek diyelim, şu ya da bu şekilde uluslararası güç merkezlerine bağımlı hale gelir.

Bizim topraklarımızda buna dair bolca örnek yok mu?

(1)Attila İlhan, "Hangi Atatürk?", sayfa 7

Mithat Akar
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226

Re: Günümüzdeki Muhalefet ve Atatürk'e Göre "İsyan" Etmenin Meşruluğu / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Cmt Ara 09, 2017 15:51
gönderen okatur
Ah ah köylüyü öldür devamlı tüketim yaptır ve hiç bir şey üretme sonra muhalefet olarak belge peşinde koş sonuç belli gündem değiştirip kendi işini yürütmek yok yok bu millet kolay kolay uyanmaz