1. yüz (Toplam 1 yüz)

2002'den Günümüze İktidarın ve Muhalefetin Siyasi Programı / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Cum May 11, 2018 13:34
gönderen mithat akar 1923
Sizi Birleştiren NATO ve ABD, Ne Farkınız Var?

Politik iktidara karşı olduğunu iddia edip, ABD’nin bölgesel egemenlik planları doğrultusunda program üreten figüranlara destek verenleri incelemek başlı başına bir kitap konusu olur.
Resim

2002 Kasım seçimlerinde iktidara getirilen odak ile “Çözüm Süreci”, “Oslo Müzakereleri”, “Dolmabahçe Mutabakatı” gibi ABD / AB destekli projelerle bölücü terör örgütüne meşruiyet kazandırmaya çalışan bir siyasetle karşılaştık Türk Ulusu olarak. Habur İhaneti ile şehitlerimizin kemikleri sızlarken, Milli Kurtuluş Savaşı sürecinde, halka işgal kuvvetlerine karşı direnmemesi yönünde “nasihat” etmek üzere görevlendirilen “Heyet-i Nasiha” grupları ortaya çıktı. Adına “Akil İnsanlar” denilen bu topluluk da, Türk Ulusuna “Çözüm ve Çözülme Süreci” üzerinden bölünmeye razı olun, telkini yapılıyordu.
Aynı süreç içerisinde Türk milletinin temel mukavemet gücü olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Ergenekon ve Balyoz gibi tertiplerle tasfiye edilmeye çalışıldı. Irak’ı işgal eden ABD askerine dua edenler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı psikolojik ve fiili bir savaş başlatmıştı.
Suriye’ye ihraç edilen terör, Türkiye’yi vururken; Suriye’nin meşru direnişi “diktatörlük”, “Zulüm” olarak adlandırılıyordu / adlandırılıyor. Ortadoğu üzerinden başlatılan, küresel güçlerin paylaşım savaşında NATO’ya “Hep destek, tam destek” verildi. Ortadoğu üzerinden 22 ülkenin haritasının değiştirileceği en yüksek ağızlardan ifade edilince “Biz de bu projenin eşbaşkanıyız o vakit” denildi.
Uluslararası bir casusluk şebekesi olan Gülen Terör Örgütü eliyle, ABD Türk milletine operasyon çekerken “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısı temel şiar oldu.

Sur Operasyonları ve 15 Temmuz İç Savaş ve İşgal Girişimi

“Çözüm ve Çözülme” sürecinde arkasına “YPG’yi alanlar” kentleri “savaşa hazır” hale getirdi. Çözüm Süreci adı verilen ihanet sürecinde, teröristi kentlerde hakim kılanlara karşı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Polis Özel Hareket birimleri, meskun mahal çatışması üzerinden bölücü terör örgütünü kent merkezlerinden süpürdü. Çözüm sürecindeki ihaneti, güvenlik güçlerimiz namlusu ile durdurdu. ABD’nin “Türk Ordusu barış ve çözüm yönünde adım atmalıdır” tehditlerine rağmen, ABD’nin bölgemizdeki müttefiki olan bölücüye gereken ders, meskûn mahalde verildi.
Resim

Ergenekon ve Balyoz’dan sonra, Türk Ordusunun bu devlete sahip çıkmayacağını, siyasi iktidara karşı olan sivillerin de bir “askeri girişime” karşı destek olacağını veya sessiz kalacağını hesap eden uluslararası merkezler 15 Temmuz 2016’da ordu içindeki güçlerini harekete geçirdi. Ancak fena halde yanılmışlardı. Bir iç savaş ve işgal girişimi olan 15 Temmuz ihanet hareketine karşı Türk Silahlı Kuvvetleri, Ergenekon ve Balyoz’da yargılanan subay ve askerler, halk içerisinde konumlanan milli kuvvetler bu iç savaş ve işgal girişimini püskürttü. Püskürttü ama Ergenekon ve Balyoz’da tasfiye edilen Atatürkçü – Milliyetçi – Ulusalcı vatansever komutanlarımızın yerine gelen hain şebekesi, 15 Temmuz girişimi ile Türk Milletinde ve TSK’da bir sendrom oluşmasına neden oldu. Bu arada bize en çok destek olan, uçağını düşürdüğümüz Rusya oldu. Manevi destek ise Azerbaycan’dan geldi. Bölge devletleri olan Suriye ve İran, Türkiye’de bir iç savaş ve işgal girişimi olan 15 Temmuz’un arkasındaki gücün ABD ve Batı olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Bu nesnel durum, Türkiye’yi bölge devletleriyle işbirliği yapmaya doğru itti. İran ve Rusya ile Batı’nın hiç de hoşuna gitmeyen adımlar atıyordu Türkiye. Ama bu adımlar, bölgesel işbirliğini amaçlayan stratejik bir tercih olmaktan ziyade, taktik olarak atılan, dönemsel adımlardı. Bir ölçüde nesnel zorunluluk Türkiye’yi bölge devletleriyle işbirliğine yöneltiyordu. Ama siyasi iktidarın aklı hala NATO’da ve ABD’deydi. Afrin’de ABD’nin kara gücü olan bölücü terör örgütüne karşı başlatılan operasyondan en çok rahatsız olan, PYD / PKK’ya 5000 tır dolusu silah ve mühimmat veren ABD oldu. Rusya – İran ve Suriye’nin onayıyla bu operasyon gerçekleştirilmesine rağmen, siyasi iktidar hala “Zalim ESED” söyleminden vazgeçmedi. TSK’nın sahada icra ettiği operasyonun hedefiyle, siyasi iktidarın hedefi bambaşkaydı.

Erken Seçim Kararı ve Muhalefet

Mevcut siyasi iktidarın, bütün “ümit var” söylemlerine, kendisini müttefik olarak sürekli ilan etmesine rağmen, ABD (ve diğer küresel güç merkezleri), hali hazırdaki durumda, iktidarla “istikrarlı” bir yol yürünemeyeceğini tespit etti. Kendine siyasi anlamda bağladığı ülkelerde, iktidarları belirleyen güçler, muhalefeti de denetler ve yönlendirir. Amaç, tabandan gelen, partiler üstü, bağımsızlığı amaç edinen gerçek bir halk hareketinin önüne geçmek, bu olasılığa karşı önceden tedbir almaktır.
Resim

16 yıldır mevcut iktidara karşı öfke biriktiren, ona karşı gerek iktisadi gerek siyasal nedenlerle karşı olan çok geniş bir toplumsal kesimin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu iklimin oluşması için haklı ve meşru gerekçelerimiz çokça var. Yazının girişinde bu nedenlerden sadece birkaçını yazdım. Ancak bu toplumsal öfkenin, karşı duruşun farkında olan sadece Türkiye’deki milli güçler değil. Küresel güç merkezleri de bu durumun farkında. Bu yüzden yukarıda bahsettiğim “tabandan gelen gerçek bir halk hareketi” tehdidine karşı, halkın haklı öfkesini arkasına alacak ancak Batı’nın denetiminde olacak muhalefeti sahaya sürmek gerekti Batı için.

Türkiye’deki bütün sorunları son 16 yıla sığdıran, bütün sorunların müsebbibi olarak siyasi parti ya da partileri hedef gösteren propaganda merkezleri harekete geçti. Böylece partiler öne çıkarılarak, sorunun partilerde olduğu, çözümün de partiler üzerinden sağlanacağı salık verilmeye başlandı. İktidardaki parti seçimlerle devrilince, bütün sorunlar düzelecekti! Bu yolla uluslararası emperyalizme bağımlı olan sistem manipüle ediliyor ve halk sisteme entegre edilmeye çalışılıyor. Muhalefet adına ortaya çıkan partiler, 2002 yılında iktidara getirilen siyasi partinin programını daha ileriden tatbik edeceğinin garantisini, yazılı programları üzerinden veriyorlar şimdiden.

Ortaya çıkan siyasi partilerden biri küresel güçlere göz kırpan maddeyi iliştiriveriyor programına: “Ekonomi politikalarımızda yeni küresel ve bölgesel, ekonomik ve finansal çerçevenin önemli bir etkisi olacağına inanıyoruz.” İfadelerine yer veriliyor. Türkiye’de milli ekonomiyi çökerten, KİT’leri tasfiye eden küresel ekonomik uygulamalara güzelleme yapıldıktan sonra devam ediliyor. “Türk ekonomisinin küresel ve bölgesel düzenin güçlü ve saygın bir aktörü olabilmesini sağlayan bir modeli temel alacağız.” Peki, “küresel ve bölgesel düzen” nedir? Ve bu düzeni kim sağlar? “Küresel” merkezlerin “bölge” üzerinde egemenlik kurmak için öne sürdüğü temel politika, küresel sermayenin önünde temel engel teşkil eden devletçi – kamucu ekonominin tasfiye edilmesi ve ulusal kaynakların küresel merkezler tarafından yutulmasına neden olan “piyasa ekonomisini” hakim kılmaktır. “Küresel ve bölgesel düzen” denilen kavram budur. Bu düzeni sağlayan ise İngiltere, ABD, Fransa gibi Batı merkezli devletleri yöneten küresel şirketler olmaktadır. “ (1)
Ve devam ediyor NATO’ya el sallayan “güvenlik” maddesiyle: “Türkiye’nin NATO şemsiyesinde olması milli politikalar ve stratejiler uygulamaya engel değildir.” buyuruyorlar. (2) Bölücü terör örgütünün NATO standartlarında silahlandırıldığını hatırlatarak geçelim…
Resim

Biz çözüm sürecindeki ihanetten bahsederken, sahadaki partiler “Kürtçe – Zazaca” ifadelerin yer aldığı pankartlarla propaganda yapıyor, muhalefet adına ortaya çıkan bir başkası bölücü terör örgütünün legal uzantısı parti genel başkanını cezaevinde ziyaret ederek desteklerini dile getiriyor… Bu hareketlenmeyi fark eden Almanya’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Michael Roth, Türkiye’ye gelip sahadaki yeni ”muhalefet” partisinin liderine desteklerini bildiriyor. “Güneydoğu oyları sizindir” vaadinde bulunuyor zat-ı muhterem. Onu karşılayan genel başkan yanıt veriyor: Onu sevinçle karşılayan hanımefendi önce “Türkiye Avrupa’dır” çıkışında bulunuyor ve “Kürt sorununu biz çözeriz” diyor. (3)
Sorunu sistem sorunu olarak değil, siyasi partiler sorunu olarak gören, 16 yıllık istibdat döneminden bıkan belli kesimler “Bu iktidar gitsin de, ne olursa olsun” serzenişiyle yeni muhalefet partilerinin küresel merkezlerle olan ilişkilerini görmemekte ısrar ediyor.
Resim

Oysa Türkiye’nin yaşadığı mevcut sorun, uluslararası egemenlik sisteminin organlarından olan NATO’ya bağlı olmamız değil mi? Bölücü terör örgütü arkasına aldığı Avrupa desteğiyle uluslararası bir aktör olmadı mı? Başımıza siyasal İslam söylemleriyle gelen bu iktidara karşı, başka bir siyasal İslamcıyla mı karşı koyulacak? Hem de “Anadilde eğitim” istemini öne çıkaran bir siyasal İslamcıyla…
Mevcut siyasal iktidardan kurtulma isteği, gerekli ve anlamlıdır. Ama onun yerine gelecek olanlar, yarım kalan çözülme sürecini tamamlamak vaadiyle ortaya çıkıyorsa, NATO’ya ve diğer küresel güç odaklarına bağlılık yemini ediyorsa, muhalefet adına hareket edenlerin, mevcut iktidardan ne gibi bir farkı kalmış olur? Sorunu sadece bir siyasi partiyi devirmekle sınırlayan ama uluslararası güç merkezlerinin egemenlik planını görmeyen bir akışı, ancak siyasi miyop olarak kendi varlığını devam ettirir.

Mevcut sorun ya da sorunlara, bütünsel açıdan bakmak; sorunu siyasi partilerle sınırlamak yerine ulusal, bölgesel, küresel dengeler üzerinden analiz etmek bütün dinamikleri göz önünde tutarak bir bakış açısı geliştirmenin doğal sonucudur. Batı’ya bağımlı iktidarla, Batı’nın denetlediği muhalefeti aynı sistemin parçaları olarak tespit edip değerlendirmek gerçek bir objektif yaklaşımı gerektirir. Bu şekilde nesnel analiz yapanları ise “İktidara destek vermekle” suçlamak, eğer bilgisizliğin sonucu değilse, emperyalizmi aklama çabasının bilinçli bir yaklaşımıdır.
Biz bu iktidara neden karşı çıkıyorduk? NATO’ya ve ABD’ye tek yanlı bağımlılık politikalarını savunduğu için değil mi? Bölücü terör örgütüne meşruiyet sağladığı için, Suriye ve bölge devletleriyle Türkiye’nin ilişkisini bozduğu için değil mi? Özelleştirmeler üzerinden ulusal kaynakları yabancı sermayenin denetimine bıraktığı için değil mi?

Peki, muhalefetin program ve vaadi nedir? NATO ‘ya bağlı bir güvenlik anlayışını tam olarak yerleştirmek, “Ana dilde eğitim” uygulamasını güncellemek, yabancı sermeyenin denetimini özelleştirmelerle sağlamak, siyasal İslamcılığı Kürtçülük ile yeniden harmanlamak… İş bu programı uygulamaksa, mevcut politik iktidara karşı çıkma nedenimizi neye bağlamak gerekiyor acaba? Sadece siyasal iktidarın el değiştirmesi temel sorunlarımızı çözecek mi? Yoksa temel sorunlarımızı çözmenin yolu, toplumsal sistemin yapısal dönüşümünü hedefleyen, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerini savunan bir program etrafında birleşmek mi?

Parlamentonun içerisinde ve saray egemenliği üzerinden Batı’ya bağımlı gerici güçler ittifakına karşı, başka bir gerici güçler koalisyonunu desteklemek, yapısal sorunlarımıza çözüm mü olacak?
Atatürk’ün Sivas Kongresi’nde ifade ettiği “ her türlü fırkacılık cereyanlarından ve ihtirasat-ı şahsiyeden “ uzak bir yönelimi esas alarak mı mücadele yöntemini benimseyeceğiz? (4)

Kolay olanı tercih ederek, sistemin sorunlarını sistem içerisinde çözmeye çalışan “idare-i maslahatçılara” sözüm yok. Ama sorunu sistem sorunu olarak gören ve gerçek inkılapçı olan kuvvetlerin derinleşen buhran dönemlerinde devreye gireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.

Mithat AKAR

1 – İyi Parti Programı, EKONOMİ, sayfa 42
2 - İyi Parti Programı, DIŞ POLİTİKA, NATO, sayfa 69-70
3 – 8 Mayıs 2018 tarihli Akşam, Sözcü, Yurt gazeteleri ve ana akım gazetelerin çoğundan bilgi alınabilir.
4 - Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, el, Ankara, 1918 s. 116. A.T.T.B., s. 75. İğdemir a.g.e., s. 115. Konuşmalar incelendiğinde partilere girmeme düşüncesinin meclis açılıncaya kadar geçerli olacağı, Mustafa Kemal Paşa tarafından vurgulanmıştır, a.g.e., s. 22.