1. yüz (Toplam 1 yüz)

“O Topraktan Öğrenip, Kitapsız Bilendir…”

İletiGönderilme zamanı: Prş Kas 24, 2011 10:39
gönderen faruk haksal
Herkesin kendi çıkınını doldurmak için birbirini boğazladığı bir ortamda, insanların kardeşliğinden söz edip, eşitlik, toplumsal yarar ve özveri gibi değerlerden söz etmek ne kadar zor…
Ve balığın değil, tuzun dahi koktuğu bir ülkede, insanlara temiz toplumdan söz etmek ne kadar güç.
Siyaset kir pas içinde, ticaret, eğitim, dayanışma, özveri ve benzeri kavramlar yamalı birer bohça gibi…
Senedi protesto edildi diye intihar eden erdemli işadamı tipinden, hortum üstüne hortum tazeleyen “4 kağıtçı” pazarlamacı tipine varmak ne kadar acı.
Cumhuriyet’in temel ilkelerinin bilinçlere aktarıldığı aydınlanmaya dönük bir eğitim sisteminden, çağdaş(!) “mahalle mektepleri”ne ulaşılması ne kadar vahim...
Toplumcu, halkçı, millici, bağımsızlıkçı ve laik bir siyasetçi [ve aydın] tipinden, Avrupa Birlikçi, Amerikancı, tarikatçı ve laiklik karşıtı bir bezirgânlığa ulaşılması ne kadar ürkütücü...
Bizi biz yapan tüm sosyal bağları yıpratmaya çalışan, kültürümüzü kirleten, milli birliğimizi çökerten bunca çaba meydanlarda kol gezip, medya organlarında serbestçe volta atarken, yine de ve hala teslim olmamakta direnen bir ulusal bütünlüğe sahip olabilmek ne kadar güzel...
Ne kadar güzel!
Ve ne kadar umut dolu…
* * *
Öte yandan Amerika, tüm Müslüman coğrafyanın altını üstüne getirecek bir proje oluşturmuş. Tüm Ortadoğu ve Afrika kıtası ülkelerinin yönetimleri sarsılacak, sınırları yeniden çizilecekmiş… Ve olup bitenlere baktığımızda görünen odur ki, bizzat ya da taşeronlar aracılığı ile çiziliyor da…
Ortadoğu’da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bu projenin eş-başkanı olduğunu açıklamış…
Ve Libya lideri Kaddafi’nin oğlu devlet televizyonunda Libya’daki ayaklanmada Türkiye’nin taşeron olarak görev üstlendiğini resmen açıklamış… Ve “Libya’yı Türkiye’ye yedirtmeyiz,” buyurmuş…
Türkiye bulunduğu bölgede bir takım roller üstlenmektedir.
Ancak bu politikanın “yurtta sulh, cihanda sulh” politikası ile örtüştüğünü söylemek asla mümkün değildir.
Türkiye’nin üstlendiği görevler, uluslararası “dayı”ların ileri karakolu olma işlevini taşımaktadır.
Ve Türkiye’de İslamcı söylemlerle politika yaparak iktidara gelen bir siyasi güç, Müslüman ülkelerinin petrol kaynaklarına gözünü dikmiş olan “haçlı saldırısı”nın bayrağını taşımaktadır…
Ülkeyi yöneten güçler, Türkiye’nin dış siyasetini çok bilinmeyenli bir riskler karmaşasının ortasına kadar sürüklemişlerdir.
Bu siyasetin adına “Yeni Osmanlıcılık” denmektedir.
Ilımlı İslam politikası, başkanlık hükümeti sistemi [çağdaş padişahlık] ve emperyalist çıkarların ileri karakolu görevini üstlenmek birbirleri ile örtüşen ve birbirlerini tamamlayan köşe noktalarıdır.
Ama bu noktada gözlerden uzak tutulan önemli bir gerçek vardır: Burası Türkiye’dir!..
Bu ülkede, eski Osmanlı’nın enkazından tam bağımsız ve laik bir Cumhuriyet yaratan bir millet yaşamaktadır…
Bu millet gücünü öyle durup dururken ortaya koymaz, önüne gelen her çorbaya kaşık sallayıp, maydanoz olmaz…
“İşin başa düştüğü” önemli bir nokta vardır…
Çünkü,
O, topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
Analar, babalar umudu keser,
kahpe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu…
O, "Yunusu biçâredir
baştan ayağa yâredir",
Ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir dert anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakte erişip
“Gayrık yeter!..”
demesinler…

Ve bu halk, bu toplum, bu ulus… “İşin başa düşeceği” günü sabırla beklemektedir, tevekkül ile [şimdilik] başını eğmektedir ve olanı biteni Anadolu’nun bir “çarıklı erkânı harbi” duruşuyla izlemektedir…
Çünkü o, Nazım babamızın dediği gibi, “topraktan öğrenip; kitapsız bilendir...”