1. yüz (Toplam 1 yüz)

Ulusalcılığın Ateşle İmtihanı (Erdoğan'ı Kurtarmanın Vebali)

İletiGönderilme zamanı: Sal Oca 07, 2014 14:15
gönderen Oğuz Kağan
Ulusalcılığın Ateşle İmtihanı (Erdoğan'ı Kurtarmanın Vebali)

Türk siyasetindeki 17 Aralık kırılması, yeni bir irin patlaması olarak gündemi kapladı.

Herkesin malumu olan "sırlar" ortalığa saçıldı ve bugüne kadar kolkola onlarca kumpas kurmuş olan şebekeler, iktidar yorganının yırtılması ile birlikte birbirlerine düştüler.

MİT'çinin Savcıya silah çektiği; Tayyar'ın daha geçen randevu almak için yalvar yakar olduğu Öz'e galiz küfürler savurduğu; polisin savcının emrini yerine getirmeyerek Anayasal suç işlediği, ayakkabı kutularından milyon dolarların fışkırdığı ve bunun gibi nice gerçek ötesi sahnenin yaşandığı bu süreçte herkes çevresine siyasi bir içtima çekmeye başladı.

"Önce safları toplayalım, sonra yeni itttifak arayışına girelim" heyecanı kokusuz ama baş döndüren bir gaz misali her tarafa yayılmaya başladı.

Bir "Paralel Devlet", diğer "Paralel Devlet"'i, "Paralel Devlet" ilan etti.

Dünkü "kahraman savcı", bugün yolsuz oldu.

Dünkü savcı, bugün mağdur oldu.

Erdoğan'ın kontratının iptal edildiğini duyan üşüştü iktidar sofrasının başına. Herkes bu masanın yakında devrileceğinin ve yakın zamanda yeni bir masa kurulacağının farkında. Erdoğan bile.

İşte bu hengame içerisinde nice ahlaksız teklif de havada uçuşmakta.

Eski ortaklar, yeni ortak arayışı içerisinde, ucunda bir iki özeleştiri yapıp, daha geçen kanına ekmek doğradıklarına doğru seyirtmeye başladı.

"Sizler de artık taktik olarak cemaate karşı AKP'yi desteklemelisiniz" diyeni mi ararsınız...

"Cemaate karşı AKP desteklenmeli, zaten başından beri biz bunlara karşı değil miyiz" diyen mi ararsınız...

At izinin it izine karıştığı günleri özleyeceğiz.

Bu kaotik tablo içerisinde , doğal olarak, "Ergenekon" sürecinin mağdurları da, uğradıkları büyük haksızlığın kumpasından kurtulma peşindeler.

Fakat bu hain süreçte, "Ergenekon"/"Balyoz" ve türevi davalardan yatanlar aynı zamanda bir siyasi izdüşüme sahipler; isteseler de istemeseler de.

Bu siyasi izdüşümün emlak değeri, özellikle kartların yeniden karıldığı bu dönemde çok yüksek ve birileri çoktan bu emlak değeri yüksek "Ergenekon" arazisi üzerine kat çıkmaya başladı bile.

Toplumda meşruiyetini kanıtlamış bir siyasi damar olarak "Ulusalcılık" artık sadece "marjinallerin" tütün kutusundaki egzotik bir tad değil; paketlenmeye hazır siyasi bir toplumsal ürün.

Sözcü, Aydınlık, Yurt ve Cumhuriyet gazetelerinin tirajlarının toplamı bu tabloda önemli bir gösterge.

Tayyip Erdoğan'ın ; Doğu Perinçek'ten fazla "dış güçler/CIA" jargonuna sapması birazda bu siyasi işportacının piyasayı koklama yeteneğinden kaynaklanıyor.

17 Aralık kırılması sonrasından, bu tecrübeli siyaset işportacısının cemaate karşı "Ulusalcı" cenahtan kendine ittifak devşirmesi de tesadüf değil.

Herkes artık Silivri tarlalarından megakente doğru yönelen bu akıma talip.

Peki, "Ulusalcılar" yıllardır cefasını çektikleri bu süreci ülke adına neye tahvil edecekler?

"Bakın biz masumuz, bakın Zekeriya neler yapmış" cümlelerinin ardındaki o psikolojik itibar iadesine mi?

Eli kanlı bir örgüt olan PKK ile "toplumsal barış" adı altında pişirilecek utanç verici bir birlikteliğe mi?

Bir Meclis sandalyesine mi?

Hükümette bir koltuğa mı?

Bir "yeniden yargılanma" süsü verilmiş affa mı?

"Özgürlüğe" mi...

"İktidar'da ortaklığa mı?"

Bunların hiç biri konjonktürel kazanımlar ve anlık ferahlığın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir.

Aksine bu tarz "kazanımlar", şu anda iktidar dengeleri açısından siyasi maniveladan öte bir gücü olmayan "Ulusalcılığın", küresel güçler tarafından herhangileştirilmesinin de önünü açacaktır.

Masumların suçlu ilan edilip bir torbaya atıldığı bu süreçte çeşitlenen ve demir parmaklıklar ardında marjinallikten doğal yatağına doğru akmaya başlayan Ulusalcılık; suçluların masum ilan edileceği yeni dönemin manivelası yapılmamalıdır.

Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldığında Türkiye'nin üzerine bir hukuk güneşinin doğacağını varsaymak en hafif tabirle safdilliktir. Türkiye'nin hukuk kitaplarında; doğru, vicdanlı ve ahlaklı zihniyetler tarafından uygulandığı takdirde herkese yetecek hukuk mevcuttur.

Sorun ÖYM'lerin varlığı değil, bu mahkemeleri işgal etmiş zihniyetin varlığıdır.

TCK'daki "Tutuklanabilir" ifadesini "tutuklanır" olarak yorumladığı sürece hakim/savcı her yerde "özel yetkili" etkisi yapacaktır. Bilgisayarınızdaki CV'yi, TCK'daki "özel veriyi kaydetme" suçuna soktuğu sürece her savcı Zekeriya Öz kıvamında olacaktır.

Bugüne kadar onlarca kişinin onlarca makam nezdinde yaptığı sonuçsuz kalmış girişim varken, birden sahneye çıkartılan Metin Feyzioğlu'nun , bu ihanet sürecinin baş mihmandarı Erdoğan'la masaya oturmasının parlatılması Ulusalcılığın araçsallaştırılmasında atılacak yeni bir adımdır.

Halbuki bu ülkenin vatanseverlerinin ne Erdoğan 'ın himmetine, ne Gülen'in duasına ihtiyacı bulunmaktadır.

"Ulusalcılık" ne Feyzioğullarını, Kocasakalları CHP milletvekili /lideri yapmak, ne de Perinçek'i iktidar yapmak için bir araç değildir.

"Ulusalcılık", eski zaman "sağcılık" ve "solculuğun" olduğu gibi küresel oyun tarafından araçsallaştırıldığı takdirde uzun vadede kaybedecektir.

Vatanseverlerin bu süreçte yapması gereken tek şey ; hiç kimsenin himmetine başvurmadan, haklı olduklarının bilinci ve özgüveni ile, birbirlerinden başka yiyecek bir şeyi kalmayan bu iktidar sürüsünün birbirini yemesini izlemektir.

Tayyip Erdoğan'da, Fetullah Gülen de bu sürecin hesabını vermekle yükümlüdür.

Bugün konjonktürel/taktiksel olarak yaptığınız her ittifak sizi ileride suçluyu aklar konuma taşır ki; kişisel olarak büyük kazanım gibi görünen bu hamleler ülke için ciddi bir stratejik hataya denk düşecektir.

Günün birinde Öcalan gibi bir katilin Meclis sıralarında oturmasının vebalini taşımak istemiyorsak, bu oyunu yıllarımızı feda etmek pahasına bozmakla yükümlüyüz.

"Ulusalcılığı"; ekranlarda boy boy vatan-millet edebiyatı yapmak ve kafiyeli konuşma sanatı zannetmiyorsak.

Açık İstihbarat, 7 Ocak 2014