1. yüz (Toplam 1 yüz)

SİLİVRİ: Bir Garip Zindan!

İletiGönderilme zamanı: Sal Ara 13, 2011 13:04
gönderen Bige Aksoy
Canımdan can kopuyor sanki
Yine ihanet ediyor karanlıklar
Ah babam, sen söyle
Hep böyle zor muydu yalnızlıklar?..


Öncelikle belirtmeliyim ki iki hafta boyunca sizlerden uzak kalmak benim için pek de kolay bir durum değildi.
Her gündem değiştiğinde kaleme sarılmadan durmayı başarmak, sadece Silivri zindanlarında gördüklerime yoğunlaşıp kendimi diğer konulardan soyutlanmaya çalışmak inanın çok zordu.

Bu zaman zarfında, aklımda onlarca Silivri yazısı şekillendi.
İlk önce gördüğüm saçmalıkları madde madde sizlere aktarmayı düşündüm.

Daha sonra yapılan savunmalardan parçalar yayınlamayı ya da oradaki askerlerimize uygulanan psikolojik baskılardan dem vurmayı plânladım, ancak evime dönüp kalemi elime aldığımda bunların hepsinin ne denli boş olacağını anladım.

Birçok yazar Silivri zindanlarında yaşananları akademik bir dille sizlere sunmaya çalışıyor, çarşaf çarşaf iddianame ve savunma dosyaları havada uçuşuyordu zaten.
Benim yapmam gereken, her zamanki gibi duyguları anlatmak olmalıydı.

Neredeyse 70 yaşındaki bir annenin oğlunu birkaç saniye görebilmek için nasıl demirlere tırmanmaya çalıştığını, çok güçlü görünen bir kadının duruşma salonundan çıktıktan sonra omuzlarının nasıl çöktüğünü ya da babasız uyuyacak bir evlâdın kaç yaşında olursa olsun nasıl canının yandığını aktarmalıydım.

Silivri’de canından can kopan insanlar vardı…
Yalan yanlış iddialarla suçlanan, beyazın gerçekten beyaz olduğunu ispat etmeye çalışan insanlar…

Davaların özeti buydu aslında.
Birileri beyazın siyah olduğunu iddia ediyor, askerlerimizden de bunun beyaz olduğunu ispat etmeleri bekleniyordu.
Bu akla mantığa uyabilir miydi?
Beyaz beyazdı siyahsa siyah!
Bunu söyleyene ‘Eee o zaman da gözlerinin gördüğünü ispat et!’ demek, saçmalığın hangi kategorisine uyardı?..

Hiçbir sonucu olmayan, amacı sadece askerlerimizi tutsak etmek olan bir dava daha sona erdikten sonra Silivri’de kurulan özgürlük çadırlarına geçtim.

Dışarıdan bakıldığında normal görünsem de, aklım tam bir un çuvalına dönmüştü.
Kalbim hangi duygularla baş etmesi gerektiğine bir türlü karar veremiyordu.

Buz gibi çadırlarda küçücük bir soba insanların umutlarını ısıtmaya çalışıyordu.
Sobaya yaklaştıkça bedeniniz yanıyor, uzaklaştıkça kemiklerinize kadar üşüyordunuz.
Umudu gereken uzaklıkta tutmadıkça acı çekiyordunuz.

Çadırlarda bekleyen insanların hikâyeleri ayrı bir yazı konusu olabilecek kadar uzundu aslında ama tek bir kelimeyle anlatmam gerekirse, vatanı düşmandan korurcasına nöbet tutan şerefli neferler gördüm orada.

Bana göre çoğunun yaşı bu nöbeti tutmaya elverişli değildi, ancak onlar hiçbir zorluğa pabuç bırakmayacak kadar inançla yapıyorlardı görevlerini.

(Gençlere çağrımdır: Havalar gittikçe soğuyor ve bu günlerde çadırdakilerin sizlere her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var!)

İşte böyle dostlar!
Bir kitaba sığacak günleri, tek bir yazıda özetlemeye çalıştım.

Silivri’de acı var, Silivri’de ölüm var ama en önemlisi, Silivri’de onlara arkasını dönmüş bu halka kırgınlık var.
Sizden ricam şerefli vatanseverlerimizi yalnız bırakmamanız, ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz’ gibi saçma sözlere kapılmamanız, gerçekleri gidip kendi gözlerinizle görmeniz ve şerefli Vatanseverlere desteğinizi esirgememeniz.

İnanın değişen Türkiye’de onlara ihtiyacımız çok daha fazla. Yarın geç olmadan, güneş karanlıkla kaplanmadan, umut daha fazla yok olmadan, Silivri hepimizi yutmadan…