1. yüz (Toplam 1 yüz)

Büyük Resim 8 / Arslan BULUT

İletiGönderilme zamanı: Çrş Şub 22, 2012 17:04
gönderen Başkomutan
BÜYÜK RESİM (8)

Abdullah Gül, başlangıçta ABD ile yoğun ilişkiler içerisindeyken, Cumhurbaşkanlığında İngiltere ile daha çok yakınlaştı. Kraliçe, İstanbul ve Bursa’ya geldi. İstanbul’da Gül’ü İngiliz savaş gemisinde kabul etti. Savaş gemisinde kabul, galip devletin mağlup devlete kendi kurallarını dikte ettirmesi anlamını taşır.

Büyük Britanya Kraliçesi II. Elizabeth, Buckingham Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül onuruna davet verdi. Oysa “Müstemleke (sömürge) ülkelerin liderlerini sarayda ağırlamak ’üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ta kadim bir devlet geleneğidir.”


İngiltere’nin Financial Times gazetesi “Yatırım bankaları İstanbul’da çok ciddi miktarlarda alımlar yapıyor” diyordu.. Yani Türk ekonomisini teslim alıyorlardı. Yine AKP döneminde, Türk Telekom, Hariri ailesi üzerinden İngiliz istihbarat servisinin kontrolüne veriliyordu...

24 Mart 1991 tarihli Güneş gazetesinde Yalçın Küçük ile yapılan bir sohbet, “Çok uluslu Türkiye’ye doğru” başlığı altında veriliyordu. Küçük, “Orta Doğu’da ABD’ye bir Kürt devleti lazım. Türkiye’de ne olursa olsun bir devrimci entelijansiya var. En Amerikancı hükümet bile İncirlik’i kullandırdığını saklıyor bu yüzden. Ekonomik açıdan daha geri, bağımsızlığa susamış bir Kürt devleti, ABD’nin 10 yıl, 15 yıl rahatlamasını sağlar. Çünkü Amerika’nın Türkiye’yi tatmin etmesi giderek zorlaşıyor. Burada önemli olan Kürt devrimci hareketidir. ABD, Kürt devrimci hareketini, önünde engel görüyor. Barzani ile Talabani ile anlaşır Amerika. Ama PKK.. PKK’yı ortadan kaldırmak ya da tımar etmek mecburiyetindedirler” diyordu.

Bugünden baktığımızda, Küçük’ün değerlendirmesinin doğru çıktığını görüyoruz. ABD, Barzani ve Talabani’yi anlaşmaya zorladı ve Talabani’ye Irak Cumhurbaşkanlığı vererek, can düşmanı Barzani’yi Kürt devletinin tek patronu olarak tanınmasını sağladı. Barzani, bağımsızlık ilan etmeye ve Irak’ın dışında Türkiye, İran ve Suriye’den de toprak isteyerek Büyük Kürdistan’ı oluşturmaya hazırlanıyor. Türkiye’nin içine ajan yerleştirerek kontrol etmeye çalıştığı PKK’ya ise artık pek ihtiyaçları kalmadı..

ABD, bu sebeple MİT’in PKK ile ilgili çalışmaları üzerinde psikolojik harekat yaptırarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. Türkiye’yi, Irak’ta Kürt devleti ilan edilmesine karşı hareketsiz kılmak için MİT’i etkisiz kılmaya çalışıyor. Zaten, Ecevit’in “Bize niçin teslim ettiler, hâlâ anlamış değilim” dediği Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin gerekçesi de buydu.

Abdullah Öcalan’ın tarihi rolü neydi?

Öcalan ise Türkiye’ye getirildikten sonra “Ben tarihi rolümü oynadım” demişti. Öcalan’ın tarihi rolünün ne olduğunu da 1. Körfez Savaşı sırasında bir Amerikalı komutan, Güneri Civaoğlu’na açıklamıştı: “PKK, Türkiye’yi kendi üzerine yöneltirken Barzani ve Talabani’ye serbest hareket etme imkanı vermiştir.” Nitekim, Türkiye, zaman zaman PKK’ya karşı daha çok Barzani ile birlikte hareket etmiş, ortak operasyonlar düzenlemiştir. Fakat, Osman Pamukoğlu’nun yönettiği bir operasyonda, Barzani kuvvetleri için Türkiye’nin kurduğu karakollarda PKK’nın yerleşmiş olduğu anlaşıldığı halde gereği yapılmamıştır. Yine ABD, kuzeyde ve güneyde güvenli bölgeler ilan ederek Irak’ı üçe böldüğü zaman, Ankara buna itiraz etmediği gibi desteklemiştir.

Richard Holbrooke, Türkiye’ye, “Kuzey Irak’taki devleti, Türkiye’nin Tayvan’ı gibi kabul edin ve tanıyın” baskısı yapmıştır.

Ankara’nın himayesinde, Çekiç-Güç korumasında kurulan bu devlete, Kerkük petrollerini ABD adına kontrol etmek görevi de verilmiştir.
ABD, bu savaşı, Kerkük’ü Türkiye kontrol etsin diye yapmamıştır. Üstelik bugünkü Ankara, Kerkük petrollerini kontrol etmek şöyle dursun, kendi petrollerini de Amerikan-İngiliz şirketlerinin emrine vermek için işgal altındaki Irak’tan hızlı davranmıştır!

Barzani bile ABD’nin dayattığı petrol yasasına itiraz etmiş, sonuçta isteklerini kabul ettirmiştir.
Türkiye’ye dayatılan petrol yasası ise Irak’taki yasadan da kötüdür.


Türkiye, kendi bindiği dalı kesen bir ülke konumundadır.

Türkiye, Barzani düzenli orduya geçerken, bu ordunun ilk eğitimlerini verdi. Kürt devletinin hükümet binalarını bile “Türkiyeli” işadamları yaptı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Barzani’yi ziyaret etti, “Kürdistan” kelimesini kullandı..Hiç ilginç değil ama 24 Temmuz 1991 tarihli Güneş gazetesinin iç sayfa manşetlerinden biri de “Yeni Anayasa tatmin etmedi” şeklindedir. Yani “Yeni Anayasa” kavramı o zaman da gündemdedir. Tabii bir de maden haritaları, var. Mesela İngiltere merkezli Rio Tinto şirketinin AMDL adıyla Türkiye’de kurdurduğu şirketin, Türkiye’de aldığı maden imtiyazlarının haritaları ile Pontus ve Kürdistan haritaları ile birebir aynı olması meselesi var!

Türkiye topraklarının neredeyse yarıya yakınında maden arama imtiyazının Anatolia Minerals Development Ltd. Şirketi’ne verildiği ortaya çıktı. Şirketin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da elde ettiği maden arama imtiyazı, KDP sitesinde “Kürdistan’ın doğal sınırları” olarak gösterilen toprakların sınırları ile birebir örtüşüyor. Mersin’den Ağrı’ya kadar olan bölgenin sınırları, AMDL şirketinin maden arama imtiyazları aldığı harita ile birebir aynı. Yine Doğu Karadeniz’de aynı şirkete verilen imtiyaz hakkı da hayali Rum Pontus devletinin sınırları ile birebir aynı!

Araştırmacı Ali Kuzu’nun açık kaynaklardan edindiği belgelere göre AMDL Şirketi, Türkiye’de “Yeni Anadolu Mineral Madencilik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi-YAMAŞ” adıyla yeniden örgütlendi ve 1 milyon 255 bin hektar veya 4 bin 800 kilometre karelik bir alanda maden aradığını duyurdu. Daha sonra YAMAŞ, dünyanın maden devi Rio Tinto şirketi ile Türkiye toprakları üzerinde “stratejik ortaklık” kurduğunu ilan etti! Türk-ABD stratejik ortaklığı ile ilgili söylem de buradan kaynaklanıyor olmasın?

Necip Hablemitoğlu’nun arkadaşlarının, bu sözleşmelerin peşine düştüğü, sözleşmelerin orijinallerini gördükleri, ancak suretini çıkaramadıkları ve daha sonra kendilerine çok yüksek miktarda sus payı teklif edildiği de edinilen bilgiler arasında...

AMDL’nin raporlarında ise Türkiye’nin Suriye-Irak sınır bölgesinde keşfedilmemiş maden potansiyeli ve önemli petrol rezervleri bulunduğu belirtiliyor. Bu bölge ABD ordusunun bir ara, üs kurduğu Mardin ilini kapsıyor. Bu arada, yapılan araştırmalara göre Mardin’de 2000 Süryani yaşıyor ama nüfus kayıtlarında 60 bin Süryani çıkıyor! Rio Tinto şirketi, daha sonraki yıllarda da Tayyip Erdoğan’ın çok yakınında bulunan işadamları ile Türkiye’de ortak şirketler kuracak ve altın arayacaktı..

Kraliçe ile ilişkiler

Abdullah Gül, başlangıçta ABD ile yoğun ilişkiler içerisindeyken, Cumhurbaşkanlığında İngiltere ile daha çok yakınlaştı. Kraliçe, İstanbul ve Bursa’ya geldi. İstanbul’da Gül’ü İngiliz savaş gemisinde kabul etti. Savaş gemisinde kabul, galip devletin mağlup devlete kendi kurallarını dikte ettirmesi anlamını taşır.


Büyük Britanya Kraliçesi II. Elizabeth, Londra’da Buckingham Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül onuruna davet verdi. Davete katılan gazeteciler, Türkiye Cumhurbaşkanı’na ne kadar büyük bir saygı ve ilgi gösterildiğini yazdı. Oysa gazeteci Ahmet Meriç Şenyüz’ün belirttiği gibi “Müstemleke (sömürge) ülkelerin liderlerini sarayda ağırlamak ’üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ta kadim bir devlet geleneğidir.”

Yemekte Kraliçe’nin özel olarak davet ettiği Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi M. Koç gibi isimler de vardı. Fakat gazeteler haberi, Kraliçe’nin, Hayrünnisa Gül’ün ayakkabı topuklarını çok yüksek bulması yönünden gördü!

Oysa İngiltere, halen dünyada uygulanan bütün küresel politikaların arkasında bulunan bir devlettir ve ABD politikalarını da içeriden yönlendirebilecek güce sahiptir. Yani Gül’ün İngiltere ile olan bu derin ilişkileri, Türkiye’nin kaderine etki edecek ölçüde önemliydi. Bu konuları medyada gündeme alan bile olmadı.. İngiltere’nin Financial Times gazetesinde 7 Aralık 2006 tarihinde, Vincent Boland ve Paul Betts, “Türk Lokumu” başlıklı yorumda “Geçtiğimiz dört yıl içerisinde AB ve IMF’nin teşvik ettiği reformlar, Türkiye ekonomisinin AB’ye entegrasyonunu pekiştirdi. Bu da Dexia, Fortis, Citigroup ve BNP Paribes gibi yabancı yatırımcıların, ekonomik dönüşümden en fazla faydalanan sektör olan bankacılık sektörüne girmelerini sağladı. Öte yandan yatırım bankaları İstanbul’da çok ciddi miktarlarda alımlar yapıyor” diyorlardı. Yani Türk ekonomisini teslim alıyorlardı. Yine AKP döneminde, Türk Telekom, Hariri ailesi üzerinden İngiliz istihbarat servisinin kontrolüne veriliyordu..

Abdullah Gül ise zaten üniversiteden sonra Sabahattin Zaim ve Nevzat Yalçıntaş tarafından özel olarak seçilerek İngiltere’ye gönderilen ekiptendi. Exeter’de ve Londra’da lisansüstü eğitim gören bu ekipte, Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe de vardı. Sonradan Merkez Bankası Başkanı olan Durmuş Yılmaz, daha önce gönderilenlerdendi. İslam Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ve İslam Kalkınma Bankası’nın hemen hemen bütün yöneticileri Exeter Üniversitesi ile ilgiliydi. Exeter Üniversitesi, İngiliz üniversiteleri arasında “Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter Üniversitesi’nde ayrıca Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor!

İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi’nde eğitim görür.
Ayrıca Arap ve İslam Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz ajanlar da bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilir. Üniversite yayınlarında, Irak’ın kuzeyinden “Irak Kürdistanı” diye söz edilir.

Exeter Üniversitesi, “Vatikan’ın Müslümanları Hıristiyanlaştırmak programı” demek olan “dinlerarası diyalog” la da ilgilenen bir kuruluştur.

ABD’nin yetiştirdiği devlet adamları listesi


Derken ABD Dışişleri Bakanlığı İnternet sitesinde “Bizim yetiştirdiğimiz devlet adamları” listesi yayınlandı. Listede Abdullah Gül de vardı.. Abdullah Gül’ün, üniversiteden sonra İngiltere’ye giderken aldığı burs, Milli Kültür Vakfı bursu idi. Bu bursun Amerikan bursu olup olmadığını birçok yazıda inceledim, Bunun üzerine Amerikan Dışişleri Bakanlığı İnternet sitesinde konuya açıklık getirildi. Meğer Abdullah Gül, “Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı” çerçevesinde, 1995 yılında Amerikan kursuna katılmıştı. Esasen, Demirel, Özal ve Ecevit de Amerikan bursları ile benzer kurslardan geçirilmişlerdi. Aslında, “Stockholm’den Oslo’ya, Camp David’den Buckingham’a Büyük Resim” diyerek ortaya koyduğumuz bilgi ve belgeler, yani tarihi gerçekler bir yana, meseleyi görmek isteyenler için sadece bu resim bile yetmez mi?

BİTTİ

Arslan BULUT - 22 Şubat 2012, YENİÇAĞ