1. yüz (Toplam 1 yüz)

İktidarın Dış Politikasındaki Çelişkiler Yumağı / Mithat AKAR

İletiGönderilme zamanı: Çrş May 16, 2018 19:52
gönderen mithat akar 1923
Kilit Sorun Suriye

Dış politika, esneme oranı biraz daha fazla ve kapsama alanı biraz daha geniş bir alan olmasına rağmen; iç politikanın bir uzantısı olarak şekillenir. Jeopolitik konum gibi nesnel koşullarla beraber, komşu devletlerle kurulan ilişki biçimi, mensubu olduğu uluslararası pakt, işbirliği örgütü veya blok, bir devletin dış politikasını şekillendiren dinamiklerdir. Ancak her ülkenin / ulusun / devletin dış politikasında belirleyici olan temel kıstas, ulusal fayda / çıkardır.

Uluslararası bir alan olduğu için, dış politikadaki tutarlılık, bir devletin, devlet ciddiyetinin de göstergesidir. Farklı bir ifadeyle dış politikasında tutarsız olan bir politik iktidar, başka devletler tarafından ciddiye alınmadığı gibi, kendi toplumu tarafından da ciddiye alınmaz. Dış politikayla ilgili bu kadar açıklama yapmamın nedeni, siyasi iktidarın son dönemde Filistin'de yaşanan olaylarla ilgili İsrail'e karşı almış olduğu tavırdaki temel bir tutarsızlığa dikkat çekmek.
Resim

ABD'nin Kudüs'e büyükelçiliğini taşıdığı 14 Mayıs'tan sonra yaşanan olayları gerekçe gösteren siyasi iktidar, en üst düzeyden İsrail'i kınayan / lanetleyen açıklamalar yaptı ve uluslararası kuruluşları ve BM'yi de acil toplantıya çağırdı. Musul ve Kerkük'te yaşayan soydaşlarımız için de aynı duyarlılığı göstermelerini bekleriz diyeceğim, ama bu konuda politik iktidardan "umut var" olarak beklentide olmak büyük bir hata olacaktır. Ancak temel çelişki tek başına bu konu değil.
İsrail'i en üst perdeden kınamalarını da eleştirmiyoruz tabi. Eleştirdiğimiz temel konu, politik iktidarın İsrail'e karşı almış olduğu tavırla, kilit sorunlardan biri olan Suriye sorununa yönelik yaklaşımındaki temel tutarsızlıkta.
Bilindiği üzere İsrail; ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Suriye ve İran devletlerine karşı saldırganca tavır sergileyen, son günlerde tanık olduğumuz üzere Suriye ve Suriye'deki İran üslerine askeri saldırı düzenleyen devletlerden biri.

Bizdeki politik iktidarın da Suriye Devletine ve Suriye Devleti'nin meşru devlet başkanı Esad'a karşı olan yaklaşımı, açıkçası İsrail ve ABD'nin yaklaşımından farklı değil. AKP Genelbaşkanı Erdoğan'ın Cuma namazını Emevi Cami'nde kılma söylemini unutmamak gerekiyor. 14 Mayıs'tan sonra Filistin'de yaşanan çatışmalar sürerken Alman gazetesi Die Welt'le bir röportaj gerçekleştiren Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ, Türkiye'nin Afrin'e düzenlediği harekâtla ilgili olarak "Afrin'i Esad yönetimine geri vermenin hiçbir şekilde söz konusu olmayacağını" söyledi.(16 Mayıs tarihli Yeni Akit Gazetesi ve aynı tarihli Oda TV haberi)

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Afrin’de, ABD'nin Kara Gücü olan PYD/PKK'ya karşı, ulusal güvenliğimizi sağlamak üzere sürdürdüğü harekâtın meşruluğunu burada tartışmaya açmayacağım. Ancak Zeytin Dalı Harekâtı’nın Rusya ve İran'ın alan açması ve Suriye Devleti'nin "Oluru" ile gerçekleştiğini, buna karşın Suriye Devlet yönetimine karşı yapılan açıklamaların, en başta TSK'nın sürdürdüğü harekâtın meşruluğuna gölge düşürdüğünü belirtmemiz gerekiyor.

Bununla beraber, Suriye’den “Aslan Payı”nı kapmak isteyen İsrail’e karşı; Filistin meselesinde karşı tavır almak, ancak Suriye meselesinde İsrail’le yakın bir yaklaşım sergilemek, siyasi iktidarın kendi içindeki temel çelişkidir.

ABD ve İsrail’in Filistin üzerinden yaratmak istedikleri etkiyle, aynı anda İran ve Suriye’yi de hedef aldıklarını; İran ve Suriye’deki basıncın ve istikrarsızlığın, Türkiye’ye doğrudan yansıyacağını 15 Mayıs 2018 tarihli, “Filistin Sorunu ve Türkiye’nin Ulusal Güvenliği” başlıklı makalemde incelemiştim. Bu yüzden, bu yazıda aynı konuyu tekrar etmeyeceğim.

Ancak ABD ve İsrail’in, Filistin üzerinden Şam ve Tahran’ı (dolayısıyla Türkiye’yi) hedef alan saldırılarını, Suriye üzerinden bir denklemle açıklamak konuya açıklık getirir sanırım.

ABD (ve diğer Batı merkezli devletlerle birlikte İsrail), Irak ve Suriye üzerinde sağlamış olduğu alan hâkimiyeti sayesinde, İran ve Türkiye üzerinde de baskı kurabilmektedir. Bu baskı ve saldırıdan Filistin’in muaf kalması tabi ki düşünülemez. Eğer bir politik iktidar, Filistin’e gerçekten sahip çıkmak istiyor ve İsrail’e karşı bir “cephe” oluşturmak istiyorsa, bu caydırıcı etkiyi ancak ve ancak bölge devletleriyle işbirliği geliştirerek gerçekleştirebilir. Konuyu tersinden işleyecek olursak… Suriye’de, Suriye Devleti’ni hedef alarak, Batı devletleriyle tek taraflı ilişki geliştirerek sadece bölgede İsrail’in etkinliği artırılmış olur. Suriye Devleti 2011’den bu yana İsrail’in ve ABD’nin hedefinde. Aynı devlet yönetimini hedef almak, ABD ve İsrail’e alan açar, Türkiye’nin alanını daraltır. Dahası, Türkiye’nin çevrelenmesine neden olur.

Kısacacı, Filistin meselesinde İsrail’i hedef almak, ancak Suriye sorununda İsrail ile aynı tavrı almak, dış politikada sadece çelişki değil, kendi söylemini reddeden bir tutarsızlığın göstergesidir. 15 Mayıs 2018’de Türk topraklarından çıkarılan İsrail Büyükelçisi, politik iktidarın Esad karşıtı açıklamalarını dinleyince, aslında Suriye konusuna aynı çerçeveden yaklaştıklarını ve Türk topraklarından neden kovulduğunu düşünerek şaşırıyordur herhalde.

Bir iktidarın Suriye devletini hedef alırken, aynı anda İsrail’in saldırganlığına karşı çıkması; sadece dış politikadaki stratejik öngörü yoksunluğundan kaynaklanmıyor sanırım. Benim yukarıda açıkladığım denge ve denklemi, iktidar merkezinde daha derinden ele alacak uzmanlar mutlaka vardır. O zaman, neden kendini reddeden, çelişki ve tutarsızlık içeren adımlar atılıyor sizce? Veya soruyu şöyle sorayım. 911 km sınırımız olan Suriye’de, “Aslan Payı”nı İsrail’in kaptığı parçalanmış bir ülke mi, yoksa toprak bütünlüğünü ve siyasi bütünlüğünü koruyan bir komşu ülke mi görmek istiyorsunuz? Şam yönetimine karşı olan yaklaşımınız, bu soruya vereceğiniz yanıtla doğru orantılı.

Mithat AKAR