1. yüz (Toplam 1 yüz)

Kemalizm, Ulusallık ve Ulusal Sol / Prof. Dr. Erol MANİSALI

İletiGönderilme zamanı: Pzr Eki 28, 2012 20:14
gönderen Oğuz Kağan
Kemalizm, Ulusallık ve Ulusal Sol

Kemalizm nedir? Bu sorunun cevabını verebilmek için soyut bir açıklamada bulunmaktan çok, bugün Türkiye’nin yaşadığı Batıya tek yanlı olarak bağlanma sürecinin somut örneklerinden yola çıkmak daha yerindedir. Çünkü Türkiye’nin Batıya bağlanma süreci, ülkemizde yıllardır halka çağdaşlaşma ve Atatürkçülüğün gereği olarak yutturulmak istenmektedir. Oysa Türkiye’nin bugün yaşadıklarını ancak tersinden okursak Atatürkçülüğün ne olduğunu kavrayabiliriz. Ya da başka bir ifadeyle bugün yaşadıklarımız Atatürkçülüğün ne olmadığının en net ifadesidir.

Özgürleşme Ya Da Çağdaşlaşma Adı Altında Sömürgeleşme

Türkiye özgürleşme adı altında sömürgeleştiriliyor. Özgürleşirken sömürgeleşmek veya özgürleşmek adı altında sömürgeleşmek sürecini yaşıyoruz. Türkiye’de bu süreci gizlemek için ilginç bir perdeleme yapılıyor. Aynı 19. yüzyılda Tanzimat döneminde olduğu gibi özünde Batı adına sağlanan imtiyazların Türk halkına, geniş kitlelere sağlanan haklar gibi sunulmasını yaşıyoruz. Türkiye’nin bugün aynen Osmanlı gibi Batı’nın içine alınmadan, sanki Batı’nın içine alınıyormuş gibi tek taraflı olarak Batı’ya bağlanmasını yaşıyoruz. Hatta öyle bir manzara söz konusudur ki, 1919’dan 1938’e kadar Kurtuluş Savaşı’nda Cumhurriyet’in ilk kuruluş yıllarında ve sanayileşmenin ilk adımlarının atıldığı yıllarda, Kemalizm adına öngörülen bütün iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel ögelerin tersine çevrilip, Batılılaşma adı altında, Batıcılık adı altında sömürgecilik altyapısıyla Türkiye’ye dayatılması söz konusudur. Çok açık bir biçimde Türkiye’nin özgürleşme aldatmacası ile sömürgeleştirildiğini, iktisadi boyutlarıyla, siyasi boyutlarıyla, sosyal boyutlarıyla, hatta askeri boyutlarıyla görebilmekteyiz.

Sömürgeleşmenin Boyutları

Somuta indirgediğimiz zaman sömürgeleştirmeyi bir kaç boyutta ele alabiliriz.

Sömürgeleşmenin bir iktisadi boyutu vardır. Türkiye’de çok uluslu şirketlerin egemen olması ve Türkiye ekonomisinin tek taraflı olarak dünya ekonomisine, daha doğrusu Batı kapitalizmine bağlanması iktisadi boyutun temel belirleyicisidir. Tek taraflı bağlanmayı sanki Türkiye ekonomisi Avrupa Birliği’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, Kanada’nın ekonomik yapısına benziyormuş gibi sunulması ve Türkiye’nin kaybeden tarafta olduğunun saklanması, Türkiye’de dar bir çevrenin Türkiye’yi Batı’ya tek yanlı olarak bağlamak için kullandığı bir vasıta haline gelmiştir.

İktisadi sömürgeleşmenin ilk sonucu yabancı şirketlere Türk pazarının açılmasıdır. Avrupa Birliği Türkiye’ye başka ülkelerin imzalamadığı anlaşmaları dayatmaktadır. Sürekli olarak Türkiye’nin AB içine alınacağı aldatmacası yapılarak, sanki Türkiye AB’nin içindeymiş, tam üyeymiş gibi AB’nin bizi zorunlu tuttuğu yükümlülükler, hükümetler tarafından TBMM’den geçirilmektedir. Dolayısıyla iktisadi olarak Türkiye sömürgeleştiririlirken, Türkiye AB’ye giriyor, Türkiye Batılılaşıyor, Türkiye dünya ekonomisiyle entegre oluyor, Türkiye piyasa ekonomisini uyguluyor aldatmacası yapılmaktadır.

Atatürkçülük adına yapılan uydurmalar, Atatürk’ün iktisadi politikalardaki tam bağımsızlık ilkesinin zıttı olan bir sömürge ekonomisini Batılılaşma adına ülkemize dayatmaktadır. Bu anlamda Atatürkçülüğün iktisadi boyutunu anlayabilmek için, bugünkü Türkiye’nin ekonomik sistemine bakmak ve Kemalizmin bugünkü sistemin tersi olduğunu saptamak yerindedir.

İkinci olarak işin siyasi boyutu vardır. Türkiye’de toplumsal demokrasinin çalıştırılması yerine, geniş halk kesimlerine iktisadi, siyasi, sosyal haklar getirecek uygulamalar yerine, işçi sendikalarının, çiftçi örgütlerinin, memur örgütlerinin, esnaf örgütlerinin geliştirilmesi yerine, sivil toplum örgütlerinin geliştirilmesi, toplumdan kopmuş bireysel hakların geliştirilmesi ve bireylerin Batı’daki güç odaklarına doğrudan doğruya bağlı hale getirilmesi yaşanmaktadır.

Siyasi olarak bir toplumun kalkınması demek, meclisiyle, siyasi partileriyle, işçi sendikalarıyla toplumsal bir demokrasinin uygulanması demektir. Bunun yerine Batı’nın Türkiye’ye dayattığı tek yanlı bağlanma sürecinde bireysel haklar veya sivil toplum örgütleri adı altında, Batı’dan para yardımı alarak, onların yönlendirmeleri doğrultusunda faaliyet gösteren kurumlar öne çıkarılmaktadır. Türkiye siyasi olarak da tek taraflı bağlanmakta ve özgürleşme adı altında sömürgeleştirilmektedir.

Üçüncü boyut sosyal boyuttur. Sosyal boyut aslında iktisadi ve siyasi boyutun bir türevidir. Onların bağlı değişkenidir. Sosyal boyutta toplumsal unsurlar ön plana çıkarılmamakta, örneğin geniş halk kitlelerinin, işçilerin, çalışanların Türkiye’deki ve dünyadaki pastadan aldıkları payın genişletilmesi için çalışmak yerine tamamen biçimsel ve göstermelik yönde faaliyetler uygulanmaktadır. Sosyal haklar, grev hakları kısıtlanmakta, benzer toplumsal haklar ve kazanımlar geri itilmektedir. Bireysel haklar adı altında bireylerin Türk toplumuna, ulusal bilince bağlı olarak gelişmesi yerine, dışarıdaki güç odaklarının siyasi, sosyal, iktisadi yönlendirmeleri doğrultusunda gelişmelerine olanak sağlayan faaliyetler yürütülmektedir.

Dördüncü boyutta kültür ve eğitim faaliyetleri yer almaktadır. Türkiye eğitim sistemini, kültür politikasını özgürleşme, dışa açılma adı altında sömürgeleşmeye bağımlı hale getirmektedir. Tek yanlı bağımlılığın en çarpıcı ve somut örneklerini eğitim alanında görmekteyiz. Ortaöğrenimde sömürgecilik, sömürgeci eğitim egemen olmaya başlamıştır. Yabancı dille eğitim veren devlet okulları ve özel okullar, okuttukları dilin ülkesinin eğitim bakanlıklarının temsilcisi konumuna gelmişlerdir. Aynı şekilde yüksek öğrenimde vakıf üniversitelerinin tamamen devlet denetiminden kopmuş bir şekilde 19. yüzyıldaki misyoner okullarına benzer bir şekilde faaliyet gösterdiklerini görüyoruz.

Eğitim ve kültür alanlarında bazı ülkelerle yapılan ikili anlaşmalar, uygar ülkelerin, bağımsız ülkelerin, çağdaş ülkelerin yapmayacağı türden ikili anlaşmalardır. Karşılıklılık ilkesini bozar bir şekilde, Türkiye’yi tek yanlı olarak bağlayan bir eğitim sistemi oluşturulmaktadır.

Bunun yanında kültürel alanda gayrimilli büyük sermaye çevrelerinin öngördüğü değerler sistemi içinde etkinlikler yürütülmektedir. Yayınlar, iletişim araçları, radyolar, gazeteler büyük sermayenin tekeline girmektedir. Bu büyük sermaye çevreleri de gayrimilli niteliklerinden, dışarıdaki güç odaklarına tek yanlı bağımlılıklarından dolayı tüm yayın, iletişim politikasını Batı’nın çıkarları doğrultusunda belirlemektedir. Böylelikle kültürel faaliyetler dışarıdaki güç odaklarının Türkiye içindeki bir aracı adeta Truva atı haline gelmektedir.

Kültür ve sanat faaliyetleri kamu, devlet, kurumsallık çizgisinden tamamen çıkarak büyük sermaye ve dış güç odaklarının hizmetine girmektedir.

Atatürkçülük Tam Bağımsızlıktır

Bugün Batılılaşma denen bu süreç halka çağdaşlaşma ve Atatürkçülüğün gereği olarak yansıtılmaktadır. Ancak gerçek Atatürkçülük tam da Osmanlı’nın sömürgeleşme sürecine karşı çıkmış bir tarihi hamledir.

Nedir Atatürkçülük? Bu soruyu tamamen somut düzlemde yanıtlamak yararlı olacaktır. Atatürkçülük tam bağımsızlık ilkesi çerçevesinde Türkiye’nin Batı’yla kurduğu tüm ilişkilerin tamamen karşılıklılık ilkesine bağlı kalarak kurulması demektir. Hukuki, iktisadi, siyasi... Kemalizm hiçbir şekilde tek yanlı bağımlılığı kabul etmez. Örneğin Gümrük Birliği tek yanlı bir belgedir. Bunu Atatürk imzalamazdı. Bu belge 1838 Baltalimanı Antlaşmasından daha ağır tek yanlı bir belgedir. Yine somut bir örnek; Atatürk bugünkü misyoner okullarına izin vermezdi.

Eğer bazı hükümetler, bazı bürokratik çevreler misyoner okullarını destekliyorsa, Gümrük Birliği’ni destekliyorsa bunlar Atatürkçü siyasetçiler, devlet adamları değillerdir.

Uluslararası ilişkilerde karşılıklılık ilkesine Atatürkçülük birinci dereceden önem verir. Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını koruyan bir denge içinde karşılarındakilerle olan ilişkilerini yürütür. Örneğin Fransa veya Almanya’yla eğitim konusunda bir anlaşmam varsa, onlara tanınan hakların eşit olanları bize de tanınmalı. Tek yanlı anlaşmalar imzalanmamalıdır.

Gayrı Milli Sermaye Atatürkçülüğe Düşmandır

Ulusal haklar her zaman belirleyicidir. Sadece eğitimde değil, uluslararası şirketlerle kurulan ilişkilerde, iktisat alanında, askeri alanda da bu ilke geçerlidir.

Bugün AB, Türkiye’ye askeri alanda da tutsaklığı dayatmakatadır. Siz bizim üyemiz değilsiniz o yüzden kuracağımız yeni Avrupa ordusuna askerini tek yanlı olarak bağlamalısınız demektedir.

Sistem bir bütündür. Dolayısıyla eğer Kemalizmden bahsedeceksek de bir bütün olarak bahsetmeliyiz. Askeri olarak, ekonomik olarak ve siyasi olarak tam bağımsızlık ve karşılıklılık ilkesi olmadan Kemalizmden bahsedilemez. Ancak bugün bütün bu alanlarda Türkiye, Atatürkçü politikanın zıttı olan bir şekilde tek yanlı bir bağımlılık mekanizmasına hapsedilmiştir.

Burada bir aldatmaca söz konusudur. Sahte bir Atatürkçülük tanımlaması söz konusudur. Bu tanımlamayı yapanlar gayri milli sermaye çevreleridir, tarikatlardır, Türkiye’yi bölmek isteyen çevrelerdir. Bunlar dışarıyla işbirliği yapmaktadır. Türkiye’de bir Truva Atı rolü oynamaktadırlar. Böyle bir sahtekarlığı Atatürkçülükmüş gibi sunarak 70 milyon insanı kandırmaya çalışmaktadırlar. Gerçek Atatürkçülükten iktisadi olarak ulusal çıkarların savunulduğu, siyasi alanda ulusal hakların savunulduğu, kültürel alanda ulusal kimliğin korunduğu bir sistem anlaşılır.

Türkiye özgürlük adı altında sömürgeleştiriliyor derken bunu Atatürkçülük adı altında sömürgeleştiriliyor da diyebiliriz. Bunu yapanlar Atatürkçülük’ü kendilerine göre tarif edip yozlaştıranlardır.

Altı Ok’un Çağdaş Yorumu

Kemalizm’den bahsedebilmek için mutlaka Altı Ok’tan bahsetmek gerekir. Tabii Atatürkçülüğün temel ilkelerini günümüze göre yorumlamak gerekir. Uygulamadaki bazı yönler günümüzün koşullarına göre düzenlenebilir.

Gelişen teknoloji ve üretim tarzına mutlaka ayak uydurmak gerekir ancak tüm bunlar karşılıklılık ilkesi terk edilmeden gerçekleştirilmelidir. Örneğin bugün Türkiye AB ilişkilerinde teknik meseleleri çözüyoruz diye, stratejik meselelerde Türkiye’nin ulusal çıkarları zedelenerek Türkiye sömürgeleştirilmektedir. Yazdığım yazılarda yaşananları şu başlıkla özetledim: Büyük siyasi sonuçlar doğuran teknik meseleler... Örneğin Avrupa Birliği müktesebatı yani mevzuat topluluğu, kanunları, yönetmelikleri teknik bir şeymiş gibi sunuluyor. Ancak AB müktesebatını yapanlar kimlerdir? Ve niçin yapmışlardır? AB’nin tam üyeleri kendi ortak iktisadi, siyasi, kültürel çıkarları doğrultusunda bu müktesebatı yapmışlardır. Bu tam üyeler AB müktesebatının yaratılmasına ve kabulune doğrudan doğruya katılmış ülkelerdir. Türkiye bu sürecin tamamen dışında bir üçüncü ülke konumundadır. Diyorlar ki Türkiye tam üye olmak istiyorsa AB müktesebatını kabul etsin. Türkiye’nin ise şöyle demesi gerekir “Eğer Türkiye’yi alacaklarsa AB’ye alsınlar, tam üyelikten sonra kademe kademe bu müktesebatı kabul ederiz.” Dışarıdayken müktesebatın kabulu demek, sen kuma olarak gel eve yerleş gibi sakat bir mantığın ürünüdür. Dolayısıyla medeni düşünenler medeni nikahın ne olduğunu da anlamak zorundadırlar. Türkiye’nin bugün AB’yle ilişkisi bir kumalık düzeni, bir tarikat düzeni, bir sömürgecilik düzeni çerçevesinde düzenlenmektedir. Kumalık tabii ki bir benzetmedir. Siyasi istismar ve tek yanlı bağımlılığı simgelemektedir. Bir kumayı aynen domates gibi para karşılığı satanlar, Türkiye’yi de kendi çıkarları için pazarlamaktadırlar.

Ulusal Sol ve Atatürkçülüğün Çağdaş Yorumu

Peki yeniden Atatürkçü bir Türkiye’yi kuracak olan toplumsal kesimler ve bu kesimleri bugün kucaklayacak siyasi çizgi nedir? Bu soruyu da Atatürkçülüğün geliştiği tarihsel süreci ve bugün Türkiye’de Kemalizmi yeniden iktidara taşıyacak toplumsal dinamikleri ele alarak yanıtlandırmak gerekmektedir.

1919 yılında Türkiye’de sanayi yoktu, işçi yoktu, işveren yoktu. Atatürk bunun için halkçılık ve cumhuriyetçilik kavramlarını öne çıkararak, din adamından esnafına, çiftçisine kadar herkesi arkasına alıp, halk kimliği içinde, halkçılık anlayışıyla bütünleştirdi.

Kuvayı Milliye’nin ortaya çıktığı yıllarda ne işçi, ne işveren sınıfı ne de keskin bir sınıfsallık söz konusu değildi. Halkçılık bu anlamda o günün gerekleri içinde hem siyasi hem de iktisadi bir sonuç ve gereklilikti. Ama bugün Türkiye’de farklı bir toplumsal yapı söz konusudur.

Bugün Atatürkçülüğün halkçı ve ulusçu sisteminin yerine Batı’yla bütünleşmiş yapının elitlerinin egemenliği söz konusudur. Batı’ya tek yanlı olarak bağlılığın sonuçlarına karşı ulusal tavır alacak toplumsal kesimleri ve sınıfları yeniden Kemalist uyanış için kucaklamak şarttır.

Bugün Türkiye’de Batı’ya bağımlı egemen elit ve gayri milli sermaye kesimleri bir tarafta yer almaktadır. Diğer yanda ulusal ve Kemalist reflekse sahip çıkabilecek milyonlarca sendikalı işçi vardır. Bugün yeniden Kuvayı Milliye anlayışının ve Atatürkçülüğün en başta ulusal sol anlayışı içinde birleşecek işçiler ve sendikalar temelinde inşa edilmesi gereklidir. Aynen Brezilya örneğinde olduğu gibi. Bugün Brezilya’da bir sendika önderi olan Lula kendi partisini kurmuş ve devlet başkanı olabilmiştir. IMF ve ABD politikalarına karşı ulusal tepkiyi sol bir parti ve programla dile getirmektedir. Dolayısıyla daha somut düzleme siyasi örgütlenmeye indiğimiz zaman Türkiye’nin bugünkü gelişmişlik düzeyinde işçi sendikalarına, çiftçi örgütlerine, esnaf örgütlerine, memur sendikalarına dayanan, işçi-memur-çiftçi olgularının ağırlık taşıdığı bir ulusal sol ve Kemalizm anlayışı gerçekleştirilmelidir. Bu anlamıyla son yıllarda olgunlaşan ulusal sol anlayış Kemalizmin çağdaş yorumuyla örtüşmektedir.

Prof. Dr. Erol MANİSALI

Re: Kemalizm, Ulusallık ve Ulusal Sol / Prof. Dr. Erol MANİSALI

İletiGönderilme zamanı: Cum Ara 06, 2013 18:36
gönderen r59
Sömürge Devletlerin Dünya üzerinde Listesi uzun Zengin ile Fakir arasında ki uçurum korkunç Boyutlar'da. Sömürge olan Devletlerin hiçbiri Tambağımsız olamaz ilk önce Ekonomik Refaha erişmesi lazım Borçlu olmacak bu Rantçı kapitalist Faiz Düzeni Çok Uluslu Şirketlere çok zaman yaradı şimdi kendileri tasfiye olmaya başlıyor..

Yeni Dünya Düzenin'de ayakta kalmak istiyorsa Türkiye Müslüman Devlet olarak TURANI gerçekleştirecek başka alternatifi yok Avrupa Birliği kurulması zaten Üye Devletleri yeni Para Birimi Avro ile Borçlandırmaya yönelik bir Starteji burada Küreselcilerin Avı olmaktan kurtulup kendi Öz Kültür ve Tarihimizin derinliklerine inip Stretejiler belirlenmeli.


:alkolik: