1. yüz (Toplam 1 yüz)

Atatürkçülük Üzerine / Yekta Güngör ÖZDEN

İletiGönderilme zamanı: Prş Kas 01, 2012 14:59
gönderen Oğuz Kağan
Atatürkçülük Üzerine

Atatürkçülük üzerine çok yazdım, söyledim. Bu kez değişik biçimde değinmek istedim. Aslında ne kadar yazılıp söylense azdır.

Anlaşmasını, birleşmesini, dayanışmasını bilmeyen Atatürkçülerin Cumhuriyet’imizi yüzyıl yaşatacaklarından kuşku duyduğumu söylersem kimse beni ayıplamasın. Son yıllarda, üstelik seçimle geldiğim görevlerde özverilerle sürdürdüğüm tüm çabalarıma karşın bir türlü sonuç alamamamın kırgınlığıyla değil, içtenlikli bir kanı olarak açıklıyorum. Bencillik, tembellik, korkaklık, aymazlık, çıkarcılık hatta sapkınlık denilebilecek olumsuzluklar sergileyerek karşıdevrimcilerin güçlenmesine neden olmaları sanırım beni doğrulamaktadır. Yalnızca rozet takarak, nutuk atarak, resim asarak Atatürkçü olduğunu sanan sahte Atatürkçüleri; Atatürkçü görünerek Atatürkçülere zarar veren amaçlı kimseleri; açıktan ve doğrudan Atatürk düşmanlığı yapan bağnaz, yobaz, ikiyüzlü, dönek, nankör, bilgisiz, bağımlı, uydu-uşak yaradılışlı kiralık ve satılıkları; gerici ve şeriatçıları; Tanzimat, Mütareke kafalı mandacıları; İkinci Cumhuriyetçi siyaset palyaçosu medya militanlarını; kişisel bozuklukları belirgin, terbiye yoksunu şakşakçıları; soyguncu, hortumcu, rüşvetçi, hırsız, ahlaksızları; düşünce ve inanç sömürücüsü bölücü ve yıkıcıları; sakıncalı tutumlarla demokrasiyi yozlaştıran kopyacıları, saldırganları bir yana kendi durum ve tutumlarıyla başbaşa bırakmak gerekir. Bunların düzelmesi olasılığından söz edilemez. Kendi görüşleri ve amaçları yönünde her şeyi geçerli, bunlara ters düşenlere aykırı bulup kişiliklere onura saldırırlar. Çekinmeden de demokrat ve ilerici geçinirler. Bu sayrılı tipleri tanımayan yok gibidir. Kurtuluş ve Kuruluş bilgileri yanında insanlık ve yurttaşlık bilinçleri de yoktur. Hangi koşullarda, nereden nereye, nasıl geldiğimizi unutmuşlardır. Bunlar için tam bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin hiçbir önemi yoktur. Yaşanılan kötülükleri, çekilen acıları kavrama yeteneklerini yitirmişlerdir. Uluslararası ilişkileri ve olayları gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirip gelecekte nelerle karşılaşılabileceğini kestirmekten kaçınırlar. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıpratıp yıkmak başlıca amaçlarıdır. Varlık nedenleri ilkeleri, ulusal değerlerini canlarını adayarak savunacak yurtseverlerin tepkilerini önleyip bastırmak için ABD ve AB desteğine gereksinim duyduklarından, aşağılanmaya, dışlanmaya, avutulup oyalanmaya aldırmadan, el-etek öperek onlara sığınırlar. Tarihi ve gerçekleri utanmadan yadsırlar. Bunların hiçbir önemi olmadığını, en büyük yargıç tarihin yargısının büyük bir yansızlıkla her şeyi belirleyeceğini yinelemek yeter.

Düşündürücü ve üzücü olan, “Atatürkçü geçinenler” de değildir. Bunların iplikleri de pazara çıkmıştır. 12 Eylül 1980’den bu yana yaşananlar, yıkılanlar, yitirilenler, sarsılanlar, bozulanlar, değişenler, küçülenler ortadadır. Atatürk’ün Vasiyeti bile göz ardı edilebilmiştir. Çığırtkanlar ve goygoycuların, maskara ve madrabazların kışkırtmalarına kapılarak neden olunan kötülükler, siyasal iktidarların yavanlıkları ve yüzeysellikleri, partizanlık ve ödünleriyle birbirini izleyen olumsuzluklar ulusal yapının her alanında büyük gedikler açmıştır.

Başkent’te etnik terör yandaşları karanlık yüzlerini, kanlı dişlerini göstermeye, kökten dinci teröristler ülkenin her yanında eylemlerini sürdürme çabalarını sürdürmeye kararlı olduklarını açıklayabilmekte, kimi komşularımızla sözde dostların Lozan’ı geçersiz kılıp Sevr’i daha kapsamlı biçimde gerçekleştirme çabaları her gün yeni bir boyutla gündeme getirilebilmektedir. Hiçbir tartışmaya girişilmeden, hiçbir doğru anlatılmadan, hiçbir gerçek belirtilmeden, AB’nin oyalayarak istediği her ödün verilerek AB’ye girmek için “Kopenhag kriterleri ile birebir örtüşerek içerikte uyum yasalarının çıkarılması” gazete duyurularıyla önerilebilmektedir. Daha AB’nin ne olduğu, ne getirip götüreceği halka iyice anlatılmadan. Önce karşı olanların şimdi körü körüne yandaş olmasının nedenleri araştırılmadan. AB’ye uyum için çırpınanların ülke içinde ayrılık ve çelişkilerini çekinmeden sürdürdüklerine, tarikatçı kadrolaşmaya, nice antidemokratik kurala dayanmaya, bunları yenilerine eklemeye çalıştıklarına bakmadan.

Tüm bunların nedeni, Atatürkçülerin dağınıklığı, birbirlerine kişisel ve duygusal karşıtlıkları, başlangıçta özetle belirtmeye çalıştığım davranışlarıdır. Bu duruma güvenen, hatta dayanan karşıdevrimciler takiyye yöntemiyle, kimi zaman kabadayılık ve külhanbeylikle yol almaktadır. Kimi usta ve uzman sanılanlar da zamansız, anlamsız sormacalarla, amaçlı sayılacak yanıltıcı sorularla gerçekleri tersine çevirme, iyilikleri kullanarak kötülükleri benimsetme yarışına katılmışlardır. Güvenilmezlik kanıtı bu çabalar kişileri daha iyi tanıtmaktadır.

Eğitimdeki yanlışlıklar, amaçlı uygulamalar gerçeklerin öğrenilip benimsenmesinin önündeki en etkin engeldir. Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri konusundaki tutum en iyi örnektir. Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni okumamış, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını bilmeyen yüksek öğretim son sınıf öğrencileri vardır. “İnanıyorum o halde varım”dan “Düşünüyorum o halde varım” düzeyine çıkarılmanın önemini tartışamayan üniversite bitirenler vardır. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu bir toplumdan, ümmetten ulusa gelmeyi değerlendiremeyen, yurttaşlık kimliğini anlamak istemeyen, tebaa ile onur ve erdem sayılan hakları, özgürlükleriyle kişilikli ve nitelikli birey durumuna yükselmeyi değerlendiremeyen yurttaş vardır. Kimi Atatürkçü tanınan da, genelde alışılmış, geleneksel, yöresel başörtüsü adıyla ve “türban” yalanıyla yaygınlaştırılmak istenen siyasal islamın belirtisi sıkma başı yükseköğrenim kurumlarında açıkça yasaklayan Anayasa Mahkemesi’nin 1989 yılındaki iptal kararını, bunu yineleyen 1991 yılındaki yorumlu red kararını, Danıştay’ın bu doğrultudaki kararlarını unutarak ya da küçümseyerek “...bu konuda yargı organlarımızdan çıkan kararlar da maalesef tartışma götürür kararlardı” diye yazmaktadır.

Kısaca değinmekte yarar bulduğum kimi kavramlar, kurumlar, ilkeler ve değerler için yapacağım vurgulamalar bir yineleme olabilir. Büyük bir kesiminin terör aygıtı gibi çalıştığını, ulusalcı olmadan ulusal olmayacağını söylediğim medyanın çirkin saldırıları nedeniyle bunları bir kez daha yazıyorum. Özetle ve içtenlikle.

Mustafa Kemal Atatürk, sömürgeci ve yayılmacı güçlerle dinci ve baskıcı kişisel yönetimden yurdumuzu ve ulusu kurtaran, Osmanlı ile hiçbir ilgisi bulunmayan, demokrasi amaçlı, her yönden yepyeni laik Cumhuriyet’i kuran, ulusal değerlerimizle varlıklarımızın simgesi, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiye’miz ile özdeşleşerek kurumlaşan bir ilkeler anıtıdır. Türk Mucizesi’nin yaratıcısı, ilkelerinin temelinde gerçekleştirdiği Türk Devrimi’nin unutulmaz önderidir. Müdafaa-i Hukuk ruhunun, Kuva-yı Milliye ateşinin özüdür. Tam bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin, aydınlanmanın savaşçısı ve öncüsüdür. Eşsiz komutanlığı, her alana el atan yetkin devlet adamlığı, örnek insanlığıyla evrensel bir kişidir. “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişini kıvançla söyleyecek herkesin kendisine bağlılıkla övünebileceği en büyük, en gerçekçi, en çağdaş Türk milliyetçisidir. Yabancıları Anadolu topraklarından kovup kutsal bilinen topraklara sokmamakla yalnız Anadolu Müslümanları’na değil, dünya Müslümanları’na en büyük iyiliği yapmış, namusumuzu ve onurumuzu kazandırmış bir ölümsüzdür. Bağımsızlık demektir, özgürlük demektir, ulusal egemenlik demektir, aydınlanma demektir, onur demektir, erdem demektir, ahlak demektir, adalet demektir, demokrasi demektir, Türkiye demektir.

Atatürkçü, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdikleriyle amaçlayıp önerdiklerine sahip çıkan, bunları güncelleştirip yenileyerek, özünü koruyarak güçlendirip ve yaygınlaştırmayı görev bilen ilerici, demokrat, nitelikli, bilgili, bilinçli, onurlu, dürüst, çalışkan, insancıl, sevecen, kişilikli, özverili, yürekli, çağdaş, yurtseverdir. Kemalizm, Atatürkçülük bir dogma değildir. Türkiye’ye özgü, kendini yenileyen çağdaş bir öğretidir. Kemalistleri/Atatürkçüleri 1930’larda kalmakla suçlayanlar, 1950’den sonraki yöneticileri bırakıp Atatürk’ü ve İsmet İnönü’yü suçlayanlar 1919 ve sonrasını unutanlarla unutturmak isteyenlerdir. O altın yılların coşkusunu, devingenliğini, saygınlığını, devrimciliğini, ilkeliliğini, başarılarını bunlar karşısında gözleri kamaştığından göremeyenlerdir. Güçlükler, yoksunluklar, isyanlar ve ihanetler göğüslenerek girişilen bir ölüm-kalım savaşının kazanılmasıyla yoktan var edilen bir ulusal yapının değerini bilmeyen zavallılardır. 1930’larla 2000’lerin ayrılığını, koşullarındaki özellikleri akıl taşıyan herkes bilir. Atatürk ilkelerinin ruhu, özü, anlam ve amacı korunup onlara bağlı kalınarak, o soylu anlayış ve yurtseverlikle bugünün koşullarını gözeterek sorunları çözümlemek gerçek Atatürkçünün görevidir.

Gerçek Atatürkçünün eylemiyle söylemi birdir. Büyüklenmez. Kimseyi küçük görmez. Yalandan tiksinir. Kavga ve kargaşa istemez. Tartışarak, çalışarak, güven verip inandırarak sonuç almaya çalışır. Kimsenin değil, ilkelerin adamıdır. Yağmaya, kıyıma, gereksiz ve zamansız özelleştirmeye, bağımlılığa karşıdır. İşbirlikçilerle birlikte olamaz. Yeni kapitülasyon nitelikli tahkime, yabancı sermayeye ayrıcalıklara, kamusal değerlerin ve alanların talanına olur veremez. Düzenli, disiplinli, gerçekçi, özverili, çalışkan ve örnek kişidir. Bozguncu, kilitçi, hizipçi, şarlatan, uyumsuz kimseler ona asla yanaşamazlar. Yaranma çabasına girmez, ödül ve armağan beklemez, çıkar gözetmez. Ödüncü değildir. Arsızlarla yüzsüzler, gösterişçilerle kuklalar ondan hoşlanmazlar.

Gerçek Atatürkçüleri sahteleriyle birlikte gösterip suçlayan, karalayıp kötüleyen dönek, saplantılı ve sapkın kimileri de Atatürk düşmanıdır. Karanlık ve karışık kimileri sızamadıkları, barınamadıkları yerlere, yüz vermeyen Atatürkçülere değişik biçimlerde saldırmayı beceri saymaktadır. Kiralık ve satılık kimilerine araç olanlar, o kapı bu kapı dolaştıktan sonra kendine sahne hazırlayanlar kendilerini bir şey sanarak ya da göstererek gezinmektedir. Gerçek Atatürkçü, gençlik taslamaz. Yaşı ne olursa olsun gençtir. İlkelerini özümseyen, aykırı davranışlardan kurtulamayan, yurttaş olamamış, dalkavuk yapılı, ulusallık karşıtları asla Atatürkçü olamaz. Niteliksiz, düzeysiz, kişiliksiz kişi Atatürkçü olamaz. Atatürkçü olmak bir onur işidir. Bu onuru her baş, her omuz, her yürek taşıyamaz.

Günümüzün laik Cumhuriyet düzeni için başlıca tehlikesi, tehdidi, krizi olan iktidara yaranma çabalarıyla kararıp küçülenler artmaktadır. Kimi üniversitelerde, kimi yargı yerlerinde, kimi yönetim birimlerinde ve yasama organında, en başta özellikle yerleştirilip beslenerek çöreklendikleri kimi medya kuruluşlarında yakınma konusu ayrılıklar, karşıtlıklar, görevleri kötüye kullanma anlamında çirkinlikler duyulmakta, izlenmektedir. Bunlar acı veren çirkin belirtilerdir. Ayrıca her “Atatürkçüyüm” diyen gerçekten Atatürkçü olsaydı bu durumlara düşmeyeceğimiz de doğrulanan bir toplum gerçeğidir. Yapay Atatürkçüler, Atatürkçünün Atatürkçüye saldırmayacağını, Atatürkçünün Atatürkçüyü karalamayacağını, engellemeyeceğini bilmez. Ama ortada o kadar çok Vahdettin, Ali Galip, Ali Kemal, Damat Ferit, Derviş Vahdetî, Şeyh Sait, Fethullah var ki.

Bir de “Atatürkçü olmamak”la övünen bağnaz, yobaz sakatlar var. Atatürkçü olmanın ne anlama geldiğini yukarda belirtmiştim. Bunlara karşı olanlar insan olabilir mi ki inançlı olsun? Yurttaş olabilir mi ki seçkin, saygın ve nitelikli olsun? Atatürk karşıtı olmakla övünenler de bunlar gibidir. Ben, Atatürkçü olmakla her zaman övünüyorum. Her an daha iyi, daha gerçekçi Atatürkçü niteliğimi dokumak, güçlendirmek, artırmak istiyorum. Bana göre Atatürkçü olmak, yazımda hemen değindiğim nitelikleri taşımak, ilkeleri savunmak yanında özellikle Türkiye’miz bağlamında yurttaş ve adam olmaktır. Hem de her yönden ve gerçekten. Hiçbir ulusallığı olmayan yaklaşımları “milli görüş” sanıp benimseyenlerin kavramın sözlük anlamından yaşamsal durumuna, yandaşlarına değin bir kez daha düşünmesini salık veririm. Atatürkçülükte ulusalcılık belirgin ıra(karakter)dır. Ulusal çıkarlarımızı, ulusal güvenliği, geleceği düşünmeden, körü körüne, üstelik ödünler vererek AB’ye girmeye çabalayanlar da düşünmelidir. Eşit konumda, yaraşır biçimde AB’ye girmeye, insan hakları ve özgürlükler konusunda güzellikler yaşamaya, teknolojik gelişmelerden yararlanmaya kim karşı çıkar? Karşı çıkılan, sömürülmektir, aşağılanmaktır, bölünmek ve esir edilmektir, bağımlı olmaktır. Onursuz kalmaktır. Ulusun eşit öğelerinden Kürt kökenli yurttaşlarımızı azınlık saymak, bu yolda kışkırtmak olası Kürt devleti için alt yapı hazırlamaktır. Ulusal değerlerimize saldırmak başta silahlı kuvvetlerimiz olmak üzere laik Cumhuriyet bekçilerini yıpratmak ve dışlamaktır.

Kötülükleri, sakıncaları, olumsuzlukları kınamayanlar, bunlarla birlikte olanlar, destekleyenler ve pisliklerden yararlananlardır. Kimi maşalardır. Kimi kuyruklardır. İnsanlıktan, dostluktan, adamlıktan anlayan patron buyruğundaki mafyalaşmış tiynetsizlerdir. Kullananlar, en az kullandıkları kadar iğrençtir. Dışardan düşmana gerek olmadığı da savlanabilir. Teslimiyetçi, ver kurtulcu, kapkaççı, lopçu, kural tanımaz, ahlak dışı yaşamları eleştirilen yalancı yazar ve sözcülerin sayrılıkları, delilikleri, zorbalıkları çok kimseyi tiksindirmektedir. İlgili konularda bunların yaptığını Yunanlı, Rum ya da bilinen bir Türk düşmanı yapmamaktadır. Aykırılıkları gidermek, kötülükleri önlemek için uyaracak, önerecek, düzeltmek için çalışacak yerde yıkmak ve yok etmek için bu ölçüde devletine, ülkesine, ulusuna düşman olan kimselere başka yerlerde güç rastlanır. Bunlar elbet Atatürk’ü ve Atatürkçüyü sevmez. Sevmeleri çelişki olur, Atatürkçüyü üzer. Bunlar, ABD’yi, AB’yi, Yunanistan’ı, Kıbrıs Rum kesimini düşündükleri kadar Türkiye’yi düşünmezler. Tehlikeli ve sakıncalı tutumları bilinen bir imamı tutarlar, bilim adamını tutmazlar. Apo’yu severler, Atatürk’ü sevmezler. Okuduklarını anlamayan kötü amaçlılar haklı tepkileri ve uyarıları “Saddamcılıkla” suçlayıp kendilerine yaraşır yalanlarla Atatürkçüleri gözden düşürmeye uğraşırlar. Bunca çabaları Atatürkçülerin ne ölçüde haklı, yararlı ve güçlü olduğunun, etkin bilindiğinin kanıtıdır.

Örtünmeyle Türkiye gündemini değiştirme, ulusu avutup oyalama oyununa eşlik edenler, araç olanlar Atatürkçülüğü ağızlarına alamazlar. Kendini Atatürkçü bilen ve gerçekten bu onuru taşıyanlar da Atatürkçülüğü tekellerine almazlar. Tersine çıkışlar, Atatürk karşıtlığının bir başka yöntemidir. Atatürkçü, Atatürkçülüğü benimseyenin, özümseyenin artmasını ister. Donup kalmak gibi azalıp kapanmaya da karşıdır. Atatürkçü çoğaldıkça mutlu olur, sevinir. Susarak ya da başka biçimde karşıdevrime olur verenler, utançlarını Atatürkçüleri suçlayıp kendilerinin de Atatürkçü olduğunu söyleyerek hafifletip saklamak isterler. Atatürkçü, Atatürk’e yaraşır olmak çabasıyla onu geçercesine çalışıp ilkelerini savunup koruyandır. Atatürk’ü anlayıp anlatan, tanıyıp tanıtandır. Tabulaştırma ve tapma yakıştırmalarıyla hiçbir ilgisi olmayan, aklıyla vicdanıyla doğruları bulup paylaşan katılımcı, uygar kişidir. Akılla inancı, gerçekle varsayımı, bilimle dini ayıran atılımcıdır. Dinlerin olduğu yerde bulunan; din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi; demokrasinin, bağımsızlığın, insanlığın kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı; eşitlik ve bilimselliğin, kardeşlik ve dostluğun iklimi laikliği savunarak inanç sömürüsünü önler. Tüm sömürülere ve terörün hangi nedenle olursa olsun her türüne karşı çıkar. Bilir ve unutmaz ki Atatürkçülük bayrağı ancak gerçek Atatürkçülerin elinde dalgalanıp yükselir. Yalancıların ve yabancıların elinde değil, yabancılaşanların elinde değil.

Son zamanlarda Kemalizm/Atatürkçülük karşıtlarının us dışı görüşler ileri sürmesi bir rastlantı değildir. Dıştan kuşatma ve çevirmenin içten yıkma çabalarıyla birleşmesi Osmanlı’nın son yıllarında da görülmüştü. Arap, Ermeni, Rumlardan Türk düşmanı olanlarla Avrupalı karşıtlarımız içimizdeki sapkınlarla birleşerek başlattıkları saldırıyı geliştirirler. Önceleri nerede oldukları, ne oldukları bilinen kökten dinci, ırkçı-faşist ve kimi Maocu komünistlerin Atatürk düşmanlığı Türkiye’nin toplumsal dayanağını ortadan kaldırma amacına bağlıdır. Kökten dinci bir yayın organında hıncını ve hırsını kolayca açıklayan yabancının çalışması bundandır. Atatürk ve Kemalizm sözcüklerinin, kavram ve kurum olarak anlamlarının değiştirilmesi önerileri bundandır. Dünyanın tanınmış asker, sivil kişilerinin övdüğü Atatürk’ten gocunanların saçmalıkları bundandır. Kimileri de “Atatürk sömürüsü”nden söz ederek her gün andığımız, aradığımız, özlediğimiz Atatürk’e bağlılığı kıskanır ya da kendince tehlikeli bulur. Atatürk’ü sömürerek bir yere gelene, bir varlık edinene, herhangi bir şey kazanana rastlamadım. Tersine, ülkemizin ortamında Atatürkçü olduğu için bir çok şey yitirenlere rastladım. İnanç-din sömürüsü yapanlara, halkı aldatıp kandıranlara, soyanlara bir şey söylemeyenlerin tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma doğrultusunda Atatürk’e bağlılığını ve ilgisini açıklayanlara sataşması bir başka çelişkidir.

Anayasa değişikliği çabaları, Türk Ceza Yasası’nın değişiklik tasarısı, İş Yasası, Birleşmiş Milletler’in Siyasi ve Medeni Haklar ile Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmelerinin içeriği, Başbakan’ın bürokrasi yakınmaları göz ardı edilmektedir. Gerçekte, hukuk tanımazlıklarını açıklamaktadırlar. Bağlılık andı içtikleri Anayasa’yı kendi amaç ve açılımlarına uygun duruma getirmek istedikleri, ayrılıklarını uygun bulmayan hukuka karşı oldukları bellidir. Ustaları zamanında sık sık açıklanan “Herkese kendi hukuku” aymazlığını cemaat düzeniyle gerçekleştirmeye koyulmuşlardır. Değiştirilmesini bile öneremeyecekleri laiklik konusundaki tutarsızlıkları, kavgaları başka anlam taşımamaktadır. Kökten dinci terörün kıyıma dönüşen saldırıları, cinayetleri gözetilerek Turgut Özal’ın kaldırttığı Türk Ceza Yasası’nın 163. Maddesi’ni inanç sömürüsünü önlemek, inancı güvenceye almak için yeniden getirmeleri daha olumlu karşılanır. Oysa iktidar hepsini bırakmış, muvafakat partisi durumuna geçen sözde muhalefeti büsbütün silmeye, sindirmeye koyulmuştur.

Kim Atatürkçülükten, laiklikten ne zarar görmüştür? Anlamak olanaksızdır. Atatürkçülüğü laikliğe indirgemek eleştirisi de yanlıştır. Atatürkçülük bir tümdür. İlkelerin hiçbiri birbirinden ayrılmaz. Ayrı ayrı önemleri birinin öbürüne üstünlüğü değildir. 1950’den sonra özellikle laiklik konusunda ödünler verilip toplumsal barış sarsıldığından, olumsuzluklar bu alanda izlendiğinden laiklik konusu daha fazla konuşulup yazılmıştır. Zaman zaman değişen durumlara, saptanan olaylara göre ilkelerin daha çok ve daha sık tartışılması doğaldır. Asıl sorumluluk, Atatürk’ün “Kimsesizlerin kimsesi -En büyük Türk Devrimi- Erdem- Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür- Demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adıdır” dediği Cumhuriyet’in 1950 sonrası siyasetinin yozlaşması nedeniyle amacına ulaşmamasına neden olanlardadır. Kusur ya da suç Cumhuriyet’te, Atatürk’te, Atatürkçülükte değil, bunlara yaraşır olmayan yöneticilerdedir.

Kökü ve kaynağı belli günümüzün iktidarı “Hükümet olsalar da iktidar olamadıklarından yakınıyor. Öğrencileri “Lekeli” diyerek suçlayıp (kendisine ne demeli?) yaptıklarını unutan ve unutmak isteyen, tesettür defileleriyle yapay törenler arasında mekik dokuyan, sözde dinsel gerekleri uygulama görüntüsü altında şeriat özlemlerini yansıtan baylara ve bayanlara söylenecek çok söz vardır. Devlet adamı olmak için de önce adam olmak gerekir sözümü bir kez daha tüm ilgililer için yineliyorum. Yalakalığa soyunan kimi medya ilgililerinin kışkırtmasıyla “gaza gelen” iktidar başının buraya yaraşır olup olmadığı, hangi suçlardan sanık tutulduğu, özlediği iktidarın dikensiz gül bahçesi nitelikli, yetersiz bilgi ve eğitimiyle yerleştirmeye çalıştığı gerici bir düzen olduğu iyi bilinmelidir. Böyle birisinin bir de Cumhurbaşkanı olabileceğini düşünmek sürekli uyanık kalmak için yeter de artar bile. Ajan tutumlu körükçülerin, Atatürk’le kazandığımız amalıdır. Kendilerine umut bağlananlar, ülkesi için bir şeyler yapması beklenenler birbirleriyle, hatta kendileriyle kavga ederken bizi boğmak isteyen çember giderek daralmaktadır.

İş çevrelerinin tutumu, tarımdaki yıkım da buna eklenince ekonomik güçlükleri aşmaya çalışan ülkemizin çıkmaz sokaklarda kaldığı açıktır. İnsan hakları, özgürlükler, demokratik gelenekler, eğitim, bağımsız yargı, laiklik vd için tutarlı, ciddi, gerçek hiçbir söz etmeyen iktidarın etnik ve dinci terörü önleme konusunda da yetersiz kaldığı, bunun işine geldiği anlaşılmaktadır. “Yeniden Atatürk! Yine Atatürkçülük!” diyerek onurlu, soylu, namuslu, akılcı, yurtsever siyaset yoluyla aydınlık yarınlara koşmanın kıvancını yaşamak dileğiyle bu yolda sapkınlığa düşenleri kınıyor, uğraş verenleri kutluyorum.

Yekta Güngör ÖZDEN, 2003