1. yüz (Toplam 1 yüz)

Ergenekon'dan Çıkış! (CIA'nın Çetecileri -28) Figen ÖZEN

İletiGönderilme zamanı: Sal Ara 18, 2012 17:27
gönderen NİLGÜN BAŞTUĞ
Ergenekon'dan Çıkış!(CIA'nın Çetecileri 27)

"Türk illerinde Türk oku ötmeyen,Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen yer yoktu.Bu durum kavimleri kıskandırıyordu.Yabancı kavimler birleştiler...Türklerin üzerine yürüdüler. Türkler gâlip geldi."

Türk'ün en önemli destanı Ergenekon Destanı bu satırlarla başlamaktadır. Destanın devamında ise: Türk'ün düşmanlarının bir araya geldiği, bir türlü yenemedikleri, vatanlarını işgal edemedikleri Türklerin ancak ve ancak hile ve desise ile yenildiği anlatılmaktadır.

Ulus devletin bölünmez bütünlüğünün en büyük güvencesi içinde türetilmiş Atlantikçi'lere rağmen TSK'dır. Küresel çeteler, CFR( Council of Foregein Relations- Dış İlişkiler Konseyi) ,TRİLATERAL (Üçlü Komisyon), BİLDERBERG (CIA tarafından 1954 yılında Hollanda'da kurulmuştur), RAND CORPARİTİON, CSIS (Stratejik and İnternational Studies/Stratejik ve Uluslar Arası Araştırma Merkezi), WINEP (Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü) ve benzeri tüm THİNG-TAHANK kuruluşlarının tek amacı bir "Dünya Hükümeti" kurmak ve ulus devletleri yok etmektir.

1948'den bu yana bu THİNG-TAHANK kuruluşlarının denetimindeki politikacılar tarafından yönetilen Türkiye'de, Amerika'ya hakim olan Siyonist ve Evangelist küresel çetecilerin gözünde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tam kırılma noktası, 1 Mart Tezkeresi'dir. Hatta; ABD eski Savunma Bakanı Donald Runsfeld yeni yayımlanan "KNOWN and UNKNOWN" ( Bilinenler ve Bilinmeyenler) adlı kitabında 1 Mart tezkeresi'nin Türkiye tarafından reddedilmesinin "bir siyasi utanç olduğunu" açıklamıştır.

Aslında 1 Mart tezkeresi, TSK'nın emperyalizmin patronu küresel çetelerin efendilerine ve Amerika'ya direneceğinin işaret fişeğidir. Türk ordusuna ceza bu nedenle kesilmiştir.

Amerika'nın "bu siyasi utancı"nın tek suçlusu, onlar için Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. Bu nedenle ordudaki Milliyetçi ve Avrasyacı subaylar derhal temizlenmelidir. Karar A.Gül'ün can dostu Fehmi Koru'nun açıkladığına göre: 5 Kasım 2007'de Erdoğan/Bush Oval Ofis görüşmesinde verilmiştir.

THİNK/THANK kuruluşları eliyle birilerine bavul dolusu paralar aktarılmış, kurulan gazetede birileri bavul dolusu sahte belgelerle, kendisine verilen görevi yerine getirmiştir. Bu günlerde kendini tasfiye eden TARAF Gazetesi, Türk Ordusu'nun tasfiyesi ve bir çete olarak gösterilme operasyonu için kurulmuştur.

Olduğu varsayılan " çete"ye de Türk'ün varoluş destanının adı verilmiştir: ERGENEKON!


Ümraniye'de bir ihbar telefonu ile bulunan ve nedense "çok önemli delil" olarak kabul edilmesine rağmen, ortadan polis tarafından yok edilen yirmi sekiz el bombasının pimi çekilmiştir.

Tutuklamalar son derece plânlı olarak yapılmış, "Esas olan vatandır, gerisi teferruat" söylemini şiar edinen emekli ve muvazzaf subayların yanı sıra, yurtseverler, gazeteciler, parti genel başkanları, üniversite öğretim üyeleri tutuklanmıştır. Ancak; halkta "acaba" sorusunun şekillenmesini sağlamak için de yurtseverlerle birlikte, mafya kırıntılar da bu tutuklanmalara dahil edilmiştir.

Yaklaşık beş senedir yurtseverler ve Türk Ordusunun mensupları, PKK'lı gizli tanıkların, F tipi homoseksüel bir hahamın, sahte belge ve CD'lerin tutsağı olarak, Silivri zülumhanesinde esarete mahkûm edilmişken; Türk milleti, utanarak itiraf etmemiz gerekir ki ciddi bir toplumsal muhalefet göstermemiştir.

Örneğin; o ana kadar tutuklanan en yüksek rütbeli subay olan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı'nın tutuklanmasına ne yazık ki gereken tepki verilmemiştir.

Bilgin Balanlı Paşa'nın tutuklanmasını ADD'nin 3000 üyesi olduğu Antalya'da 38 kişi, evet yanlış okumadınız, sadece 38 kişi protesto etmek için Ordu Evi'nin karşısında toplanmıştır.

Emekli de olsa bir Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklanmış, toplumsal muhalefet dediğimiz güç sessizliği yeğlemiştir. Astsubayından orgeneraline kadar muvazzaf, emekli Türk ordusu, "Kürt Açılımı"nın ağa babası CIA Türkiye Masası Uzmanı Henri Barkey'in itirafı ile tescillenmiş, "Amerika, AKP ile birlikte Türk ordusunu kafeslemiştir." söyleminde de ifade edildiği gibi esarete mahkum edilmiştir.

İşin garibi ordusu esir edilen Türkiye'de ne yer sarsılmış ne de gök titremiştir. 13 Aralık'ta Silivri'ye koşan ne Kürecik'e ne de PATRİOT'lara gerekli tepkiyi güçlü bir şekilde göstermeyen demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler sessiz ve sakin, isterseniz bana kızın ama şov zamanını beklemişlerdir.

Şova, şovla karşılık verilmiş, Amerikan yalanı Silivri müsameresinde perde inmemiştir.

120 milyon sayfalık sahte belgelerin oluşturduğu müsamerede(!), savcı mütalaasını okumamış, davaya yeni bir dava eklenmiştir.

2008'den beri devam eden bu tarihi yalana karşı tepki ne yazık ki Türkiye genelinde yapılmamış ve Silivri kırsalında kiralanan çadırlara hapsedilmiştir. Eylem alanı dar ve gözlerden ıraktır.

Mütareke basını, eylem çadırlarını haberini dahi yapmamış ve haberin üstü maharetle örtülmüştür. Türk milletinin büyük bir çoğunluğu bu çadırların varlığından bile habersizdir. Üç maymunlar bir araya gelmiş, görmemiş duymamış ve duyurmamıştır.

Ama işbirlikçi medya 13 Aralık eyleminin borazan başıcılığını derhal ve ve büyük bir hevesle yapmıştır.

13 Aralık'ta eylemi sadece Silivri zindanının önünde yapmak yerine her gün büyük şehirlerde, büyük kitlerin olduğu alanlarda yapmak yerine sadece ve sadece Silivri'deki kiralık tarlayı seçmek ne derece doğrudur? Eylem doğru zamanda, doğru yerde yapıldığı takdirde güç kazanır ve mücadele günü birlik ve özel günlerle sınırlı olmamalıdır. Mücadelenin sürekliliği ve gündemde tutulması, mücadelenin amacını zafere taşıyan en önemli etkendir.

Örneğin Silivri'de hakikaten çok zor şartlar altında kesintisiz nöbet tutanların haberini "ES" geçen televizyonlar, gazeteler belgegeçer, telefon ve ileti yağmuruna tutularak, hem tutulan nöbetin hem de ABD yalanının daha çok ve gerçek haberleriyle gündeme taşınması sağlanabilirdi.

Eylem sonuç alınana kadar kesintisiz sürmelidir. Mücadele, tıpkı devrim gibi günü birlik ve özel günlerle sınırlı olmamalıdır. Türk Milletinin emperyalizmin uşaklığına soyunan karşı devrimcilere karşı verdiği mücadele acı çekmeden de amacına ulaşamayacaktır!..

13 Aralık'tan bu yana bakın zulümhanenin önündeki meydana ve bir zamanların o meşhur, ama bugün buharlaşan sloganını hatırlayın:

"Biz kaç kişiyiz?"

Hatta bununla da yetinmeyin,elinde mikrofon otobüsün üzerinden "Söz verin, yarın da bir hafta sürse de biz buradayız" diye haykıran o en büyük demokratik kitle örgütünün başkanını arayın. Boşuna zahmet etmeyin... Hamâsi nutuklarla göz boyayanların hayaletini bile bulamazsınız. Bir günlük görev bitmiştir çünkü...

Orada sadece zindanların duvarlarından yankılanan Balyoz düzmecisinde hüküm giyen çoğu PKK'ya karşı savaşmış kahraman askerlerimizin ailelerinin "SESSİZ ÇIĞLIĞINI" duyacaksınız.

Şunu asla unutmamız gerekmektedir. Ergenekon, emperyalizmin bir intikam planıdır. "Emperyalizm Türkleri hiç af etmeyecektir." demiştir Gazi Mustafa Kemal Paşa...

Türk milletinin yapısında, genlerinde bağımsızlık sevdası vardır. Vatan aşkı vardır. Türk ordusu "Peygamber Ocağı"dır. Ama; köyler, beldeler ve hatta büyük şehirler bile henüz bu yalanın, Ergenekon tertibinin gerçek amacının farkında değildir. Ancak tabandan, sokaktan başlayan bir uyanış, bir kıpırdanış başlamıştır. Önemli olan bu uyanışı, bu kıpırdanışı, demiri eritecek bir güce çevirmektir.

Artık benim partim, senin partin, benim derneğim, senin derneğin devri kapanmıştır. Sanal ve günü birlik muhalefet yerini milletin gerçek muhalefetine bırakmak zorundadır. Mücadele ve/veya eylem, adına ne derseniz deyin, Türkiye'nin her tarafında olmalı ve tek güne, dar alanlara sıkıştırılmamalıdır.

Oslo'da, ikili gizli antlaşmalarda, varılan mutabakatlarda verilen sözlerin ve bazı siyasetçilerin ağızlarında çürük sakız gibi dillendirilen "Genel Af"ın önü derhal kesilmelidir.

Terörist başı Öcalan'ın serbest bırakılması için hazırlanan tuzak bu millete anlatılmadır.

İşte o zaman kurgulanmış bu siyasi dava çökecek, Kayı (kayan) ve Dokuz Oğuz'un torunları, Silivri'nin demir parmaklıklarını eriterek, Ergenekon'dan çıkacaktır.


Figen ÖZEN, 18 Aralık 2012