1. yüz (Toplam 1 yüz)

Çetin Yetkin-Kanlı 1 Mayıs'ın Perde Arkası

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 01, 2010 14:32
gönderen İrfan Tuna
30 Nisan 2010-YENİÇAĞ

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ha ... aber=34449

KANLI 1 MAYIS'IN PERDE ARKASI-1

Çetin Yetkin

Sanıkların çoğu asıl failler değil...

Yıl: 1977... Yer: Taksim... Gerçekleştirilen provokasyon sonucu 34 kişi öldü, 126 kişi yaralandı... Dehşet verici katliam, “Sanıkların büyük çoğunluğu asıl failler değil” diyen savcılar tarafından sorgulanamadı bile... Aradan 33 yıl geçti. Dönemin politikacıları muhalefetteyken “Bu olayın ardında Amerikalıların da bulunduğu gizli örgütler var” demelerine rağmen, iktidara geldiklerinde araştırma ve soruşturma emri vermeye yanaşmadı.... Neden?

Olay soruşturulmadan kapatıldı

34 ölü, 126 yaralı... DİSK’in 1 Mayıs 1977 Taksim mitingi böyle sonuçlanmıştı...
Bu kanlı olay üzerine o zaman muhalefette olan Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e yazdığı 7 Mayıs 1977 günlü mektubunda olayı “gizli bir örgüt” ün düzenlediğini belirtiyor ve diyordu ki:

“... Söz konusu örgüt, gerilla ve kontrgerilla savaşları için ve her türlü yer altı faaliyeti için planlar yapar ve insan yetiştirir... . gizlilik içinde çalışır, demokratik hukuk dışındadır... . 1974’te kadar Amerikalılar’dan gizli destek görürdü, Amerikan asker heyetiyle aynı binada çalışırdı... . Bu örgütte iyi niyetli kimselerin dışında siyasî düşünceleri yönünden yurt savunması için gördükleri eğitimi Türkiye’deki şiddet eylemlerinde kullanabilenlerin bulunabileceği güçlü olasılıktır...”

Demirel’den Ecevit’e uyarı

Yine Ecevit, İzmir’de Konak Alanı’nda yaptığı konuşmada: “Devlet içinde fakat demokratik hukuk devletinin denetimi dışındaki bazı örgütler gün yitirilmeksizin kontrol altına alınmalıdır. Kontrgerilla hareket halindedir, 1 Mayıs’ta parmağı vardır.” diyecekti.

Ecevit, aynı Taksim Alanı’nda olaydan 1 ay sonra 3 Haziran 1977’de düzenlenen CHP mitinginde konuşacaktı. O sırada başbakan olan Süleyman Demirel, 2 Haziran’da Bülent Ecevit’e GİZLİ kayıtlı bir yazı gönderdi. Bu yazıda miting günü Ecevit’e uzun namlulu ve dürbünlü bir tüfekle suikast girişiminde bulunacağı istihbaratının alındığı bildirildikten sonra aynen şöyle devam ediyordu:

“... 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda vukua gelen olaydan cesaret alan, iç barışı büyük ölçüde sarsabilecek kanlı tertiplere karar veren ve ayrıca 5 Haziran 1977 tarihinde yapılacak olan seçimlerden bir fayda ummayan, seçimlerin yapılmasını arzulamayan veya seçimlere gölge düşürmek isteyen illegal-komünist örgütlerin yanı sıra, memleketimizi iç meselelerle uğraştırmak isteyen YABANCI KURULUŞLARIN VE ULUSLARA RASI TEDHİŞ TEŞEKKÜLLERİNİN muhtemel suikast ve sabotaj eylemleriyle özellikle vazifelendirilmiş kimseler tarafından yapılmak istendiği alınan haberler arasındadır.”

Ne ki, 5 Haziran’daki seçimleri CHP kazandı ve Ecevit başbakan oldu, ama olayın aydınlatılması için hiçbir şey yapmadı. Arkasından Demirel başbakan oldu, o da öyle. Oysa Demirel, 18 Kasım 1990 günlü Nokta dergisinde yayınlanan açıklamasında diyecektir ki:

“Sayın Evren şunun hesabını vermek zorundadır: 13 Eylül günü duran kan, 11 Eylül günü niye akıyordu? Hayır Efendim! Verdiği cevaplar da kurtaramaz kendisini. Kendisi daha iyi biliyor niye durmadığını o kanların. Kanlar akıyordu, çünkü Sayın Evren’in Çankaya’ya çıkması gerekiyordu. Bu ithamla karşı karşıyadır. Yani Evren Çankaya’ya çıksın diye 11 Eylül günü o kanlar akıyordu.”

Deliller değerlendirilmedi

Adlî soruşturmaya gelince:

İddianamenin yazılması, temize çekilmesi için gereken süre dahil topu topu 28 günde “soruşturma” bitirilip kamu davası açılacaktı. Bu, dünya adalet tarihinde bir rekordu ve Cumhuriyet Savcılığınca hiçbir soruşturma yapılmamış, olayın aydınlığa kavuşturulması için hiçbir çaba gösterilmemiş olması demekti. Gerçekten de, ayrıca belirtecek olduğum ipuçları ve delillerden hiçbiri değerlendirilmediği gibi örneğin:

Hiçbir işlem yapılmadı

- Yaralıların durumları izlenmemiş, içlerinden aldığı yaralar yüzünden ölen olup olmadığı araştırılmamış, kesin ya da hiç olmazsa geçici raporları alınmamıştı,

- Ele geçirilen tabancalarla ve 2000’e yakın mermi çekirdeği ve kovanla ilgili ekspertiz raporları alınmamış, mermilerin bu tabancalardan ateşlenip ateşlenmediği, başka silahların kullanıp kullanılmadığı araştırılmamıştı,

- Olay öncesinde, sırasında ve hemen sonrasında çekilen fotoğraflar ve filmler incelenmemiş, silahla ateş ederken fotoğrafları çekilen ve yüzleri açıkça görülen kişilerin bu fotoğrafları polis arşivlerinde bulunanlarla karşılaştırılmamış, bunların kim oldukları araştırılmamıştı,

- Görevlilerden kimlerin kusur, ihmal ya da kasıtları bulunduğu, iddianamenin 36. ve 39. sayfalarında bazı kamu görevlileri açıkça suçlandıkları halde bunların kim oldukları ve ne yaptıkları belirtilmemiş ve haklarında hiçbir işlem yapılmamıştı,

- Polis telsiz konuşmaları değerlendirilmemişti.

Dehşete düşüren sözler

Kaldı ki, iddianamenin 20. sayfasında insanı dehşete düşürecek şu sözlerin yer aldığını görüyoruz:

“Kamu vicdanında ve evrensel adalet duygusunda mahkum edilen 1 Mayıs kıyımı ile ilgili açılan bu davada sanıkların küçük bir bölümü yüce adaletin önüne çıkarılmış bulunmaktadır. Bu büyük ve kanlı facianın tertipçisi, uygulayıcısı yurt ve insanlık düşmanı asli failler ergeç tespit edilecek ve tarihin ve şaşmaz adaletin önüne çıkarılıp hüküm giyeceklerdir.”

Neymiş?

- Haklarında dava açılanlar sanıkların küçük bir bölümü imiş...

- Bunlar da “asli failler” değilmiş...

- Aslî failler ergeç tarihin önüne çıkarılacakmış...

Bir kanlı tertibin gerçek faillerinin tarihe havale edildiğini ikrar ve itiraf eden ilk ve son iddianame bu iddianame olsa gerektir!...

Garibanlar yakalanır!

O günden bu yana aslî faillerin “şaşmaz adalet”in önüne çıkarılması için hiçbir şey yapılmış değil. Davaya bakan İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerek savcılığa ve gerekse emniyete yazdığı ve aslî faillerin bulunmasını isteyen ve bu konuda ne yapıldığını soran ısrarlı yazılarına tek bir yanıt bile verilmedi. Ya ne yapıldı? Bu konuda görüş bildirip istekte bulunan ve soruşturmanın eksikliklerinin tamamlanmasını isteyen duruşma savcısı görevden alındı!

Pekiyi, haklarında dava açılanlar kimlerdi diye soracak olursanız, onun yanıtını soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılarının başı olan Muhittin Cenkdağ olaydan 10 yıl sonra Hürriyet muhabiri Gündüz İmşir’e yaptığı şu itirafta buluyoruz:

“Silahlılar yakalanır mı? Garibanlar yakalanır. Dolmabahçe Meydanı’ndakiler, şuradakiler, buradakiler yakalanıp getirildiler.”

Amerikalı “asli failler” ne oldu?

Konunun daha iyi anlaşılması için ve yeri gelmişken Muhittin Cenkdağ ve ekibinin olayı o tarihte bildikleri ama üzerinde her nedense durmadıkları bir yönünü şimdiden belirtmek gerekiyor. Sonradan The Marmara adını alacak olan ama o zamanki adı Intercontinental olan Taksim Alanı’ndaki otele o gün hiç müşteri alınmaması gerektiği yetkililerce ilgililere bildirilmiş olmasına karşın, bakın Cenkdağ, Barış Yetkin’in TV 8 için hazırladığı belgeselde ne diyor:

“Ben THY’ye yazı yazdım, oradan bir cevap geldi. Olaydan bir gün evvel bir uçak dolusu heyet gelmiş İstanbul’a. Polis raporuna göre o gün Yeşilköy’deki bir otelde yer tutmuşlar. Ama onlar geliyorlar ve otele giriyorlar.”

Cenkdağ, Hürriyet muhabiri Gündüz İmşir’e de daha önce şöyle demiş bulunuyor:

Yoruma gerek var mı!

“Bu arada Inter’de 2-3 gün evvel bütün rezervasyonlar iptal ediliyor. Fakat ne olduğu belirsiz bir grup, ben onun havayollarından listesini getirttim, aynı gün geliyor ve aynı gün olayları takiben Türkiye’yi terk ediyor. Bunlar kim? İsimlerini aldım, bir sürü ecnebi ismi. Ama gerçek ismi değil.”

İyi de, polis telsizi, 2.bant, çözüm s.1’de şu konuşma yer almaktadır:

“-Havalimanına soralım gelecek misafirlerin saati belli oldu mu?
-Merkez 144 anlaşıldı.
....
-132.
-132 dinliyorum.
-Havalimanına soruldu. Misafirlerin saat 14.00’de geleceği söylendi.”

Herhangi bir yoruma gerek yok sanıyorum.

Re: Çetin Yetkin-Kanlı 1 Mayıs'ın Perde Arkası

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 01, 2010 20:10
gönderen İrfan Tuna
1 Mayıs 2010-YENİÇAĞ

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ha ... aber=34479

Kanlı 1 Mayıs’ın perde arkası-2

Çetin Yetkin

Kalabalığın üzerine mermi yağdıran işaret atışını kim yaptı? Polis telsiz konuşmalarının ortaya koyduğu gerçek neydi?

Bir işaret atışıyla her taraftan kurşun yağdı

1 Mayıs 1977 olayı, 12 Eylül 1980 darbesine varan süreçte en önemli ilk adımdı. Bu nedenle de, eğer olay aydınlatılabilseydi bu süreç büyük bir olasılıkla başarıya ulaşamayacaktı. Ama aynı nedenle de aydınlatılmaması gerekiyordu. Bu açıdan bakılınca Amerika’nın olaydaki rolü çok daha açık bir biçimde görülür. Çünkü, 12 Eylül darbecileri ABD’nin “our boys” u, yani “bizim oğlanları/çocukları” idiler. Bu gerçeği, MİT Daire Başkanlığı da yapmış olan Prof. Dr. Mahir Kaynak şöyle dile getiriyor:

Amerikan operasyonuydu

“Burada Amerika’nın katkısı var mıydı sorusu biraz hafif bir soru kalır. Yani bu operasyon tamamen, başından sonuna kadar bir Amerikan operasyonuydu. Tamamiyle siyasi hedefleri vardı ve bu siyasi hedeflere de tam olarak ulaşmıştır.” (Barış Yetkin: Kırılma Noktası - 1 Mayıs 1977 Olayı; 2.basım, Antalya, 2007, s.109).

O gün olayların nasıl geliştiğini izlersek bu “operasyon” un nasıl ustalıkla yapıldığı kendiliğinden anlaşılır.

Önceden hesaplanmıştı

Bir kere, bazı Maocu grupların mitinge saldıracakları yönünde 1 Mayıs’tan önce yoğun bir yayın kampanyasına girişilerek Taksim Alanı’nda toplanacaklarda bir tedirginlik yaratılmıştı. Halk kaygılıydı. Üstelik, alana akın akın gelen halkın arkası gelmediği için toplantı normal süresinin dışına taşmış, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasına zamanında başlayamamıştı. Bu, gergin bekleyişin süresini uzatarak halkın direncini azaltmış oluyordu.

Son anı beklediler...

Olayların gelişimi bir gerçeği bize açıkça gösteriyor: Tertipçiler, son anı beklemişlerdi. Bu son anda da, alanı dolduran insanların olay çıkaracaklarına inandırıldıkları “Maocu” grupların alana girmesine olanak sağlanacak, bunların olay çıkaracağı sanan kitlenin tedirginliği doruğa vardığı tam bu alanda da plan uygulamaya konulacaktı. Burası son kerte önemli ve olayın önceden nasıl planlanmış olduğu da bu olgu ile kendiliğinden anlaşılıyor. Çünkü, son konuşmayı yapacak olan Kemal Türkler’in kürsüye çıkmasının önceden öngörülen saati geçmesi ve bu nedenle de toplantı süresinin uzamış olması yüzünden bu gruplar polisçe engellenmemiş olsaydı, o planlanan son “an”dan önce alana girmiş olacaklardı.

Grupların içine sızdılar

Oysa, anlaşılan o ki, şimdi görüleceği üzere, önce bu gruplar içine sızmış olan kimi kişilerin ilk atışları yapması, arkasından da bir “parola” gibi olan bu atışlar üzerine alan çevresinden seri atışların bunu izlemesi ve paniğin çıkması planlanmıştı. O nedenle de, bu grupların alana girmelerine bekletile bekletile, o son “an”da orada olacakları biçimde, izin verilmiş bulunuyor.

Polis telsiz konuşmalarının ortaya koyduğu gerçek

Durumu daha iyi kavrayabilmek için, bu grupların alana doğru ilerleyişlerinin polisçe nasıl adım adım izlenip denetlendiğini, polis telsizlerinde yapılan konuşmaların bant çözümünden izleyelim:

“-Malum grup Taksim’e girmek üzere, tamam.
-832, tamam.
-Bu malum grup, hangi kesimden giriyor?
-Şişli-Pangaltı istikametinden giriyorlar, tamam.
-Tamam.
-10 numara gelişlerini bekliyordu, arz ederim.
-10 numara.
-10 numara dinlemede.
-Şişli istikametinden gelenler, tamam.
-208. 237 Taksim-Beyoğlu girişi, tamam.
-Anlaşıldı, geliyorum.
Müdürüm durum hiç iyi değil...
-Harbiye istikametinden doğru gelen grubun Taksim’e girişini izleyin, tamam.
...
-Tarlabaşı’ndan gelen grubun sonu arz ediliyor.
-9, 4 numara.
-4 numara 9 numarayı dinliyor.
-Tarlabaşı’ndan gelen grup, Harbiye’den gelen grubu kesti. Şu anda Harbiye’den gelen grup, Taksim’in başında bulunuyor.
-Anlaşıldı.
-9 numara, 10’un burada bulunması gerekir, çünkü durum hiç iyi değil.
-Anlaşıldı.
...
-Sayın müdürüm, Tarlabaşı Caddesindeler.
-Anlaşıldı. Onların gerisinde ekibimiz var mı?
-238 orada müdürüm.
...
-Saraçhane istikametinden gelen grup, Taksim’e girmeye başladı.
...
-Müdürüm, tamamı Taksim’e intikal etti.
...
-Merkez, 832, silahlar başladı patlamaya.
-Fazla ilerde ön tarafa yetişmek için. (15 saniye silah sesi)
-Merkez, 433, silahlar patlıyor, tamam.
-Anlaşıldı.
-Silahlar... büyük karmaşıklık çıktı, çok yaralı var.
-Merkez, 136, çok yaralı var.”

Polis görmezlikten mi geldi...

Bu gruplar içinde yer almış, yol boyunca ve Taksim’de olaylar sırasında çeşitli fotoğraflar çekmiş bulunan olayın tanığı Alpay Tuğlu’nun şu anlatımı, Taksim’e bu gecikerek girmeye ışık tutacak nitelikte:

“... .biz saatlerce Şişhane Yokuşu’nda bekletilerek yol aldık. Yoksa, çoktan varırdık. İçeriye giriş, uzun bir süreç... Yani 5 saat filan, çok uzun sürelerle bekletildik. DİSK’in alanına Sular İdaresi’nin tam köşesinden girerken, yine bekletildik... Benim tespit ettiğim, özellikle yavaş gitmek zorunda bırakılışımız. Hadise, bir tertip, onu söyleyebilirim.”
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, polisçe bu denli yakından izlenen bu grupların toplantı ve gösterileri izinsiz olmasına karşın, polisin bunu görmezlikten gelmiş olmasıydı.

Emniyet yetkililerinin anlatımıyla o gün...

Şimdi, olayların nasıl bir anda, bir işaret üzerine, önceden planlanmış olarak başlamış olduğunu o günün yetkililerinin anlatımlarından izleyelim:

Ne olduysa sonlara doğru oldu

İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Kaner:

“Mitingin son dakikalarına kadar en ufak bir olay meydana gelmemiştir. Ancak, mitingin sonlarına doğru, bir hain el veya ellerin çektiği tetik ve silah sesleriyle -hatırladığım kadarıyla 3-5 silah sesiyle- tansiyonu çok gergin olan toplumda panik yaratılmış ve maalesef üzücü ölüm olayları meydana gelmiştir.”

Bir el silah ateşi ve...

İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Salih Bora:

“19.05 sıralarında Abdülhak Hamit Caddesi’nin Tarlabaşı ile kesiştiği yer civarında iki el silah sesi duydum. Bu silah adeta işaret atışı şeklinde olacak ki, akabinde...

Parola verildi ve olaylar başladı

İstanbul Toplum Polisi Müdür Yardımcısı Yılmaz Kırkali:

” Anıtın biraz ilerisinden bir el tabanca sesi geldi. Sanki bu silah bir parola izlenimini vermekteydi, bunun arkasından özellikle Tarlabaşı tarafından peş peşe silah sesleri gelmeye başladı.

Birkaç el silahla panik yaratıldı

İstanbul Emniyet Müdürlüğü 1. Şube Müdürlüğü’nün 1.D.2.21577 sayılı ve 13 Mayıs 1977 günlü ve İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdiği yazı:

“...Kemal Türkler konuşmasına devam ettiği sırada ve takriben saat 19.05’te Tarlabaşı Caddesi’nin Taksim’e çıkış ağzı cihetinden birkaç el silah atıldığı ve akabinde bütün alanda silah atışlarının yoğunlaştığı ve bütün alandakilerin bir panik içinde alanın muhtelif çıkış istikametlerine doğru kaçıştıkları...”

Hain plan çok iyi hesaplanmıştı

Soruşturmayı yürüten savcıların olayın başlangıcı ile ilgili değerlendirmeleri ise iddianamede yer aldığı biçimiyle şöyleydi:

“Olay çıkarma anı, çok iyi hesaplanmıştır... Toplanan topluluk saat 10.00’dan beri ayaktadır. Üstelik muhtemel bir provokasyon ve saldırıya karşı tetikte ve tedirgindir.
Ayrıca, mitingin bitti, bitecek anına gelinmiştir. Bu suretle topluluğun fiziksel gücü oldukça tükenmiş, dikkati dağılmış, dönüş hazırlığına da girişmiştir. Alanda 100.000’in üzerinde bir kalabalık mevcut olup bunun bir bölümünü taşradan gelen, İstanbul’u ve alanı tanımayan öğretmenler, işçiler ve dernek mensupları oluşturmaktadır.”

Şu duruma göre; olayları başlatan bir parola ya da komut niteliğini taşıyan ilk silah atışları, “Maocu” grupların alana girmesiyle ve alandaki kitle ile temasa geçtiği an yapılmış bulunuyor. Bu atış, bu grupların içinde bulunan bir kişi ya da kişilerce gerçekleştirilmişti. Bu kişi ya da kişilerin, bu gruplarla birlikte alana girdiği de açıkça anlaşılıyor. Bu ilk atışları, alanın çevresindeki değişik yapı ve yerlerden hep birden yapılan atışlar izleyecekti.

Re: Çetin Yetkin-Kanlı 1 Mayıs'ın Perde Arkası

İletiGönderilme zamanı: Pzr May 02, 2010 11:44
gönderen İrfan Tuna
2 Mayıs 2010-YENİÇAĞ

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ha ... aber=34508

Kanlı 1 Mayıs'ın Perde Arkası-3

Çetin Yetkin

Gerçekte daha büyük bir kıyım planlanmıştı

Taksim Alanı’nda 1 Mayıs 1977 günü görevli olan İstanbul Jandarma İl Alay Komutanı Albay Ömer Öziskender, Cumhuriyet Savcılığı’nda 3 Mayıs 1977’de verdiği anlatımında şöyle diyordu:

“... bu grubun, yani aşırıların, silah atanların, Sıraselviler yönüne koşarak uzaklaşmak isteyen grubun dinamit attığı, gelen seslerden anlaşılıyordu. 4 el dinamit atışı sesi duydum. Bunlar biri Tarlabaşı, diğeri Su Deposu’nun bulunduğu mahalden, bir diğeri de Sıraselviler tarafından geldi.”

Albay Öziskender’in Savcılıkça bir gün sonra, yani 4 Mayıs’ta alınan ikinci anlatımında şu gerçeği belirttiğini görüyoruz:

En çok ölüm Kazancı Yokuşu’nda

“Alanda biriken büyük kalabalık esasen tabanca seslerinden ziyade bu büyük patlamalar sonucu husule gelen sesten paniğe kapıldı ve kalabalıkta büyük dalgalanmalar ve şuursuz bir biçimde kaçmalar başladı. Yığın, yani toplum, özellikle Kazancı Yokuşu’nun başına ve diğer kesimi Tarlabaşı önüne kaçmaya başladı.”

Biz biliyoruz ki, ezilme sonucu olan ölümlerin büyük çoğunluğu, Kazancı Yokuşu başında olmuştu. Örneğin, hemşire Meral Özkol’un ölüm nedeni panzer tarafından ezilmesiydi.

İşte, mesleği askerlik olan, herhangi bir patlama sesinin neden ileri geldiğini herkesten iyi anlayabilecek durumda olan Jandarma İl Alay Komutanı Albay Ömer Öziskender, bu patlama seslerinin “dinamit” patlaması sesi olduğunu sanmıştı. Ve paniğin asıl nedeni de bu patlamalardı! Ne var ki, Albay Öziskender, 4 Mayıs günlü anlatımında şunları da söyleyecekti:

Patlama dinamit olamaz

“Benim duyduğum sese göre bu patlamadan mütevellit o bölgede muhakkak tahribat olması lazımdır. Eğer dinamit olsa dahi bir iz bırakması gerekir. Ben bomba ve dinamit atıldığını zannettiğim yerleri dolaştım, bundan mütevellit bina ve sair yerlerde tahribat görmedim... Büyük gürültü çıkaran patlayıcı maddeler panzerlerde görevli emniyet mensuplarında bulunmaktadır.”

Polis telsiz konuşmalarının kaydedildiği bantlardan anlaşıldığına göre, kodu “6” numara olan emniyet müdür yardımcısı, “Panzerler meydana doğru yürüsün” emrini vermiş bulunuyor. Toplantıya katılanların söyledikleri bir yana, Emniyet Müdür Yardımcıları Zeki Tamay ve Salih Bora’nın Savcılık’ta verdiği anlatımlardan ise, polis panzerlerinin “sinyal çalarak, su sıkarak ve gürültü bombası atarak” halkın üzerine yürüdükleri anlaşılıyor.

Bir polis yetkilisinin verdiği emir

Panzer şoförlerinin anlatımları da bu doğrultuda. Ne ki, bir başka polis yetkilisinin telsizle verdiği emir ve yaptığı uyarıya kimsenin aldırmamış olduğu görülüyor: “Bu panzerler sakin bir şekilde ortalığı dağıtırsa iyi olur. İzdihamdan birçok yaralı çıkabilir. Sakin bir şekilde olması lazım bu işin”.

Gerçekten de, paniğin önemli bir nedeni panzerler olacak, hatta ölenler arasında panzerlerin ezdiği kişiler de bulunacaktı. Toplum Suçları Bürosu Savcıları’nın düzenledikleri iddianamede de bu gerçek şöyle dile getirilmiş bulunuyor:

“... açılan seri atışları takiben alanın içinde ve dışında görevlendirilen panzerlerin siren çalmaya başlamaları, halkın arasında alanın o tarafına bu tarafına ilerlemeleri, ses bombaları atmaları ve bir yerlere sığınan halkın üzerine su sıkmaları, ateş açmaları normal muhakeme ve soğukkanlılığını büyük ölçüde yitirmiş, can korkusu içindeki bu 100.000 kişilik kitlenin panik içine düşmesini süratlendiren diğer bir etken olmuştur.”

İddianameyi düzenleyen savcıların birtakım gerçekleri saptamalarına karşın bu konularda hiçbir şey yapmamış olduklarına ayrıca değineceğim. Ama bu noktada şu gerçekleri bir an için alt alta sıralayalım:

Panik ölümleri getirmişti

Halk paniğe kapılmıştı.

Bunca kişinin ölmesi ve yaralanması bu panik sonucunda olmuştu.

Panik çıkmasının nedenlerinin başında polis panzerleri gelmekteydi.

O halde, panzerleri halkın üzerine salan, halkı ezdiren, bir yerlere sığınmaya çalışan insanların üzerine su sıkan, ateş açan, kalabalığın arasına ses bombaları atan sorumluların da 1 Mayıs 1977 davasında “sanık” olmaları gerekmez miydi?

CHP’li Genç’ten dikkat çeken açıklamalar

Çok önemli bir başka olgu da alanda patlamamış olarak bulunan çok sayıdaki bombadır. İddianamede belirtildiğine göre, “... zabıtaca alanın çeşitli yerlerinden üstünde (Torpil) yazılarını havi patlayıcı maddeler” ele geçirilmişti (İddianame, s.35). Toplum Suçları Bürosu Savcısı Muhittin Cenkdağ, bunları Hürriyet muhabiri Gündüz İmşir’e tanımlarken bu patlayıcı maddelerin “bir tenis topundan daha ufak” olduğunu söyleyecekti. Cenkdağ’a göre bunlardan yüzlerce bulunmuştu.

Daha sonraları İzmir eski milletvekili Süleyman Genç de bu konuda şu açıklamayı yapacaktır:

“Benim evime atılan bombalarla ilgili soruşturmada doğru dürüst bir sonuca varamadık.
Ayrıca manyetik bomba dediğimiz özellikle tank patlatmada kullanılan, atıldığı zaman 20 saniyelik bekleme ve ısınma süresi olan yuvarlak bombaların kimin tarafından getirildiğini, kimin tarafından atıldığını maalesef bulamadık... (1 Mayıs’ta) Otelin önünden aşağıya inen yol üzerinde, Kazancı Yokuşu’nda bunlardan patlamamış olanları bulundu. Benim evime atılan bombanın aynısıdır. İkisini de gördük. Aynıydı. Bunlar yerden şöyle tarayarak gidiyor. Bunları bir de çelik borunun içine koyuyorlarmış, o zaman çelik boru ciddi tahribat yapıyor. Tavanı, duvarı çok rahat delip geçebiliyor. İstanbul Üniversitesi olayında kullanılan ve Halk Evleri’ne atılan bomba da bizim tespitimize göre aynı cinstendi.”

Bombalar delil olarak saklanmadı!

İzmir eski Milletvekili Süleyman Genç’in anlatımlarından sonra daha da belirginleşmeye başlayan gerçekler bizi bazı sonuçlara götürmektedir:

1. Bazı çevreler, 1 Mayıs’ta kullanılmak üzere tahrip gücü yüksek olan çok sayıda bombayı olay yerine getirmişlerdir.

2. Bu bombalar patlamamış olarak en çok ölüm ve yaralanmanın olduğu Kazancı Yokuşu başında bulunmuştur.

3. Bu bombalar kullanılmış olsaydı ölü ve yaralı sayısı inanılmaz boyutlara ulaşacaktı.

4. Bombaların ele geçirilmiş olması, kıyımın bir “tertip” sonucu olduğunun bir başka kesin kanıtıdır.

Nerede oldukları belli değil

Pekiyi, ele geçirilen bu bombalar ile ilgili olarak ne yapıldı ve bunlar ne oldu? İnanılması çok güç, ama olayı soruşturan savcıların başı olan Muhittin Cenkdağ’ın ele geçirilen bu bombaların yüzlerce olduğunu bildirmesine, bunları açıkça da tanımlamasına karşın, dava dosyasının ve dosya içindeki konu ile ilgili yazışmaların incelenmesinden bir kere bunların “delil” olarak saklanmadığı anlaşılıyor. Nerede oldukları ise hiç belli değil. Saklanmaları tehlikeli bulunarak imha edildiklerine ilişkin bir tutanak da yok. Bu patlayıcıların nerede imal edildikleri, herhangi bir kuruluşun elinde bunlardan bulunup bulunmadığı da hiç araştırılmamış. En önemlisi ise, bunların başka olaylarda kullanılmış bulunan patlayıcı maddelerle aynı cinsten olup olmadığını saptamak için de hiçbir şey yapılmamış!..

Daha çok ölümler de olabilirdi

Bu bombaların neden kullanılmadan alanda bulunup ele geçirildiğine gelince,
bu konuda bir tahminde bulunmak olanaklı. Öne sürülebilir ki, bunları panik başladıktan sonra halkın arasına atmak üzere bir torba içinde alana getirdiği anlaşılan kişi, daha kullanma olanağını bulamadan kendisi oraya buraya bilinçsizce kaçışan kalabalığın içinde kalarak ve bir olasılıkla da kendisinin de sıkışıp ezilmesi sonucunda torbayı elinde tutmayı başaramamıştır, torbayı bu sırada yitirmiştir.

Ne olursa olsun çok daha büyük bir felaketin eşiğinden dönüldüğü kesin.