1. yüz (Toplam 1 yüz)

FİLİSTİN SORUNU VE TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜVENLİĞİ / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Sal May 15, 2018 15:00
gönderen mithat akar 1923
Filistin'nin Jeopolitik Önemi ve Filistin Sorununun Tarihsel Kökleri
Resim

Filistin toprakları üç ana kaynağıyla, tarihin ilk dönemlerinden günümüze büyük önem taşımaktadır. Bu üç kaynak; tarih kaynağı, enerji kaynağı ve din kaynağıdır. Bu üç ana kaynağı jeopolitik konum üzerinden incelersek, konuya daha büyük açıklık kazandıracağımızı düşünüyorum.
Filistin’in batısı Akdeniz’le buluşan bir hat izler, doğusu ise Suriye ve Ürdün ile buluşur. Kuzeyinde Lübnan, güneyinde ise Mısır’ın Sina Yarımadası bulunmaktadır. Güneyinde, işgal altında olan küçük bir alan da Kızıldeniz’e ulaşıyor. Filistin’in kuzeyinde bulunan ve Suriye’ye topraklarına dâhil olan Golan tepeleri, verimli arazilere sahip bir bölge. Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Filistin Batı ile Asya arasında önemli bir kavşak noktasına sahiptir. Filistin’in çevre ülkelerini göz önünde bulunduracak olursak, Filistin’de egemen olan bir devletin, aynı anda Mısır, Suriye ve Akdeniz’in önemli bir bölgesinde etki merkezi oluşturacağını öngörebiliriz. Bu nedenle Filistin sadece üç dinin buluşma (ya da çatışma) alanı olarak değil, jeopolitik konumu açısından da öneme sahip.
Filistin’in jeopolitik önemi, bu yüzden sömürgeci devletlerin ilgisini hep çekiyor. Filistin’e yönelik ilk işgal 1917’de İngilizler tarafından gerçekleşti. Bölgeye Yahudilerin yerleşmesi ise sanıldığı gibi “Filistinlilerin topraklarını kısım kısım satması ile” değil, 1920 San Remo Konferansı’nda Balfour Bildirisi’nde açıklanan karar sonrası gerçekleşmiştir. Bu bildirge ilk olarak İngiliz işgalinden sonra, 1917’de açıklandı.


Lord Arthur Balfour, 2 Kasım 1917 tarihinde uluslararası Siyonist hereketin liderlerinden olan Lord Rothschild'e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir Musevi devleti kurulması konusunda İngiliz hükümetinin destek vereceğini bildirmiştir.
Resim

İngilizlerin Araplara yatırım yaptığı bir dönem olduğu için, bildiride ‘ülkedeki öteki sakinlerin medeni ve dinsel haklarının ihlal edilmemesi’ şart koşulmuştur.
Bu mektup ve bunun ardından gelişecek olan olaylar, dünya Siyonist kesimin desteğinin İtilaf Devletleri yönüne çekilmesinde önemli rol oynamıştır.

Bildiri sonucunda açıklanan karar ABD tarafından da desteklenmiştir. Amerika, Orta Doğu'da bir Musevi devletinin bulunmasının, Orta Doğu politikaları için sağlam bir dayanak oluşturacağını kavramıştır.Lord Balfour'un bu mektubu üzerine yürütülen girişimler, 1918 yılında Fransa'nın, hemen ardından da İtalya'nın desteğini sağlamıştır. (Kaynak: Jonathan Schneer, Balfour Deklarasyonu
Arap - İsrail Çatışmasının Kökenleri)

Sonrasında hepimizin bildiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra, 14 Mayıs 1948’de, Ortadoğu adı verilen coğrafyada İsrail devletinin kuruluşu gerçekleşiyor.
Görüldüğü gibi, Filistin sorununun temelleri, başta İngiltere ve ABD olmak üzere, Batı merkezli emperyalist devletlerin Batı Asya’ya hâkim olma ve Asya’yı denetleme temel planının önemli bir parçasıdır. Yukarıda açıkladığımız, Filistin’in stratejik önemi, emperyalist devletlerin neden bu kadar iştahla Filistin’e hâkim olmak istediklerini ise ortaya koyar niteliktedir.

ABD ve İsrail, Kudüs Üzerinden Neyi Amaçlıyor?

ABD ve İsrail’in büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararı almasının ardından, bölgede gerginlik tırmanmış, ABD’nin Tel- Aviv’deki büyükelçiliğini 14 Mayıs’ta Kudüs’e taşıdığı gün ise gerginlik çatışmaya dönmüştür. ABD’nin, uluslararası meşruiyeti olmamasına rağmen bu kararı almasının ve uygulamasının birkaç nedeni var.
Öncelikle ABD, Suriye’nin Golan Tepelerini işgal altında tutan İsrail’in elini güçlendirerek, İran ve Suriye üzerinde askeri bir baskı kurmak ve bu askeri baskıyı artırmak istemektedir. Bu hedefi gerçekleştirmek için, İsrail karşısında her zaman sorun olan Kudüs’ün askeri ve siyasal egemenliğinin ABD ve İsrail tarafından tam olarak denetlenmesi, büyük önem arz ediyor.
Resim

Kudüs’ün stratejik öneminin yanı sıra, Filistin ve çevresinde yaşayan Müslüman halk için, Kudüs, kutsal bir şehir olarak görülmektedir. Kudüs’ün Müslüman olmayan iki devlet yönetimi tarafından ele geçirilmesi, Filistin halkı ve diğer Müslüman halklar için manevi anlamda da bir moral bozukluğuna yol açacaktır. ABD ve İsrail, bölgedeki halk üzerinde askeri bir baskı kurduğu gibi onları manevi anlamda bir çöküntüye uğratmak istemektedir. Burada ise savaşın ve işgalin din eksenli şekillenen psikolojik savaş boyutu devreye girmektedir.

Büyükelçilikler, ABD için aynı zamanda büyükelçiliğin bulunduğu ülkelere karşı bir operasyon merkezi olmuştur. Bu konuda sürekli örnek verilen “ABD’de hiçbir zaman darbe olmuyor, çünkü orada bir ABD Büyükelçiliği yok.” şeklinde mizahi olarak ifade edilen cümle, aslında bir politik tespit niteliği taşıyor. Kudüs’te büyükelçiliği olan ABD, psikolojik üstünlüğün sağladığı avantajla bölge devletlerin karşı gerçekleştireceği operasyon alanını genişletmiş olacaktır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirecek olursak, Filistin’de ABD ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda bir durumun oluşması halinde, bundan hangi devletlerin / ulusların zarar göreceği daha net anlaşılacaktır.

Türkiye’nin Ulusal Güvenliği ve Filistin Sorunu Arasındaki Bağ Nedir?

Peki, bu durumun Türkiye’yi ilgilendiren tarafı nedir? Bu soruya, başka bir soruyla karşılık verelim. Ortadoğu’da ABD ve İsrail’in müttefikleri kimlerdir? Hiç kuşkusuz bölgede ABD ve İsrail’in temel müttefikleri Barzani, PYD / PKK ve devlet dışı aktörler olan diğer terör odaklarıdır. Bu terör odaklarının etkinliğini artırması, Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan ilgilendiren bir konudur. ABD’nin Filistin üzerinden Suriye ve İran üzerindeki basıncının artması (son dönemde İsrail ve İran arasında çatışmaya varan gerilimi de düşünecek olursak) ve bu bölgelerde ABD’nin lehine oluşacak yeni bir istikrarsızlık sürecinin başlaması halinde İran ve Suriye’ye sınır komşusu olan Türkiye’nin bu durumdan etkilenmeyeceğini düşünebilir miyiz? Tabi ki hayır… 2011’den bu yana Suriye’de yaşanan dış merkezli çatışmaların, Türkiye’ye hangi sonuçlarıyla yansıdığını hepimiz biliyoruz.
Bununla beraber, bölgede PYD/ PKK’nın ve tabi Barzani’nin arkasındaki iki temel gücün, Batı ve Asya arasında stratejik bir bölgede bulunan Filistin’de daha etkin ve güçlü olmasıyla, Filistin üzerinden Mısır ve Suriye’de dolaylı – dolaysız gerçekleştireceği askeri ve siyasi hamlelerden, Türkiye muaf olabilir mi?

Filistin Bizim Düşmanımız mı?

Ortadoğu’da ve Asya’da gerçekleşen hiçbir olaydan, bu coğrafyada yer tutmuş bir ulus muaf olamaz. ABD ve İsrail’in, Filistin üzerinden İran ve Suriye’yi çevreleme planından, Türkiye de muaf değildir. Bu yüzden Filistin’de yaşanan olayları değerlendirirken nesnel bir tutum takınmalıyız. Yani Suriye, Irak ve İran meselelerinde olduğu gibi Filistin sorununun da ulusal, bölgesel ve küresel bir denklemi vardır. Sorun burada Filistin’i ya da Filistinlileri “sevip sevmemek” meselesi değil, bölgesel ve ulusal güvenlik meselesidir. “Filistin’de oluşacak yeni bir istikrarsızlığın ve bunun Suriye ve İran’a yansımasının Türkiye’ye yönelik sonuçları ne olur?” sorusunu kendisine soran bir birey, Filistin’de yaşanan sürece daha doğru yaklaşacaktır.
Soruna gündelik siyaset açısından yaklaşarak, iktidar karşıtlığı namına İsrail’e örtülü destek vermek ya da “Araplar bizi Osmanlı zamanında sattı, oh olsun onlara” şeklinde ortaya koyulan sığ ve kısır yaklaşım; ABD’ye, İsrail’e ve tabi onların temel aktörleri olan PYD / PKK’ya verilen dolaylı destek ifadeleridir. Filistin, Filistin Devleti’nden ibaret değildir. Yukarıda Filistin’in jeopolitik öneminden bahsederken bu konuya açıklık kazandırdım sanırım. Ancak konuyu daha da anlaşılır hale getirmek için yine bir soru cümlesi kuralım. Filistin’de, ABD ve İsrail faydasına oluşacak bir durum hangi devletlere / uluslara zarar verir? Bu soruya, Filistin yönetiminden ya da Osmanlı döneminde yaşanan sorunlardan bağımsız olarak yanıt verirsek, soruna daha objektif yaklaşacağımızı düşünüyorum.
Resim

Ne Yapmalı?

Bölgesel sorunlar, yine bölge merkezli devletler tarafından çözülür. Filistin sorunun da muhatabı bu açıdan Suriye, İran ve Türkiye’dir. Batı devletlerinin “Kâbus Senaryosu” olarak gördüğü Ankara’nın, Şam ve Tahran ile kuracağı ittifak, tek başına Filistin’deki istikrarsızlığı değil, Suriye ve Irak’ta yaşanan dış merkezli iç çatışmanın da engellenmesi için zorunludur. Sorun burada sadece “Filistin’i kurtarma” meselesi olarak değil; Türkiye’nin ulusal güvenliği meselesi olarak görülmeli.

Filistin Kimlerin Sorunu?

Filistin konusuna yaklaşırken salt din merkezli olarak sorunun ele alınması; Batı’nın ve İsrail’in temel amaçlarının ve bölgede yaşanan temel çelişkinin perdelenmesine neden olmaktadır? Yukarıda asıl nedenleri yeterince açıkladık sanıyorum. Sorunu salt dini eksende yorumlayarak, Siyasal İslamcı ya da gerici çevrelerin, Filistin için ABD ve İsrail karşıtı söylem ve eylem ortaya koymaları, ulusal güçlerin soruna uzak kalması için bir gerekçe oluşturmamalı.
Bu konuyu en sağlıklı şekilde ele alacak çevreler, soruna antiemperyalist – milliyetçi eksende yaklaşan güçler olacaktır. Çünkü temel sorun ABD’nin bölgesel egemenlik sorunu olarak şekillenmektedir. ABD’nin bölgesel egemenlik planının merkezinde ise Asya’nın kilidi olan Türkiye yer alıyor.
Gerek Siyasal İslamcı çevreleri gerek de Osmanlı döneminde yaşanan sorunları dayanak olarak alıp, ABD ve İsrail’in desteklenmesi ise yukarıda bahsettiğim gibi, ancak Türkiye’nin milli güvenliğine kast edenlerin bir algı operasyonu şekillenmektedir. Bu algı operasyonuna bilinçli ya da bilinçsiz ortak olanları ayırt etmeli, gerekli mücadele politik zeminde verilmelidir.

Mithat AKAR