1. yüz (Toplam 1 yüz)

Misilleme - Seçildiği Kadar Seçebilendir Türk Kadını!

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ara 05, 2012 3:37
gönderen Misilleme
Seçildiği Kadar Seçebilendir Türk Kadını! – Misilleme

5 Aralık 1934’te Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 10. ve 11. maddeleri değiştirilerek kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı ve 1 Mart 1935’te ilk kadın milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yerlerini aldı.

Dünya da ki "ileri" birçok ülkeden önce verildi bu hak Türk kadınına.

Türk kadınına verildiği kadar Türk kadını aldı bu hakkı,

cepheden kaçmayarak,

mermi taşıyarak,

yeri gelip çocuğunun üstünde ki örtüyü alıp cephaneliklerin üstüne örterek,

ben zaten, kılık kıyafet diziyorum demeden torna tezgâhlarına girerek,

hatta hemcinslerini örgütleyip, düşmana bir fiil zarar vererek…

***

Atatürk neden "Türk Kadın"ını bu kadar çok önemsedi?

Neden onların daha katılımcı olmasını sağlamaya özen gösterdi?

Çünkü Atatürk, çağdaş bir Türkiye istiyordu;

kuldan birey,

bireyden ulus olan,

hiç bir sınıfın öncülüğünü gözetmeden "halk" olarak "başaran" bir Cumhuriyet.

***

Kadın önemliydi,

Kadın "anne"ydi çünkü.

Bir toplumu anneler yetiştiriyordu.

Muasır medeniyetler seviyesine erişmek kültürden geçiyordu,

Kültürel gelişimden "kadını" soyutlamak kültürel olarak yerinde saymaktı.

O yüzden neler dedi Atatürk?

“Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.”

"Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de “iyi anne” olmalarıdır.”

“Dünyada her şey kadının eseridir.”

“Milletin kaynağı, toplumsal hayatın temeli olan kadın ancak faziletli olursa görevini yerine getirebilir.”

“Büyük başarılar, kıymetli anaların yetiştirdikleri seçkin evlatlar sayesinde olmuştur.”

“Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”

***

Ulu Önder bunları özellikle kadınlara söyledi.

Latife Hanım’la evliliği bile duygusal boyutunun yanında,

"Çağdaş Türk Kadını" nın nasıl olması gerektiği konusunda yol göstericiydi.

Tıpkı Sabiha Gökçen gibi.

Atatürk'ün Kurduğu cumhuriyetin "Türk Kadını" nasıl olmalıdır sorusuna yanıt vermek için

1932'de yapılan Dünya Güzellik Yarışmasına gitmekte fayda var.

31 Temmuz 1932 tarihinde Brüksel’de yapılan “Dünya Güzellik Müsabakası”na Keriman Halis Ece dünya güzeli olmuştu.

Şimdi bunu söylediğimde birçok kişi "çağdaş olmak sadece bakımlı olmak, güzel olmak mıdır" diye sorabilir. Tıpkı şu an bile laiklik olgusunu sadece mini etek giyebilme özgürlüğüne indirgeyen kişilerin olduğu gibi.

Ama bu hikaye öyle bir bakış açısını barındırmıyor.

Şöyle ki, yarışma da birinci olan Keriman Halis Ece, Yarışma sonrasında Türk bayrağı olmaması üzerine rest çeker ve seyircilerin coşkulu alkışlarına tepki vermez.

Bunun üzerine metrelerce atlas bulunarak bayrak orada yapılır, ve bütün yabancılara balkondan dalgalandırıldıktan sonra kendisini görmek isteyen halkı selamlar.

Aynı Keriman Halis, Türkiye ve Dünya güzeli seçildikten sonra, tüm Türk kızlarına örnek olmak için, o devrin lise mezunu olduğu halde; “Akşam Kız Sanatlar Mektebi”ne devam eder; orada, ‘şapka’ dikmeyi, ‘yemek’ yapmayı öğrenir. Ve kendisiyle yapılan röportajlarda bunu gururla topluma aktarır.

Bu büyük başarıdan sonra açıklama yapan Mustafa Kemal Atatürk :

"Övündüğümüz doğal güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmenizi biliniz ve bu yolda uyanık bir tekamülün mütemadi tahakkukunu ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır " der.


***

5 Aralık 1934, Kadınlara milletvekili seçme ve seçilebilme hakkı verilmesinin 78. yıl dönümü.

"Nereden nereye geldik?" sorusuna yanıt vermek için önce o yılları bir düşünmek lazım.

Özgürlüklerden vazgeçmeyi "özgürlük" olarak sananların azınlık olmadığı bir dönemde birey olamayan bir kadının iyi bir anne olmayacağı, topluma katkısı bir yana zararı olacağını görmesi lazım.

Aynı zamanda bağnazlığın sadece kılık kıyafetle olmayıp esâsen "beyinde" olacağı gerçeğiyle yüzleşmek, yüzleştirmek lâzım.

Seçilme hakkı ile birlikte seçme hakkının verildiği Türk kadınının sadece seçilen, tercih edilen bir nesne olmadığını önce kendisine, sonra da çevresine gösterip ve de buna uygun davranmasıyla ancak bunun olabileceğini görmesi lazım.


Son olarak kadının kapanmasına "kendi kararıdır saygı duyuyorum" deyip de aynı kadının açılmasına "aynı saygıyı" duymayan erkeklerin de ülkemizde var olduğu gerçeğini hesaba katarak, onlara da yine Atatürk'ün sözleriyle seslenmekte fayda var:


“Beyler! Bu ilim ve irfan orduları şüphe yok ki milletin organlarından yalnız bir kısmıyla teşekkül ederse elbette eksiktir. Toplum, birbiri için gerekli iki unsurdan meydana gelmiştir. Bu iki unsur her bakımdan birbirinin yardımcısı, koruyucusu olmadıkça toplum eksiktir ve ondan teşekkül eden ve edecek olan kurtuluş orduları da yarımdır, zayıftır." (23 Ocak 1923 / Bursa Sultani Mektebinde)

"Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini müsamaha edelim de kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerekir. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur. Memnuniyetle görmekteyiz ki bugünkü gidişimiz gerçek ihtiyaçlara yaklaşmaktadır. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır.” (30 Ağustos 1925’de Kastamonu)