1. yüz (Toplam 1 yüz)

Mili Birlik Mayası

İletiGönderilme zamanı: Pzt May 26, 2014 13:07
gönderen Seçkin ERGÜN
Şöyle bir tarihe bakın, hangi savaşı yiğitçe yapabildiler? Kim yiğitçe karşımızda durabildi? Kim!? Bir kez Çanakkale’de. Onda da kazanacaklarından oldukça eminlerdi. 4 kıtadan toplanan askerlerle ve son model silahlarla yüklü Majestelerinin donanması denizde Nusret’e, karada yiyecek ekmeği dahi olmayan askerlere kaybedecek değildi ya. Üstelik Alman general olmasa komutan dahi yoktu. Anadolu’nun doğurgan kudretini emperyalistler nereden bilecekler. Canım Anadolu yine en muhtaç olunan anda, tüm gücü ve kudretiyle donattığı kahramanı, evladını, Atatürk’ü doğurdu. Atatürk bu, minnetini esirger mi hiç. “Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum” emri anaya, Anadolu’ya minnetin Atatürk’çe ifadesiydi.

Karşı karşıya savaşmanın ne büyük hata olduğunu anlayıp tarihin sayfalarına geri döndüler. Çünkü tarih sayfaları Çin ve Rusların nifaklarıyla yıkılan nice Türk Devletleriyle doluydu. Tarihin özeti; Türkü ancak başka Türk’le yenebilirsin.

Kurtuluş Savaşı sırasında yerel ve küçük ölçekleri saymazsak 17 ayaklanmayı bunun için tertip ettiler. Ancak Milli Birliğin mayası tutmuştu bir kez, hain ayaklanmalar zaferi geciktirmekten başka işe yaramadı.

Emperyalistler Türklerin aksine her yenilgiden dersler çıkardılar. Ayaklanmaların, bölücülüğün işe yaraması için önce “Milli Birlik Mayasının” bozulması şarttı. Türklük olgusu ve Atatürk’e savaş açmak bu işin ana taşıyıcısıydı. Medya açılan ihaleyi kazandı ve hemen Türklük ve Atatürk’ü yıpratma işe koyuldu. Bu işe uygun siyasetçiyse zaten hep hazırdı.

Ancak önce orduyu halletmek gerekiyordu. Gerçi 12 Eylül 1980 darbesiyle Kemalistlerin çoğu tasfiye edilmiş, özellikle Karargah NATO’cuların elindeydi ama Atatürkçülerin ne yapacağı belli olmazdı. Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi davalarla geri kalan kısım da ya tasfiye ettirildi ya etkisiz hale getirildi. Bu davaların uygulanabilir olması için Genel Kurmay Karargahının planın içinde olması şarttı. Yoksa birkaç badem bıyıklının ne cesareti ne zekası bu işe yetmezdi. Özkök, Büyükanıt ve İlker Başbuğ dönemleri “Türk Ordusunun tek bir mermi atılmadan teslim alınma” dönem olarak binlerce yıllık Türk tarihine geçecek ibretlikte.

Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda delil üretilmesinden bahsediliyor. Evet, ortam dinleme, haberleşme arşivi, telefon kayıtları, fotoğraf çeşitliliğine bakınca gerçekten de o davalarda delil üretilmiş. Peki bütün bu çalışmalar yapılırken askeri istihbarat, karşı istihbarat gibi birimler ne yapıyordu? Silivri hapishanelerinin temeli 2003’de atıldı. Bu davalar için en az 5 yıl öncesinden hazırlık yapıldığı çok belli. Koskoca ordu 5 yıl boyunca bu hazırlıklardan haberdar olmamasının izahı yok. Yani hiç kimse Tayyip’e falan kızmasın. Asıl suçlu ve fail ordunun içinde. Olan gerçek Atatürkçü subaylara oldu. İlker Başbuğ paşa sanki sınır karakolunda onbaşıymış, kendi döneminde kozmik oda talan edilmemiş, silah arkadaşları evlerinden toplanmamış gibi “Mağdur” sıfatıyla eylemlere teşrif ediyor. Neyse, konunun ordu kısmını daha fazla uzatmaya gerek yok, sanırım yeterince anlaşıldı.

Bir parti o ülke çıkarlarının aleyhinde işler yaparsa diğer partiler biri ilk seçimde iktidara gelir. Hatta seçimler beklenmeden bir parti o ülke aleyhine işler yaparsa toplumsal muhalefet o partiye dur der. Dolayısıyla önce siyasal muhalefeti, yani muhalefet partilerini, sonra toplumsal muhalefeti halletmek gerekiyor. Deniz Baykal Atatürkçü sayılmazdı ama parti tabanına fazla duyarlıydı. Açılım ihaneti konusunda AKP kadar cüretkar olamazdı. Baykal ve kadrosunun tasfiye edilmesi gerekiyordu, edildi. Baykal’ın kaset operasyonun hemen öncesi medyada Kılıçdaroğlu’nun yıldızını parlattı. Neşter vurulduğunda sadece Kılıçdaroğlu – Baykal değişikliği olmadı, partinin Ulusalcı kanadı da tasfiye edildi. Gerçi mevcut Ulusalcıların da gerçek Atatürkçü olduğu pek söylenemezdi. Zira Mandacı İnönü’den beri parti zaten yüzünü NATO’ya dönmüştü.

Tüm CHP’liler Kılıçdaroğlu’na o kadar odaklanmıştı, AKP ve Tayyip’ten o kadar yılmıştı ki Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün, Sabahat Akkiraz, Şafak Pavey, Gürsel Tekin gibi PKK bozması isimlerin üst yönetimi ele geçirip partiyi içeriği iyice boşaltılmış “Ortanın Solu”ndan Cehennemin dibine kolayca kaydırdılar. Bu oyun gördüğünde iş işten geçmişti.

İhanet politikalarında AKP’nin bir kaşık suda boğulmaması, toplumsal muhalefetle alaşağı edilmemesi için sıkı bir koalisyon ortağı olmuştu. Üstelik Atatürkçü seçmenden oy alan bir ortak!

Sıra en tehlikeli ve önemli aşama olan “Toplumsal Muhalefete”, yani Atatürkçü kitleye gelmişti. İşin en iğrenç, en şerefsiz kısmı tam da burası.

Çoğu sol parti ve oluşumlar zaten MİT’in kontrolündeydi. Diğerlerinde de kurultay oyunlarıyla PKK’lı kadrolar işbaşına getirildi. Sol partiler artık ne emek, ne özgürlük lafları etmiyordu. Varsa yoksa etnik bölücülük faaliyetlerine girişip BDPKK’ya vagon oluverdiler.

Türkiye’nin her sol parti ve oluşumun omurgasını Alevi yurttaşlar oluşturur. Alevilerin Pir Sultan’dan beri süregelen “Devrimci” özelliği hep vardı. Ve Alevilerin hepsi Türk’tür. O yüzden çoğu sıkı Atatürkçüydü. İbadethanelerinde, evlerinde Atatürk fotoğrafı mutlaka olurdu.

Çıkış noktası itibariyle PKK’da sol, Marksist bir partiydi. Uyuşturucu tüccarlığı ve emperyalizmin tetikçiliği Türkiye bütçesinin yedi katı kadar bir parayı açığa çıkarmıştı. Evet, Türkiye bütçesinin yedi (7) katı bir paradan bahsediyoruz. Bu paranın birazı zaten işçi sınıfında yer edinememiş, batı normlarında olup Türk kültürüne yabancılaşmış sol oluşumların yörüngesini kaydırmaya yetti.

AKPKK’nın 12 yıllık yıkım çalışmaları zamanla toplumda huzursuzluğu beslemeye başladı. Ne zaman toplumsal bir eylem olsa PKK’lı ya da PKK’laşmış sol gruplar o eylemin içinde yer alıp marjinal hareketler yapmaya başladı. En bariz olanı Gezi eylemleri sırasında yaşandı. Bu görüntüler Tayyip’e de seçmeni için eşsiz bir malzeme konusu olmuştu. Vandallar, marjinaller sözlerini bizler için söylediğini sanıp hemen savunmaya geçiyoruz ama o sözler bize değil, bizim içimizdeki PKK bozması gruplar içindi.

Bir alanda herhangi bir uygulamayı protesto mu edeceğiz, PKK paçavralarıyla bir grup orada ellerinde molotof hazır bekliyordu. Hiçbir Alevi, hiçbir Atatürkçü, hiçbir Ülkücü, hiçbir sendikacı, dernekçi, öğrenci, kısaca hiçbir yurttaş polise molotof atmaz. Polisle bu şekilde çatışmaz. Okmeydanı dahil tüm çatışma görüntülerine bakın, PKK’nın Diyarbakır, Şirnak gibi yerlerde polisle çatışmasıyla aynı görüntüler vardır. Bizlerden biri ne molotof yapmayı bilir, ne zırhlı araca saldırmasını, ne de polisle çatışmasını bilir. Bu çatışma becerisi tecrübe ile edinilir. 30 yıldır çatışan tek grup PKK.

Çatışmalarda yüzü maskeli, elinde silah, Molotof, hatta el bombası olan hiçbir gösterici yakalanamıyor. Onlarca gazeteci bu yüzü maskeli, “Katil devlet!! ( AKP değil, devlet)” sloganı atan adamların fotoğraflarını çekip yandaş medyaya servis ederken birinin bile, bir tekinin bile yakalanmaması polisin “mesai arkadaşını” koruması olabilir mi? Gösterilerde sadece cenaze için bekleyen sıradan insanlar, Berfin, İsmail gibi savunmasız insanlar öldürüldü. Bu ölümler de o gruplar için yeterli malzemeye dönüşüyor

Hepimizin üzüntüsünü, tepkisini, isyanını kendi amaçları için kullandılar. Çünkü biz örgütsüz, onlar örgütlüydü. 15-20 kişilik örgütlü grup binlerce kişilik kalabalığı kolaylıkla yönlendirebilir. Gezi ve diğer eylemlerde de öyle oldu. Elinde Türk Bayrağı ve Atatürk posteri olan milyonlarca yurttaş farkında dahi olmadan PKK ile aynı karede yer aldı. Tayyip fotomontaj yapsa, kendisi kurgulasa bu kadar iyisini elde edemezdi.

Bir damla kir ancak bir bardağı bulandırır. Bir bardak kirli su bir sürahiyi, bir sürahi bir bidonu, bir bidon göleti, bir gölet tüm suyu kirletir.

Örgütsüz bir toplumu sokağa dökmek Ukrayna, Yugoslavya gibi sonuçlar doğurur. Ukraynalı vatandaşlar da daha çok demokrasi için sokağa çıktıklarını sanıyorlardı. İktidarı devirmenin sarhoşluğu ülkenin Doğusunun kopartılışını hissettirmedi. Sünnetçinin mahareti kadar sünnet olmaya duyulan iştahın hakkını vermezsek olmaz. Narkozdan ayıldıklarında Doğu illerine Rus bayrakları çekilmiş, ülke AB’nin borç batağına saplanmıştı bile.

Elbette mevcut diktatörlüğe, yapılan ihanete sessiz kalmayacağız. Sessiz kalmamak için önce bir arada olmak, örgütlenmek zorundayız. Yoksa Soros, PKK, AB’ci derneklerin oyuncağı oluruz.

Tüm güçlerini “Milli Birlik mayasını” bozmak için harcıyorlar. Bu iş için en iyi yöntem partilere ayrıştırmak. Parti dışında kalan dernek ve oluşumlar zaten kısır çekişmelerle mesafe alamıyor.

Yani binlerce yıldır olduğu gibi yine Türk’ü Türk’le yenmenin senaryosu uygulanıyor. “Hele bir Vatan tehlikeye girsin, elime silahı alıp cepheye koşarım” demenin karşılığı yok. Çünkü cephe savaşı yok. Olmayacak da. Ordu dahil devleti tüm kurum ve kuruluşlarını silahsız teslim almaları
izledikleri yöntemi gayet açık gösteriyor.

PKK bozması örgütlerin, AKP kopyası partilerin oyuncağı olmamak elimize silah alıp cepheye koşmaktan daha kolay, daha uygulanabilir yöntem. İlkel ve reflekse dayalı dürtülerimizi değil, aklımızı, ortak aklı, Milli aklı kullanmalıyız. Zira birlik olmanın, birlikte olmanın önündeki tek engel bu. . .