1. yüz (Toplam 1 yüz)

Bağımsızlık Işığı! / Figen ÖZEN

İletiGönderilme zamanı: Sal Eyl 09, 2014 12:38
gönderen Oğuz Kağan
Bağımsızlık Işığı!

“Ben Milli mücadeleye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da. Bir de bağımsızlık ışığı gözünden parlayan Dr. Hikmet’i” Mustafa Kemal ATATÜRK

Sivas Kongresi’nin özü, amacı tek bir sözcükle ifade edilmelidir. Bağımsızlık!

Sivas’ta yüreklerde saklanan “milli sır” henüz açıklanmamış, ancak bir milletin kurtuluşu ve bir devletin kuruluşu için gereken kararlar verilmiştir.

Bu kararların alınması elbette hiç kolay olmamıştır. Anadolu’nun dört bir tarafından gelen 45 delegenin içinde hâlâ İngiliz himayesini, Amerikan mandasını savunan kurtuluşun reçetesini anlayamayanlar da vardır.

Hatta bunlardan bazıları yeni bir siyasi partinin kurulmasını, diğerleri ise İttihat ve Terakki Partisi’nin çatısı altında toplanmanın gerekli olduğunu savunmuşlardır.

Türk vatanı işgal altındadır, toprak ana “müstevlilerin” kirli çizmeleri altında inlemektedir. Padişah ve yanlıları saltanatın devamı, Türk milleti ise vatan derdindedir.

“Mustafa Kemal ” Gençlerin de görüşlerini almalıyız ” diyerek Sivas’ta toplanacak olan kongreye 3 öğrencinin katılmasını ister. Bunun üzerine Askeri Tıbbiye, Sivas Kongresi’ne 3 delege göndermek ister. Üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Bey ve Yusuf Bey (Balkan) delege seçilir ve yol paraları olmadığı için aralarında para toplarlar. Ancak 9,5 lira yani bir kişinin Sivas’a gidebilmesine yetecek miktarda para toplanabilir. Bunun üzerine sadece Hikmet Bey’in Sivas Kongresine gönderilmesine karar verilir.

Hikmet Bey, Sivas Kongresinde ABD ya da İngiltere’nin manda ya da himayesini savunan söylemlere çok şaşırır. Oturumlar sırasında söz aldığında, delegelerin hayret nidaları arasında yüksek ve heyecanlı sesle şu sözleri söyler:

“Delegesi bulunduğum Türk gençliği, beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdi. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız. Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz “.Daha sonra Mustafa Kemal’e dönerek aynı coşku ve kararlılıkla ” Paşam siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz”

Herkes bu net ve heyecanlı söylem karşısında Mustafa Kemal ‘in tepkisini beklerken, yanıt gelir : ”Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Manda da yok, himaye de yok. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklal, ya Ölüm.” Gazi, Tıbbiyeli gencin bu içtenlikli çıkışından çok mutlu olmuştur.”


Görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli Sivas’ta atılmıştır. Ancak bu devletin olmazsa olmazı bağımsızlıktır.

Ancak zaferden sonra kurulacak yeni devlet Mustafa Kemal Paşa’nın yüreğinde bir “milli sır”dır. Atatürk bu sırrı en yakın arkadaşlarına bile açıklamamıştır.

23 Nisan 1920’de toplanan ilk Meclis’te dahi İngiliz sevicileri, Amerikan mandacıları, İttihat ve Terakki artıkları ve Hilafet ve padişah yanlıları çoğunluktadır. Kısacası bu Meclis bazılarının adlandırdığı gibi “rahman” bir meclis değildir.

Meclis Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya kumpas kurmak ve O’nun elinden bir takım salahiyetleri almak için devamlı çalışmalar yapılmaktadır.

Amaçları Mustafa Kemal Paşa’yı al, aşağı etmektir. Gazi Paşa yalnız düşmanla değil, aynı zamanda Meclis’teki işbirlikçilerle savaşmak zorundadır.

İç ve dış düşmanlara karşı savaşı kazanan Gazi Paşa’dır. Bağımsızlık ışığı muazzam bir ateşe dönüşecek ve 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu tüm dünyaya ilan edilecektir.

Tarih 9 Eylül 2014’tür. Gene Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir kumpasın içindedir. Meclis, milletin meclisi değildir.

TBMM, CFR’nin göbek bağını kestiği bir partinin iktidarı ile dönüştürülmüştür. Diğer tarafta SOROS’un, TESEV’in çocukları koltuk derdine düşmüş gerçek görevlerini unutmuştur. Bir başka partinin genel başkanı ise bol, bol sert beyanatlar vermekte, ancak iş icraata gelince susmaktadır.

PKK’yı aklayan son yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürecek 110 milletvekili bulunamamaktadır. Meclis; “biat kültürü” ile sarılıp, sarmalanmıştır.

Tüm siyasi partiler bir projenin parçasıdır. Çankaya işgal altındadır. Ettiği yemine asla sadık kalmayacak biri, Evliya Çelebi örneği elinde bavul dünya turuna çıkmıştır. Gölge başbakan kendisine tevdi edilen görevleri yerine getirmekte, ezberlerini bozmamaktadır.

Diğer taraftan adamın biri, hangi partinin genel başkanı olduğunu unutmuşçasına “AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”ndaki “şerh”leri kaldıracağız diye çığırtkanlık yapmaktadır.

Altı ok paramparçadır. Devrimcilik tozlu raflara kaldırılmış, milliyetçilik oku kökünden kırılmıştır.

TBMM’de Mustafa Kemaller, Mahmut Esatlar, Satı Kadınlar yoktur.

Albay Reşat Çiğiltepeler, Yüzbaşı Ağah beyler, Şerife bacılar, Gördesli Makbuleler öfkeyle kışlalarına hapsedilmiş, Türk ordusunu ve karanlıklara bürünmüş Genel Kurmay’ı izlemektedirler.

Gazi Paşa; Mareşal üniformasını giymiş ordusunu aramaktadır. Çünkü vatan tehlikededir.

Hal böyleyken Türk milleti önüne konan sanal gündemlere kilitlenmiş ve gerçek görevini unutmuştur. Sapık bir iki kadının söylediği sözler zirve yapmış, gaflet ve delaletin girdabında bocalayan bir mahlukatın “İmam Hatiplerde Türkçeyi yasaklıyorum” zırvası yazılara konu olmuştur.

Küresel çetelerin hedefinde ulus devlet vardır. Bilinen gerçek şudur ki yıkılan ulus devletlerin yerine yeni bir devlet kurulamaz, kurulmaz. Şehir devletleri ve/veya eyaletleşme gündemdedir.

Tehlike budur. NATO kapımıza dayanmıştır. Bir İsrailli tümgeneralin 20 sene önce söylediği gibi İsrail’le sınır komşusu olmak üzereyiz.

Esas olanı “vatan”ı bir kenara bırakıp, teferruatlarla uğraşmak gerçek tehlikenin üzerini örtmektedir.

Bugün 9 Eylül…İzmir’in yeniden doğduğu gün… Siz” İzmir’in doğum günü” diyeceksiniz. Benim aklıma bağımsızlık gelecektir.

“Düşman denize döküldü” diyecekler, ben size Ankara’yı işaret edeceğim, “Aha, düşman orda, içimizde “ diyeceğim.

“Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temelidir”

Ve Gazi Paşamızın sesi bize gerçek görevimizi hatırlatacaktır. Teferruatı bir kenara bırakıp vatana yöneleceğiz. Tıbbiyeli Hikmet düşecek önümüze gözlerinde parlayan bağımsızlık ışığı ile…

Sen, ben, biz yürüyeceğiz. Kadınlar en önde… Hatice, Neriman, Yörüklerin Fadime, şehit Ergün Bilgiç’in anası Fatma kadın, TEKEL’i vatan, vatanı TEKEL yapan kadınlar ve daha niceleri… Çeyiz sandıklarımızı açacağız, kan rengi yazmalarımızı fırlatıp suratlarınıza, “YÜRÜYÜN” diyeceğiz.

Milyonlar, milyonlar takılacak peşimize… Tüm Türkiye olacağız. Hepimizin gözlerinde tek bir ışık… Öylesine parlak ve güçlü ki bu ışık, güneş utanacak güneşliğinden… Bağımsızlık ışığının parlaklığı tüm yurdu aydınlatacak.

Acz içinde olanlar bize bakıp, duraklayacaklardır. Yürüyüşümüzü uzaktan seyredip “imkansız” diyeceklerdir.

Korkaklar daha çok korkacak, köstebekler misali yer altına çekileceklerdir.

Fakat biz başarmanın inancıyla yürüyeceğiz ve karşı devrimcileri geldikleri gibi göndereceğiz.

Biz Türk milletiyiz, Parolamız vatan, işaretimiz namustur.

Ne şiirlere sığarız ne destanlara… Tarih yazmaz bizi. Biz tarihi yazarız.

Çünkü biz Türk milletiyiz.

"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın

rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”


Gazi Mustafa Kemal paşa, Türk’ün tanımını açıkça yapmıştır. “Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir”

Son söz Gazi Paşa’nındır.

Şiar “Ya İstikâl- Ya Ölüm!”dür.


Figen ÖZEN, 9 Eylül 2014