1. yüz (Toplam 1 yüz)

HAVUZ PROBLEMİ

İletiGönderilme zamanı: Pzt Oca 09, 2012 14:34
gönderen Seçkin ERGÜN
AKP 10 yıldır iktidarda. Geçen 10 yıl boyunca Ulusal değerler paydasında buluşan tüm parti, kurum ve kuruluşlar bu partinin taşeron olduğu, Fetullah Gülen üzerinden CİA’nın hizmetinde olduğu konusunda mutabıklar. Demek ki neymiş; AKP, emperyalizmin tüm imkanlarıyla desteklediği bir oluşum (parti) imiş. Devletin en üst kurumu olan Anaysa Mahkemesi bile haydutluk derecesine varan, eşi benzeri görülmemiş baskılara maruz kalması neticesinde kapatma kararı alamasa da bu partiyi “devlet düşmanı” ilan etti.

Peki AKP’nin sırayla Çankaya Köşkünü, tüm üniversiteleri, YÖK’ü, medyayı, sendikaları, adli tıp ve Tübitak gibi tüm devlet kurumlarını, yargıyı, orduyu, muhalefet partilerini (Baykal operasyonu, seçim arifesinde MHP’nin kaset skandalları), hatta oturduğumuz sitenin apartman yönetimini bile ele geçirmesi hep o arkasındaki büyük güçten mi kaynaklanıyor?

Bu gücün orantısız büyüklüğü tabii tüm dengeleri AKP lehine bozdu. Ama bununla mücadele eden, ediyormuş gibi görünenlerin acemilikleri, yanlış yollara sapmaları, hep AKP’nin gündemine saplanmaları ve en önemlisi de kişisel egoları onların işlerini çok kolaylaştırdı.

Son 10 yılda olan yüzlerce olayı yazmaya gerek yok. En güncel konu olan “yeni anayasa” ve İlker Başbuğ’un tutuklanmasını irdelemek geçmişte yapılan hataların aynısı olması sebebiyle yeterli.

Yeni anayasa AKP’nin ustaca kurduğu ve hemen herkesin içine düşmeyi bırakın, gönüllü atladığı tuzaktı. Size “yeni anayasa”nın ne olduğunu şöyle izah edeyim; Yeni anayasa, içi aç köpekbalıklarıyla dolu havuza dökülen bir kova kandır. AKP son 5 yıldaki medya destekli yoğun uğraşı sonucunda toplumu üç bölümde ayrıştırmayı başardı;

1-) Vatandaşlık – Ümmetçilik
2-) Etnik milliyetçilik
3-) Mezhep ayrımı


Bu üç maddeden sadece biri bile bir ülkenin parçalanması için yeter de artar bile. Yakın geçmişte bunun örneğini gördük. (Yugoslavya, Irak, Maraş ve Sivas olayları) Yeni anayasa çoktan yazılıp Tayyip’in koltuğunun altına verildi. Şimdi oynanan oyun o anayasa için gerekli kamuoyu tabanını oluşturmak. Sindire sindire hazmettirmek. Kulaklara ve bilince işlemek. Mesela, yeni anayasa sözü ilk ortaya atıldığında BDP’li vekiller mutlaka Kürt varlığının içinde yer alması gerektiğini söylediler. Sonra bununla ilgili tüm medyada geceler boyu açık oturumlar düzenlendi, konferanslar, paneller tertiplendi. İlk söylendiğinde oluşan tepkiler hız kesince bu kez ana dilde eğitim ortaya atıldı. Bunun da aslında ne kadar demokratik(!) hak olduğunu uzun uzun anlatan programlar yapıldı ve bu konu da sıradanlaştırıldı. Ardından otonom bölge, konfederasyon, federasyon, özerklik derken en son “bizi anca tam bağımsızlık keser” deyip son noktayı koydular.

Farkında mısınız? Birileri bağımsızlık falan deyip Türkiye Cumhuriyetinden toprak talep ediyor. Yok, pardon, talep etmiyor. Buralar artık benim diyor. İktidar partisi tabii sus-pus. Muhalefette ise konuşması gene tıklanma rekorları kıran Muharrem İnce kürsüye çıkıp; “Biz bu vatanı kürsüde kurmadık, savaş meydanında kazandık” dedi. İyi de o zaman senin kürsüde ne işin var demek kimsenin aklına gelmedi. Çünkü herkesin duymayı istediği sözleri söyleyip, toplumda öfkenin beslediği ve giderek sıkışan “gazı” alma görevini yerine getirmişti. İşte en büyük kötülük de bu.

Atatürk’ün kurduğu partinin vekili olarak milletine öncülük edip, bu densizlere o toprakların asıl sahibinin kim olduğunu göstermek yerine psikolojik oyunlarla hedef saptırıyor. MHP’li Oktay Vuralhan’da aynısını yapıyor. Meclis kürsüsünden ateşli sözler söyleme zamanını geçeli çok oldu. Türkçesi biraz düzgün olup günlük siyasetle biraz ilgisi olan herhangi birisinin söyleyebileceği sözleri söylemek için mi meclise varlar? Onların bizden bir farkı olması gerekmiyor mu? BDP’li vekiller arkalarına azgın kalabalığı alıp tazikli su ve biber gazı yeme pahasına hep her eylemin içindeler. Komiser tokatlayıp devlete medyan okuyorlar. CHP ve MHP’li vekiller ne yapıyor? Kürsüden sürekli laf yetiştiriyorlar. Evet Muharrem bey, sizin de dediğiniz gibi, biz bu vatanı kürsüde değil savaş meydanında kazandık. Daha ne olmasını bekliyorsunuz?

Ayrılıkçı hainler bunları yapıyor. Peki ümmetçiler ne yapıyor. İmam Hatiplilerin derneği de boş durmamış, yeni anayasa taslağı hazırlamış. Onlar da “Demokratik(!) toplum olmamız önündeki en büyük engel olan Laiklik ve Milliyetçilik ilkelerinin anayasadan çıkartılmasını istiyoruz” demişler. Kurdukları cümleye bakar mısınız! Demokratik toplum olmamız önündeki en büyük engel. . . Demokratik toplum. . . Banu Avar’ın kitap ve makalelerinde yazıp, konferanslarında sıklıkla dile getirdiği gibi, bu ülkeyi parçalamak için ellerindeki en geçerli kılıf “demokrasi”. Bu demokrasi ne melen bi şeymiş ki, Atatürkçü ve Ulusalcılar için cezaevi hücresi, bölücüler için en itibarlısından devlet kadrosu. Ne zaman bir subay tutuklansa ABD ve AB medyasının “İşte demokrasinin zaferi” diye çığlık atıp, alkışlamaktan avuçları patlıyor. Ondan sonra bildik şeyler, yargının bağımsızlığı, suçsuzsa zaten ortaya çıkar. . . İyi de bu yargı gerçekten de söyledikleri kadar bağımsız ve adilse, neden kendi dokunulmazlıklarını kaldırıp haklarındaki suçlardan aklanmıyorlar?

Tekrar başa dönersek, koskoca partilerin, kurumların yönetim ve lider konumuna gelmiş kişileri nasıl oluyor da AKP’nin bu tuzağına her seferinde düşüyorlar? Köpekbalığı olmayanlar havuzdaki kan kokusundan etkilenmez. Penguen ve yunus sandıklarımızın aslında ne olduklarını bu basit testle anlayabiliriz. Hiç mi havuz problemi çözmediniz? Kimseden Atatürk kişiliği ve lider performansı bekleyemeyiz. Ama en azından ülkenin içinde bulunduğu durumu doğru analiz etme becerisi olmalı. Bu olmadığı zaman işbirlikçi hainlerden çok daha ağır zararlar veriyorlar.

Gelelim İlker Başbuğ olayına. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul mahkemelerinde açılmış davası var mı? Var. Neden gidip ifade vermiyor? Savunma yapmıyor? Ergenekon savcısı savcı da o mahkemenin savcısı mübaşir mi? Çünkü Tayyip başbakan ve ancak Yüce Divanda yargılanabilir. İlker Başbuğ’da tıpkı Tayyip gibi ancak Yüce Divanda yargılanabilir. Buna rağmen koskoca Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ kalkıp savcıya gidip “O belgelerde benim imzam yok. Onlardan haberim yok. Bilmiyorum. . . Görmedim. . . Duymayım. . . Hem beni onlar seçti, onlar atadı, ben onların adamıyım” diyor. Bu sözler kendi tercihi olan tek kişilik hücrede değil de koğuşta olsa linç edilme sebebi. Mahkeme tutuklama kararı verince de durumu “Yüce Türk Milleti”nin vicdanını havale ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı rütbesini bu kadar alçaltmaya kimsenin hakkı yok. Ergenekon savcısı benim muhatabım değil deyip evinde otursaydı, polis evini basıp zorla mı götürecekti? Tabii ki hayır. Saldıray Baştürk teslim olmayı reddedince götürebildiler mi? Aktif görevdeyken silah arkadaşlarının haklı gerekçelerle askeri mahkemede yargılanma taleplerine göz ardı eden paşa şu an eminim buna çok pişmandır. İlker Başbuğ umurumda değil. O’nun tutuklanmasını değil, asıl temsil ettiği rütbeyi bu kadar ayaklar altına alınmasına izin verişini milletin dikkatine ve vicdanına sunuyorum.

İçinde bulunduğumuz bu dönemde İlker Başbuğ’u eleştirmenin, ona vurmanın Feto’cu linç furyasına dolaylı olarak hizmet ettiğini biliyorum. Ama yaşadığımız bu sürecin, içinde bulunduğumuz durumun hesabını vermesi gerekenleri görmezden gelemiyorum. İlk o sarı öküzü vermeyecektin hikayesi gene ortalarda dolanmaya başladı. Evet, ilk subayı ne amaçlarla kurgulandığı en başından belli olan mahkemeye teslim edenler, kozmik odanın talan edilmesine onay verenler bu durumun sorumluları. Şu an mağdur durumda oldukları, Türk Ordusunun subayı oldukları için sahip çıksak da bunların hesabını birileri vermeli. Öyle ya, köpekbalığı değilsen, ne diye onlar gibi davranıyorsun?. . .

Türk ordusunun temeli Türk Milleti olan gücünde, kararlılığında, fedakarlığında ve kahramanlığında sorun yok. Olmadı da. Ama galiba komuta kademesindeki Kurmaylık yeterliliği pek parlak değil. Görevde olduğu süre boyunca “Türk ordusuna karşı saldırı var, savaş halindeyiz” diyen komutanın o savaşın esiri durumuna düşmesini başka nasıl açıklayabiliriz. . .
Seçkin UMUT