1. yüz (Toplam 1 yüz)

Küreselleşme ve Teşkilat sorunu... / Tuna KOLBAŞI

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ağu 22, 2012 12:49
gönderen KOLBAŞI
Küreselleşme ve Teşkilat Sorunu...

“Bir ulusta, güzel şeyler düşünen insanlar, olağanüstü işler yapmaya istekli kahramanlar bulunabilir. Böyle kimseler, ulusun ortak duygularını kavrayıp, bu duyguları ifade ve temsil etmezse; hiçbir şey olamazlar.” (Mustafa Kemal Atatürk – 1923)

Küreselleşme, tekelci (kapitalist) dönem şirketlerinin, ulus-devletlerin “artık” bir engel(!) haline gelmesi ile kendi amaçlarına uygun bir uluslararası pazar inşası projesidir.

"Tekelci şirket çıkarlarının belirleyici olduğu küresel ekonomide, “şirket gereksinimine yanıt verecek pazara sahip olmak” temel sorundur.

Bugün Türkiye’de, Asya, Afrika, Güney Amerika ülkelerinde kapsamlı programlar halinde uygulanan borçlandırma, yoksullaştırma ve yolsuzluk girişimlerinin arkasında, ulus-devletin çökertilme amacı vardır. Devletin etkisizleştirilmesiyle ortaya çıkan boşluğu, yerel halk hareketleri, etnik ve dinsel yapılanmalar ve büyük çoğunluğu kayıt dışı olan ticarî ilişkiler almaktadır. Devletin etkisi dışında kalan ve şaşırtıcı bir biçimde gelişen bu ilişkiler, beraberinde resmi olmayan anlaşmaları ve yasadışı işleyiş kurallarını, toplumsal yaşam içine sokmaktadır." (M. Aydoğan)

Görüntüde seçim kazanmış partiler, küresel güç merkezlerinin belirlediği eko-politik uygulamaları sürdürmekteler.

Gidişin durumu hakkında yazılanlara bakıldığında, yeni devlet inşası süreci öne çıkmakta…

Demokrasi ve özgürlük kavramları ile bölgemizde uygulanan katliam ve işgallerin altında, 1914-1918 paylaşım savaşında Osmanlı’dan koparılarak parçalanan, zengin yeraltı kaynaklarını sinesinde barındıran, Arap ve Afrika topraklarında, küresel güçlere hizmetkârlık yapmış, demir yumruklu küçük diktatörlerin cahil ve yoksul bıraktığı halk kütlelerinin durumunu aramak yanlış olmayacaktır. Ancak unutulmamalı; bu da bir nedenin ürettiği sonuçtur.

Bugün yönetenlerin, bize gösterdiği hedeflerin, aslında başka ve gizli kalmış bir gerçeğin sonuçları olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu neden, bugün “Küreselleşme” olarak göklere çıkarlan Emperyalizm’dir.

Küresel güçler (emperyalizm), “demokrasi” ve “özgürlük” projeleri küçük diktatörlerin topraklarını işgal ederken; Türkiye gibi köklü devlet geleneği olan “müttefiklerinin” yönetimlerine, bölgesel ve yerel görevler vererek, komşularında ve içeride, projelerini sağlam götürüyor.

En önemli kırılm noktası 12 Eylül 1980 CIA destekli skeri darbedir.

Karşılıklı düşman haline getirilen, iki büyük siyasi akım (devrimciler ve ülkücüler), halkın kendilerini yönetme yeteneğinin tamamen budanması ile düştükleri tuzakta teslim alınmış ve kullanıldıklarının farkına yıllar sonra varılmıştır. Bugün hâlâ geçmişin izlerni taşımakta ve düşmanlıklarını sürdürmekteler.

Peki, Türkiye’nin geçmişinde, toplumsal sorunlar karşısında tepkisiz kalmamak yok mu?

Elbette var!

Küresel güçlerin hedefinde, uluslar üstü bir dünya düzeni var.

20. yüzyılın “cumhuriyet” ve “ulus-devlet” kavramları, dümdüz edilmekle meşgul.

Geçtiğimiz yüzyılın ağır bedeller ödenerek sağlanan, sosyal güvence, iş ve hukuksal kazanımları, küresel güçlerin seçimle iktidara gelen hükümetlerince açık ya da kapalı elimizden alınmakta.

Bunlara karşı koyabilecek “Elbette var!” dediğimiz birikimimizi ortaya koyduğumuz gelenek, örgüt’tür. Ya da benim de sevdiğim eski deyimle, Teşkilat…
Teşkilat kavramı, genel kavramlarla konuya bakarken, daha somut kalıyor. Bu somut kavramı, Türkiye gerçeğinde, başka bir somut gerçeklikle algılamak mümkün mü?

Yukarıda yazılan, genel durumun, Türkiye’nin kısa tarihinde başka bir durumla paralel gittiğini söylemek istiyorum. Tartışılması gereken bir konu bu…

Emperyalizm, 1914-1918 paylaşım savaşı sürecinde, 20. Yüzyıl hedeflerinde kalıcı bir adım attı. Bunu kesintiye uğratan iki devrim, 1917 Ekim Devrimi ve 1923 (İstiklâl Savaşı sonrası) Türk Devrimi’dir.

1940-1945 ikinci paylaşım savaşının sonucunda, bölge ülkelerinde, küçük diktatörlükler oluşurken, emperyalizme karşı savaşan bir milletin (Türk Milleti) kurduğu Cumhuriyet rejimi de, sanata, ticarete ve siyasete hakim olan mutlu bir azınlığın, tesadüf olamayan egemenliğini ortaya çıkardı.

Bugün, bölgede tasfiye edilen küçük diktatörlerin yerini, emperyalizmin uluslar üstü pazar projeleri için neo-feodal akımların siyasi temsilcileri almakta. Türkiye’de ise, kaynaklarını kendine yontan ve işbirliği ile bu tamamlanmamış Cumhuriyet devrimi mirasının üstüne konarak kaynaklarını küresel güçlerle yiyen bu mutlu oligarşik azınlığın yerini; aynı sürecin uzantısı olan ve başından beri Cumhuriyet ve halk demokrasisini ileri götürmeye çalışan bir halkın önünde, feodal zihniyetini, neo-feodal dirilişle tazeleyen siyasi zihniyetin yeni zenginleri almaktadır.

Değerlerimizi bir bütün olarak algılamayanlar; geçmişle geleceğin, dinle bilimin, devletle milletin ayrılmaz reçetesini yazacak yeni ve güçlü bir sesin duyulacağı günlerden korkmakta; ellerini çabuklaştıracak, etnik, dinsel ve ekonomik ayrışmanın çatırdama seslerini, “demokrasi” ve “özgürlük” senfonisi olarak başımıza kakmaktalar.


Bu dönem özel bir dönemdir. Dönüşü olmayan yola girildi. Çıkış yok. Tek çözüm, geri değil ileri doğru yeni bir yol açmaktır.

Toplumsal yaşamda bir sorun varsa; ortada çözülmesi gereken bir örgüt-lenme (teşkilat) sorunu var demektir.

Toplumsal sorunların çözümü, toplumsaldır. Ancak teşkilatlarla aşılabilir.

Bugün toplumsal sorunumuz, ulusal (millî) sorunumuzla çakışmıştır.

“Teşkilat” sorunu önümüzde duran tarihi bir sorundur.

Zaman kaybı, varlık-yokluk meselesi olarak karşımızda durmaktadır.

Tuna KOLBAŞI, 22 Ağustos 2012
tunakolbasi@gmail.com


Yararlanılan Kaynaklar:
- Küreselleşme ve Siyasi Partiler - Metin AYDOĞAN
- Boğazdaki Aşiret - Mahmut ÇETİN