1. yüz (Toplam 1 yüz)

DENİZ BAYRAMI

İletiGönderilme zamanı: Çrş Tem 03, 2019 16:45
gönderen Feza Tiryaki
DENİZ BAYRAMI

Dün kutladığımız bayramın tam adı; “1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı".

Cumhuriyetle başlayan bir egemenliğimizin kutlanması. Cumhuriyete bir gönül borcumuzun daha dile getirilmesi, bu nedenle denizde, deniz eğlenceleri düzenlenerek eğlenilmesi.

Denizde, ulusal bir günün, Cumhuriyetimizin bir kazanımının kutlanmasıdır bu bayram. Antalya’da, tıpkı diğer ulusal bayramlarımız gibi, devlet temsilcilerince (Liman başkanlığı da içinde) Atatürk anıtına çelenk bırakılarak, saygı duruşunda bulunularak, ardından İstiklal Marşı söylenerek başlatılmış bayram, gazeteler yazdılar.

O törenden, düşündüren bir ayrıntı daha okudum, geminin adına dikkatinizi çekerim:

“Kaleiçi Yat Limanı’nda Türkiye’nin ilk turistik denizaltı turu yapan Submarine Turkey’in üzerinden denize çelenk bırakıldı.”

Kabotaj (cabotage) Fransızca kökenli bir söz. Bir ülkenin, kendi iskeleleri, limanları arasında gemi işletmesi. Yabancı gemilere, yabancı uyruklu kimselerin işlettiği gemilere devletlerin kendi ülkeleri için yasak koymasının adı; kobotaj yasağı. Kabotaj hakkı, bir ülkenin kendi iskele ve limanlarında gemi işletme hakkı. Kabotaj yasasına göre, Türk karasularında, Marmara’da, Türkiye’nin nehir ve göllerinde gemi bulundurmak, taşımacılık, ticaret hakkı Türk vatandaşlarına tanınmakta, yabancıların Türk gemileriyle ticareti önlenmekte. Yine bu yasayla Türkiye’nin kıyılarından kum çakıl çıkarılması, deniz kurtarma - yardım faaliyetleri, dalgıçlık, klavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık, gemilerle, limanla ilgili her türlü işler Türk vatandaşlarına tanınmakta. Yabancı bayrak taşıyan gemilerin bu tür işler yapması suç sayılıyor. Böylece yabancıların Türk gemileriyle ticaret yapması önlenmiş. Yabancı gemiler ancak ülkelerinden aldıkları yolcuları ve yükleri Türk limanlarına, Türk limanlarından aldıkları yolcuları, yükleri de yabancı limanlara taşıyabilirler.

Ülkemiz karasularında egemenlik bizimdir.

Lozan Barış Antlaşmasıyla, daha Cumhuriyet resmen ilan edilmeden 1923’te Osmanlı Devleti'nin yabancılara verdiği, ekonomik, adli, idari, eğitimsel ayrıcalıkların (kapitülasyonlar) en etkinlerinden biri olan kabotaj ayrıcalığı kaldırıldı. Cumhuriyetle de, 1926’da bu egemenliğin yasası çıkarıldı, yasa, aynı yıl 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi.

Uçaklar için de bu tür bir düzenlemenin yasası 9 Eylül 1925’te çıkarıldı. Yabancı ticaret uçakları Türkiye Cumhuriyeti hava sınırları içindeki iki nokta arasında taşımacılık yapamaz, dendi.

İşte dün kutlanan bayram, çocukların, “Deniz Bayramı” olarak bildikleri bayram, bu günün bayramı.

Sahil kentlerinde - ilçelerinde kutlanan bu bayramı yalnızca oralarda yaşayan çocuklar tanırlar, bugünün önemi nedense yeterince topluma anlatılmaz, üzerinde durulmaz. Hele şu son yıllarda, algılarda bunca yapay Osmanlı hayranlığı yaratılan şu günlerde, hiç anlatılamaz.

Bu bayramın kutlanışını yıllar önce Kaş’ta bir iki kez izlemiştim. Bu yörede, Finike’de de bayramın çok güzel kutlandığı söyleniyor.

Karadeniz’de kutlanan eskinin deniz bayramlarını çok iyi bilirim. Halk, sandallara, gemilere doluşur, yüzme yarışlarını, bugünün olmazsa olmaz eğlencesi yağlı direk yarışını öyle izlerdi. İskeleler dolar boşalırdı insandan...

Bu yıl Demre’de, o çok anlatılan Çayağzı’ndaki eğlenceleri görmek istedim. Çayağzı, oranın limanının adı. Irmakla denizin birleştiği, dünyanın en güzel doğa harikalarından birinin yaşandığı yer. Dağlardan çıkan buz gibi şifalı sular, dolanarak denize ulaşıyor. Suların dolandığı yerler; kuş cenneti, sazlık, bataklık, yaban kır çiçekleri, ırmak boyunca yeşillik...

Eğlenceler, öğleden sonra ikindiden önce başlar dediler, başlama tam saatini bilemeden saat dört civarı Çayağzı’na vardık.

Çağıl çağıl denize akan ırmakta küçük gemiler yüzüyor, bir yanda çocuklar dizlerine kadar suya girmişler, oynuyorlar. Liman, bayrama hazırlanmış. Yukarda üstü tenteli oturma yerleri düzenlenmiş. Şimdiden her yer dolu. Limanda, seyirciler için beton dökülerek oluşturulan yüksek oturma basamakları. En üstte plastik sandalyeler dizili.

O kadar kalabalık ki çevre, gözlerine inanamıyorsun. “Bu kadar kalabalık bir araya gelir miymiş Demre’de?” diyorsun. Buralarda, çok az katılımla kutlanan, yalnızca bayramda görevli çocukların yakınlarının ilgi gösterdiği ulusal bayramları, yıllardır izleyen, yazan benim gibi biri için bu kalabalık şaşırtıcı.

En çok kadınlar, çocuklar, gençler gelmişler. Bebek arabalarında, kucaklarda bebekler. Oyun çocukları... Her yaş okul çocuğu... Yaş yaşamışlardan da bayramın meraklısı çok...

Taş basamaklardan birine oturarak, bir kıyıdan bayramı izledim. Oturacak yer bulamadım, bulduğum sandalyeyi de ver diye elimden çektiler, öylesine kalabalıktı etraf.

Yarışlar çoktan başlamış. Limanın bu bölümü iki taraflı gemilerle çevrilmiş. İsteyenler gemilerden izliyor yarışları. Bir de, yarışmacıları öteye, denizin içlerine taşıyan küçük bir gemi var. Adı “Myra”. Bunu görünce içim cız ediyor. Kabotaj bayramında, yabancı adlı, yabancı dil yazılışlı bir görevli gemi. Yakışmış mı? Myra, üstelik yabancı ses yazımına göre yazılı. Oradaki "y" sesi, "i" okunuyor, Demre’nin antik çağdaki adıymış.

Açın bilgisayarı sorun buraları, “pos”lu “sos”lu bir sürü eski adlarla tarihini anlatmaya kalkacaklar güzel Antalya’mızın. İnanın, hiçbir ülke kendi ülkesini böyle tanıtmıyor. Buranın eski adı şuydu, öncesi buydu demiyor. Biz kendimizi kırıp geçiriyoruz, antik çağlar diye... İngiltere, kalıntılarına tarihi kalıntı diyor yalnız, fazlasını deşmiyor. Bizi ise bülbül ediyorlar...

Bakınız herhangi bir anlatımdan:

“M.Ö. 197’de III. Antiokhos filosuyla Anadolu kıyılarındaki Ptolemaiosların elinde bulunan yerleri alarak Andriake’ye gelmiştir. Traian da Myra’da konaklarken...”

Neyse bu konu uzar, biz bayrama dönelim yine:

Oraya vardığımda yüzme yarışları başlamıştı. Ses yükselticilerden kulakları sağır eden bir güçle müzik yayını yapılıyor, yayın ara ara kesilerek de yarışlar sunuluyordu.

Hemen iki kulağımı mendille tıkadım. Yine de her sesi duyuyordum ama bu gürültüde konuşmak anlaşmak imkansızdı. Müzik öyle şiddetliydi. Konuşmalar dışında bir an bile durmadan çaldı. Neler mi çalındı?

Ne siz sorun, ne ben söyliyeyim. Çalınanlardan bir ikisinin sözlerini yazsam ne çalındığını bulabilecek misiniz bakalım?

“Kız seni ham yaparım.”

“Sadece biraz sadakat! Sana gönül verende asıl büyük kabahat!”

“Yanıyor yine geceler... Vay canına...”

“Lili li...hadi... Boş ver”

“Feleğim şaşırsın, kalemim kırılsın. Vur vur!”

“Bir kibrit çaksana, bir güzellik yapsana. Sürpriz!”


Bu da en beteri:

“Hadi öp bakalım kızı dudağından! Hadi deli oğlan!” Ah ah! Dan dan dan!” Arkası daha da beter:

“Hepi topu bu istediğim hayatta... Dene n’olur dene n’olur.”

Son çalınan müziklerden biri de bu:

“Le le le le... Gel gel gel... Hay hay hay!”

Gazetelerde okurdum, yaz gelince, şu şarkıcı orada, ötekisi şurada konser verdi, burada sahne aldı, ortalık yıkıldı diye. Doğruymuş, yeni bir müzik türü türemiş, belden aşağı adi sözlerle söylüyor, aralarda tokmakla başa vuruyorlar, söylerken dilleri dışarıda olmalı bu popçuların, anlaşılmaz sesler çıkarıyorlar...

Bu, çok yüksek güçle çalınan müziklerle de, yarışmalar sürerken yarışın havasına girilemiyor, martıların, rüzgarın, sazlıklardaki ördeklerin, su tavuklarının sesi duyulmuyor, yanınızdakilerle konuşamıyor, iletişim kuramıyor, içinizden bize bu bayramı yaşatan yüce kurtarıcımıza, silah arkadaşlarına, şehitlerimize iyi dilekler dileyemiyor, yalnızca çirkin seslerin çirkin sözleriyle çirkin aşklarını dinliyorsunuz...

Çocuklarımıza ne verirsek onu biçeceğimizi bilmiyor muyuz yoksa?

Türkülerimiz, Akdeniz üzerine, denizlerimiz, ırmaklarımız, doğamız üzerine, memleketimiz üzerine, dinlerken onur duyacağımız Türkçe şarkılar böyle bir günde niye çalınmaz ki?

Türk’ün, ülkesinin deniz egemenliğini kazandığı böyle bir günde, gönüllerde yüksek duygular uyandırmak çok mu zordu?

Denizdeki gemiler ay yıldızlı al bayraklarla donanmış, gemilerimize bakarak; “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına!” deseydik hep birlikte.

“Akdeniz Akdeniz!” diye çığırsaydık... “Takalar geçiyor allı yeşilli...” “Oy gemici gemici...” gemilere bakarak gemicilere gemici türküleriyle sesleneydik...

TSK Armoni Mızıkası, “Yaslı gittim şen geldim”i çalıp söyleseydi:

“Yaslı gittim şen geldim / Aç koynunu ben geldim.” dizelerinin ardından askerlerimiz:

“Deniz deniz Akdeniz, suları berrak deniz!” derlerken sevinçten ağlasaydık...

https://www.youtube.com/watch?v=zRf5d_s6LaU
*

Sunucu, müzik çalarken, sık sık araya girip,“Yağlı direk” için yapılan bağışları sayıyor, kim, hangi firma ne verdi, bağış kaç liraya çıktı, duyuruyor.

Yanımda oturan aile, Ankara’dan tatile gelmiş. Kulağıma eğilip, bağırarak soruyor genç hanım, “Bu dedikleri yağlı direk ne?” Belli ki hiç duymamış, bu bayramı bir sahilde izlememiş. Parmağımla limana dikilmiş ucu bayraklı çevresi sarı - gri kum görünümlü bir yağlı çamurla sıvalı gibi görünen direği gösteriyorum.

Denizdeki yüzme yarışları, çoğunlukla 15- 18 yaş arası gençler arasında, 18 yaş üstü yüzme yarışları da var. Yarışlar, “Kurbağalama, sırt üstü yüzme, serbest yüzme” kollarında, 100 metre, 400 metre mesafelere göre ayarlanmış. 18 yaş üstü serbest yüzme yarışı başlarken, “Demre’de bir ilk yaşanacak.” denilerek, Demre’de iki ay kalacak bir yabancı heyetten söz edildi, İngiltere’den, Bulgaristan’dan... yarışa katılacak katılımcılar var denildi. Gerçekten de bu yarışın birincisi ve ikincisi Türk’tü, üçüncüler yabancı adlıydı.

Yüzme yarışlarındaki birinci, ikinci ve üçüncülere her yarış sonunda madalyaları takıldı.

Yarışlar sürerken “Yağlı direk” bağışları on bine yaklaştı. Bazı firmaların bağışları, küçük altın, kol saati bile ödüle eklendi. Kimi bağışlar Dolar, kimi Avro’yla idi.

Türk parasının egemenliğini koruyamadığımızın, az gelişmişliğin örneğiydi bu durum aslında. Paramızın yanında diğer paralar da geçerli, olması gereken, Türk parasını koruma yasası belli ki geçmişte kalmış...

Yüzme yarışlarının sonunda, bir de “pancar motor” yarışması yapıldı. Ödülleri, derecelerine göre verilecek mazottu.

Yarış sonunda motorların suları sıçratarak limana girişleri gözalıcıydı... Birinci gelen motor Üçağız'dan, İsa’nın “Altan” adlı motoru. İkinci de Üçağız'dan, “Mevlüt” motoru.

Sonunda sıra geldi “yağlı direk” yarışına. Günün beklenen büyük yarışına. Kolay mı yağlı direği tırmanıp bayrağa ulaşan, on bin liranın üstünde para ödülü, bunun yanında, diğer armağanları da alacak.

Yarış için kırk kişi kendini yazdırmış. Heyecan başladı: “Yağlı direk için alanı boşaltalım. Sıra olalım, arka arkaya geçelim. Haydi oğlum, haydi Egemen!”

Egemen, birinci başladı, bir karış bile direkte ilerleyemedi tabii. Sonra aynı yüreklendirici sözlerle diğerleri atıldı direğe, direğin ucuna ulaşma için:

“ Kürşat haydi, Yusuf bekle! Tunakan haydi! Mustafa, olacak! Bayrağı alırsa Erdal alır! Akif çok sert geliyor! Süleyman alacak! Server bravo! Hüseyin, Hasan! Hasan Taşçı hazır ol! Hasan düştü, bir dahaki sefere!

Yücel bekle! Olcay hazır olsun!..”

Bunlar olur, “Le le le le... “diye bangır bangır bağırtılırken müzik, oradan ayrıldık. Bu iş akşama kadar sürermiş, hatta kimi zaman bayrağa ulaşan olmadan, hava kararınca yarış bitermiş... Geçen yıl böyle olmuş...

Hiç eğlenemeden, içimiz buruk eve dönerken;

Yerel yönetimlerin çoğu, çok uzun yıllardan beri, bu yıl ilk kez değişti, belki seneye, her şey çok daha güzel olacaktır, bazı anlayışlar kendiliğinden düzelecektir, eğitim, yozlaşmayı yenecektir, belli mi olur?” diye uzak bir umuda sarılmış, kendimizi avutmaya çalışıyorduk...

Feza Tiryaki, 2 Temmuz 2019

Re: DENİZ BAYRAMI

İletiGönderilme zamanı: Cmt Tem 06, 2019 18:29
gönderen Gönül Pınar Atacı
HARİKA bir yazı. Çok değerli yazarı sevgili Feza TİRYAKİ'ye en yürekten tebrikler ve en iyi dilekler ile ben Gönül'den bir ithaf :

ESKİ VE YENİ BOP'CULAR BU KUTSAL BAYRAMI DA TUKAKA ETTİLER

Tüm eski ve yeni,örtülü ve örtüsüz BOP'cular ve bunlara hizmetciler,
Bu kutsal bayramı da, öteki ulusal bayramlarımız gibi tukaka ettiler.
Hatta ona,mavi vatan sınırlarını korumak görevini savsaklatarak yasakladılar.
Onlar bu ihanet ve melanet için de er veya geç ama mutlaka yargılanacaklar.

Gönül Pınar Atacı, 1.Temmuz.2019