1. yüz (Toplam 1 yüz)

Çokuluslu Şirketlerin Tuzağında Oltadaki Balık Türkiye / M. Emin DEĞER

İletiGönderilme zamanı: Prş Oca 12, 2012 23:02
gönderen Oğuz Kağan
Çokuluslu Şirketlerin Tuzağında Oltadaki Balık Türkiye

"Çokuluslu şirketlerin hükümetlerinden uygulanmasını istediği politika tek bir formülde özetlenebilir. Standart Oil'in güvenliğinin sağlanacağı bir dünya.
Daha ideolojik terimler kullanılırsa bunun anlamı 'hür dünya'nın korunması ve sınırlarının mümkün olduğu zaman ve yerde genişletilmesidir. Bu ise 'Truman Doktrini'nin 1947 yılında kabul edilmesinden beri ABD politikasının açığa vurulmuş amacı olmuştur. Bu madalyonun diğer yüzü antikomünizmdir. Bu durumun gerekli bir tamamlayıcısı da dünya ölçüsünde büyük bir askeri makinenin kurulması ve sürekli kılınmasıdır.
Bugün dünyada görülen tüm önemli mücadele, çokuluslu şirketlerin en fazla alana sahip olma açlığına dayanmaktadır."
Swezzy, Baran ve Magdoff, Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, s.139.


ÇOKULUSLU ŞİRKETLER VE ABD DIŞ SİYASASI 1 

Siyasa/Politika genelde, "Devlet işlerine katılma ve devlet etkinliklerinin biçim, amaç ve içeriğini belirleme işi" olarak tanımlanır. Marksçı görüş politikayı, "Sınıflı toplumda, sınıf ve partilerin devlet yönetimini eline geçirmek, kendi sınıfsal çıkarlarını devlet çerçevesi içinde ve devlet yardımıyla gerek topluma, gerekse diğer devletlere kabul ettirmek için, sınıfların verdiği örgütlü mücadeleyi içeren sosyal bir fenomen" olarak tanımlar. 2 

Uluslararası şirketlerin çalışma ve dünyayı yönetmede, ABD siyasasını nasıl etkilediği bilindiğinde, tanımın yerinde olduğu görülür. Richard I. Barnet ve Ronald E. Müller'in "Evrensel Soygun -Çokuluslu Şirketlerin Gücü-" adıyla dilimize çevrilen yapıtlarında, şirketlerin gücü ve etki alanları şöyle anlatılır: "

"Evrensel şirketlerin başındaki adamlar, Dünyayı bileşik bir bütün olarak yönetmeye kalkışan, ilk örgüt, teknoloji, para ve ideoloji sahibi insanlardır. Tarihte, eski zamanların evrensel tasarılar peşinde koşan insanı ya kendini aldatıyordu ya da mistiğin biriydi... Dünya, askeri istilalarla yönetilebileceğe benzememekte, ama bu düş (emperyalizmin küresel amaçları/notumuz) yaşamaya devam etmektedir." 3 

Barnet ve Müller, okuyucu karşısına; uluslararası şirketlerin örgütlenişlerini, işleyişlerini ve dünyaya yayılış biçim ve yöntemlerini belgesel bir inceleme ile açıkladıkları yapıtta, bu sözlerle çıkarlar. Yapıt, evrensel şirketlerin, hükümetlerin politikalarını nasıl etkilediklerini belge ve olaylarla açıklıyor. David Rockefeller, 1952 yılında Detroit İktisatçılar Kulübünde, "son anketlerden birine göre her beş öğrenciden üçünün, büyük şirketlerin devlet idaresinin dizginlerini Kongre ve hükümetin elinden aldığına" inandıklarını belirterek bu gerçeği vurgular. Bu sözler ve uygulamadan çıkan sonuç şudur: Dünyanın dev şirketlerinin yöneticileri, askersel istilaların -yayılmaların- başaramadıklarını başaran insanlardır... Çünkü bu yolla gelenler, toplumdaki bireyleri ve giderek toplumu içten ele geçirme yöntemini uygularlar. Örgütleriyle, kendi ideallerini empoze ederek! Bunun adı, "gizli işgal"dir... Ve ABD, işte bu yöntemi, evrensel ticaretin kuralları ve evrensel şirketlerle uyguluyor. ABD için ulusal çıkar, evrensel şirketlerin çıkarıdır. Ünlü Morgan, "ABD için iyi olan, Morgan firması için de iyidir" derken, bu gerçeği vurgular. Ve bu gerçek de siyasa/politika kavramına ilişkin Marksçı-Leninci tanımın doğruluğunu gösterir.

Şimdi, çokuluslu şirketlerin ABD siyasasını nasıl yönlendirdiğine ilişkin bir örneği izleyelim.

ROCKEFELLER İMPARATORLUĞUNUN GÜCÜ

1956 yılında, ABD'nin o günkü başkanı Eisenhower'a, Nelson A. Rockefeller bir mektup yazar. Bu mektubu değerlendirmeye geçmeden önce, ABD'de iktidar kavgalarının çokuluslu şirketler arasında yürütüldüğü ve bu şirketlerin ABD Dış siyasasının saptanmasında büyük ölçüde etkili oldukları gerçeğini unutmayalım. Her parti ve başkanla birlikte, güçlü gruplardan biri yönetime etkili olur. Eisenhower'la birlikte, ABD başkanlık katında Rockefeller Grubu etkili olmuştur. Daha önce (Truman döneminde), Morgan firmasında olan nöbet, Eisenhower'la Rockefeller Grubuna geçmiştir. Ocak 1956 tarihli bu mektup, dünyayı sömüren şirketlerin, ABD siyasasına ne ölçüde etkili olduklarını, devlet başkanlarını etkiledikleri ve ABD siyasasının şirketlerce -ve elbet o şirketlerin çıkarları ile genel çıkar dengesi gözetilerek- saptandığını kanıtlamaktadır. Rockefeller bunu şöyle vurguluyor: "Standart Oil Tröstü için iyi olan ABD için de iyidir." Çünkü, evrensel şirketin çıkarı, ulusal çıkarla eşdeğerdir!

İşte bu nedenle, Rockefeller de, Eisenhower'a yazdığı mektupta buradan çıkarak, ABD'nin evrensel sömürü siyasasının küresel ilkelerini dikte ediyor.

Mektubun nasıl ve niçin yazıldığı ve etki nedeni, Rockefeller'in kimliği ve ABD politikasındaki yeri bilinmeden yeterince anlaşılamaz. Bu mektubu değerlendirmeye geçmeden önce, Nelson Rockefeller kimdir? Amerika gibi bir devletin politikasına yön verecek başkana, akıl verme gücünü nereden, nasıl almıştır? Bu soruların yanıtını arayalım.

Nelson Aldrich Rockefeller, Amerika'nın ilk petrol tröstü Standart Oil Company'nin kurucusu John Rockefeller'in torunudur. Rockefeller Ailesi petrol krallığından başka dallarda da, ABD ve dünya ekonomisinde etkendir. Bankacılık bunların başında gelir. Ve elbet bu ekonomik güç, aileyi politikada da etken kılmıştır.

Nelson Rockefeller, 1940'larda Dışişleri Bakanlığı Latin Amerika İşleri Dairesi Başkanlığına getirilir. Latin Amerika'da, ABD çıkarlarını çok iyi koruduğu için önce, Uzmanlar Komitesi Başkanı, 1944'de Dışişleri Bakan Yardımcısı, 1950'de Uluslararası Kalkınma Danışma Kurulu Başkanı, 1954'te Başkan Eisenhower'ın Başdanışmanı olur. Rockefeller'in yükselişi, elbet salt yeteneklerine dayanmıyor. Yetenek artı ekonomik güç ve ABD çıkarlarını en iyi korumak. Formül çok basit...

Standart Oil için iyi olan ABD için de iyidir. Kısaca, bizim deyimimizle, iyi bir tüccar gibi düşünüyor politika üretirken!

Bu felsefeyi Turgut Özal da benimsemiştir. Dikkat edilirse, devleti tüccar kafası ile yönetmek ister. Yalnız ABD ile bizim yapı ayrılığımızı gözardı ederek. ABD tüccar gibi dünyayı sömürüyor, bizim sömürdüğümüz ise kendi halkımız...

Mektubun son paragrafındaki sözler, Rockefeller İmparatorluğunun sınır tanımayan gücünü gösterir.

    "Yeni politikanın -mektubun baş taralımla ilkeleri açıklanan politika/notumuzyürütülmesinden sorumlu olan sizin ve çalışma arkadaşlarınızın Asya'da ve özellikle Ortadoğu’daki pozisyonlarımızı kuvvetlendirici tedbirlerin alınması zorunluluğuna artık inanmış olmanız ve üzerinde durduğum ana sorunun, öncelik tanınması gereken çeşitli yönlerini tekrar ele almaya karar vermeniz en büyük arzumdur."

Mektubun üslubu, -biçemi- gözden kaçmamalıdır. Bu mektup, Rockefeller Grubunun, Başkan Eisenhower'a dikte elliği politika ilkeleridir. Dikkat edilirse, "... artık inanmış olmanız ve... tekrar ele almaya karar vermeniz..." biçimindeki sözler bir başkana yazılıyor. Bu sözlerden çıkarılacak bir başka anlam, konunun başkanla daha önce uzun uzun tartışıldığı, başkanın bu önerilere yatkınlık göstermediği, daha sonra işin yazdı bir öneriye dönüştürüldüğüdür. Rockefeller Grubu, bu mektupla, ABD Emperyalizmi'nin strateji ve taktiklerini saptamaktan öte, evrensel soygunun içyüzünü aydınlatıyor. Yardımla gelen bağımlılığın, az gelişmiş ülkelerdeki bağımsızlık bilincini yok etme yöntemlerini sıralayan mektup, ABD'nin global siyasasının ve sömürü ilkelerinin de kanıtı oluyor.

Petrol İmparatoru Rockefeller'in, Ortadoğu'ya ve bu arada özellikle Türkiye'ye dikkat çekişi, bizden söz ederken, "oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur. Bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim. Genişletilmiş iktisadi yardım -örneğin Türkiye'ye- bazı hallerde düşünülenin tersi sonuçlar verebilir. Yani bağımsızlık eğilimini artırıp, mevcut askeri paktları zayıflatabilir," deyişi, günümüze kadar uygulanan, ABD'nin Türkiye siyasasını inceleyenlere ışık tutmalıdır. Rockefeller’in mektubu, ABD'nin Türkiye'ye bakış açısının da belgesidir. Bu açı saptanmadan günümüzün sorunlarına gerçekçi bir çözüm bulunamaz. ABD'nin bizi Ortadoğu'da araç olarak kullandığını, bekçilik rolüne uygun bulduğunu gördük. McGhee'nin, "İngilizler Ortadoğu politikalarının çapası olarak Türkiye'yi kullanmaya karar verdiler," 4  derken, bizim öteden beri emperyalizmin oyuncağı olduğumuz gibi aşağılayıcı bir biçemi yeğlemesi nasıl yorumlanmalı?

Bu gerçeklerin bilinmesi, uydu siyasasını terk edip, kişilikli bir politika saptanmasına yardımcı olacaktır.

Rockefeller’in mektubu, bizim için daha da önem taşıyor. Bizden söz ederken verdiği örnek, aşağılayıcı olmanın da ötesinde, bağımsızlığımıza ve ulusal kimliğimize yönelik... Bu örnek, Lozan'ı tanımayan ABD'nin, bizi "uygar uluslar" içinde görmek istemediğine ilişkin tavrının sürdüğünü göstermiyor mu?

Zaman zaman sorduğumuz kimi soruların yanıtını bulamayız! Çünkü o sorulara neden olan olayların altyapısını bilmeden, gerçeği ve doğruyu bulmak güçtür. Örneğin;

ABD, 1975'lerde yardımı neden kesti? Ambargonun uygulanmasında, sadece Türkiye'nin Kıbrıs politikası mı etken olmuştur? 1975'lerde sık sık yinelenen, "NATO'nun doğu kanadının yeterince savunulamayacağı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin savaş gücünün zayıfladığı" hem de NATO Başkomutanı'nca söylenip dururken, ABD, neden ambargoyu üç yıl boyunca sürdürmüştür? Söylendiği gibi, Yunan lobisinin etkisinde mi kalınmaktadır, yoksa olayların ardında başka gerçekler mi vardır?

Bunların ve benzeri soruların yanıtını, gecikmiş de olsak, bugünden başlayarak aramalıyız. Engelleri aşmak için, kendi özgücümüzden başka dayanağımız olmadığının bilinciyle. Bu gücün kaynağı Amasya Tamimi'ndedir. Ve Amerika, işte bu nedenle bizdeki ulusal kurtuluş bilincini öldürmek ister. Sosyal uyanış ve bağımsızlık eğilimi önlenmelidir. Bir ulusal kurtuluş utkusu üzerine kurulmuş Cumhuriyeti, ABD içine sindirememiş ve ABD'nin Türkiye'ye bakışı hep kuşkucu olmuştur. Çünkü, Ulusal Bağımsızlık Savası sonunda kurulmuş olan bu devletin Dış politikası, antiemperyalisttir.

ABD'nin bizi bu temelden koparma girişimi tam başarıya ulaşamamıştır. Zaman zaman ne denli çarpıtılmak istense de, temeldeki sağlamlık ve kuruluştaki Kemalist ilke yıkılamamıştır. Lozan'ı tanımayan ABD'de 5  Kemalist Türkiye yıllarca çeşitli etkinliklerle protesto edilmiş, Kemalist rejimin mutlaka yıkılacağı ve Milliyetçi Türk Hükümetinin hedeflerine asla varamayacağı ileri sürülmüştür."

Ve Türkiye'yi yörüngesine katan ABD, bu amacı da göz önünde tutarak bize yardım elini uzatmıştır (!)

ASKERİ PAKTLAR VE ULUSAL KURTULUŞ HAREKETLERİ

Rockefeller, sözünü ettiğimiz mektubunda, ABD'nin etki alanındaki ülkeleri üç gruba ayırıyor. Her grup ülkeye karşı nasıl davranılması gerektiğini belirlemeden, evrensel soygunun politik programını ana ilkeleriyle sıralıyor. Mektupta işaret edildiği gibi, askeri paktların asıl amacı, ulusal uyanışları önleyerek, ekonomik yayılmanın yollarını açacak olmasıdır. Şimdi mektubu okuyalım!

    "Biz askeri paktlarımızı kurmayı ve sağlamlaştırmayı hedef alan tedbirlere devam etmeliyiz. Çünkü bu paktlar, herhangi bir komünist saldırısını ve ulusal hareketleri önlemekte faydalı olacaklardır. Bundan başka Asya ve Ortadoğu'daki pozisyonlarımızı her yönden sağlamlaştıracaklardır."

Dikkat edelim, Rockefeller, askeri paktlara neden önem vermektedir? Onun, askeri paktlardan beklediği yararların başında, Ulusal hareketleri -ulusal uyanışları, ulusal kurtuluş savaşlarını -önleme amacı gelmektedir. "Ekonomik yararlar", "Asya'da ve Ortadoğu'daki pozisyonların sağlamlaşması" daha sonra düşünülüyor. Rockefeller grubunun, ulusal kurtuluş hareketlerine karşı oluşu, bu hareketlerin gelişmesi sonucu, çokuluslu şirketlerin çıkarlarının engelleneceği kuşkusundan doğmaktadır. Özellikle doğal kaynaklarına el sürülmemiş olan Asya ve Afrika'daki uyanış, ABD endüstrisi için çok önemli olan stratejik ve süper stratejik maddelerin, ABD'ye akışını önleyecek, bu maddeler en azından bugünkü kadar rahat ve ucuza sağlanamayacaktır.

Rockefeller konuyu şöyle vurguluyor:

    "Şu önemli gerçeği gözden uzak tutamayız: Magnezyum, krom, kalay, çinko ve elbet tabii kauçuğumuzun tamamı, bakır ve petrolümüzün önemli bir kısmı, kurşun ve alüminyumun üçte biri, denizaşırı ülkelerden gelmektedir. En önemlisi, ABD tarafından kurulmuş askeri paktlardan herhangi birinin etki alanında bulunan Asya ve Afrika'nın az gelişmiş bölgelerinden gelmektedir. Süper stratejik maddelerin, bu arada uranyumun durumu da yukarıdakiler gibidir."

Rockefeller’e göre, askeri paktların öteki yararı, "ekonomik yayılma"nın kolaylaştırmasıdır. Bu amaçla askeri paktları çekici bir biçime sokmak, gerekirse biçimlerinde değişiklik yapmak ve "askeri paktlara çekilmek istenen ülkelere geniş ölçüde ve akıllıca" -bu akıllıca sözcüğünü ileride açıklıyor Rockefeller- ekonomik yardımlar yapılmasını, bu yardımların daha dikkatli ve elastiki biçimde olmasını öneriyor. Bazı ülkelerin askeri paktlara çekilmelerinin (bu deyime dikkat edilmelidir) gereği vurgulanıyor. Rockefeller’e göre "onlar için ayrı bir plan uygulanmalıdır." İlk aşamada, yani yardımın ilk aşamasında "herhangi bir koşul öne sürülmemelidir." İkinci aşamada öne sürülecek, politik ve askeri koşulların kabul ettirilmesinin yolu böylece açılacaktır. Rockefeller'in, "çok özel durum" dediği, ABD için, o an önemli olan, ülkenin "nüfuz alanı"na alınmasıdır. Böyle bir ülkeye yapılacak yardım, "oltaya gelmeyen balığın yemlenmesi" anlamını taşır. Ne yapılıp edilecek ve o ülke kazanılacaktır. Rockefeller her ülkenin o an için oltaya gelmeyeceğini de biliyor. Mısır oltaya geç gelmiştir; ama bugün yardımı bizden çok alır...

En iyisi Rockefeller'in görüşünü tam olarak okuyalım.

    "Bu askeri paktları sağlamlaştırmak ve genişletmek için Marshall Planı'nın Avrupa'da bize sağladığı kadar ya da ondan daha büyük ölçüde, politik ve askeri nüfuz garantileyecek genişlikte bir ekonomik yayılma planını Asya, Afrika ve diğer az gelişmiş bölgelerde uygulamak zorundayız. Bunun için az gelişmiş ülkelere yaptığımız ekonomik yardımların büyük kısmı askeri paktlarımıza hizmet etmek üzere kurulmuş olan kanallardan akmalıdır. Bu ise bizi askeri paktları cazip hale sokmaya götürmelidir. Zorunlu hallerde bu paktların biçimlerinde belirli değişiklikler düşünülmelidir. Başka bir deyişle, askeri paktların ekonomik yönünü mümkün olduğu kadar belirgin hale getirmeliyiz. Bizim askeri paktlarımıza çekmek istediğimiz ülkelere geniş ölçüde ve akıllıca yardımlar yapmalıyız. Fakat bunu şimdiye kadar yaptığımızdan daha dikkatli ve elastiki bir biçimde yapmak gerekmektedir. Çok özel durumlarda herhangi bir şart bile koşmamalıyız. İkinci dönemde, hem politik, hem de askeri şart ve taleplerimizi kabul ettirme yolu açılmış olacaktır."

Rockefeller’in işaret ettiği amaç şudur: Marshall Yardımının Avrupa'da sağladığı nüfuzdan daha büyük ölçüde "politik ve askeri nüfuz garantileyecek genişlikte bir yayılma planının, Asya, Afrika ve diğer az gelişmiş bölgelerde uygulanması zorunluluğu!.."

Bu yayılmanın uygulama ilkeleri, az gelişmiş ülkelerin durumuna göre, elbet değişik olmalıdır. Bu ilkeleri incelemeden önce bir noktayı işaretleyelim. ABD'nin uyguladığı siyasanın genel çizgileri izlendiğinde, ABD siyasasının saptanmasında, Rockefeller’in önerdiği ilkelerin etkisi daha iyi anlaşılacaktır. Hele, "ekonomik yardımın nasıl yapılacağına" ilişkin önerilere bakıldığında, mektubun önemi, yorumu gerektirmeyecek ölçüde belirmektedir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Rockefeller sözü edilen mektubunda az gelişmiş ülkeleri üç gruba ayırıyor. Birinci gruba, ABD ile dost olan ve uzun süreli sağlam askeri paktlarla bağlanmış olan antikomünist hükümetlerin iktidarlarda olduğu ülkeler girmekte. O'na göre, bu ülkeler oltaya yakalanmış balıktırlar ve bu nedenle de YEM'e gereksinme duymazlar.

OLTADAKİ BALIK: TÜRKİYE

Türkiye gibi ülkeler bu grup içindedirler. Bunlara yapılacak yardımda öncelik, askeri alana tanınmalıdır. Ekonomik yardım akıllıca, dikkatli ve elastiki yapılmalı ve ABD'nin dümen suyundaki hükümetleri iktidarda tutmaya yaramalıdır. Şimdi Rockefeller’i izleyelim:

    "Birinci grup ülkeler, bizimle dost olan ve bize uzun süreli sağlam askeri paktlarla bağlanmış antikomünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkelerdir. Bu ülkelere yapılacak yardımlar ve açılacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalıdır.--OLTAYA YAKALANMIŞ BALIĞIN YEME İHTİYACI YOKTUR; bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim, genişletilmiş iktisadi yardım -örneğin Türkiye'ye - bazı hallerde düşünülenin tersi sonuçlar verebilir. Yani BAĞIMSIZLIK eğilimini artırıp, mevcut askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere -Türkiye gibi- doğrudan doğruya iktisadi yardım da yapılabilir, ama bu, bize düşman muhalifleri ZARARSIZ bırakacak BİÇİM ve MİKTARDA olmalıdır."

Türkiye gibi ülkelere dikkatlice yaklaşılmalı ve oralarda bağımsızlık eğilimini artıracak tutumlara izin verilmemelidir. Bu uyarı, bizim bu ilkeler içinde neleri göğüslemek zorunda bırakıldığımızı düşünerek değerlendirilmelidir. Dickson Raporu'ndaki, Atatürk'ün milli politikasının ateşlediği bağımsızlık rüzgârlarının (elbet 27 Mayıs Anayasasının yarattığı ortam ve ivme ile) 12 Mart'larda ve 12 Eylül'lerde nasıl söndürülmek istendiği ve 12 Eylül'ün, nasıl bir yılgın toplum yarattığı göz önüne alınırsa, son yarım yüzyıldır içinde çırpındığımız tuzakları görebiliriz.

Şimdi, yemden Rockefeller’in mektubuna dönelim. Rockefeller diyor ki: Bu tip ülkelere (Türkiye gibi) doğrudan doğruya iktisadi yardım da yapılabilir ama, bu ancak bize uygun ve bize bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır." Yani daha önce söylediği gibi; "akıllıca, dikkatli ve elastiki."

Türkiye-ABD ilişkileri dikkatle incelendiğinde, bu sözlerin adım adım uygulandığını görürüz. ABD bize askeri yardımda bulunur. Sözde kuzey komşumuzdan gelecek tehdide karşı savunmamızı güçlendirmek için! Ama zaman zaman ve özellikle 1970'lerde ABD'li yetkililerin ve NATO Başkomutanı Amerikalı Org. Haig'in "Türk Silahlı Kuvvetlerinin malzeme, araç, gereç ve silah yönünden iç açıcı durumda olmadığı" söylemlerinin anlamı nedir?

Bu konuda Senatoya verilen bir rapora göre: "Türkiye'nin ekonomik sorunları, İkinci Dünya Savaşı standartlarına bile uymayan kalabalık bir ordu, modası geçmiş gemilerden oluşmuş bir donanma ve ancak yüzde 50'si hareket yeteneği olan hava kuvveti bırakmıştır."

İşte ABD! Bağımsızlığımızı ve ulusal bütünlüğümüzü korumak için sığındığımız ABD ve 1947'lerden 30 yıl sonra, yardımla geldiğimiz noktanın görüntüsü...

Rapor, Türk ordusunun savunma gücünü de değerlendiriyor. Okuyalım. "Bir Sovyet tecavüzü karşısında Türk Ordusu ancak, arazinin çetinliğinden yararlanarak, bir 'aracı oyalama savaşı "verebilecektir." 6  Mc Ghee de, bize Sovyetler karşısında barikat rolü vermişti. 7 

Kasım Yargıcı'nın haberine göre, sözü geçen Amerikan raporu üzerine Haig, Türkiye'ye sürpriz bir ziyaret yapar ve durumu yerinde denetler. (!)

1977 Kasım ayında NATO ülkelerinin gazetecileri NATO Genel Karargâhı tarafından, Doğu Anadolu'da bir inceleme gezisine çağırılırlar. Gezi sonunda gazeteciler izlenimlerini; TSK'nin silah, araç-gereçleri yönünden, olası bir Sovyet saldırısı karşısında tutunamayacağını, ortak görüş olarak yazarlar. 8 

Bu gezinin izlenimleri, önce dünya basınında yankılandı, sonra bize yansıdı. Amaç ne idi? O sıralar sık sık NATO yetkilileri ve Org. Haig'in ikide bir yinelediği, "Türk ordusu hantal ve araç-gereç yönünden yetersiz" sözlerinin ardında yatan, "ABD olmasa, Türk ordusu bu malzemeleri bile bulamaz, Türkiye bize muhtaçtır" söylemine haklılık kazandırmaktı anlaşılan.

Görülüyor ki ABD, yardım ettiği ülkeler ordularını güçlendirmez, yardımın amacı, o orduların güçlendirilmesi değildir. İşte, yardımın "akıllıca" ve "dikkatlice" yapılmasının nedeni budur. Asıl amaç, ABD'nin "hür dünya"daki egemenliğini pekiştirmektir. Nasıl mı? Yanıtı ABD'li bir yazardan alalım: Ovid Demaris "Kirli İşler İmparatorluğu" adlı yapıtında:

    "Marshall Planı, savaşın yıkıntı haline getirdiği bir Avrupa'ya iktisadi yardım sağlamıştır, bunun yanısıra Çin hindi’nin de Fransızları askeri bakımdan desteklemiş ve Kore Savaşı'nda "SAVUNMA DESTEĞİ" yaratmıştır. Eisenhower yıllarında ABD, savunma şemsiyesini, Çin'i ve Rusya'yı çevreleyen kırk iki ülkenin üzerine açmıştır." ..."1960'larda resmi müttefikler yerine karşı ayaklanmalara ağırlık verildi. Aşağılık diktatörler ve çürümüş cuntalar, İKTİSADİ YARDIM'la ayakta tutulmaktaydı. Bunlar devrimci toplulukların başlattıkları başkaldırı eylemlerine karşı, kurulu düzeni koruyorlardı." der. 9 

1960'lı ve 70'li yıllarda, ABD yardımı alan ülkelerin tümüne yakın çoğunluğu askeri yönetim altındadır. 1960 sonrası az gelişmiş ülkelerde ABD tipi özgürlükçü demokrasiler (!) askeri yönetimlerle yerleşmiştir. Nerede, ABD yanlısı hükümetlerin iktidarda tutunması zorluklarla karşı karşıya ise, dolayısıyla ABD çıkarları, daha doğrusu çokuluslu şirketlerin çıkarları tehlikeye girmişse, orada askerler yönetime el koymuştur. ABD Meclis Dış İlişkileri Komitesi Başkanı'nın 20 Mayıs 1965 tarihinde söylediği şu sözler, konuya tam bir açıklık kazandırıyor.

    "Dış yardımları eleştiren herkesin karşısına, Brezilya Silahlı Kuvvetleri'nin Goulart Hükümeti'ni devirdiği ve bu güçlerin demokrasi ilkeleri ve ABD taraftarı olma yönünde koşullandırılmaları gerçeği dikilmektedir. Bu subaylardan birçoğu, AID programı çerçevesinde, Birleşik Devletlerde eğitilmişlerdi. Demokrasinin, Komünizmden daha iyi olduğunu biliyorlardı." 10 

Ovid Demaris de sözü edilen yapıtında der ki:
    "İran Başbakanı Muhammed Musaddık, 1952'de petrol alanlarının millileştirilmesinin ülkenin yararına olacağına karar verdiği zaman, ClA onu hemen bilindiği gibi yerinden yürütüverdi. Musaddık'ı deviren, Şah'ı destekleyen ordu, Amerika tarafından eğitilmiş ve donatılmıştı." 11 

Az gelişmiş ülkelerde Silahlı Kuvvetler, ulusal güvenlik adına, demokrasinin savunuculuğunu da üstlenir. Az gelişmiş ülke askerlerinin belirli günlerde verdikleri demeçler ve yayımladıkları mesajlarda, "demokrasinin güçlenmesi ve korunması konusunda Silahlı Kuvvetlerin azimli ve kararlı oldukları" vurgulanır. Oysaki, demokrasi halkın her kesiminin ve özellikle işçi ve emekçi yığınlarının yönetime etki ve katkıları ile güçlenir ve korunur.

Silahlı Kuvvetlere, "demokrasinin güçlenmesi ve korunması" görevini vermek; halkın, özellikle çokuluslu şirketlerle elbirliği edilerek sömürülen emekçilerin, işçi ve köylülerin sömürüye karşı çıkışlarını önlemek; gerçek deyimi ile demokrasiyi önlemektir. Askerin desteğindeki yönetim, herhalde ve hiçbir zaman demokrasi olamaz. Demokrasi askerin öncülüğünde de kurulamaz.

İşte yardım, emperyalizmin yardımı, Rockefeller’in deyimiyle, "ABD Dış politikasının önemli öğelerinden biri" olan ABD yardımı; bu amaçla, az gelişmiş ülke askerlerini de, ABD'nin çıkarları doğrultusunda kullanma amacıyla yapılır. Hem de az gelişmiş ülke askerlerine, silah, savaş araç ve gerecinden çok, "battaniyeler, çizmeler, üniformalar, elektrik jeneratörleri..." gibi şeyler vererek eğer deyim yerinde ise, çocuğa oyuncak vererek kandırmak gibi, aşağılayıcı bir gözle bakılarak...

Bu konuyu bir de, Ovid Demaris'ten izleyelim:

1952'deki Musaddık'ın petrol alanlarını millileştirme girişimiyle ilgili bunalım ve olaylara nasıl el konulduğunu; Temsilciler Meclisi Yurtdışı İşler Komitesi önünde, 1954'de Tuğgeneral George C. Stewart, şöyle anlatır:

    "... bu bunalım patlak verip de her şey çökmek üzereyken, her zamanki kriterlerimizi bozduk ve yaptığımız daha başka şeyler arasında, orduya hemen olağanüstü durum gereğince battaniyeler, üniformalar, çizmeler, elektrik jeneratörleri ve sağlık malzemesi verdik; bunlar ordunun Şah'ı desteklemesini mümkün kılacaktı... Ellerindeki silahlar, içine binilen kamyonlar, sokaklardan geçirilen zırhlı arabalar ve kontrolün sağlandığı radyo bağlantıları, hep askeri yardım programı yoluyla verilmişti. Eğer bu program olmasaydı, belki de bugün Amerika Birleşik Devletleri'ne dost olmayan bir hükümet iktidarda olacaktı." 12 

Aynı konuda, Rockefeller'in görüşlerini incelediğimizde, çokuluslu şirketlerin ve ABD'nin, dümen suyuna giren ülkelere ve kişilere verdiği değeri de saptamış oluruz. Nelson A. Rockefeller:

    "Dünyanın geniş bölgelerini kapsayan az gelişmiş ülkelerde, sermaye, teçhizat, idari personel ve teknik uzman eksikliği en önemli meseledir. Bütün planlamalarımızda, bu gerçeği daima hesaba katmak zorundayız. Askeri pakt ve tedbirlerin gerekliliğine inanıyorsak, bunların faturasını da ödemeye hazır olmak gerekir," der ve sürdürür.

Emperyalizmin ağlarını nasıl ördüğünü izleyelim!

    "Düşüncelerimin pratikteki en somut örneği, hatırlayacağınız gibi bizzat meşgul olduğum İran tecrübesidir. Ekonomik yardımı harekete geçirerek İran petrolüne el koymayı başardık ve bu ülkenin ekonomisine yerleştik. İran'da ekonomik pozisyonumuzun kuvvetlenmesi, bu ülkenin Dış politikasının kontrolümüz altına girmesini ve özellikle Bağdat Paktı'na üye olmasını sağladı. Halihazırda İran Şahı, elçimize danışmadan hükümetinde herhangi bir değişiklik yapmaya bile cesaret edememektedir."

Evet, iktidarda ABD desteğiyle oturan Şah, ve benzeri ülkeler liderleri (!) ABD elçisine danışmadan bakan bile atayamazlar! Emperyalizm onları maşa gibi kullanır. Ve işi bittiğinde de fırlatır atar. Güney Vietnam'ın ABD yanlısı, Rockefeller'in deyimi ile, "ABD'ye uygun ve bağlı hükümetinin" Başbakanı Kao-Ki, Vietnam'dan kaçırılmış, O'nu kullanan Amerika desteğini çekince, Amerika'da barmenlik yapmıştır. Adnan Menderes, Demokrat Parti ile, Türkiye'de ABD yanlısı -Rockefeller’in deyimi ile— "ABD'ye uygun ve bağlı hükümet" olmuştu!.. 1958 ekonomik bunalımından, ABD yardımıyla kalkınma girişiminin saplandığı çıkmazdan kurtulmak için "... gerekirse Sovyetler'den yardım alırız" dediği gün kaderini çizdi. ABD, oltadaki balık saydığı ülkelerde, kendisine yandaş kişileri iktidarda tutmak ister, ama işi bittiğinde de fırlatır atar!.. Çünkü maşalar, işi bittiğinde fırlatıp atılır!..

Oltadaki balığa da yem gerekmez. Önemli olan, oltada balık olmamaktır.

PROPOGANDA ARACI OLARAK YARDIM

Rockefeller mektubunda, askeri paktların, olabildikleri ölçüde ekonomik yardıma da aracı olabileceğini, ama yardımdaki bir başka ve gerçek amacın, az gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin kilit noktalarını ele geçirmek olduğunu vurgular.

ABD yardımı üzerine, Kennedy ve öteki başkan ve yetkililer de çok şey söylemişlerdir. Örneğin Kennedy, yardımı şöyle tanımlar: "Dış yardım ABD'nin dünyayı denetleme ve etkileme amacı olan ve kesinlikle çökecek ya da Komünist bloka geçebilecek ülkelerin güçlendirilmesini sağlayan yöntemdir."

Bu sözler, olguya yüzeysel bakışla yaklaşanların, yardımı, çıkar gözetilmeden az gelişmiş ülkelerde halkın refahına katkı, özgürlükçü demokrasiyi koruma ve kurtarma gibi, insancıl bir amaçla yapıldığına inanmaları için söylenmiş olmalı. Gerçekten bu sözler, siyasal bilince erişmemiş toplumları, yardımın iyi niyetle, art niyet taşımadan, uluslararası komünizmin etkisinden koruma amacıyla yapıldığına inandırabilir. Propagandanın amacı da budur. ABD, yeryüzünde özgürlüklerin koruyucu meleğidir, hem de hiçbir karşılık beklemeden! Ancak gerçek böyle midir? Gerçeği Rockefeller'in mektubundan öğreniyoruz. Rockefeller mektubunda konuyu şöyle dile getiriyor:

    "... yapılacak geniş iktisadi yardımlarda, ABD'nin karşılık beklemeden yardım ettiği ve işbirliği yapmak isteğinde samimi olduğu intiba yaratılmalıdır. Elimizdeki bütün propaganda olanaklarıyla durmaksızın, az gelişmiş ülkelere yapılan Amerikan yardımının karşılıksız bir yardım olduğunu, art niyet taşımadığını bütün kafalara sokmalı, bu konuda HİÇBİR MASRAFTAN ÇEKİNMEMELİYİZ. Bu arada ANTÎKOMÜNİST çalışmalarımıza, ideolojik çalışmalarımıza ara vermemeliyiz."

ABD, işte bu planı uygulamıştır. Bunun için, az gelişmiş ülkeler liderleri ve aydınları üzerinde kurulacak etkinliklerle, yardımın gerçek amacının öne çıkarılması önlenir. Bunun için hiçbir masraftan kaçınılmamalıdır. Gerekirse, karşı gruplar ya tasfiye edilirler ya da nötralize... Bu çalışmalarda güvenilecek olanlar, özel girişimcilerdir. Çünkü onlar, önce kendi çıkarlarını düşünürler. ABD'ye karşı çıkanlar, önce kendilerinin çıkarlarını engelleyeceklerdir. Bu nedenle az gelişmiş ülkelerin özel girişimcileri ile işbirliği ilkesine dayanarak, yardımın gerçek niteliği gizlenebilir. Kimlerin karşı çıktığı, kimlerin tasfiye ya da nötralize edileceği de onlar kanalıyla saptanır. ABD bu yolla da, aynı ülkenin insanlarını birbirleri için ajan olarak kullanmaktadır.

YARDIM VK EKONOMİNİN KİLİT NOKTALARI

ABD, ikinci Dünya Savaşı öncesi, Dünya'ya açılmada geç kaldığından, ekonomik sömürüye açık kapı siyasası ile başlamıştı. Açık kapı siyasası, bugün de ABD Dış politikasının önemli bir öğesidir. Çin'in Avrupalılarca sömürülmesinden kendisine pay isteyen ABD, Dışişleri Bakanı John Hay eliyle, 1899'da nüfuz bölgelerine ilişkin bir nota gönderir. Buna göre "Her ülke, öteki ülkelerin çıkarına saygı gösterecek. Avrupa'lı ve Amerika'lılar tarafından yönetilen bir komisyon Çin limanlarına girişte gümrük vergilerini alacak”tır. Avrupa buna yanaşmaz. Bu arada; Boxerler isyanı olur ve uluslararası bir ordu kurulması önerilir. Bunu fırsat sayan ABD, John May eliyle, 1900'de ikinci bir nota yollar. ABD, uluslararası Orduya, "... Çin'in toprak ve yönetim bütünlüğünü korumak ve bütün dünya için Çin İmparatorluğu'nun bütün bölgeleriyle tarafsız ve eşitliğe dayanan bir ticaret ilkesi sürdürülmesi..." koşullarıyla katılacaktır. ABD bu politikayla Çin'e girer ve bir Konsorsiyum kurulur. Çin Hükümeti, demiryolları yapımını bu konsorsiyuma bırakır. Başkan Taft, "Benim hükümetimin değişmeyen amacı, Amerikan sermayesini Çin'in kalkınmasında kullanılmasını teşvik etmek olmuştur," diyecektir. 13 

ABD'nin Çin açık kapı politikası, 1949'da Çin Devrimi ile sona ermiştir. ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası Dış yardımı, bu açık kapı politikası doğrultusunda sürdürmüştür. Ve böylece yardım alan ülkeye, yardımla birlikte kendi çıkarlarının bekçiliğini yaptırmayı kabul ettirmiştir.

Böylece,

    - Sömürgeleşmemiş bölgelerde ticaret ve yatırımların yollarım açmak;
    - Sömürgeleştirilmiş bölgelerde, ABD sermayesine de eşit ticaret ve yatırım hakkı tanınması için sömürgeci ülkelere baskı yapmak;
    olanağı sağlanmıştır.

ABD, bunu çok gizli de yapmamaktadır. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'ne verilen bir raporda, "Ulusların kalkınmaları, kendi çıkarlarımıza uygun olduğunda desteklenir," söylemi bu gerçeği yansıtır. 14 

Eisenhower, 1953'deki yıllık raporunda şunları söyler:

    "Dış politikamızın ciddi ve açık amacı, yabancı uluslardan yatırımlar için uygun bir ortam yaratılmasını sağlamaktır." 15 

Uygun ortam, "ABD'nin çıkarlarına uygun koşulların varlığı"dır elbet.

Bu siyasanın nasıl uygulandığım ve yeni emperyalizmin ilkelerini, Dışişleri Bakanı Dean Rusk'un bir Kongre Komitesi'nde yaptığı 1962 tarihli konuşmadan izleyelim:

    "Biz, egemen bir hükümetin egemen olduğu topraklar üzerindeki mülkleri ve insanları kendi, tasarruf altında bulundurma hakkına tam manâsıyla el atmaya kalkışmıyoruz... Sadece uluslararası, özel yatırımcı için cazip şartlar yaratılmasının, onlar hesabına, akıllı ve basiretli bir politika olacağım düşünüyoruz. Dolayısıyla, yardım görüşmelerimizde ve doğrudan yardım müzakerelerimizde, özel yatırımın öneminin belirtilmesi için, her zaman ve mümkün olan her yerde elçiliklerimiz aracılığı ile yetkilileri etkilemeye çalışıyoruz." 16 

Dünya, bu sözlerin uygulamasına tanık oldu son yıllarda. Emperyalizm değişik bir yöntemle de olsa, sömürü çarkım döndürmenin yollarım buluyor. Çarkın nasıl kurulduğunu ve işletildiğini Rockefeller'dan izleyelim.

    "Bunlarla (yani ABD'ye bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve ABD ye düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda yapılacak ekonomik yardımla /yazarın notu) bağıntılı olarak özel sermaye yatırımlarını da ayarlamak gereklidir,"

diyen Rockefeller’e göre:

    "Hükümet özel sermaye yatırımlarını cesaretlendirmeli ve onlardan akıllıca yararlanmasını bilmelidir. Bu yatırımlar yardımıyla birçok politik amaca ulaşılabilir."

Mektuptaki sıraya göre bu politik amaçlar şunlardır:

    "-Bu tip özel sermaye yatırımları zamanla bütün gayri meşru muhalefeti ve Amerika'nın politikasına karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmeli ve nötralize edebilmelidir.
    - Ayrıca ABD'yi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan bütün şahsî teşebbüs ve menfaat çevrelerini etkilemelidir.
    - Aynı zamanda, ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardımı artırmalı ve böylece bu iş adamlarının, ilgili ülkenin ekonomisinde kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır."

Ekonominin kilit noktalarının ele geçirilme önerisi, yaratılacak çıkar gurupları kanalı ile politik etkinliği arttırma ve emperyalizmin çıkarlarına göre yönlendirme, çok uluslu şirketlerin çıkarlarını güvence altına alma amacı taşır. Çünkü kapitalist bir yapıda, sömürü ve emperyalizm bir tercih sorunu değildir. Sistemin doğal sonucudur. Bu nedenle sömürü çarkının dönmesi için, her türlü önlemi almak ve az gelişmiş ülkeler üzerindeki ağı iyi örmek gerekir. Rockefeller'in önerisi, bu ağın, sömürü ağının gerçekten beceri ve özenle gerilme yöntemlerini sergiliyor.

Ekonominin kilit noktalarını ele geçiren yerli işadamları kanalı ile, ekonomik yapı ve giderek üstyapı kurumları da ele geçirilmiş olacaktır. Öte yandan, bürokraside de köşe başları ele geçirilir. Örneğin, ABD'li AID uzmanı Podol'un Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan raporuna göre; "Türkiye'deki bürokratik kademeler ve önemli kilit noktaları, Amerikan eğitimi görmüş, güvenli bürokratlarca işgal edilmiştir." ABD, bunlarla da devlet bürokrasisini yönlendirme çabasındadır. İşte ahtapotun kollarıyla sarılmış azgelişmiş ülkeler!

Ancak, ABD işini sağlama almayı savsamaz. ClA Gizli Hizmetler Direktörü Richard BİSSEL bir raporunda azgelişmiş ülkelerdeki devinimlerim şöyle anlatır: "Birleşik Amerika doktrinine inandırılan ve eğitilen o ülkenin yurttaşlarından daha fazla yararlanılmalıdır... Yabana ülkelerin yurttaşlarına ideallerimiz anlatılarak, eğitilerek ve devamlı iş önerilerek, casusluğa atılmaları için özendirilmelidir... Ancak bunlar ülkelerinin çıkarına ters işlerde kullanılmamalıdır (Çünkü hainlikleri ortaya çıkar ve yararlanılamazlar/notumuz) Amerika’ya sadık kalmaları sağlanmalıdır. 17 

Bir ülkenin insanını, kendi ülkesinde casus olarak kullanmak... İşte yeni emperyalizmin çirkin suratı. Sevr'i, Lozan'a yeğleyenler, İkinci Cumhuriyetçiler, Kemalizm öldü diyenler, Resmi Tarih ve Resmi İdeolojiye karşı çıkma savının ardında Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı çıkanlar; sivil toplum tartışması gibi sosyal ve bilimsel bir doğruya ve gerçeğe bürünerek giriştikleri tartışmada, kime ve neye hizmet ettiklerinin ayırdında mıdırlar? Eğer öyleyse yazık!.. Elbet Türkiye sivil toplum yapısına geçmek zorunda. Ancak bunun için var oluş, kurtuluş ve kuruluş felsefesinden kopması mı gerekir? O temelden kopunca toplumun boşlukta kalacağının bilincinde olanların oyunudur bu tartışmalar. Bu gerçeği, görebilecek yerde olanların görmemeleri, ya da görmezden gelmelerinin anlamı BİSSEL RAPORU'nda saklıdır.

ABD, koşullar gerektirdiğinde hükümetlere yardımı kesmesine karşın, emperyalizmin denetimindeki finans kapitalin evrensel organları (İMF, Dünya Bankası ve benzeri organlar) yardımı, özel girişimcilerden esirgememektedir. Maliye eski bakanlarından Cihat BİLGEHAN, 1977 Ekim ayında, Dünya Bankası ve İMF den eli boş dönerken, Koç Grubu, Dünya Bankası'ndan yirmi milyon dolarlık kredi alıyordu.

Yardımın özel kesime yapılmasının gerçek amacı, kapitalizmin ideolojik yayılması ve bu yolla, ideolojik kavganın az gelişmiş ülkelerde sürdürülmesidir.

Türkiye'nin, Truman Doktrini kapsamına girmesinden bu yana geçen, yarım yüzyıla yakın süreci dikkatle incelenirse, ABD'nin bu politikayı bizde aksatmadan uyguladığı görülür. Zaman zaman, bu politikaya karşı çıkışlar olmamış, bağımsızlık eğilimleri toplumun genel istencine dönüşmemiş değildir. Ama her keresinde, ABD önlem almayı başarmış ve "politikasına karsı oluşan direnişi ortadan kaldırabilmeyi" başarmıştır. Rockefeller’in "gayri meşru muhalefet" dediği, ABD çıkarma karşı gelen, o ülkenin ulusala birimleridir. Buradaki meşruluk ve gayri meşruluk ölçütü, ABD çıkarma uygun olmak ya da uygun olmamaktır.

YARDIM VE TARAFSIZ ÜLKELER

Rockefeller, ikinci grup ülkeleri, "tarafsız" bir politika güden ya da o eğilimde olan ülkeler olarak gösteriyor ve onlarla ilgili önerilerini şöyle sergiliyor:

    "İkinci grup, tarafsız bir politika güden veya o eğilimi gösteren ülkeleri kapsamaktadır. Bu durumda devlet yardımları ve kredilerin ağırlığı, bu ülkelerde bizim için gerekli ekonomik koşulların yaratılmasına kaydırılmalıdır. Bu koşullar, zamanla bizim için çalışmalı ve bu ülkelerin bize bağlı askeri pakt ve birliklere kendiliklerinden girmelerini sağlamalıdır. Bu politikanın TEMEL hedefi bu ülkelerle ekonomik ilişkilerimizin artırılması sonucunda yerli ekonominin kilit noktalarını ele geçirmektir."

Bu ülkelere yapılacak yardımın ağırlığı, ABD girişimcileri için ekonomik koşul yaratmaktır. Rockefeller’e göre burada da amaç: ekonominin kilit noktalarını ele geçirmektir. Böylece bu ülkelerde -de, ABD idealizmi ve politikasını benimseyen çevreler yaratılır.

Görülüyor ki, ekonomi herşeyin başıdır. Bir ülkeye hükmetmek, ancak ekonominin kilit noktalarını ele geçirmekle olanaklıdır...

Rockefeller’e göre;

    "Bu ülkelerdeki özel yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmeyen hükümetlere karşı olan grup ve kişiler desteklenmelidir. Böylece bu ülkelerdeki yeni politikamızın temelini sağlam bir şekilde atabiliriz. Bu gruba giren ülkelerin en önemlisi Hindistan'dır."

The Economist Dergisi Hindistan'la ilgili uygulamaya şu örneği vermektedir:

    "Hindistan'ın kendi arzularıyla AID'nin arzuları birleştiği anda, ortaya herhangi bir mesele çıkmamaktadır. Örneğin daha fazla gıda yardımına karşılık Hindistan'ın hammadde ve yardımcı maddeler ithalatının liberalleşmesini kabul etmesi gibi." 18 

Ancak ABD, her ülkeyle yaptığı sözleşmeye "egemen eşitlik ilkesine dayanarak" ya da "egemen eşitler olarak" gibi, sözleşmelerin eşitler arasında yapıldığı görüşünü yerleştirir. Bir yanda ekonomik, askersel ve politik olarak dünyayı yönettiğini ve Tanrı'nın ulusuna bu misyonu verdiğini söyleyen bir ülke; öte yanda "bana kalkınmam için yardım et" ya da "güvenliğim ve bağımsızlığım için yardımın gerekli" diyen ülkeler, ve egemen eşitlik... Bu eşitlik, Anatole France'ın Fransız Devrimi'nin eşitlik ilkesine karşı söylediği şu sözleri anımsatıyor:

    "Kanun, o muhteşem eşitliği ile köprü altında uyumayı, sokaklarda dilenmeyi ve ekmek çalmayı fakirler için olduğu kadar zenginler için de yasaklamıştır."

İsteyenin verenle eşitliği ne kadarsa, sözleşmelerdeki eşitlik de o kadardır.

ABD'nin emperyalist emelleri ve dünyayı ele geçirme, milliyetçiliği ve bağımsızlık eğilimlerini ezme politikasının özü, asıl üçüncü grup ülkelerle ilgili önerilerde vurgulanıyor:

    - Bu ülkelere yapılan özel sermaye yatırımları artırılmalı.
    - Özel propagandalarla ekonomik yardımlar hızlandırılmalı. Ve dikkat edilsin, bu ülkelerden eski sömürgeci egemenlerin ilişkisini kesmek için:
    - Sömürge idarelerine karşı savaşan yerli işadamları desteklenmeli...

ABD, bu ülkelerde başka sömürgeci ülkelere karşı oluşan yada gelişen anti - emperyalist politikaları, işadamları eliyle destekliyor. Böylece, o ülkelerde ekonominin kilit noktalarını daha başlangıçta ele geçirmeyi planlıyor.

    "... Bu tip ülkeleri desteklemememiz halinde, onları yumuşatıcı etkimizin tümünü kaybedebileceğimizi bilmeliyiz. Eğer bunlar yapılmazsa bu ülkelerde bağımsızlık işleğinden öyle kuvvetli bir milliyetçilik doğabilir ki, bu sömürge ülke yalnız eski sömürücü ülkenin kontrolünden çıkmakla kalmaz, bizim de kontrolümüzden çıkabilir."

Rockefeller buna bir de örnek veriyor, Belçika Kongosu. Rockefeller'in Kongo'yu örnek verişi rastlantı değildir. Kongo, sömürge Afrika'sında, bağımsızlık kavgasını bilinçle veren bir ülkedir. Belçika yönetimindeki Kongo'da, Kasawubu ve Lumumba gibi liderler, bağımsızlık bilincini geliştirdiler. Birleşik Cephe lideri Lumumba'yı uzun süren kavgalardan sonra, sömürgeciler işkenceyle öldürdü. Kongo'daki bağımsızlık kavgasının yayılmasından kaygı duyan ABD, seyirci kalamazdı. ABD Dışişleri Bakanlığı Afrika İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Suttertvvight şöyle der:

    "Birleşik Amerika için, Afrika'daki kilit niteliği taşıyan bölge ve mevkilerin olağanüstü bir önemi vardır... Bu bizim dünya çapındaki stratejimizin gerçekleşmesine hizmet eden yatırımlar olarak düşünülmelidir." 19 

22 Temmuz 1960 tarihli sayısında Wall Street Journal şunları yazar:

    "Sam Amca'nın Afrika'ya yardım programı yepyeni bir döneme girildiğini göstermektedir. Şimdiye dek Amerika, Afrika'daki yeni devletlerle olan meselelerini Avrupalı müttefiklerinin kanalıyla çözmeyi uygun görmüştü. Bilindiği gibi Avrupalı müttefiklerin, bu yeni Afrika devletleriyle sıkı bağları vardır ve bu devletler düne kadar Avrupalı müttefikler tarafından idare edilmekteydi. Örneğin: Gana, İngiltere ile Mali Federasyonu Fransa ile Kongo Belçika ile bağlıydı vs.. Fakat artık Kongo olaylarıyla Birleşik Amerika Afrika işlerine ve doğrudan doğruya karışmak zorunluluğunu duymuştur..." 20 

YARDIM VE POLİTİK ETKİNLİK

Rockefeller, birinci gruba ilişkin uygulama yöntemlerini şöyle özetliyor: Öncelikle, yardımın özel girişimci yatırımlarına verilmesini ve hükümetlerin özel girişimcileri desteklemeleri için çalışılmasını önerdikten sonra, önlemleri şöyle sıralıyor:

    - Bu tip özel sermaye yatırımları, zamanla bütün gayri meşru muhalefeti ve politikamıza karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmen veya nötralize edebilmelidir.
    - Ayrıca bizi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan bütün şahsi teşebbüs ve menfaat çevrelerini etkilemelidir.
    -Öte yandan, ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardımı artırmalı ve böylece bu işadamlarının, ilgili ülkenin ekonomisinde kilit noktalarını ele geçirmeleri buna dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır.

Bu, yeni emperyalizmin yerli işbirlikçileri eliyle, bir ülkenin politikasını eline geçirme yöntemidir... ABD, işte bu uygulamayı evrensel planda sürdürmüş ve etki alanındaki ülkeleri, gizlice işgal etme yöntemi geliştirmiştir. Çünkü bu yolla toplumları içten ele geçirmeyi başarmıştır. Bu uygulamanın bir adı da, "toplum desteğini kazanmak"tır.

ABD, bir ülkede hükümetleri etkileme güçlüğü çekerse, değişik yöntemler uygular. Önce hükümeti değiştirme yollarını arar. Kukla hükümetler kurdurmayı dener. Dr. Hıfzı Topuz, Afrika'da Nkrumaizm başlıklı bir yazısında: 21  "Çoğu yerde kukla hükümetler işbaşına getirilir," diyor. Vietnam'da Kao-Ki, İran'da Şah Rıza Pehlevi, Endonezya'da Suharto, Filipinler'de Marcos, bu tiplerin örnekleridir.

1960 sonrası, Türkiye'deki sosyal uyanış ve Johnson’un mektubu üzerine İsmet İnönü'nün, "Yeni bir dünya kurulur..." 22  mesajının huzursuzluğu, ABD'yi Türkiye'de de arayışlara yöneltti. Demirel’in ABD'nin güvendiği bir kişi olarak sahneye çıkışı, oyunun Türkiye'de de oynandığına kanıttır. Ancak, gizde kalmış kimi olaylar, Demirel'in, ABD politikasına tam uyum sağlayamadığını gösterir.

Böyle durumlarda ABD askeri yöntemleri de dener. Sisteminin aradığı sivil kişiyi buluncaya dek. Türkiye'de bu arayış, 1980'ler sonrası Turgut Özal'la somut örneğine
kavuşmuştur.

ABD'nin bir ülkede en çok istemediği, halkın gerçekleri görmesi ve sosyal uyanıştır. İşte yardımın bir başka amacı, bu sosyal uyanışı önlemek için, toplumun, ABD'ye yakın kesime dayanarak desteğini sağlamak, anti-emperyalist gelişmeleri böylece engellemektir.

Claude Julien, ABD'nin tüm iletişim araçlarını, Amerikan İdeolojisini yaymak amacıyla kullandığını; Amerika'nın insancıl, demokrat ve hür dünyanın lideri olduğu imgesini yaratmak için çabaladığını örnekleriyle sergiler.

Ayrıca ABD her ülkede, özellikle tutucu milliyetçi çevreleri kullanır. Gazete ve dergilere kaynak sağlar.

Julien'e göre: "Amerikan TV şirketlerinin hiçbir ülkenin ulaşamayacağı mali olanakları vardır. Röportajlar, seri programlar, çocuk yayınları yapılmakta ve bunlar da, bütün dünyada ikinci kez satılmaktadır. Amerikan karşıtı sanılan ülkelerde bile (örneğin Fransa'da) ulusal TV hergün, (1960'larda/notumuz) büyük oranda Amerikan imajları yayınlamaktadır." 23 

1990 ve 1991 Körfez Krizi'nin savaşa giden yolları, aynı yöntemle, dünyaya ABD'nin haklılığını empoze etmiştir. Hele savaş sırası CNN TV sinin, savaşı her cepheden, dakika dakika yayınlaması ve olayların, dünyayı saran heyecan içinde yorumlarla sunulması, iletişim araçlarına egemen olanın gücünü gösterir. ABD, işte bu yöntemle dünyayı etkilemekte ve gücünün sınırsız olduğu imgesine dayanarak toplum desteğini sağlamaktadır.

Propagandayı yalnız kendisi yapmaz. Sözleşmelere koyduğu hükümle, yardım alan ülkeye, kendi propagandasını yaptırır. Nasıl mı? En somut örnek, bizimle yapılan 12 Temmuz 1947 Antlaşması'nın 3. maddesi 2. fıkrası hükmüdür. Bu hükme göre:

    "Türkiye hükümeti, bu yardımın amacı, kaynağı, mahiyeti, genişliği, miktarı ve işleyişi hakkında Türkiye'de tam ve devamlı yayın yapacaktır."

Burada hemen Küba ile ilgili Platt Değiştirgesi'ni anımsayalım. ABD Kongresi'nin kabul ettiği yasayı, 12 Haziran 1902'de Küba Parlamentosu Anayasaya eklemişti. Biz de, Kongre Yasası hükmünü 5123 Sayılı Yasa ile kabul ettiğimizi unutmayalım. Bu olguya Türkiye'de bir kişi karşı çıkmıştır: Mehmet Ali Aybar!..

Bu hükmün, özellikle Demokrat Parti döneminde nasıl uygulandığı, 1950-1960 döneminin sosyal ve siyasal olayları incelendiğinde görülür. Celal Bayar'ın, "Türkiye Küçük Amerika olacaktır" sözleri, Turgut Özal'ın dilinde, "Amerika gibi Türkiye" söylemine dönüşür. Bu tür öykünmelerin kimlik bunalımından çıktığı açıktır. Bu öykünmelerin devlet başkanlarınca yapılması, ayrıca değerlendirilmesi gereken olgudur. Emperyalizmin nerelere kadar sızmayı başardığını gösterir. Türkiye halkı, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kazandığı ulusal kimliğini, Truman Doktrini ile girdiği ABD'nin koruyucu şemsiyesi altında yitirmiş, girdiği bir büyük bunalım içinde, o kimliği arama çabasındadır. O kimliği buluncaya değin de, emperyalizmin tuzaklarından çıkamayacaktır. Çünkü, gerçek ulusalcı bir dünya görüşü, tuzakları ve yanlışları görür, tuzaklardan kurtulmanın yollarını araştırır. Karşılıklı güvenlik ve işbirliği ya da yardım sözleşmelerinin nasıl bir bağımlılık yarattığım, toplumun kendine olan güvenini yıkan hüküm ve uygulamaların niteliklerini anlayabilir.

Emperyalizmle yapılan sözleşmelerin bağımsızlığımızı ipotek altına aldığını söyleyenler; geçmişte komünist olarak nitelenmiş ve yalnız mahkemelerce değil, topluma egemen güçlerin ve elbet ABD propagandasının (moda deyimiyle medyanın) etkisiyle halkın gözünde de küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Yıllar sonra gerçekler toplumun büyük bir kesimince görülüp anlaşılmaya başladığında da, sistemin, yani emperyalizmin içimizde kurduğu sistemin kendini; müttefiki yerli iş birlikçileri eliyle savunmasıyla karşılaşılmıştır. Halkımıza, yitirdiği kimliği aramaya bile izin verilmiyor; toplum olarak ulusal kurtuluş bilincine o kimliğimizi bularak ulaşacağımız için, tuzaklardan çıkmamız önleniyordu. Öyle ki, İsmet Paşa bile, "Daha bağımsız, kişilikli Dış politika izleyemediğini" bir yüksek dereceli parti toplantısında yakınarak anlatır ve:

    "Peygamber edasıyla size dünyaları vaaderler, imzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Ondan sonra sökebilirsen sök... Gitmezler. Ancak bu meselenin üstüne vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdülür, havanda su döğersiniz. Fakat zannetmeyin ki, kolay iştir.... Teşebbüs ettiğimizde başımıza neler geleceğini kestiremem..." diyecektir. 24 

Yardımın, "bağımsızlık ve özgürlüğümüzü, ABD olmadan koruyamayacağımız temeline oturtulduğu, 'yardımın amacı ve mahiyeti hakkında devamlı ve tam yayınla' emperyalizmin propagandası yaptırılarak, toplumun kendine olan güveninin yıkılmak istendiği ve böylece bağımlılaştırıldığımızın ayırdına varılması değişik yöntemlerle sürekli önlenmiştir. Düşünce suçu (TCY'nin 141, 142. maddeleri ile) yaratılması, örgütlenme hak ve özgürlüğünün sınırlanması, bunlardan sadece birkaçıdır. ABD bu yöntemle, bizim kendisi için yapacağımız propaganda ile Türk toplumunun desteğini sağlamakla kalmamış, gerçekleri görmemiz de engellenmiştir. ABD yararına propaganda yapanlar, söyleye söyleye kendi sözlerinin etkisi altına girerler. Bu, yeni emperyalizmin dahiyane buluşlarından biridir. Sözleşmelere uyulmaktan kaçınılmaz. Peki uyulmazsa ne olur? Cezalandırılırsınız. Yalnız uymadığınız için değil, İsmet Paşa gibi, tuzakların ayırdına vardığınızda da cezalandırılırsınız.

ANLAŞMAYA UYMAYAN CEZALANDIRILIR

Unutmamak gerekir ki, ABD bu gereğe uymayan ya da politikasını, ABD'nin çizdiği rotadan ayıran hükümetlere yaşama hakkı tanımaz. Çünkü, The American Journal Of International Law Nr.l. 1952 tarihli bir Kongre Yasası'nın 511 numaralı paragrafının (a) ve (b) hükmü bunu gerektirir. Okuyalım bu hükmü:

    "(a) Birleşik Amerika hükümetlerinin imzalamış olduğu ikili veya çok taraflı anlaşma ve sözleşmelerde, askeri taahhütleri yerine getirmekten şu veya bu sebeple kaçınan ülkelere hiçbir şekilde iktisadî yardım yapılmaz."
    "(b) Birleşik Amerika Devletlerinin güvenliğini artırmaya hizmet etmeyen hiçbir iktisadî ve teknik yardım yapılmaz." 25 

Bu hükmü gördükten sonra, bu tuzaktan kurtulmadan, ABD, Kıbrıs sorununda neden bizi yalnız bırakıyor, neden ambargo uygulandı diye yakınmanın ne kadar yersiz olduğu anlaşılmıyor mu? Oysa sızlanma yerine, sözleşmeler tuzağından kurtulmanın yolları aranmalı değil mi?

Rockefeller'in önerilerinin özetini anımsayalım. Deniliyordu ki; "Ekonominin kilit noktalarını ele geçirerek, politik etkinliği sağlamak gerekir." Ekonomi ve politika el ele, her ikisi de özel girişimin denetiminde olmalı...

1978'lere dek, yani CHP'nin hükümet kurmasına kadar, ABD'nin çizdiği ekonomik rotadan (kimi sanayi kuruluşları dışında) çıkılmadı. Ancak CHP, değişik bir ekonomik programla, ekonomiyi yeniden düzenleme 26  amacında olduğunu söyleyerek oy aldı. Halk Sektörü, KUP ve Köy-Kent Projeleri, kooperatifçilikle kalkınma gibi romantik planda kalacak bir ekonomik model amaçlıyordu. Bu elbet, ABD'nin Türkiye ile yaptığı anlaşmalara dayalı beklentilerine aykırı idi 27 . Çünkü bu tür bir model önerisi, öneri olarak kalsa bile, ABD'nin çıkarına karşı bir politika oluşturma çabası nedeniyle, CHP'nin hedefe alınması için yeterliydi. Ve gerçekten de öyle oldu...

ABD'li Profesör Boldwin bu konuda diyor ki: "... hükümetin, özel sermayenin karşıtı bir politikayı izlemesi durumunda, hükümeti izlediği politikadan caydırmak üzere Dünya Bankası'nın çözümü, (politikasını değiştirmesi için şantaj yaparak) borç vermeyi reddetmektir..." 28 

Bu yöntem bizde de başarıyla uygulanmıştır. 1978'de ülkede daha bağımsız bir politika izlemek savıyla hükümet kuran CHP, bu uygulamanın sarmalında bitirilmek istenmiştir. ABD bu yöntemle, ekonomiye komuta edenlerden yararlanarak, toplum desteğini arkasına alan gücün önünde durulamayacağını göstermiştir bizlere... 1978-1979'da, bağımsızlığa adım atmanın değil, bağımsızlığı düşünmenin cezalandırıldığını yaşayarak gördük. Dünya finans örgütlerine verilen emirle, krediler kesildi. 70 sente muhtaç bir ekonomik düzen devralan Ecevit Hükümeti, kredi sağlamak için çırpındı durdu... Ama hangi kapıyı çaldıksa, bize emperyalizmin örgütlerine gitmemiz söyleniyordu. Kredi alınamadı. Terör kırlardan kentlere, sokaklara indi. Ve işte işadamları, ekonominin kilit noktalarını ellerinde tutanlar, ilanlarla örgütlerinin baskılarıyla, toplumun CHP'ye verdiği krediyi sıfıra indirmeyi başardılar. Ecevit Hükümeti 22 ayda bitirildi...

Bu tarihsel olay, yöntemin bizdeki en somut örneğidir. Bu kadarla da kalmadı. CHP'ye yönelik eleştiriler sürdü. 12 Eylül'den sonra Türkiye'de, Sosyal Demokrasi'nin bir türlü örgütlenemeyişi, 12 Eylül sisteminin sol görüşe açtığı savaşın da eseridir... Çünkü, 12 Eylül'ü yaratanlar, ABD'nin ideolojik eğitiminden geçmişlerdir.

Türkiye'de "sol" denilince tüyleri diken diken olanlar, ABD ideolojisiyle yetişmiş kafalardır.

Ama unutmayalım, yukarda gördük ki, ABD bu adam yetiştirme işinde bizi kullanmıştır. Hem de kendi Kongre Yasası'na göre yapılan sözleşme uyarınca çıkardığımız yasadan yararlanarak...

Re: Çokuluslu Şirketlerin Tuzağında Oltadaki Balık Türkiye / M. Emin DEĞER

İletiGönderilme zamanı: Prş Oca 12, 2012 23:04
gönderen Oğuz Kağan
TOPLUMUN KENDİ DEĞERLERİNE YABANCILAŞMASI

ABD'ye toplum desteği sağlamada bizler yardımcı oluyoruz demek ki! Kanımızca emperyalizmin bu türü işgalci yöntemden de, kukla hükümetlerle yönetim türünden de tehlikelidir. Çünkü bu yöntemle toplum, kendi değer yargılarından koparılmakta, kendine ve tarihine yabancılaştırılmaktadır. Sonuç toplumsal bütünlük yerine, anarşizme kadar uzanan toplumsal parçalanma...

Bazen, "toplumun desteğini kazanmak da gereklidir" diyor, Pentagon'un ünlü kuramcılarından A.Lindsay ve şöyle sürdürüyor: "Toplumun desteği sağlandığı ölçüde, o topluma kendi görüş ve ideolojiğimizi empoze edebiliriz. Ancak bundan sonra o ülkedeki -reformcu da olsa- partizan hareketini (yani halkın bilinçlenmesine yönelik içten değiştirme ve dönüşümleri, ya da ayaklanmaları / notumuz) kolaylıkla bastırmak ve ezmek mümkün olur." 29 

Türkiye'nin, içinde çırpındığı tuzaklarda geçen son yılların olayları, bir de bu açıdan ele alınıp incelenmelidir. Önceleri, sağcı-solcu ya da faşist-komünist ikileminin yarattığı kamplaşma, alevi- sünni çatışmalarının, 1980'lerden sonra da Kürt-Türk ayrımcılığına varan çatışmaların kaosu; günümüzde Cumhuriyetçi-Osmanlıcı, 1.Cumhuriyetçi 2.Cumhuriyetçi, laik-antilaik ikilemi ile yeni bir toplumsal parçalanmaya yöneliş... Türkiye eğer, bu geçmiş yarım yüzyılı, bir toplum ve tarih bilinciyle inceleyip nedenlerini araştırmazsa; bunalımlar içinden çıkamayacağımız, çürümüşlük, kokuşmuşluk içinde yuvarlanacağımız bilinmelidir.

Görülüyor ki. her ülkenin ilerici devinimleri; o ülkedeki işbirlikçilerle el ele verilip toplumun değer yargıları değiştirilerek Amerikan ideolojisi doğrultusunda bir dünya görüşü yaratılıp ezilmektedir.

O ülke bu aşamadan sonra, ABD doğrultusuna girmiştir. Artık Amerika'ya ve emperyalizme karşı olmak, kurulu düzenin değişmesini istemek, halkın çıkarını öne almak suçtur. Halktan yana olanlar, sürekli biçimde halkın gözünden düşürülmeye çalışılır. Halkı cephelere bölerek, ulusal birliği parçalayıp sömürü çarkını işbirlikçi burjuvazi eliyle işletmek yeni emperyalizmin yöntemlerinden biridir. 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe harekeli, bu yöntemin uygulamalarından biri olduğu, açıklamaya gerek kalmayacak biçimde anlaşılmaktadır. Toplumu milliyetçiler ve solcular olarak ikiye ayıranların kimin denetiminde olduğu da! Bunun gibi, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, laik-antilaik ayırımlarına da dikkat edilmeli, emperyalizmin tuzaklarında yürüdüğümüz yadsınmamalı ve bunun sömürüye hizmet olduğu bilinmelidir. Çünkü sömürü düzeni, dostluk ve yardım adı altında işler bu aşamada!..

Böylece, Dıştan ve dünyanın gözü önünde geçen, ayıplanacak ve kınanacak bir saldırı yerine, daha az masrafla, fakat daha etkin bir sonuç alınır. Ve böyle bir toplum, kolay kolay kendine gelemez artık. Bunalımlar birbirini izler. Sorunların çözümü için getirilen öneriler, yeni bunalımlar yaratır. Türkiye'mizin içinde çırpındığı bunalımın kökeninde, emperyalizmin tuzağında geçen yarım yüzyılın etkilerinin bulunduğu gözardı edilmemelidir.

Ayrıca Dış saldırının, topyekün savaş ideali yaratarak, işgalciye karşı halkın her kesiminde tam bir birleşme ve bütünleşme yaratmasına karşın; bu yeni yöntem, halkı kısa zamanda birleşemeyecek biçimde parçalayarak, aynı ülkenin "tasada ve kıvançta ortak" olması gereken insanları birbirine düşman edilirler. Bu da, emperyalizmin parçala-egemen ol ilkesine uygun bir yöntemdir. Türkiye'nin bugünkü duruma nasıl getirildiği araştırılırken, yarım yüzyıla bu açıdan da bakılmalıdır.

Bir toplumun desteğini sağlayarak, Amerikan ideolojisinin yerleştirilmesinde türlü anlaşma biçimleri vardır. "Dostluk ve Yardım

Antlaşmaları" "Ekonomik İşbirliği Antlaşmaları" vb. "Kalkınma İçin İttifak" adı altındaki ekonomik sızmalar, etkili yöntemlerdendir.

İlerici ve gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşma çabasında bulunan, gelişme yolundaki ülkeler, kalkınma programlarının hazırlanması için danışman ararlar... Plan ve programların finansmanı için, paraya gereksinirler. Gelen danışmanların önerdikleri planların gerçekleşmesi, işi, güçlü-dev firmaların almasına bağlıdır. Bunların tümü de Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (İMF). Konsorsiyumlar vb. kurumlarıyla emperyalizmin denetimindedir.

Bu kurumlar ve uygulamalar, ekonomik sızmayı ve yayılmayı kolaylaştıran, yabancı bankalara ve diğer kurumlara kapıyı açmak için, az gelişmiş bir ülke üzerinde, siyasi baskıda bulunma olanağını elde etmekte kullanılan değerli araçlardır.

Eğer ekonomik sızma, siyasal baskılarla sağlanamaz ise, değişik koşullar altında, yetkililerin rüşvetle satın alınması ya da bankalar ve devlet kurumları tarafından borç verilmesi daha uygundur. Daha gelişmiş ülkeler için ise, ittifaklar ve çıkar grupları meydana getirilmektedir.

Görülüyor ki, emperyalizm yerleşmek istediği ülkeye girebilmek için, siyasal baskıdan, rüşvetle adam satın almaya kadar her yolu denemektedir.

İLETİŞİM ÇAĞI VE KAMUOYU YARATMA

ABD, az gelişmiş ülkelerde, her türlü yöntemle, kendi ideolojisi doğrultusunda kamuoyu yaratmaktadır. Bunlardan biri, anlaşmalara özel hükümler konularak uygulanan yöntemdir. Az gelişmiş ülkeler, bu anlaşmalar gereği olarak, Amerikan ideolojisini yayma zorunda kalırlar.

Yeni sömürgeciliğin bir başka uygulaması, "Kalkınma İçin İttifak" adlı programla Latin Amerika'da görülür.

Güney Amerika için uygulanan "Kalkınma İçin İttifak" daha sonraları, "İlerleme için Birleşme Programı"na dönüşür. Kalkınma için İttifak'ın övgü dolu bir analizinde, William D.Rogers, Arjantin ve Şili'deki seçim kampanyalarına. ABD'nin nasıl karıştığını anlatmaktadır. Bu şebeke, "yavaş yavaş kurulmuş ve sonradan emperyalizmin sadık bendeleri olacak subay, mühendis ve teknisyenlerin ABD'de yetiştirilmesi yoluyla" pekiştirilmiştir. Ayrıca ABD, Latin Amerika'da, kamuoyunu koşullandırmak için, basın, televizyon ve sinema üstünde de çok sağlam bir denetim sistemi kurmuştur.

Kamuoyunu yaratmada, toplumları belli bir yönde etkilemede, çağdaş basın ve yayının en etkin silahlardan biri olduğu yadsına bilir mi? Bu etkin silah elbet, emperyalizmin emrinde ve hizmetinde kullanılmaktadır.

ABD, sineması, televizyonu ve Dünya'yı ağ gibi sarmış ajanlarıyla, her gün daha da ileri her saat Dünya'ya, Dünya olaylarını, bir ölçüde her ülkenin kendi iç olaylarını, ABD gözü ile göstermekte ve emperyalizmin değer yargılarına göre değerlendirerek sunmaktadır.

ABD, ayrıca bir kültür imparatorluğu da kurmuştur. Kitlelerin etkilenmesi ve eğitiminde kitabın, gazete ve dergilerin rolü bilinir. Ekonomik ve askeri yönden dünyanın yarısını saran bu imparatorluk, asıl etkinliğini kitaplarla, dünyaya, bilimsel ve sosyal gerçekleri bozarak yaydığı kitaplarla da sürdürmektedir. Bu alan da ClA kadar etken bir örgüt de United States İnformation Agency (USIA)'dır. Bu örgütün, sadece 1964 yılında bu tür kitaplara yüksek ücretler ödeyerek, profesörüne kadar sahte yazar bulduğu, Josan Epstern'in yazdığı gibi, "uydurma ve keyfi değerler sistemi" kurarak, üniversite öğretim üyeleri, bilginler ve yazı işleri müdürlerini kullandığı bilinmektedir." 30 

Böylece basını, radyo - televizyonu, sineması ve dünyanın her yerine dağılmış işadamı, profesörü ve öğrencisi, sivil ve askeri danışmanlarıyla emperyalizm, Amerikan ideolojisini, günün her saatinde Dünyanın her yerinde işlemekte, yaygınlaştırmaktadır.

Bunlar ve benzeri yöntemlerle, az gelişmiş ülkeler, olayları ABD gözü ile görecek düzeye getirilmekte, Amerikana bir kamuoyu yaratılmaktadır.

Emperyalizm görülüyor ki, ne edip etmekte, kendi görüşlerine yandaş bulmanın yollarını açmaktadır. "Hükümetlerin, toplumsal baskıları karşılayacak yeterli bir ekonomik gelişme sağlayamamaları, yüksek nüfus artışı ve şehirlere olan devamlı göçün yarattığı şehirsel bölgelerin, giderek daha çok güç merkezi haline gelmeleri ve bu bölgelerde yaşayan kitlelerin demagojik tahriklere yatkın olmaları" 31  sonucu toplumsal gerginlikler, toprak ve servet dağılımındaki eşitsizliklerin ortaya çıkardığı istikrarsızlıklar, ciddi güvenlik sorunları doğurduğunda; sorunlara ABD ideolojisini benimsemiş kadrolar ve önderler yoluyla çözümler aranmaktadır.

"Bu kadrolar nasıl yetiştirilir, Amerikan ideolojisi nasıl aşılanır?" sorularının yanıtı aranırken; karşımıza paranın ve propagandanın engin ve etkin gücü çıkar.

Bugüne açılan yollarda, emperyalizmin gizli ve açık propagandalarıyla yürüdüğümüzü bilir ve ABD'nin bize Thornburg Raporu'nda belirtilen "kendi ideallerini ve ananelerini aşılama" amacını göz önüne alırsak, yanlışlarımızı saptayabilir ve dönüş yollarını açabiliriz. 32 

Günümüz Türkiye'sinin moda tartışması Lozan'ı yadsıyıp, Sevr'i alkışlama, Atatürk'ün kurduğu, Müdafaayı Hukuk temeline dayalı Ulusal Kurtuluş Savaşı utkusu üzerine oturtulan Cumhuriyet'i yıkıp, İkinci Cumhuriyet kurma çabaları, ancak emperyalizmin ideolojisine hizmet etmektir. Çünkü, hiçbir ideoloji, Cumhuriyet'in temelindeki Müdafaayı Hukuk felsefesinin yerini tutamaz. Bir ulusun, emperyalizmi topraklarından kovması gibi tarihsel bir eylem üzerine kurulu Cumhuriyet'i, demokrasiye geçiş adına yıkmak (sanki Kemalist eylem demokrasiye karşıymış gibi) Mustafa Kemal'in deyimiyle, "gaflet ve dalalef'ten de öte "hıyanettir." Bu gibi savların ardında, ulusal kurtuluş hareketlerini kendi ideolojisi için tehlikeli bulan emperyalizmin, gizli yöntemleri bulunduğunu bilmeliyiz. Ve kim olursa olsun hangi makamda bulunursa bulunsun, bunların hainliklerine engel olmalıyız. Kaldı ki, ne Mustafa Kemal ve ne de Cumhuriyet'i kuran kadro, demokrasiye karşıdır. Amaç, halkın istencine dayalı bir yönetim kurmaktır. Atatürk devrimlerinin amacı budur. Elbet, bunun için de toplumun bağımsız düşünebilecek bir yapıya kavuşması gerekirdi. 1920'lere değin halk olma bilincine erişmemiş bir ümmet toplumunun (Tanrı'nın sonra Padişah'ın kulu olan toplumun) demokrasiye geçişindeki engelleri, eğilim ve çağdaş değer yargılarıyla aşmak gerekiyordu. Laiklik işle bu yolu açan en önemli ilkedir. Böyle bir yolu açmak girişimi bile, o kadronun amacındaki doğruluğu belgeler. Laik düşünce ile halkın özgür istence kavuşabilme yolu açılmıştır. Bunun kolay bir yol olduğu söylenemez. Bugün bile bu doğruyu göremeyenler vardır. 1920'ler Türkiye'sini, 1990'ların değer yargılarıyla ölçmek, sorgulamak bir zamanlar moda olan, "M.Kemal isteseydi sosyalizmi kurardı ama o faşizmi yeğledi" söylemi kadar yanlıştır. Unutulmasın ki, Mustafa Kemal, o günlerin koşulları içinde yapılabileceklerin en iyisini yapmıştır. Bu günün; "1920'lerde yanlış yapıldı" söylemi, Ulusal Kurtuluş kavgasını ve o kavganın kadrosunu yadsımak içindir.

Bunun emperyalizme hizmet olduğunu gözardı edemeyiz. Çünkü ABD'nin, kendi kurtuluşundan bu yana karşı olduğu en önemli konu ulusal kurtuluş hareketleri'dir. Ve, ABD idealizmi'nin amacı da, bu yolu açacak ya da övecek eylem ve düşüncelere karşı düşünce üretmektir.

Bu günlerde, 1920'leri ve devrimleri yerenlerin ilişkileri araştırıldığında, üretilen eleştiri ve önerilerin ardındaki etkenler bulunabilir.

Biz Cumhuriyetçiler'e düşen görev, Ulusal Kurtuluş Utkusu üzerine kurulu Cumhuriyet'i yılmadan savunmaktır.

ABD az gelişmiş ülkeler için, özel programlar da hazırlar. Higher Education Dergisi'nin Nisan 1960 sayısında, "Eğitimin uluslararası hedeflerin ele geçirilmesinde ana amaçlardan biri olduğuna" işaret edilmektedir. Attila İlhan'ın "Batı'nın Deli Gömleği" adlı yapıtında açıkladığı "Bissel Raporunda" da: “Yabancı ülkelerin yurttaşlarına ideallerimiz anlatılarak eğitilerek ve devamlı bir iş önerilerek casusluğa atılmaları için özendirilmelidirler" denildiği görülür. Bissel Raporunda, "Başlıca görevimiz müttefik bulmak, - hem kişi, hem örgüt - onlarla ilişki kurmak, aynı ilkeler için çalışmalarına sağlamaktır" deniliyor. Bu yolla, ilgili ülkede gerektiğinde operasyonlar yapılacağına işaret edildikten sonra:

    "Bunun bir örneği, ilerde ülkesinde etkili bir siyasi lider olacağı tahmin edilen politikacıları bulup Amerika'yı tanımaları için uygulanan programlardır. (Bilmem bu programlar içinde zayıflama kürleri ya da sağlık kontrolleri var mıdır/notumuz) Ancak böyle masum programlar bile ABD hükümeti tarafından değil de resmi olmayan kuruluşlarca yürütüldüğü vakit daha başarılı olabilmektedir." 33 

ABD- ayrıca az gelişmiş ülke aydınları için de, özel programlar hazırlar. Bunlarla da aydınlara kendi ideolojisini benimsetme ve o aydınların ülkelerindeki kültür çalışmalarını yönlendirmeye çalışmaktadır.

Kennedy'nin ilginç buluşuyla, az gelişmiş ülkeler için yetiştirilmiş özel eğitim misyonerleri yollandı. Barış Gönüllüleri adıyla gelen bu görevliler, Amerikan ideolojisini halka aşılama programı uygulamak amacındaydılar. Bir yandan da o ülkelerin sosyal eğilimlerini saptayacaklar, ilerdeki programlarda uygulanacak çalışmaların alt yapısını oluşturacaklardı. Bunlar çağdaş misyonerlerdi.

TOPLUM YAPISINI ÖĞRENMEK

Barış gönüllülerinden istenen, Amerikan ideolojisinin propagandasını yaparak; Saturday Review Dergisindeki, "Barış gönüllüleri bu işi başarabilecekler mi?" başlıklı yazıda belirtildiği gibi, "Bir Müslümanın Mekke'ye yönelmesi gibi, bir insanın Washington'a bakmasını sağlayacak ideali bulmaktır."  

Özetle, Barış Gönüllüleri, emperyalizmin ideolojisini, gönderildikleri ülkelerin insanları ile yakın ilişkiler kurarak, aile yapısının içine girerek yaymakla görevlendirilmişlerdir. Bu amacı gerçekleştirmek için, Barış Gönüllüleri, özel eğitimle yetiştirilmişler arasından seçilmişlerdir. Öyle ki, Türkiye'ye gelecek olanlara Türk gibi düşünme ve davranma, Hindistan’a gideceklere Hintli gibi Arjantin'e gideceklere Arjantin'li gibi davranma yetisi kazandırılmaya çalışılmıştır. Örneğin, köye giden bir görevli, yer sofrasında yemek yiyebiliyor, köylülerle köy meydanında sohbet ediyor, tarlada çalışıyordu. Böylece günlük yaşamı paylaşarak, kurulan sosyal ilişki içinde, yörenin sosyal yapısını, insanların tepkilerini saptadılar. Ve gerçeği göremeyen insanımızda da, "yahu bu insanlar bizimle kaynaşıyorlar, bunlar bizden biri gibi, Amerika bize yakın olabilir" imgesi yaratılmak istendi.

ABD, böylece eğitim ve kültür emperyalizmi'ni içimize girerek yürütmüştür.

Barış Gönüllüleri politikasının neden ve niçini John F.Kennedy’nin Michigan Üniversitesi'nde yaptığı şu konuşmasında açıklanmıştır:

    “Azgelişmiş ilkelere iktisadî, askerî ve kültürel yardımlar yapıyoruz. Bütçemizden büyük paralar harcıyoruz. Buna rağmen, dost ve müttefik ülkelerdeki halklar, Amerikalıları sevmiyor. Bunda, şüphesiz, milletimizi oralarda temsil eden, sivil - asker görevlilerin davranışlarının büyük etkisi olmaktadır. Çok kez, bu görevliler, bu ülkeler ve insanları hakkında, önceden hazırlanmadıkları, doğru ve sağlam bilgi sahibi bulunmadıkları için, yerli halkla aralarında çabucak çatışmalar oluyor. İnsanların dilleri, dinleri, gelenekleri, kültürleri bizlerinkinden farklıdır. Onlara saygılı olmak, bu farklılıkları öğrenmek, aslında Amerika'nın faydasınadır. Düşününüz, SSCB, hem bizim kadar para harcamıyor, yardım yapmıyor, hem de ilişki kurduğu ülkeler gençleri arasında bizden fazla sempati topluyor. Bu engeli yenmek, yardım ettiğimiz halklarda Amerikan halkına sevgi toplamak için, yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız vardır. Kuracağımız yeni bir örgüt ile bu görevi, kolej ve Üniversiteli gençlerimize vermek istiyoruz. Bu, aynı zamanda, sizlere yeni bir iş kapısının açılması demektir.” 35 

Başkan, "yardım edilen halklarda Amerikan halkına sevgi toplamak için... o insanlara dilleri, dinleri, gelenek ve kültürlerindeki farklılıklar bilinerek" yaklaşılmasını öneriyor. Böylece, Amerika'ya karşı duyulan olumsuz tepkinin giderilmesi amacı taşındığı anlaşılıyor.

Ancak barış gönüllüleri, bir ajan gibi çalıştıklarının saptanması sonunda, açığa çıkan gizli görevleri nedeniyle ülkelerine geri dönmüşlerdir. Ama barış gönüllüleri, çalıştıkları sürece verdikleri raporlarla, asıl görevlerini aksatmadan yapabildiler. Toplumun her kesimiyle ilgili bilgi ve belge toplayabildiler.

Ve ABD bu bilgileri, başka bilgi ve belgelerle, ilgili ülke uzmanlarının yardımıyla değerlendirmiş her ülke için geliştirdiği formülleri uygulamaya koymuştur.

Emperyalizm, içine girdiği toplumu her yönden denetimi altına almak istediğinden, değişik örgütlerle o toplumu etkilemeye ve bunun için de, toplumun eğilimlerini saptamaya önem verir. Örneğin, ünlü Ford Vakfı'nın, Türk bilim adamlarına değişik konularda anket yaptırdığı bilinmektedir. Bu anketlerde sorulan sorular, o toplum yapısını tanımaya ve emperyalizmin öngördüğü programların uygulanması için, veriler elde etmeye yarayacak yanıtlar sağlamak için hazırlanmıştır. Öyle ki, sorulara yanıt verilmemesi bile, toplumun o kesimine konulacak tanı için önemlidir.

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nde, kentlerde ve kırsal kesimde yapılacak nüfus planlaması için hazırlanan anket soruları, bu savımıza örnek olacak niteliktedir. Sorular, kentler için ayrı, kırsal kesim için ayrı içerikte hazırlandığı gibi, kadın ve erkekler için de ayrı ayrı içeriktedir. Ve o sorularla, Türk insanının sosyal anatomisi çıkarılmak istenmiştir. Kasaba ve köylerin sosyal yapıları kadar, kentlerin ve köylerin erkek ve kadınlarının sosyal ve ruhsal yapılarının da çözümlenmesine yarayacak sorular sorulmuştur. Bu sorulardan bir kısmı bizim sosyal ahlak ve inanç yapımız gereği yanıtlanamayacak niteliktedir. Özellikle kadınlara, köy kadınlarına sorulanlar, örneğin cinsel ilişki sırasındaki korunma yöntemleri arasında, "Erkeğin dışarı akıtması, geri çekme, Dışarı akıtmayı hiç duydunuz mu?.. Dışarı akıtma hakkında daha çok şey öğrenmek ister misiniz?" (Kadın İçin Soru: 173, Erkek İçin Soru: 181) gibi sorulara, kadınlarımızın yüzde doksanından yanıt alınamayacağı bilinmektedir. Ama bu soruların yanıtlarının alınamaması bile, o çevrenin sosyal ve o insanlar'ın ruhsal yapısının saptanması için önemlidir.

ABD bunları niçin yapıyor? Bizim için mi? Bu soruya "evet" yanıtı vermek, ABD'nin "çıkarlarından gayrı bir şey düşünmediğine" ilişkin kendi değer yargılarını yadsımak demektir.

ABD böylece, toplumun en küçük birimi olan ailenin sosyal yapısını ve bireylerin ruhsal niteliklerini saptayarak, toplum desteğini, bu en küçük birimden başlayarak ele geçirmeyi hedeflemiştir. Kendi etki alanındaki ulusları, böylece belli bir altyapı içinde tutabilmenin yollarından biri ve en önemlisidir bu yöntem.

ABD YARDIMI ve AHTAPOTUN KOLLARI

Yukarıdaki örnekler, ABD yardımının uygulama yöntemlerini sergilemektedir. ABD Savunma Bakanı Robert Mc. Namara'nın, 1967 yılında, Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmanın bir başka bölümü, az gelişmiş ülkeler askeri personelinin yetiştirilmesindeki amaç ve programı, ayrıntılarıyla sergilediği için çok ilginçtir.

Mc Namara bu konuşmasında; az gelişmiş ülkelerin yetenekli bularak, ABD'ye eğitilmeleri için seçip gönderdikleri subaylarla ilgili görüşlerini şöyle açıklar: "Birleşik Devletlerdeki ve yabancı ülkelerdeki askeri okullarımızda, eğitim merkezlerimizde eğittiğimiz subaylar, Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl düşündüklerini gayet iyi bilen kimseler olup, liderlik mevkiinde bulunmalarının ne kadar önemli olduğunu belirtmeye ayrıca gerek duymuyoruz." Bakan aynı espri ile sürdürdüğü konuşmasında, "ayrıca böyle kimselerden dost edinmenin değeri ölçülemeyecek kadar fazladır," 36  der.

Bu sözler, az gelişmiş ülkeler ordularında, Amerikan ideolojisine göre yetişmiş personelin, ayrıca ABD yetkilileriyle, dostluk ilişkileri içinde olduklarını da belirtmektedir. Böylece bu askerlerin ekonomik, sosyal ve siyasal eğilimleri, güçlü ve zayıf yönleri, belli olaylar karşısındaki tepkileri öğrenilir. Ve nerede, nasıl kullanılacakları saptanır. Bu askerler hazır kuvvet'tir artık. ABD'nin dostudurlar. Bu dostluğun bir diğer adı da, ya da az gelişmiş ülke için gerçek adı, satılmışlık ve işbirlikçiliktir.

Demek ki, ABD yardımının gerçek amacı, az gelişmiş ülke sorunlarının çözümüne yardım değildir. O ülkeyi, ekonomik yönden olduğu kadar, kendilerinin o ülkeye yolladıkları elemanlarla, ülke subaylarından ve sivil bürokratlarından eğitim için seçilerek ABD'ye yollanan ve Amerikan ideolojisine göre yetişmiş asker ve sivil önderlerle denetim altında tutmaktır.

Amerika bu formülü sadece Güney Amerika'da mı uyguluyor? Elbette hayır! Dünyanın neresinde Amerikan çıkarı varsa, orada aynı oyunlar oynanmakta, kadrolar ClA'nın yetiştirdiği bürokratlarla doldurulmaktadır. Ve Amerika, çıkarı olmayan yerde yoktur.

Amerika'nın bu uygulamayı Türkiye'de de yürüttüğü artık biliniyor. 12 Mart ve 12 Eylül'e varan gelişmelerde ülkücü komando adıyla olay çıkaranların nereden ve kimden güç aldıkları, ne kadar gizlense de anlaşılabilmektedir. Mc Namara'nın, yardımın amaçlarını sıralarken belirttiği ve kendilerinin yetiştirdiğini söylediği "yerli yarı-askeri güçler", Türkiye için ülkücü - komandolar olmalıdır. ABD yardım adıyla bir yandan toplum desteğini sağlarken, bir yandan da "yarı - askeri güçlerin" eğitimini yaptırmaktadır. Böylece, gençlik ve halk bölünmüş, ayrı kamplar yaratılmıştır.

İşte ABD yardımının sonuçları!..

Bugün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan gerçek şudur: ABD, yardım ettiği her ülkeye, bu arada elbet Türkiye'ye, kendi çıkarı için kendi ideolojisinin yayılması amacıyla gelmektedir. Evet, yardım sözcüğünün ardındaki gerçek, ABD'nin yardım adıyla yabancı ülkelere sızması, bu ülkelerin Silahlı Kuvvetlerinden başlayarak, halkın günlük yaşamı ve ekonomisine kadar, tüm yaşamını denetim altında tutması, dünyada Amerikan ideolojisini egemen kılma, çok uluslu şirketler eliyle az gelişmiş ülkeleri sömürme hırsının sonucudur.

Kendi ideolojisine karşı, yani emperyalizme ve sömürüye karşı olabilecek her türlü düşün ve eylemi ezmeyi Tanrısal bir görev sayan bu korkunç dev, yeni emperyalizmin temel ilkelerini 22 Mayıs 1947 tarihli Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Kanunu ile bize kabul ettirmiştir.

Bu Yasanın 3. maddesi incelendiğinde, her paragrafının "yardım" adı altında, ülkemizi ve halkımızı ahtapot'un kolları gibi sardığı anlaşılır. 37 

Böylece ABD, her ülkede, kredi vererek, şirketleri eliyle özel girişimleri destekleyerek; askeri yardım adı altında, az gelişmiş ülkelerin asker - sivil önderlerini kendi ideolojisine göre yetiştirerek, ekonomik yardım yoluyla ekonomik yaşama ve her türlü yollardan işçi kuruluşlarına sızarak tam bir egemenlik kurmuştur. Her noktada bulunan ABD, ideolojisini, girdiği topluma kabul ettirmeyi amaçlamakta, halkların uyanmasını bunun için istememektedir. ABD bu nedenle, her ileri ve halkçı eyleme, girişime, uluslararası komünizmin eylemi gözü ile bakar, baktırır ve dahası bunları ayaklanma sayar. Az gelişmiş ülke askerini, polisini ve öteki güvenlik görevlilerini, sivil bürokratını, bu ideoloji doğrultusunda politik bilinç vermek için eğitir.

Böylece toplum kendi özünden koparılmaktadır.

Yardımla gelen ABD, toplumu kendi değer yargılarına yabancılaştırıp toplumsal birliği parçalamakta ve sömürü düzenini sürdürmektedir.

Kaynak: M. Emin Değer - Oltadaki Balık Türkiye


 1  İlhan Selçuk, 26 Şubat 1964 günlü Cumhuriyet Gazetesindeki yazısında, Çokuluslu şirketlerin devletleri aşan politik etkinliklerine dikkat çekmekte ve özellikle petrol şirketlerinin başta geldiğini vurgulamaktadır. Selçuk, petrol şirketlerinden başta gelen 7sine 7 Kızkardeş adını takmış olup bunlar: Standart Oil Of New Jersey, Royal Dutch Shell, British Petroleum, Gulf Oil, Texas Co., Standart Oil Of California ve Socony-Mobil olarak sıralandırılmıştır. îlhan Selçuk, Arap Petrollerinin ardında da bu şirketlerin bulunduğunu, örneğin ARAMCO'nun bu 7 Kızkardeş'ten üçünün birleşerek kurduğu bir örgüt olduğunu yazmaktadır.
 2  Marksçı Leninci Felsefe Sözlüğü, s.223.
 3  Richard I. Barnet ve Ronald E. Müller, Evrensel Soygun, s.17/2.
 4  McGhee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, s. 32.
 5  Prof. Dr. T. Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye, s. 170-174.
 6  Milliyet Gazetesi, 19 Nisan 1979, Kasım Yargıcı'nın Londra'dan yolladığı haber.
 7  Mc Ghee, agy. s. 20.
 8  Bu konu aşağıda incelenecektir.
 9  Ovid Demaris, agy. s. 188.
 10  Harry Magdoff, agy. s. 156-157.
 11  Ovid Demaris. agy. s. 211.
 12  Ovid Demaris, agy. s. 211.
 13  Claude Julien , Amerikan İmpatorluğu, s. 195-196.
 14  Harry Magdoff, agy. s. 160.
 15  Hany Magdoff, agy s. 162.
 16  Hany Magdoff, agy s. 164.
 17  Attila İlhan, Batı'nın Deli Gömleği, s.95.81.
 18  Harry Magdoff, agy. s. 161.
 19  M. Fahri, agy. s. 331.
 20  M. Fahri, agy. s. 330.
 21  Cumhuriyet Gazetesi, 16.1.1966.
 22  Milliyet Gazetesi, 14.6.1964.
 23  Claude Julien, agy. s. 374.
 24  M.Şükrü Koç, Emperyalizm ve Eğitimde Yabancılaşma, s.165-166. 140
 25  M.Fahri, agy. s. 332.
 26  Sovyetlerin kredisiyle İskenderun Demir-Çelik Seydişehir Alüminyum kuruluşları ve Romanya'nın desteği ile Kırıkkale'de kurulan Ortaanadolu Petrol Rafinerisi bunlardandır.
 27  Thornburg Raporu'ndan başlayan etkileme, sözleşmelerle zorunlu uygulamaya dönüşmüştür.
 28  H. Magdoff, agy. s. 188.
 29  M.Fahri, agy. s.308-309
 30  Claude Julien agy S. 300 - 310.
 31  H.Magdoff. agy. s. 156.
 32  Thornburg Raporu yapıtın Ekler bölümündedir.
 33  Attila İlhan,Batı'nın Deli Gömleği s. 82.
 34  Prof. Türkkaya Ataöv, Amerika, NATO ve Türkiye,s. 236
 35  Şükrü Koç , Emperyalizm ve Eğitimde Yabancılaşma.
 36  Harry Magdoff, agy. s. 155.
 37  Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Sağlamak İçin Kanun (22 Mayıs 1947 Tarihli Kongre Kanunu)
YUNANİSTAN VE TÜRKİYE'YE YARDIM SAĞLAMAK İÇİN KANUN
(Kamu Kanunu 75-80 Kongre)
(Bölüm 81.1. Oturum)(S.938)
Madem ki Yunan ve Türk Hükümetleri, Birleşik Devletler Hükümetinden, Ulusal bütünlüklerini ve özgür uluslar olarak varlıklarını sürdürebilmek için gerekli malî ve diğer yardımları ivedi olarak istemişlerdir.
Mademki, bu ulusların, ulusal bütünlükleri ve varlıkları Birleşik Devletlerin ve bütün hürriyet sever halkların güvenliği bakımından önemli olup, şu sırada yardımın alınmasına bağlıdır;
Madem ki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, bir taraftan Yunanistan ve diğer taraftan Arnavutluk, Bulgaristan ve Yugoslavya sınırında hüküm süren çözümlenmemiş şartların ciddiyetini tesbit etmiş olup, olağanüstü durum karşısında, halen komisyonun yapmakta olduğu tahkikatın sonucu olarak meselenin bu safhasının bütün mes'uliyetini deruhte edebilecektir;
Mademki, Gıda ve Tarım Teşkilâtının Yunanistan'daki misyonu, Yunanistan'ın mali ve iktisadi yardım alması zorunluluğunu tesbit etmiş ve Yunanistan'ın uygun Birleşmiş Milletler teşekküllerinden ve Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık Hükümetlerinden yardım talep etmesini tavsiye etmiştir;
Madem ki, Yunanistan ve Türkiye'ye yardım sağlanması, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının amaç ve prensipleriyle ahenk halinde, hürriyete ve bütün Birleşmiş Milletler
üyelerinin bağımsızlığına katkıda bulunacaktır;
Madde: 1. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi'nin Senatosu ve Temsilciler Meclisi tarafından kamulaştırılmıştır ki, bir başka kanunun hükümleriyle çatışmadıkça, Cumhurbaşkanı, Birleşik Devletlerin çıkarlarına uygun mütalâa zamanlarda Yunanistan ve Türkiye'ye bu hükümetlerin talebi üzerine ve kendisinin tayin edeceği kayıt ve şartlarla yardımda bulunabilecektir.
2. Bu memleketlere borç verme, kredi, hibe ve diğer şekillerde mali yardımda bulunmak sureti ile.
1. Birleşik Devletler Hükümetinde görev alan şahısları bu memleketlere yardımda görevlendirilen personele uygulanacak değişik 25 Mayıs 1938 tarihli kanunun (52 stat 441) hükümleri, değişik şekliyle, bu paragrafta tayin edilen ilgili personele de uygulanabilecektir. Şu şartla ki, Federal Tahkikat Bürosunca (FBI) hakkında tahkikat yapılmamış hiç bir sivil personel, bu kanunun gayelerini tahakkuk ettirmek üzere Yunanistan ve Türkiye'de görevlendirilemez.
3. Birleşik Devletler Askeri Kuvvetlerine mensup sınırlı sayıda şahısları, sadece müşavir olarak, bu memleketlere yardımda görevlendirme; görevlendirilen personele uygulanacak, değişik 19 Mayıs 1926 tarihli kanunun (44. Stat 565) hükümleri, değişik şekliyle, bu paragrafta tayin edilen ilgili personele de uygulanabilecektir.
4. (A) mal, hizmet ve bilgileri, bu memleketlere transfer ederek ve imal edip veya başka bir şekilde tedarik edip transfer ederek, (B) bu memleketlerin personeline eğitim ve öğretim sağlamak sureti ile. (Yapıtın, metin bölümünde gösterilen ABD belgelerinde, açıkça belirtildiği gibi, az gelişmiş ülke insanlarının indoktrine edilmeleri -Amerikan ideolojisini benimsemeleri- ABD'nin önde gelen amacıdır. Personel eğitimi bu amaç için gerçekleştiriliyor.)
5. İdari masraflar ve bu kanunun hükümlerinin uygulanması dolayısıyle ortaya çıkacak personel tazminat masrafları da dahil, gerekli masrafları karşılamak ve ödemek
sureti ile (işte bu maddelerdeki hükme göre, bunun bedelini de o ülke öder),
Madde: 2 (a)- Madde 4 (a)'da belirtilen İmar Finansman Kurumu avanslarından meblağlar ve madde 4 (b) de verilmiş olan yetki sayesinde tahsisler, işbu kanunun
gayelerinden her hangi birisi için, Hükümetin herhangi bir dairesine, ajansına veya bağımsız kuruluşuna tahsis olunabilir. Bu şekilde tahsis edilen herhangi bir meblâğın avans olarak veya ödeme olarak kullanılması mümkün olacaktır ve daire, ajans veya bağımsız kuruluşun isteği üzerine, bu gaye için tahsis edilmiş veya mevcut uygun tahsislere fonlara veya hesaplara kredi açılabilecektir.
(b) İşbu kanun gereğince Türkiye'ye ve Yunanistan'a yardım sağlamak için Başkanın avans ödemeye ihtiyacı olursa (Peyment in advance) bu ödemeler, bahis konusu
memleketlerdeki bu gaye için açılmış hesaplara verilecektir. Kredi verilecektir.)
Bu hesaplardan temin olunacak meblağlar, bu ifadenin (a) fıkrasında öngörülen tahsislerde olduğu gibi, alman ödeme karşılığında yardımı temin edecek hükümet
dairelerince, ajanslarına bağımsız kredi olarak verilmesi sağlanacaktır. Böyle bir tahsisin ödeme olarak kullanılmayan kısmı, harcanana kadar elde tutulacaktır.
(c) (a) fıkrası veya (b) fıkrası altında bir tahsisin her hangi bir kısmı ödeme olarak kullanıldığı zaman, ödemenin miktarı, ödemenin alındığı mali yıl ve onu takibeden mali yıl içinde mukaveleler tanziminde veya diğer işlerde kullanılabilecektir. Herhangi bir daire, ajans veya bağımsız hükümet kuruluşu, 1. maddenin (4) (A) paragrafı uyarınca transfer edilen herhangi bir maddenin iadesinin lüzumsuz olduğuna karar verirse, onun ödenmesi zımmında alman meblağlar, muhtelif gelirler (receipts) olarak hazineye dahil edilecektir.
(d) (1). Maddenin (4) (A) paragrafı uyarınca Türk ve Yunan Hükümetlerine sağlanan herhangi mal ve hizmetler için İmar Finansman Kurumu tarafından avans olarak verilen veya (4) (b) maddenin kapsamı altında sağlanan meblağlardan ödeme yapılmazsa, Cumhurbaşkanı bu Hükümetlerden avans ödeme talep edebilecektir.
2. Hiçbir daire, ajans ve bağımsız hükümet kuruluşu 1. maddenin (a) ve (b) fıkraları kapsamına giren tahsislerden avans veya tediye almadıkça, bu maddenin (4) (A) paragrafı uyarınca ne Yunanistan'a ne de Türkiye'ye herhangi mal veya hizmet sağlayamıyacaktır.
Madde: 3-İşbu kanun uyarınca yardım alınmasına takaddüm eden bir şart olarak, yardım isteyen hükümet:
(a) Yardımın etkili şekilde ve yardım alan ülkelerin taahhütlerine uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını izlemek amacı ile Amerika Birleşik Devletleri memurlarının ülkeye serbestçe girişlerini; (b) Birleşik Devletler basın ve radyo temsilcilerinin bu tip yardımlarını kullanılması ile ilgili olarak serbestçe müşahadelerde bulunmasına ve kapsamlı malûmat vermesine müsaade etmeyi, (c) Birleşik Devletler Cumhurbaşkanının rızası olmaksızın, işbu konun uyarınca devredilen herhangi madde veya malumatın mülkiyet veya zilyedliğini devretmemeyi, ne de böyle bir müsaade olmaksızın, yardım alan hükümetin subayı, memuru veya görevlisi olmayan bir kimse tarafından, böyle herhangi bir maddeden faydalanılmasına veya böyle bir kimse tarafından durumların açıklanmasına müsaade etmemeyi; (d) Birleşik Devletler Cumhurbaşkanı tarafından, böyle herhangi bir maddeden faydalanılmasına müsaade etmemeyi; (d) Birleşik Devletler Cumhurbaşkanı tarafından telip edileceği üzere, işbu kanun uyarınca alınan herhangi mal, bir senet veya malûmatın güvenliği için gerekli hükümleri koymayı; (e) işbu kanun uyarınca borç, kredi hibe veya başka şekilde herhangi bir yardım faslından alınan parayı, başka bir yabancı hükümet tarafından kendisine verilmiş bulunan herhangi bir borcun ana parasını veya faizini ödemek için kullanmamayı; (f) işbu kanun uyarınca yardım alan ülkede, Birleşik devletlerin iktisadi yardımın amacı, kaynağı, karakteri, kapsamı, miktarı ve gelişmeleri hakkında ayrıca tam ve devamlı olarak bilgi vermeyi, kabul edecektir.
Madde: 4-(a) Başka bir kanun hükmü engel olmadığı takdirde, İmar Finansman Kurumu bu maddenin (b) fıkrası uyarınca bir tahsis yapılana kadar, işbu kanun hükümlerinin yürütülmesini sağlamak amacı ile, Cumhurbaşkanının tayin edeceği şekil ve miktarlarda ve toplamı 100.000.000 dolan geçmemek üzere avanslarda bulunmakla yetkilendirilmiş ve görevlendirilmiştir.
Madde: ^-Cumhurbaşkanı zaman zaman işbu kanun hükümlerinin yürütülmesi için gerekli ve uygun olabilecek kurallar koyabilir; ve işbu kanun uyarınca kendisine verilen kudret veya yetkileri kendisinin tayin edeceği bir daire, ajans, bağımsız kuruluş veya memurlar vasıtasıyla kullanabilir.
Cumhurbaşkanı, aşağıdaki şartlardan herhangi birini tahakkuku halinde, işbu kanunla
sağlanan yardımı kısmen veya tamamen geri almakla görevlidir.
(1) Halklarının çoğunluğunu temsil eden Yunan ve Türk hükümetleri tarafından talep vakî olursa.
(2) Güvenlik Konseyi veya Genel Kurul, Birleşmiş Milletler tarafından alman tedbirlerin veya sağlanan yardımının, işbu kanun uyarınca sağlanan yardımları gereksiz ve arzulanmayan bir hale getirdiğine karar verirse (ve Güvenlik Konseyinin bu kararı ile ilgili olarak Birleşik Devletler vetosunu kullanmaktan feragat ederse),
(3) Cumhurbaşkanı kanunun amaçlarından herhangi birinin, diğer herhangi bir hükümetlerarası kuruluş tarafından alınan tedbirlerle esaslı surette gerçekleştirildiğine veya kanunun amaçlarının tatminkâr bir şekilde gerçekleştirilmesine imkân olmadığına karar verirse,
(4) Cumhurbaşkanı 3. kısım uyarınca verilen garantilerden herhangi birini uygulanmadığına karar verirse (ABD Cumhurbaşkanının 1975 Şubat ayında konulan ambargonun kaldırılması ve Yardım'ın başlaması için, Kongreye üç ayda bir verdiği raporlar, bu hükme dayanmaktadır. Başkan yardım'ın amaca uygun kullanılmadığına karar vermiş, yardım kesilmiş, ambargo konulmuştur.),
Madde: 6-İşbu kanun uyarınca bir ülkeye yapılan yardım, daha önce Cumhurbaşkanınca sona erdirilmediği takdirde, Temsilciler Meclisi ve Senatonun alacakları benzer kararlarla sona erdirilebilir.
Madde: 7-Cumhurbaşkanı, işbu kanun uyarınca yardım alan Hükümetlerin bu fonları istimali dahil, masraf ve faaliyetler hakkında kongreye üç aylık raporlar sunacaktır.(Bu hüküm, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin ABD Başkanı ve Parlamentosu tarafından denetlenmesi anlamına değin, türlü biçimde yorumlanabilir.)
Madde: 8-İşbu kanun uyarınca yardım alan ülkeye gidecek misyon başkam senatonun tavsiyesi ve tasvibi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından tayin edilecek ve Cumhurbaşkanı tarafından istenildiği şekilde işbu kanunun yürütülmesi ile ilgili görevleri ifa edecektir.