1. yüz (Toplam 1 yüz)

KONGRE

İletiGönderilme zamanı: Cum Tem 26, 2013 16:32
gönderen Seçkin ERGÜN
Hedefte Türkiye olunca bertaraf edilmesi gereken de haliyle Türkler olur. Ayrıca Türk düşmanlığı için bahane üretmekten kolay ne var. Mesela “İleri Demokrasi!” ve “çağdaşlık!” en popüler olanı. Etnik, dini, mezhepsel farklıları eritip devletin ayakta kalmasını sağlayan yegane unsur Ulusalcılıktır. Ulus olma bilincidir. Dolayısıyla Türkiye’yi teslim almak için önce Türk Ulusal bilincini yok etmeli. Biz her Ulusalcılık dediğimizde saldıranlar geçenlerde Diyarbakır’da yaptıkları toplantının adına “Kürt Ulusal! Kongresi” demesi bu çarpıklığı yeterince gösteriyor. Önümüzdeki ay Barzani’nin ev sahipliğinde düzenlenecek kongrenin adı da Kürt Ulusal Kongresi!

Demirtaş’ın beyanatına göre bu ulusal! kongrede Kürtler hangi ülkede, nasıl yaşayacaklarını deklare edeceklermiş. Deklare edilecek kısmı çok önemli. Bu küstahlık, cüretkarlık değil, Türk Ulusuna apaçık meydan okumaktır. BDPPKK’lılara faşistliğe batmış Ulusalcılık serbest, Türklere yasak! Üstelik Türkler onların Kürt ırkına dayalı faşist ulusalcılık anlayışından apayrı, Türklüğü bir ırk olarak değil, “Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan her birey” olarak tanımladığı halde. Varsın onlar emperyalizmin kucağında kongrecilik oynadıklarını sansın. Zamanı geldiğinde Türkler kongre yapar, dünyanın düzeni değişir. Tıpkı geçmişte, Amasya’da, Erzurum’da, Sivas’ta olduğu gibi.

Kurtuluş Savaşı o Kongre salonlarında yeşerdi. Türkiye cumhuriyetinin tam bağımsız olacağı o salonlardan tüm dünyaya deklare edildi. Üstelik ortada ne iki asker vardı, ne de tek bir silah. Zaten galiba sorun da biraz bu. Kurtuluş Savaşı ve Türkiye’nin kuruluşu o kadar imkansız bir mücadele örneğiydi ki, herkese gerçek dışı, çok eski çağlarda yaşanmış masal gibi geliyor. Bu yüzden kime Kurtuluş Savaşı dense “Atatürk Samsun’a çıktı, Kongreleri düzenledi, düşmanı yendi, Türkiye’yi kurdu” basitliğine indirgiyor. Çünkü okullarda Kurtuluş Savaşı sadece tarihsel kronoloji olarak okutuluyor. Oysa Kurtuluş Savaşı’nın tek bir günü bile sayısız detayla dolu. Mesela sadece Sivas Kongresinin toplanış hikayesi bile pek çok ülkenin kuruluş mücadelesinden daha çetin geçmiştir. İşgal güçleri Kongre’ye temsilci gönderecek şehirleri yakıp yıkmakla tehdit etmiş, Damat Ferit ve Saray türlü engelleme ve baskı çabasına girişmişti. Hiçbiri işe yaramadı. Türk Milletinin yüreğine ateş düşmüştü bir kez. . .
. . .
- Bence bu toplantıyı bu kadar açık etmekle hata yapıyorsun Necip. Hızarcıların Vahit’i bile çağırmışsın. Adam düşman karargahından çıkmıyor. Hata yapmayı bırak, gidecek kişiyi büyük tehlikeye atıyorsun.

- Demek toplantıda temsilci seçileceğinden bu kadar eminsin, korkun da bu yüzden. Çok korkuyorsan ben de aday olayım. Senin kadar olmasa da elbet üç-beş destekçim olur.

- Şakanın sırası değil.

- Ne şakası Sami, ben ciddiyim.

- Sen Sivas yolunu bulup oraya varana kadar kongre çoktan bitmiş olur.

- Bak aklıma ne geldi Sami, İngiliz komutanın tekerlekli atını ödünç istesek verir mi?
- Ah Necip!
. . .
Büyük avlunun duvarı boyunca dizilen taburelere oturanlar ikili, üçlü gruplar halinde hararetli sohbet ediyorlardı. Yamaçtan gelen kekik kokusu bahçelerdeki ıhlamur, iğde kokusuyla birbirine hiç karışmadan Ağustos ikramı akşam yeliyle konukları hürmetle dolaştı. Kim hangi kokuyu istiyorsa onu doldurdu ciğerlerine. Yasin Dede konuşmaların artık kıvama geldiğini düşünüp ayağa kalktı “Tamam artık, hadi başlayalım artık” dedi. Konuşmalar bir anda kesildi. Bu sessizliği kollayan Necip ayağa kalkıp,

- Arkadaşlar, niye toplandığımız malum, Sivas’a gönderilecek delegeyi seçmek için. Ben delege olmaya adayım. Başta Yasin Dede ve sizlerin onayı ile bu göreve talibim. Deminden beri konuşulanlara kulak kabarttım. Çoğunuzun Sami’yi seçmek istediğini biliyorum. Sami Subay emeklisi, tahsili ve görgüsü benden çok üstün. Ama beni seçmelisiniz.

Köşeden Kahveci Halit ayağa kalktı, “ Necip kardeş, Sami Bey dururken bu görev başkasına düşmez” deyip oturdu. Peşinden 8-10 kişi daha ayağa kalkıp benzer sözler söyledi, ardından ayağa kalkmalar kesilip kendi aralarında sohbete tutuşunca avluda uğultu tekrar yükselmeye başladı. Yasin Dede tekrar o gür ve saygın sesiyle uğultuya müdahale etti,

- Burada bulunan herkesin bu ulvi görevden kaçınmayacağını biliyorum. Benim fikrim, Necip gitmeli.” Bu söz herkeste şaşkınlık yarattı. Çünkü herkes Yasin Dedenin de Sami Beyi destekleyeceğinden emindi. Uğultu yeniden yükseldi, kekik kokusu biraz daha keskinleşti, Yasin Dede gene müdahale etti,

- Bu işi fazla uzatmaya gerek yok. Bence hemen seçimlere geçelim. Oylama başlamadan önce fikrimin kesin olduğunu, bunun için çok haklı sebeplerim oluğunu bilesiniz. Şimdi, Necip gitsin diyenler el kaldırsın.

Herkes birbirine bakıyordu, Sami beyin seçilmesi neredeyse kesinken, herkes ona oy vermek için gelmişken Yasin Dedenin sözleri kafaları karıştırmıştı. İlk Oduncu Yusuf el kaldırdı. Kekik kokusunu en iyi o bilirdi. Diğerleri de sanki biri el kaldırsın diye bekler gibi peş peşe ellerini kaldırdı. Yasin Dede tek tek saydı, 23. Hiç duraksamadan “Şimdi Sami Beyi destekleyenler el kaldırsın” dedi, saydı, 22. Necip kazanmıştı. Kimse olanlara inanamıyor, koca avludan çıt çıkmıyordu. Ortadaki ateşte demlenen çayın kokusu başka hiçbir kokuya yer kalmayacak şekilde avluyu kaplamıştı. Esinti yerini ağır, nemli, kıpırtısız havaya bıraktı. Yasin Dede Necip’in yanına gidip ayağa kaldırdı. Önce sımsıkı sarılıp sonra alnından öptü, “Yolun açık olsun Necip, hakkını helal et evladım” dedikten sonra gözyaşları görünmesin diye hızla avludan ayrıldı. Avludaki sessiz şaşkınlık donup kalmıştı.
. . .
Elinde mumla merdivenleri inen Sami bu saatte kim bu acaba diye söyleniyordu. Kapıyı açar açmaz Necip içeri daldı. Yüzünde gene aynı güzel tebessümle Sami’yi kucakladı.

- Hazırlıkların tamam mı? Sabah erken çıkma ama, öğlen ezanından sonra yola çık.

- Ne diyorsun Necip? Ne yolu? Sen seçildin ya! Hep olmadık zamanlarda şaka yapıyorsun. Gecenin bu saati bunu söylemek için mi geldin?

- Bak Sami, ben seçildim ama sen gideceksin. Yasin Dede öyle buyurdu.

- Herkesin içinde senin adını söyledi, kararının kesin olduğunu söyledi. Oylamada da sen seçildin. Sonra ne oldu da fikrini değiştirdi?

- Uzatma işte! Yasin Dedenin bir bildiği vardır elbet. Kimseyle vedalaşma. Yenge fazla yolluk hazırlamasın. Elinde kolunda dikkat çekici fazla yük olmasın. Bak, burası çok önemli, sakın öğlen ezanından önce yola çıkma. Ha, bu arada, yolunu çok az uzatır ama Sarı Emir yolundan git. Şimdi o yol yemyeşildir, saklar seni.
. . .

Yasin Dede Necip’in evinin olduğu sokağın başına gelip, soluklanmak için tam köşedeki genç incir ağacının dibine çömelip sırtını ağaca dayadı. Kekik kokusu hiç bu kadar iç taraflara gelmezdi. Fatma kadının feryadı toplamıştır diye düşündü. Kadınlar eve girmiş, erkekler kapının önüne çömelmişti. Necip’in büyük oğlu Murat 9 yaşında değil de koca adam gibi kardeşinin elinden tutmuş kapıda dikiliyor, gelenleri ağırlıyor, taziyeleri alıyordu. Kısa boşluklarda dudağını ısırıp yumruğunu sıkıyor, öfkeyle mırıldanıyordu. Gözyaşları çenesinden damladığında ağladığını fark edip o canım omuzlarını dikleştirip elinin tersiyle gözlerini siliyordu. Çömlekçi Yusuf sokağın başındaki Yasin Dedeyi görür görmez yerinden fırlayıp koşarak yanına gitti. Çömeldi. Tam konuşacakken hıçkırıklara boğuldu. Kalabalık içinde ağlamamak için kendini o kadar sıkmıştı ki, yüzünü iki elinin arasına alıp sarsılarak, bağırarak ağladı. Sonra birden ayağa fırladı, bişeyler söyleyecek oldu, gene karşı konmaz ağlamaya tutuldu. İçinde yayılan öfke ıhlamur kokusuyla gelen kekik kokusu gibi acının içinde kendine yer buldu.

- Öldürdüler Necip’i Yasin Dede! Pusu kuracakları belliydi. Akşamki toplantıyı duymayan kalmadı. Pusu kuracakları belliydi. Keşke birkaçımız tehlike geçene kadar yanında gitseydi. Pusu kuracakları belliydi.

- Belliydi ya oğul, belliydi. Necip’im zaten belli olsun diye herkesin içinde kendini zorla seçtirtti. Sami pusuya düşmesin, Sivas’a varabilsin diye kendini yalandan delege seçtirtip sabahın köründe düştü şahadet yoluna.

- Sami Beyde mi bilmiyordu Yasin Dede!?

- Bilmiyordu evlat. Bilse engel olmaz mıydı. Necip bu oyuna beni razı etmek için üç gün kapımdan ayrılmadı. Korkma, çatışmaya girmeyeceğim, direnmeden teslim olacağım, o vakte kadar Sami de tehlikeyi atlatmış olur dedi. Teslim olmuş mu olmamış mı bilemeyiz ama zaten Vali ölüsünü getirin bana diye emir vermiş.. . Ağlanacak zaman değil Yusuf. Önce vatanın gözyaşını dindirmeli. Bir Necip ölür, iki yetim bırakır, bir vatan ölür bir millet yetim kalır. Vatan başımızda oldukça iki yetime elbet bakarız.

- Bakarız ya Yasin Dede. Kendi evladımızdan üstün tutarız. Ah Necip kardeş. . . demek bu yüzden hep güleçmiş yüzün. Bir garip Necip koskoca Valinin yüreğine bu korkuyu salmışsa Gazi Paşa yedi düvele yeter. Korkularında boğulacaklar. Şimdi emin oldum Yasin Dede, kurtuluşumuz yakındır. . .

Re: KONGRE

İletiGönderilme zamanı: Cum Tem 26, 2013 22:46
gönderen t.c.berrin
Muhteşem bir şiirden sonra aynı tatta hikaye. Geçmiş yazılarınından da birkaçını okudum. Söylenecek olanı zaten söylemiştim.
Sen yaz Çocuk!

Re: KONGRE

İletiGönderilme zamanı: Pzr Tem 28, 2013 14:33
gönderen koray-asıl
Bir kısa hikaye koca bir yapıt, bir kısa hikaye koca bir destan. Haklısınız Seçkin bey, kurtuluş savaşı atik çağda yaşanmış mistik masal gibi algılanıyor. Bunu gerçeğe çevirecek olan sanat ve sanatçılardır. Tarihsel gerçekliği tarihçiler, kronolojik sırayı akademisyenler yapar. Ruhunu, canlılığını, felsefesini sonraki çağlaya taşıyacak olan sanattır, sanatçıdır. Bizim sanatçılarımız tamamen kazanca endeksli, seçicilikten yoksunlar. Bir filmde Atatürk'ü canlandırır, dizide padişahı. Demeç verirken toplumdan ve nitelikten bahseder sette aile içi sapkınlığı oynar. Sanat için her rol oynanır desek ortaya çıkan eserin sanatsal değeri sıfır.
Okumuş bir neslin neredeyse tamamını şehit verdik. Kahramanları yazmak sonraki nesillere kaldı.
Seçkin Ergün'ü okurken susuzluğumu anladım. Kalemin daim bahtın açık olsun.

Re: KONGRE

İletiGönderilme zamanı: Pzr Tem 28, 2013 14:34
gönderen koray-asıl
Bir kısa hikaye koca bir yapıt, bir kısa hikaye koca bir destan. Haklısınız Seçkin bey, kurtuluş savaşı atik çağda yaşanmış mistik masal gibi algılanıyor. Bunu gerçeğe çevirecek olan sanat ve sanatçılardır. Tarihsel gerçekliği tarihçiler, kronolojik sırayı akademisyenler yapar. Ruhunu, canlılığını, felsefesini sonraki çağlaya taşıyacak olan sanattır, sanatçıdır. Bizim sanatçılarımız tamamen kazanca endeksli, seçicilikten yoksunlar. Bir filmde Atatürk'ü canlandırır, dizide padişahı. Demeç verirken toplumdan ve nitelikten bahseder sette aile içi sapkınlığı oynar. Sanat için her rol oynanır desek ortaya çıkan eserin sanatsal değeri sıfır.
Okumuş bir neslin neredeyse tamamını şehit verdik. Kahramanları yazmak sonraki nesillere kaldı.
Seçkin Ergün'ü okurken susuzluğumu anladım. Kalemin daim bahtın açık olsun.