1. yüz (Toplam 1 yüz)

27 MAYISTAN BAKINCA YAŞADIĞIMIZ GÜNLER... Dr. Noyan UMRUK

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 26, 2018 11:08
gönderen Noyan Umruk
27 MAYISTAN BAKINCA YAŞADIĞIMIZ GÜNLER... Dr. Noyan UMRUK

Milletlerin tarihlerinde, devlet işlerinin iyi gitmediğini düşünen basiret sahibi, ciddi fikir adamları ve düşünürlerin iktidarların uyarmalarına dair ilginç örnekler vardır.

Bizim tarihimizde bunların en meşhuru, Koçi Bey’in, muhatabı Sultan IV. Murad’a sunduğu ünlü “Koçi Bey Risale”sidir.

Bu eserin, Osmanlı’nın 16. yy. itibarıyla gerileme sebeplerini öylesine bir vukufla ele aldığı söylenir ki; Hammer onu, Roma’nın yıkılış sebeplerini izah eden Montesquieu’nün “Décadence” eserine denk sayar ve yazarı Koçi Bey’i de “Türk Montesquieu’sü” diye niteler.

Ayrıca Sultan IV. Murad’ın, Devlet düzenini bir ölçüde yeniden sağlamasında Risale’nin de önemli payı olduğu söylenir. (Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey” mad.; TDV. Ansiklopedisi, Cilt: 26, s. 145.)

Alt yapısı 1958 devalüasyonu, ABD ile ilişkilerin gerginleşmesi, Sovyetler Birliğinden ekonomik destek arayışları ile gelişen 27 Mayıs öncesi dönemin en ciddi ve “hukuk temelli” uyarı ve eleştirileri ise, aslında dönemin iktidarını destekleyen ciddi Anayasa hukukçularından rahmetli Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’den gelmiştir.

Başgil, “hukuk temelli” endişelerinde – maalesef – haklı çıkmış, uyarısılarından bir ay gibi kısa bir zaman sonra dönemin deyişi ile “27 Mayıs İhtilali” ile Adnan Menderes önce iktidarını, sonra da maalesef çok üzücü bir biçimde hayatını kaybetmiştir.

Başgil’i ciddi eleştirilere sevk eden 27 Mayıs öncesi manzara-i umumiyeyi ihtilalden üç gün sonra rahmetli Çetin Altan şöyle tasvir ediyordu:

“ Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihden örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık…Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar(mecliste yargı yetkisini haiz tahkikat komisyonu kurulması) kurdular…Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk… Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu Cumhuriyete bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı… Kurucu meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz…Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile bir abide gibi ortaya çıkmaktadır…Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirererek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini dünya önünde reddetmişlerdir.”( Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.”,Milliyet G., 28.05.1960 )

O dönemde bir diğer uyarı ise dönemin Kara Kuvvetleri Komutanından gelmiştir. Hükümete iletilmek üzere Milli Savunma Bakanına verilen mektup, ülkede yaşanan durumdan salimen çıkılabilmesi için alınması gereken tedbirleri hükümete iletiyor ve şöyle diyormuş:

“Sayın Bakanım,

Dün geceki konuşmalarımızın ışığı altında, zatı alinize memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir ve kararlar hakkındaki görüşlerimi arz etmeyi milli ve vatani bir vazife bilirim. Sayın Başbakanın açıklamalarını dinledim ve okudum. Bunlarda, benim düşüncelerimin kabulüne müsait bir zemin henüz mevcut olmadığı aşikar olarak belli ise de, yine de düşüncelerimin sizlere ulaşması gerektiğine inanıyorum...

Sayın Bakanım, Bu ahval küçümsenecek, cebir ve şiddetle geçiştirilecek şeylerden değildir. Memleket, Hükümet ve Partinizin düştüğü bu müşkül vaziyeti kurtarmak için sükunetli, fakat ciddi tedbirler almak lazımdır.

Bu tedbirler şunlar olmalıdır:

1- Suiistimal haberleri bütün memlekette yayılmış bulunan Bakanlar Kabineden çıkarılmalı, yeni Kabine mutlak dürüst, makul ve adalet hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır.

2- Tutuklu gazeteciler af kanunu ile kısa zamanda tahliye edilmelidir.

3- Son hadiselerde tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalıdır.

4- Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokratik kanunlar tedricen kaldırılmalıdır.

5- Vatandasın hürriyet ve eşit muamele hakkına mutlak surette riayet edilmelidir.

6- Din istismarcılığından vazgeçilmelidir.

7- Suiistimaller oluyor mu, bilmiyorum, fakat olduğu hakkında umumi bir kanaat mevcuttur ve milletin hükümete itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin süratle bertaraf edilmesi lazımdır.

8- Özel zamanlar ve günler haricinde Hükümet büyüklerinin memleket gezilerinde suni büyük vatandaş toplulukları ile karşılanmaları usulü terk edilmelidir.

Muhterem Bakanım, Bu yazdıklarım asla bir parti veya politika mülahazasıyla yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir.

Sizlerin vatanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz. İyi yapınız. Memlekette çok şeyler yaptığınız muhakkaktır. Fakat, bu asla kafi değildir. Bu yapılan işleri müstemleke idarecileri de yapar, yapıyor ve yapmıştır. Asıl mühim olan toplumun ruhunda yaşama zevk ve azminin geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır.

Olaylar bu yolda olmadığınızı göstermektedir. Talebelerin hürriyet duygusu ile yaptıkları masumane tezahürata karşı, kıtalar sevk edilmesi ve onların desteği ile emniyet kuvvetlerinin gençlerimize coplarla ve kurşunlarla saldırması dünyada görülmemiş feci bir şeydir. Bu hengâmede kız talebelerin yürekler parçalayan çığlıklarının analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamamak memleketin huzuru bakımından büyük bir hata ve hazin bir gaflettir. Bizim gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi? İstikbali, hissiz, duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak istiyoruz?

Sayın Bakanım, maruzatım muhakkak ki çok mühim ve hatta çok cüretkardır. Fakat memleket için, Milletin selameti için, Hükümet ve hatta Partinizin kurtarılması için dikkate alınması lazımdır ve hatta çok lazımdır.

Saygılarımla!”

Bu mektup 3 Mayıs 1960’da yazılmış… Yazarı da dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Or. Cemal Gürsel…

Hayır, yanlış okumadınız, 3 Mayıs 1960’da, yani 27 Mayıs ihtilalinden sadece 24 gün önce, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel yazmış…

Yani bu mektuptan 24 gün sonra gerçekleşen “27 Mayıs İhtilalinin” daha sonra başına geçen Cemal Gürsel…

Peki ne getirdi 27 Mayıs derseniz…

*Ardıllarının kırpa kırpa bitiremedikleri artık sadece iskeleti kalmış dünyanın en demokratik anayasalarından birini…(Bu anayasanın mimarları Ord.Prof.Dr.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,Ord.Prof.Dr.Sıddık Sami Onar,Prof.Dr.Hüseyin Nail Kubalı ve diğer hocalarımızaAllahtan rahmet diliyorum...Işıklar içinde olsunlar...)

*İzleyen ilk yıllarda sürdürülebilir %7 lik büyüme hızını sağlayan planlı ekonomik kalkınma anlayışını

Tabii günümüzün koşulları çok farklı… Tabii, iyi ki; bir nehrin suyu aynı yerden iki kez akmıyor… Sular artık bulabildikleri demokratik kanallardan sandıklara akacaklar… Ama sular farklı da olsa nehirler akarlar… Mesela dayanılması artık imkânsız hale gelen demokratik hak ve özgürlüklere yönelik acımasız baskılara, ekonomik gidişata karşı iyice yoğunlaşmış toplumsal tepkiler ve de karşılanmasının çok güç olduğu aşikar olan küresel taleplere önlem alınamaması halinde iyice basıncı yoğunlaşacak dış tepkiler...

Özetle birbirleri ile pek de uyuşmayan, örtüşmeyen paradigmalar arasında sıkışıp kalma durumu...

Mevcut iktidara yönelik ilk ciddi uyarılardan biri ise yine hukukçu (bir dönem de siyasetçi) olmakla beraber kendini Türk düşüncesine ve tarih araştırmalarına adamış, rahmetli Nevzat Kösoğlu’nun…

Kösoğlu’nun uyarı sebebi ise “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş İlkeleri”ni değiştirmeyi hedeflemek ve ona zemin olarak düşünülen laiklik ve ulusal birlik temelini…” “…etnik ve mezhep temelli ayrıştırma süreci”…

Bu eleştiriler giderek17-25 Aralık sürecinde yolsuzluk iddialarının yargıya taşınmasının engellenmesi konusunda kurucu kadrodan Prof. Nevzat Yalçıntaş, devletin ve anayasal kurumların çürütülmesi ve de ekonominin kötü yönetilmesi konusunda eski meclis başkanı Cemil Çiçek, Ali Babacan gibi siyasi iktidarın bizzat kadrolarında yer alan kişilerce sürdürülmüştür…

Eleştirilerin muhatabı ise, bu süreçte iktidarını mutlak hale getirmiş, giderek hileli olduğu konusunda yaygın kanaat oluşmuş bir referandum sonunda tüm yetkilerle donandırılmış ve fakat sorumsuz “Partili Cumhurbaşkanlığı” ile de “taçlandırılmış” vaziyette…

Bitirirken; tüm bu eleştirilerin ilginç tarafı, başkaları tarafından yapılsa dudak bükülecek bu uyarıları yapanların uyarmak istedikleri iktidarların kadroları içinde yer almaları, desteklemeleri, açıktan ya da zımnen takdir etmiş olmaları, hatta onlara sempati beslemeleri, fakat çok temel meselelerde ülkeyi tehlikeli bir mecraya sürüklediklerinden de ciddi endişe duymaları…

Son söz: Keşke ders alınabilse de tarih farklı biçimlerde de olsa tekerrür etmese…