1. yüz (Toplam 1 yüz)

Kime Hitabe-n ?

İletiGönderilme zamanı: Çrş Şub 08, 2012 13:56
gönderen Seçkin ERGÜN
Teknolojik oyuncaklar gibi olduk. Hani şu bi yerine basılınca değişik hareketler yapıp sesler çıkaranlardan. Hükümet ya da işbirlikçisi medya tarafından ortaya bir şey atılıyor, biz anında savunma durumuna geçip refleksten öte gidemeyen tepkiler gösteriyoruz. Tıpkı ortopedi doktorunun çekiçle diz kapağımıza vurmasıyla ayağımızın kendiliğinden hareket etmesi gibi.

Bizimle çok eğleniyor olmalılar. Mesela Hüseyin Çelik’in yüzündeki o iğrenç tebessüm “Hitabe sizin neyinize” der gibiydi. Öyle ya, Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’si için neden o kadar yaygara koparıyoruz? Bütün bunlar ne için? AKP Gençliğe Hitabe’yi kaldırmaya yeltendi, biz karşı çıktık. İyi ama bu karşı çıkış neden?

O Hitabe’de yazılı olan tüm olumsuz şartlar bire bir içinde bulunduğumuz durumla örtüştüğü halde, yine o Hitabe’de bu durumda yapılması gerekenler açıkça söylendiği halde, söylenenleri yapmayıp, daha önce hiç kullanmadığımız, kullanmayı düşünmediğimiz yazı metne sahip çıkıp kurtarma çabası içinde olmak vicdanen bizi çok rahatlatıyor olmalı.

Eylem koyucuların hedef sorunu var demek işime geliyor. Çünkü öbür türlüsünden işbirlikçi anlamı çıkıyor ki buna inanmak istemiyorum. Yaşadıklarımız ateist bir adamın abdestim bozulmasın endişesiyle aynı saçma kısır döngüye benzemesi ciddi anlamda can sıkıcı.

Gençliğe Hitabe adında “genç” geçtiği için mi yapılması gerekenler kısmını üstümüze alınmıyoruz? Tek amacımız o Hitabe’yi yeni nesle aktarıp, onların sonraki dönemlerde emperyalistleri yenmesini mi umacağız? Eğer öyleyse yeni kuşak büyüdüğünde kurtarılacak bir şey kalmayacak.

Eylem koyucu dedik. Kim bu eylem koyucular? Siyasi partiler ve Sivil Toplum Kuruluşları. Siyasi partilere bakalım. Kitle partisi konumunda iki parti var. Biri Cumhuriyetle yaşıt CHP, diğeri seçmen tabanı belli, “millicilik” esasına dayalı MHP.

Bu iki partinin mensupları ne zaman kürsüye çıksa AKP için “ vatan haini, emperyalistlerin işbirlikçisi” diyor. Bu ciddi ithamı seçmene yönelik siyasi söylem değil de, ciddi bir suçlama sayarsak o zaman söylemle eylem arasındaki ciddi çelişkilerden dolayı işin içinden çıkmak mümkün olmuyor. Madem karşı tarafta “vatan hain, işbirlikçi”, o zaman ne diye siyasetçilik oynuyorsunuz?

Vatan hainlerinin seçim sandığıyla yenildiği bir mücadele ne kadar mantıklı? Sen hep oyunu kuralına göre oynarken “hain” diye adlandırdıklarınız daha kaç seçimde sanal yüzdelerle sizi geride bırakacak? 18 milyon oy pusulası ve 8 milyon devşirme seçmenle hangi parti AKP’yi geçebilir!?

Bu tarz yazıları 10 yıldır okuyup hep laf üretip çözüm konusunda kısır olmakla suçlayanlar aslında çözümün ne olduğunu biliyor. Çözümün ne olduğunu herkes biliyor. Ama o çözümün emek, güçlük, fedakarlık gerektiriyor oluşu durumu biraz zorlaştırıyor.



Ne mi yapılmalı? Eğer AKP onların dediği gibi “vatan haini, emperyalistlerin işbirlikçisi” ise ilk önce gerekli adli başvurular derhal yapılmalı. Anayasa Mahkemesine, Yargıtaya, Cumhuriyet Savcılarına derhal suç durusunda bulunulmalı. Bu başvurular parti kapatma için değil, kişi bazında direk “vatana ihanet” suçlamasıyla yapılmalı. Abdullah Gül için de mecliste her hafta aynı suçlamayla “yüce divan” için imza toplama çalışması yapılmalı. Yeterli imza toplanamaz, bu davalardan bir şey çıkmaz, yargı zaten ellerinde denmemeli. Olsun, başvurmak zaten bir sonuç almak için değil, durum tespiti, tarihe not düşmek için. Ayrıca gerçek yüzleri teşhir etmenin yanında gündemin peşinden sürüklenen değil, gündem saptayan olmak gibi bir getirisi de var. Her başvuru hem siyasi iktidarın eline geçmiş yargıya, hem AKP’ye psikolojik bir baskıdır. Başvuru red mi edildi, tekrar başvurulacak. Sadece kürsüde “bunlar vatan haini demek” yetmez. Madem öyle, yapman gereken belli. Yap o zaman.

Ne mi yapmalı? CHP ve MHP dedik. Bunlar üyelerden aldıkları aidatlar ve bağışların yanında hazineden ciddi miktarda para alıyorlar. Teşkilatları, üyeleri, delegeleri de azımsanmayacak sayıda. En küçük beldede bile teşkilatları var. Her ilde, ilçede, beldede parti teşkilatları toplantılar, konferanslar düzenlemeli. Gazeteciler, akademisyenler, siyasi kişilikler konuşmacı olarak sürekli aktif çalışıp olabildiğince çok kitleye ulaşılmalı.

Emekli asker Erdal Sarızeybek, siyasi duruşu nedeniyle işsiz bırakılan Banu Avar gibiler kendi imkanlarıyla, karşılıksız, tüm Anadolu’yu dolaşıp konferanslar verip önümüzde duran tabloyu anlatmaya çalışıyorsa, hazineden ciddi parasal destek alıp onca kayıtlı üyesi, teşkilatı olan partiler bundan çok daha fazlasını yapmalı.

Mahalle kahveleri sadece seçim zamanında mı açık? Beklemekten katranlaşmış çayını yudumlayıp 4 yıl boyunca yandaş medyanın psikolojik saldırıyla eş değer yayınlarına terk ettiğimiz halkı kısacık seçim döneminde hatırlayıp “4 yıldır duyduklarınızı gördüklerinizi unutun, aslında durum bundan ibaret” diyip nasıl ikna edeceğiz?

Bazıları kurtuluş için iç savaşı, çatışmayı kaçınılmaz görüyor. Bazıları da AKP sandıkta yenilirse zamanla durum normale döner diyor. Bence gerek yobaz takımı gerekse ayrılıkçı Kürt bölücüler bunca kazanımdan sonra illere göre oy dağılımıyla mevcut kazanımlarını terk etmez. Fark etmez. Seçimle ya da çatışmayla, her iki durumda da tek dayanak ve güç milletin kendisi. Dolayısıyla ülkemizde sahneye konan emperyalist oyunu millete anlatmak, herkese ulaşmak gerekiyor. İşte o zaman Gençliğe Hitabe’nin gücü ortaya çıkacak.


Bir tarafta hızla ilerleyen Yunan Ordusu, bir tarafta İngiliz ve Fransız işgali ve onlarla işbirliği içinde olan Osmanlı hanedanı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi her yerde patlak veren sayısız gerici ayaklanmalar. Bu olumsuzluklar içinde Atatürk tek yol olan silahlı mücadeleden önce neden kongreler yaptı? Tarihe not düşüp kurtuluşun nasıl yapılacağını yazılı metne dökmek için yaptı. Milleti bu mücadelenin “tarafı” yapmak için, çaresizlik içinde bu felaketten nasıl kurtulacağız diye düşünen millete kurtuluşun yolunu açmak için yaptı. Şimdi de millet çaresiz ve kurtuluş yolu arıyorsa bu yolu açmaya talip siyasiler mücadelesini kürsülerde değil, Anadolu topraklarında vermeli. Nasıl, zormuş değil mi?

Bırakın Cumhuriyeti falan daha ortada düzenli ordu dahi yokken, henüz direniş başlamamışken Erzurum kongresinin metnine “azınlıklara verilen ayrıcalıklar parçalanmaya götürür” yazılması yapılması düşünülen milli mücadele için değil, sonrasında kurulacak Türkiye Cumhuriyetinin ulusal bütünlüğünü nasıl koruması gerektiğinin tespiti ve ilanı içindi. İleri görüşlülüğe hayran olmamak mümkün değil.

Andımızı, Gençliğe Hitabe’yi hatta büyük Nutku bile yasaklasalar ne çıkar. Zamanda yolculuk yapıp tarihi de silecek değiller ya. Kazanılmış koskoca bir Kurtuluş Savaşı ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti var. Savaşın her anı çıkarılacak binlerce dersle dolu. Yeter ki okunsun. Ama zamanında okunsun.

Avukatının dediğine göre İlker Başbuğ hücresinde Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşuyla ilgili kitaplar okuyormuş. Dedim ya zamanında okumak önemli diye. Keşke İlker Paşa bunları tek kişilik hücresinde değil de Genel Kurmay Karargahındayken okumuş olsaydı da silah arkadaşlarını Damat Ferit zihniyetindeki Ergenekon savcılarına teslim etmeseydi. Zamanında okusaydı da Kozmik odayı talan ettirip 11 askerin başına çuval geçiren ABD’li generali Genel Kurmay Karargahında ağırlamasaydı…