1. yüz (Toplam 1 yüz)

Sahtekar Söylem ve Çığırtkanlar

İletiGönderilme zamanı: Pzt May 23, 2011 12:57
gönderen Sarıgelin
Sahtekâr Söylem Ve Çığırtkanlar

Yılmaz Yunak


“Bu güzel vatan hepimizin. Kavga edip birbirimizin gözünü oyacağımıza Allah’ın bize bahşettiği lütuf ve nimetler için şükredelim. Orucumuzu tutalım, namazımızı kılalım, haccımızı yapalım. Allah yeryüzünde fesat çıkaranları lanetlemiştir, bunu unutmayalım. Peygamber efendimiz sabrı öğütlemiştir; sabır, Müslümanın önde gelen hasletlerinden biridir. Başımıza gelen bazı felaketler için isyana kalkışmayalım; bunların hepsinin arkasında ilahi bir neden olduğunu gözden kaçırmayalım ve sabredelim. Birbirimize güzel ahlâkı öğütleyelim. Kimse kimsenin malına mülküne göz dikmeden Yüce Rabbimizin kendisine bağışladıkları ile yetinmeyi öğrensin; haset, kıskançlık, kin ve nefret İslâmda asla yeri olmayan kötü huylardır.”

Herifçioğlu televizyona çıkmış, masasının üstüne onlarca kitaptan koca koca setler yapmış; önce Arapçasını okuduğu birtakım şeyleri sonra Türkçeye çevirerek konuşuyor da konuşuyor.

Ses tonu, mimikleri, jestleri, seçtiği kelimeler, vurgulaması, hepsi ustaca… Bu konuda ders aldığı belli. “Peygamber efendimiz” derken ağladı ağlayacak, hatta bazen gözlerinin altını gizlice sildiğine göre muhtemelen ağlıyor da…

Peygamber efendimiz Miraç’ta Cennet’e de uğramış ve orada Hz.Ömer’in köşkünün önünden geçmiş. Muazzam bir köşkmüş, kocaman, her tarafı ışıl ışıl; hatta Hz.Ömer’in hizmetçisini bahçede abdest alırken bile görmüş. Televizyonda konuşan hatip, Peygamber efendimizin bu zenginlikten, bu şaşadan, bu ihtişamdan nasıl etkilendiğini anlata anlata bitiremiyor.

Bunlar din(!) adamı!

Bunlar din adamı, ama bunların hangi dinden olduklarını anlamak mümkün değil!

Allah, Kuran, Hz.Muhammed, Hz.Ömer, Peygamber efendimizin hadisleri, namaz, hac, sünnet gibi kelimeleri kullandıklarına göre kendilerine Müslüman süsü veriyor olmalılar!

Ama işin en hüzün verici tarafı, ekranda aynı anda akıp giden altyazı şeklindeki seyirci mesajları!

“Allah razı olsun, bizi böyle aydınlatıyorsunuz” diyeninden tutun da, “Sizin gibi hocalar olmasa biz ne yapardık, yüreğinize sağlık hocam” diye alkış tutanına kadar, sürekli akıp giden zavallı cümleler…

Neden?

Çünkü bu halk kendi dinini bilmiyor!

Neden bilmiyor?

Çünkü bu halkın kendi dinini bilmesi sahtekârların goygoyculuğunu yaptığı hakim sınıfların işine gelmiyor!

Hakim sınıflar kendilerini “hoca” yakıştırması yapan bu adamları televizyonlarda program, gazetelerde köşe sahibi yapmışlar, bu “hocalar” da, 500 dönüm araziyi duvarlarla çevirmiş, içine muhteşem bir malikhane yapmış, yüzme havuzunda keyif çatan, bir eli yağda bir eli balda bu muktedirlerin sözcülüğünü yaparak; duvarların dışında aç susuz dolaşan, işsiz dolaşan, derme çatma evlerde perişan bir yaşam süren Müslümanlara “Allah’ın bize verdiği nimetler için şükredelim” nutukları çekiyor.

İşi öyle rezil bir hale getiriyorlar ki, tüm yaşamını fakir fukara yolunda harcayan Allah’ın Elçisi’ni bile bu işe alet ederek, sanki Elçi bu muktedirlerin safında yer tutuyormuş gibi anlatmaktan utanmıyorlar, sıkılmıyorlar, Allah’tan bile korkmuyorlar!

Be hey rezil kırtosbağaları!

Bakın, o her gün küfürler yağdırdığınız Marx ne diyor:

“Bütün tek tanrılı dinler, kurulu düzene karşı oluştu, örgütendi, gelişti. Arabistan çöllerinde inanılmaz bir yokluk, yoksulluk, yozluk vardı. Müslümanlık, bir ‘isyan bayrağı’ olarak doğdu. Murabaha sermayesi (bugünkü dile ‘kapitalist sermayesi’ olarak çevrilebilir. Y.Y.) her yere, her şeye hakimdi. Tefeciler ülkenin insanını soyuyor, soğana çeviriyordu. Ama fakirin fukaranın, göçebenin, yoksulun ideolojisi yoktu. Kendine şemsiye edineceği, kalkan olarak kullanabileceği bir felsefesi yoktu. Müslümanlık bunu sağladı.” (Marx’ın, 1881’de yazdığı "İslamiyet Üzerine” adlı iki sayfalık mektubundan alıntıdır.)

Yaşamış en büyük ekonomist dahi olan Marx, bazı Müslümanlar nezdinde sözüne güvenilemeyecek biri olabilir; o halde, bu müminlere kendilerinden birini sunmanın tam zamanıdır:

“Ebu Zer de göründüğü gibiydi. Hakikatin bilgisini, irfanı alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’den, asıl arı duru kaynaktan almış, dünyaya değer vermeme, onu elinin tersiyle itme yürekliliğini sünnetten gözlemiş Ebu Zer için, Peygamberden sonrası dönemde olup bitenler karşısında sessiz durulamazdı. Ruhunun derinliklerinde yatan özgürlük kasırgasını estirmek, ismine kişilik kazandıran doğru, adil ve yerinde eleştiri kamçısını şaklatmak onun göreviydi. Hakkı hak, batılı batıl olarak orta yere getirip umursamaz görünenlere, en rahatsızlık verici gerçeği bütün çıplaklığıyla yüzlerine vuruyordu; bunu yaparken ağır bir ahlâki sorumluluk taşıdığının bilincindeydi. Ebu Zer, dediklerinin tümünü gerçekten diyebilirdi; çünkü buna en çok kendisinin hakkı vardı, çünkü sünnette gördüğü gibi dünya sevgisini, israfı, debdebe ve yalancı ihtişamı elinin tersiyle itebiliyordu.

Hiç kimse, söylediklerinin aksini yapıyor diye onu saçlayamazdı. Belki sert mizaçlıydı, telaşlıydı, belki sözleri inciticiydi; ama samimiydi, tutarlıydı. Çünkü söylediklerinin aynısını hayatında yaşıyordu. Ebu Zer, Peygamber (s.a.)’in sade hayatından, kutlu sünnetinden ayrılmakla suçladığı Şam hayat tarzını ve yöneticilerini açıkça suçluyordu. Ona göre, Tevbe 34’te sözü edilen ‘Altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenlerin’ sayısı hayli çoğalmıştı. Şam valisi ise, bu ayetin Müslümanlar için değil, Kitap ehli için (Hristiyanlar ve Yahudiler. Y.Y.) indirildiğini öne sürüyor, Ebu Zer’in sokak sokak dolaşıp servet ve refaha karşı yürüttüğü kampanyaya bir son vermesini istiyordu.” (İnsanın Özgürlük Arayışı/Ali Bulaç/Beyan Yayınları, 1988)

Ne diyor Bulaç: “Ebu Zer, sünnette gördüğünü yapıyordu!”

Bu ne demek?

Allah’ın Elçisi de böyle davranıyordu demek!

Ebu Zer, Hz.Muhammed’in en yakın dostlarından biriydi, kelimenin tam anlamıyla komünistti ve yaptığı şeylerin tamamını en yakın dostunun uygulamalarıdan görmüştü! (Konünist olmak için önşart marksist olmak değildir; 50.000 yıllık komünizm Marx’ın babasının malı mı!)

Peki, Allah’ın Elçisi neden böyle davranıyordu?

Çünkü Kuran’ı tebliğ ediyordu ve dolayısıyla bu Kitap’ı herkesten daha iyi biliyor, anlıyor, uyguluyordu!

Sizi kırtosbağaları sizi!

Allah’ın tüm insanlara bahşettiği imkân ve nimetleri kendi depolarınıza yığın, tüm servetleri Allah’ın kullarından kurnazlıklarınızla gaspedin; sonra da millet açlıktan, perişanlıktan, yoksunluktan kırılırken televizyonlarınıza ve gazetelerinize sahtekâr din adamlarını çıkartıp bu rezil duruma şükretmemiz için beynimizi yıkayın!

Rab, beni bir doktora günde yüz tane hasta düşen SSK hastenesinde kuyruğa sokacak, ama birilerinin kulağına “Clevaland’a git ey kulum!” diye fısıldayacak; öyle mi?!.

Ne şükretmesi be!

“Bunlar birer deneme vesilesidir” gibi kıytırık sözlerinizle ancak size aptal aptal mesajlar çeken o zavallıları kandırabilirsiniz siz!

Kişi başına düşen milli gelir 10.000 dolar olmuş!

Peh!

Versenize fakir fukaranın 10.000 dolarını millete arkadaş!

Beş kişilik bir aile için yılda 50.000 dolar eder bu, yani ayda 6.250 lira!

Utanmıyorsunuz da!

Şükredecekmişim!

Yürü birader, adamı hasta etme!

Hz.Ömer’in Cennet’teki muhteşem köşküymüş!

Peygamber neden orada sadece Hz.Ömer’in köşkünü görüyor da Ebu Zer’inkini görmüyor; Ebu Zer orada da öldürülüp çöle mi gömüldü yoksa!?. (Hz.Ömer’i tenzih ederim; bu uydurma hadiste ona iftira edenler utansınlar!)

Zamanımızda da bir Ebu Zer yaşıyor; bugünlerde ona R.İhsan Eliaçık diyorlar…

Çıkarsanıza televizyonlarınıza, versenize gazetenizde köşeler!

Sen bir elin yağda, bir elin balda yaşa, muhteşem köşklerde, yalılarda, villalarda gününü gün et, öküz gibi yediğin için semirdikçe semir, banka hesabın her geçen gün artsın; fakir fukara da açlıkla boğuşup cehennemi dünyada yaşarken, tüm bunlar için şükretsin!

Allahsız kırtosbağaları sizi!

Sadece Hz.Ömer’e, Hz.Peygambere değil, Kuran’a ve hatta Allah’a bile iftira ediyorsunuz!

Utanmıyorsnuz da…

Sen öküz gibi semir, ben guruldayan karnımla şükredeyim!

Neden tüm servetleri bölüşüp hep beraber şükretmiyoruz?!.

“O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, ‘alış veriş de riba gibidir’ demişlerdir. Oysaki Allah, alış verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.” (Bakara, 275)

“Riba” ne?

Mal ve servette haksız ve makul olmayan artış!

Vazgeçin!

Ateşe gidiyorsunuz, sonra ‘söylemedi’ demeyin!

Sürekli kalacaksınız orada!

Bunu Marx, Ali Bulaç, R.İhsan Eliaçık veya bu fakir söylemiyor.

O söylüyor!

Ateşin olduğu o yere gelip (belki de orada sürekli kalıp) size “şükredin” nutukları çekmezsem namerdim!

Resul nasıl yakınıyordu?

“Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran’ı terk etti, onu dışladı!” (Furkan, 30)

Bu sözleri okuyunca, “nefretle geri dönüp kaçacağınızı” (İsra, 46) da bilmiyor değilim!

Servetle şımarmış kodomanlar sizi! (Zühruf, 23)

Yuh size! (Enbiya, 67)

YILMAZ YUNAK

skyturk.net