1. yüz (Toplam 1 yüz)

Emperyalizm Sürecinde Ilımlı İslam ve Ilımlı Türkçülük / Tuğrul KESKİNGÖREN

İletiGönderilme zamanı: Pzr Eyl 02, 2012 15:21
gönderen Oğuz Kağan
Emperyalizm Sürecinde Ilımlı İslam ve Ilımlı Türkçülük

Emperyalizm planlarını uzun dönemlere yayarak yapar.

İşte bu yüzdendir ki, Irak savaşını ve onun uzun vadedeki açılımlarını anlamak için tarihin derinliklerine bakmak gerekir. Güneş Batmayan İngiliz Emperyalizmi’nin Ortadoğu’da açtığı yaranın devamı bugün Amerika tarafından daha da derinleştirilmeye çalışılmaktadır.


Peki nedir bu yara veya uzun vadeli plan?

Amerika Irak’ı Bush ve savaş çetesi istediği için işgal etmedi yani Bush günah keçisi değil. Irak’ın işgali uzun dönemli on yıllara yayılmış aysberg misali sadece çok ufak bir yani görünen planın stratejik bir parçasıdır.

Bu planda bağımsızlık içeren olgusu ile Atatürk’ün Türkiye’sine veya emperyal bir yaklaşım olan Osmanlı Türkiye’sine yer yoktur.

Bu uzun vadeli planın düşük profilli figüranları ise zaten belli bir sure sonra bir kenara itileceklerdir.

Bu bağlamda Türkiye açısından Amerikan politikasında Demokratların veya Cumhuriyetçilerin gelmesi ile herhangi bir değişiklik olacağını iddia etmek aymazlıktır. Çünkü plan Cumhuriyetçi ve Demokratların ötesinde daha büyük bir alanı kapsar.

Dışarıdan Amerikan politikasına bakıldığında Demokratların sanki Irak savaşına karşı oldukları izlenimi doğar, oysa Demokratların karşı oldukları Cumhuriyetçilerin ve neoconların Irak savaşındaki stratejileridir. Esas amaçta herhangi bir değişiklik yoktur.
Bu yüzden Demokratların büyük bir çoğunluğu Irak savaşına ABD kongresi ve senatosunda evet oyu kullanmışlardır. 2004 yılında Demokratların başkan adayı John Kerry bile Irak savaşını savunmuştur. Bu strateji değişikliği daha az oldur daha fazla sömür ile tanımlanabilir.

2008 ABD başkanlık secimi ile Dışişleri bakanlığına getirilen Hillary Clinton da senatodaki oylamada Irak savaşına evet oyu verenlerdendir. İşte bu yüzdendir ki ABD’de muhafazakar ve ırkçı yaklaşımları ile tanınan Ann Coulter bile Hillary Clinton’ı destekler bir politika izlemiştir. Yani Amerikan dış ve hatta iç politikası kişiler ile açıklanamaz, kişiler sadece nüansta farklılıklar oluşturur, amaç tüketim ve üretim kültürünü dayalı kapitalist ve Hıristiyan tonları bulunan Amerikan yasam tarzını dünyaya empoze etmektir. Fakat amaca giderken izlenecek yol konusundaki görüş ayrılıkları demokrat ile cumhuriyetçiler arasındaki temel farkı oluşturur.

İşte bu büyük planda Türkiye’ye iki rol düşmektedir.

Rollerdeki oyuncular seçilmiş planda uygulamaya konulmuştur.

Birinci rol Türkiye’nin ayrılıkçı Kürt milliyetçiliği ve Ilımlı İslam politikaları ile bölünmesi ve manipüle edilmesi; halkın ve direnenlerin içte ve dışta AB politikaları ile pasifice edilmeleri, bu bağlamda demokrasi, insan hakları, ve kişisel özgürlükler olarak algılanan konseptlerin topluma ve devlet sistemine şırınga edilerek, emperyalizme karşı direnç noktalarının kırılması olarak algılanabilir.

Zaten AB’nin ve ABD’nin Türkiye, İslam dünyası veya “üçüncü dünyaya” empoze etmeye çalıştığı politikalar dikkatle izlenecek olursa TESEV, Arı gurubu, Amerika’da bulunan bazı Türk dernekleri, gerçek İslam ile hiç ilişkisi olmayan Ilımlı İslamı (Moderate İslam) savunan siyasi guruplar veya Türk dünyasının birleşmesini savunan Neo-Pantürkist yaklaşımları destekleyen içi boşaltılmış Türkçüler Batı Emperyalizminin Doğu’yu veya ezilen Güney’i köleliştirmede kullandığı figüranlar olarak algılanabilir.

Bu ve benzeri siyasi hareketlerin savunduklarını iddia ettikleri ideoloji ve kullandıkları terminolojinin bu kavramların orijinal tanımları ile bir ilişkisi olduğunu düşünmek ve inanmak, bizi Marx’ın tanımladığı yanlış bilinç kavramına götürür.

Büyük düşünür Karl Marx’ın yanlış bilinç (False Consciousness) olarak tanımladığı kavramı traji-komik bir hikâye ile su şekilde açıklayabiliriz.

Batı Afrika ülkelerinden birisinde özü demokrasi ve insan hakları olarak tanımlanan bir darbe olur, ve daha evvel ABD ile çalışan donemin diktatörü, demokrasi isteyen bir önderin liderliğinde halk darbesi ile yönetimden indirilir. Ülkede bulunan CIA istasyon şefi, Langley’deki karargâhı ararken şunları söyler: “Yönetime yeni birisi geldi, çok genç, dinamik, Batı’da eğitim görmüş, demokrasi ve insan haklarını savunuyor, bize çok yakın, fakat en önemlisi düşündüğü ve inandığı kavramları kendi fikirleri zannediyor.”

Gramsci’nin hegemonya olarak tanımladığı emperyalist hâkimiyet süreci Irak savaşı ile devam etmektedir.

Kuzey Irak’ta oluşan Barzani devleti yakında bağımsızlığını ilan edecek ve Soğuk savaş döneminde Türkiye’de var olan İncirlik üssünün bir kısmı Barzani Kürdistan’ına taşınacaktır.

Çünkü İncirlik üssünün işlevi belli ölçütler içinde kalmamış, fakat yeni planda yeni strateji ile Kürdistan’da olması bütün Orta Doğu’yu kontrol altında tutması acısından önem arz etmektedir. Sadece Kuzey Irak’ta değil, ABD Irak’ın genelinde 14 büyük ve kalıcı üs yapmaktadır.

Dünyanın en büyük ABD elçiliği Bağdat’ta yapılmıştır. Demokratların veya Cumhuriyetçilerin 2008’de iktidara gelmeleri ile ABD’nin Irak’tan çekileceği hayaline inanmak büyük bir yanılgıdır. Emperyalizmin Doğu‘ya kültürel, ekonomik ve siyasi açılımı yeni başlamıştır.

Türkiye’ye, daha doğrusu küçülen bölünen Orta Anadolu Cumhuriyetine biçilen ikinci rol ise Orta Asya’da Türksüz Turancılık yaparak Çin’e ve Rusya’ya karşı kullanılma psikozudur.

Çünkü siyasi ve kültürel kimliğini yitirmiş bir devletin ve toplumun bağımsızlığını da yitirmesi ile kaybedeceği hiçbir değeri de yoktur, ancak üçüncü ülkelere karşı kullanıma açılır.

Nikaragua Orta Amerika’daki emperyalizmin diğer ülkelere karşı kullandığı en güzel örneklemdir.

Coğrafi alan olarak küçük bir ülke olan Nikaragua, işlev olarak büyük bir devlettir, çünkü Emperyalizmin kendi halkına karşı kullandığı bir figüran konumundadır.

Türkiye’de ve Orta Asya’da demokrat Türkçüler olarak kendilerini sunan Sorosçu Özbek, Uygur, Kırgız Azeriler ne yazık ki sadece SOROS ve NED’den değil ABD senatörü Helsinki Komisyonu başkanı muhafazakâr Kansas senatörü geleceğin başkan adayı Sam Brownback’ten aldıkları emirler doğrultusunda Çin’e, Rusya’ya ve Orta Asya’ya açılıp demokrasi ve insan hakları gibi muğlâk terimler altında beşinci kol faaliyetleri yapmaktadırlar.

Oysa unuttukları bir nokta ile emperyalizmin geldiği hiç bir ülkede demokrasi ve insan hakları gelmemiştir. Eğer gelseydi bugün Irak’ta daha güzel bir gelecek ve daha mutlu insanlar olurdu.

İşte bütün bu kavram kargaşası altında Türkiye’de yaşanan laik ve anti-laik, solcu ve sağcı, ve benzeri bütün siyasi, sosyal ve ekonomik kavramlar Marx’ın tanımladığı yanlış bilinç tanımlaması içinde değerlendirilebilir.

Ankara’da yapılan başörtüsüne hayır mitingleri ile başörtüsünü destekleyen guruplar veya laik yapılanmanın savunduğu iddialar, hiçbir şekilde Türkiye’de yaşanan sömürü sürecini açıklamaya yetmez, çünkü ne başörtüsü İslam’ın birinci şartı ne de laikliğin sonudur.

Fakat ABD derin devletinin temsilcisi Morton Abromowitz destekli Ilımlı İslam fikrini iyi takip ederseniz, aslında İslam dünyası ve Türkiye’nin hangi sürecin içine çekilmeye çalışıldığını daha iyi görürsünüz.

Çünkü Ilımlı İslam ile Türkiye’ye biçilen rol İslam’ın ehlileştirilmesidir. Bu aşamada Türkiye’de bulunan T.C. (TUSIAD Cumhuriyeti) olarak algılanan laik yapı ise ABD ile ilişkilerini çok derin temeller ve stratejik ortaklıklar üzerine oturttuğundan ikinci bölüm olarak gördüğümüz Çin ve Rusya’ya karşı Ilımlı Türkçülük ve Turan rolünü üstlenecektir.

İşte bu bağlamda Ilımlı İslam ve Ilımlı Türkçülük önümüzdeki dönemlerde ABD’de başkanlık seçimleri sonrası Mitt Romney veya Barack Obama’nın 2012 Kasım’ın da seçimi kazanması ile Türkiye’ye biçilen roller daha açığa çıkacak gibi gözükmektedir.



Tuğrul KESKİNGÖREN - 31 Ağustos 2012, Açık İstihbarat