1. yüz (Toplam 1 yüz)

Taze Entelektüel Mahsun'un Güneşi Norveç'ten Doğurma Çabalar

İletiGönderilme zamanı: Prş Haz 25, 2009 5:57
gönderen Mustafa Recep
GÜNEŞİ GÖRDÜM YAHUT TAZE ENTELEKTÜEL MAHSUN’UN GÜNEŞİ NORVEǒTEN DOĞURMA ÇABALARI…

Yönetmen ve senarist koltuğunda eski arabesk müzik icraatçısı yeni entelektüel Mahsun Kırmızıgül’ün yer aldığı ve dergimiz yazı kurulunun isteğiyle, eleştiri yazısı hazırlamak üzere gönderildiğim “Güneşi Gördüm” isimli filmden, beylik cümlelerle iletilmeye çalışılan özgürlük ve kardeşlik mesajlarıyla bezenmiş; 112 dakikalık alabildiğine yoğun bir duygu sömürüsü izlemiş olmanın verdiği sıkıntı eşliğinde ve ‘hiçbir şey görememiş olarak’ çıktım.

Güneydoğu’da çatışmaların sıkça yaşandığı, nüfusunun yarısı göç etmiş ıssız bir dağ köyünde başlayan öykünün merkezinde oğullarından biri PKK’ya katılmış, diğeri askerde olan bir aile bulunuyor. Her günü bıçak sırtında geçiren aile üyeleri, PKK militanı oğul çatışmada ölünce askerin köyü boşaltma baskılarına da dayanamayıp, bir kısmı İstanbul’a, bir kısmı da Norveç’e göç etmek üzere yola koyulur. İşte asıl hikâye de buradan sonra başlar. İstanbul’a yerleşen ailenin başına gelmedik felaket kalmazken, yasadışı yollarla Norveç’e gidenler kelimenin tam anlamıyla refaha kavuşur, adaletli ve şefkatli bu Kuzey Avrupa devletinin himayesinde huzura ererler.

‘Hiçbir şey görememiş olmak’ olgusunu yazının hemen başında vurguladım; çünkü Kırmızıgül, derdinin sadece ‘sinema sanatçısı’ olmak değil; aynı zamanda ‘muhalif bir sanatçı’ olmak olduğunu beyan eden bir isim. Ancak Mahsun, -bizleri hiç de şaşırtmayıp- Kürt sorununu ekonomik ve siyasi temelli bir mesele olmaktan çıkararak, Kürt vatandaşları özgürleştirme kisvesi altında yabancılaştırıp, ötekileştiriyor. Bunu yaparken aynı özgür kimlik meselesini travesti-transseksüellere uygulamaktan da geri kalmıyor, nitekim ailenin kadınsı tavırları yüzünden sürekli olarak aşağılanıp, dövülen üyesi Kadri, İstanbul’a gelince bir grup travestinin himayesine girip, erkek fahişelik yapmaya başlayarak ‘özgürlüğüne’ kavuşuyor. Kırmızıgül, “ben artık eski arabesk Mahsun değilim, entel oldum!” diye haykırarak dâhil olmaya çalıştığı “neo-liberal” aileye “Kürt sorunu=Travestilere özgürlük” denklemiyle selam çakıyor.

Burada bir parantez açıp soralım: Peki, kimdir Mahsun Kırmızıgül? ‘Âlem Buysa Kral Benim’ isimli şarkısıyla büyük bir çıkış yaparak, 80 sonrası ‘beyin yıkama kültürü’ ürünü olan varoş edebiyatı modasının ekmeğini en çok yiyenlerden biri değil midir? Mahsun’un yıllarca hedef kitlesi olarak gördüğü, şarkıları sayesinde muhteşem bir şekilde uyuşturulan, bilinçsizleştirilen ve apolitikleştirilen o neslin hangi temsilini bulmaktayız filminde? Ya da şöyle mi desek, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu Sayın Kırmızıgül? Güya eleştirisini yapmaya soyunduğun –ve maalesef beceremediğin- o sistemin çarklarının dönmesini sağlayan küçük figürlerden biri de sen olmadın mı?

Bu yüzden Kırmızıgül’ün Maldiv adalarında sarışın kızlarla oynak arabesk klipler çekip, sonra da böyle sorunun temeline kıyısından da olsa yaklaşamayan bir filmle “Kürt sorununda muhalif tutum takınan sanatçı” rolüne bürünmesi, doğrusu pek samimi ve inandırıcı gelmedi. Çünkü “muhalifliği” ancak ve ancak Kürt sorunu ile travesti sorunu arasında bağ kurabilmekten ibaret. Ve bu durum, Kürt ve Türk’ün kardeşliği davasını küçümsemekten öte bir anlam taşımıyor. Filmin başından sonuna kadar etnik vurgular, abartılmış şiveler, en yöreselinden ağıtlar, otantik müzikler adeta kafanıza kafanıza çakılıyor. Film sanki “Türkiye’de etnik olanı pazarlamak kolaylaştı, Avrupalı da bayılır bunlara” mantığıyla hazırlanmış. Paris’te oryantalizmin zirvesine çıkmış, 68’in ortalama Fransız solcusu, şimdinin hızlı özgürlükçüsü tiplere “buyurun izleyin, işte Doğu!” diyen bir film. Avrupa solunun, emek mücadelesi ve ezilen milletlerin kurtuluş mücadeleleri zemininden kopup, ‘etnisite solculuğu’, ‘cinsiyet solculuğu’, ‘çevre solculuğu’, ‘sivil toplum solculuğu’ zeminine kayması Mahsun gibi saf ve yeni liberallere de ancak Kürt sorununu eşcinsellik temelinde izleme imkânı tanımaktadır. Olması gerektiğini söylediği o muhalif tavrı ne Kürt sorunun babası olan ABD’ye karşı ne de filmde Türkiye’deki devlet kurumlarını sürekli olarak eleştirdiği halde şu an için devleti temsil eden AKP’ye karşı gösteriyor. Eleştirisinde de bir ortalama tavır tutturamamakla birlikte, filmin ideolojik temellerindeki omurgasızlık adeta her kareye sirayet ediyor. Ordu’ya çatacak gibi yapıyor ama galiba “yemiyor” olacak ki “aslında Ordu’da iyi” noktasına çekiliyor. Çocuk Esirgeme Kurumları’ndaki “Devlet Ana”yı seviyor ama “Dağları kendi haline bırakmayan Devlet Baba”ya düşman. Film “Örgüt” ile “Devlet”i ikisi de olmasa ne güzel olurdu zihniyetiyle eşitliyor.

Norveç’te Doğamayan Güneş
Filmde kilit noktalardan biri olan hayırsever akraba karakterinden de biraz bahsetmek gerek. Söz konusu şahıs, 80 darbesinden sonra hapishaneye düşerek işkence görmüş; arkasından da tası tarağı toplayıp Norveç’e, yani kendi deyimiyle devletin devlet gibi olduğu, insanların insan gibi yaşadığı ülkeye iltica etmiş. İnsan tacirleri eliyle güç bela Norveç’e ulaşan aile fertleri bu hayırsever akraba tarafından karşılanıyor. Solcu eskisi arkadaş insan hakları şampiyonu Norveç Devletinin konukseverliğiyle altına son model bir cip de çekmiştir. Darbeye rağmen ülkesini bırakmayarak mücadeleye devam eden binlerce devrimciye hakaret edercesine hala devrimci ‘ayağı’ yapan bu halinden gayet memnun olan arkadaşımızın ağzında şairimiz Cahit Sıtkı’nın “Memleket İsterim” dizeleri de iyice pespayeleşiyor. Ailenin Norveç içlerine doğru yolculuğu süresince sadece kuş seslerinin duyulduğu bu sessiz Avrupa ülkesinin nimetlerini dinliyoruz. Kaçaklar sonunda polis tarafından yakalanıp apar topar göçmen bürosuna getirildiğinde ise gözümüze her taraflarından insanlık akan Norveçli memurlar sokuluyor. “Neden Norveç’e geldiniz?” sorusuna aile reisi tarafından verilen kısaca “Biz ülkemizde huzur bulamadık, özgürlük bulamadık; burada ise barış, adalet ve insan hakları olduğunu duyduk” biçimindeki yanıtla aile Norveç’te kalmaya hak kazanıyor (!) ve dahası üstüne aylık fert başına çalışmadan maaş bağlanıyor. Norveç’in gerçek insan hakları karnesine bakmak içinse “google”da kısa bir arama yeterli. Ajanslardan alınan Ağustos 2008 tarihli bir haber, gerçekten ABD muhalifi olan bir Kürd’e Norveç’te nasıl davranıldığını anlatıyor:

“Norveç, Kuzey Irak’taki İslami oluşumların önemli isimlerinden Molla Krekar’ı sınır dışı etmek için son aşamaya geldi. Molla Krekar ise karşı bir atakla, Norveç’i Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyet etti. ABD’nin en çok aranan ‘teröristler’ listesinde de yer alan ve Kuzey Irak’taki ‘Ensar ül İslam’ örgütünün lideri olan Molla Krekar’ın sınır dışı edilerek ABD’nin eline teslim edilmek istenmesi, ABD’nin Kuzey Irak’ta Celal Talabani ve Mesud Barzani ile daha rahat iş tutmasını sağlayacak. Çünkü bu iki güçten sonra gelen Kuzey Irak’taki İslamcı gruplar, her geçen gün, bölgede ağırlıklarını ve etkilerini arttırıyor. Molla Krekar’ın lideri olduğu söylenen Ensar'ül İslam’ın kampları, Körfez Savaşı sırasında, ABD uçakları tarafından füze yağmuruna tutulmuştu. Bizzat Talabani'nin adamlarının yer göstermesi ve koordinat vermesiyle gerçekleştirilen saldırılarda, Ensar'ül İslam, büyük bir darbe almıştı. Molla Krekar’ın sınır dışı edilmesi demek, ABD’nin eline verilmesi anlamına geliyor.”

Bu da bir başkası;

“Uluslararası Af Örgütü, "ABD’nin Irak’ı işgalinin insan hakları üzerindeki yan etkileri” başlıklı yeni raporunu açıklarken, "Irak’taki savaşla bağlantılı insan hakları ihlalleri sadece Irak´la sınırlı değil -- savaşın insan hakları üzerindeki etkisi dünya çapında birçok ülkede görülmekte” dedi. Af örgütüne göre Dünyanın birçok bölgesinde, sığınmacıların hakları kısıtlanmakta ya da ihlal edilmektedir. Avrupa Birliği’nde, Danimarka, Norveç, İsveç ve Britanya Iraklıların sığınma talepleriyle ilgili kararları dondurdu.”

Bu örnekler daha kapsamlı bir araştırmayla genişletilebilir. İnsan hakları şampiyonluğunu AB ülkelerinin ancak “Güneşi Gördüm” gibi filmlerde kazanabileceğini biliyoruz. Mesele gerçek göçmenler ve gerçek muhalifler olunca ise durum bambaşka. Özetlemek gerekirse; Mahsun Kırmızıgül milyonlarca yıldır Doğu’dan doğan güneşi Batı’dan doğurmaya kalkmış ama acemi liberalliğinden olsa gerek ki yüzüne gözüne bulaştırmıştır.

“Silahların sözlerden büyük olması, barış ve kardeşlik içinde özgürce yaşamanın imkânsız hale gelmesi, ‘devlet baba’nın hep kötülük yapması vs…” gibi beylik laflarla ifade edilen, dahası gökten zembille inmiş gibi sunulan olgulardan arkasına bakmadan kaçtıktan sonra, üstüne bir de kuşlu çiçekli cümlelerle memleket hasretini vurgulama derdine düşen neo-liberal ‘yansıtıcı bilinç’ aydın tipine, biz de Nazım’dan şu dizelerle karşılık vererek bitirelim:

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
Bu cehennem, bu cennet bizim!

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu.
Bu davet bizim!

Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine.
Bu hasret bizim!

SELİN ÇELİK
KIRMIZI BEYAZ DERGİ
NİSAN 2009 Sayısı
*Yazısını bizimle paylaştığı için Selin Hanım’a çok teşekkürler…

İletiGönderilme zamanı: Prş Haz 25, 2009 13:33
gönderen maydonos
Hic bir filminin onemi yok. Animsayan arkadas var mi bilmiyorum.rte nin bir aciklamasi vardi. Yaslilariniza sahip cikin onlara bakin diye. Ardindan bu beslemeye devlet destegi ile "beyaz melek" filmi yaptirildi. millet izledi salya sumuk agladi. Cogu kisi ders aldi, buyuklerini kesinlikle bakim evine birakmamak icin. bu besleme iktidarin yonetmeni. Peki Turkiye de emeklilerin durumu nedir? Bilmeyen yok sanirim. Maaslara zam yapmadiklari gibi ha bire kesinti yapiyorlar. Bu filmde digerinden farksizdir rtenin yonetmeni cok gormemek gerek!

Re: Taze Entelektüel Mahsun'un Güneşi Norveç'ten Doğurma Çabalar

İletiGönderilme zamanı: Prş Şub 18, 2010 0:51
gönderen mehmet2576
[mod="Türk-Kan"]Destur![/mod]