YALAN RÜZGÂRI (1)

YALAN RÜZGÂRI (1)

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş Eyl 23, 2020 17:40

YALAN RÜZGÂRI (1)


Yalan Rüzgârı adlı bir TV dizisi vardı bir zamanlar. TRT bin kırk kez yayınlamış bu diziyi kendi ekranlarında, doksanlı yıllarda, sonra özel bir kanala geçmiş orada da epey bir zaman sürmüş. Karabatak gibi oradan oraya derken ta 2009’a kadar yaşatmışlar diziyi bizde. Yetmişli yıllarda ABD’de başlayan dizinin Amerika’da yayını yeni bölümleriyle hâlâ sürermiş.

Dizinin İngilizce adı “Yalan Rüzgârı” anlamına gelmiyormuş, bizde katılmış bu ad. Tepedekilerin bitmez tükenmez hırslarını, dolaplarını - düzenlerini, aldatmacalarını aşk öyküleriyle anlatırlarmış orada. Dizi oyuncuları, başroldekilerin çoğu da ölmüş zaten bu zaman aralığında. İzleyene bunlar da vız gelmiş. Anlayacağınız pembe yalanlar izleyenlerin hoşlarına gidermiş…

Günümüzdeki yalanlar da keşke pembe olsaydı. Kara yalanlar sarmış insanlığı.

İnsanlara, ayar veriliyor kıştan beri. Korkutarak sindirme ayarı. İnsanı insan yapan özelliklere saldırılıyor. Bencillik, paylaşmanın, kucaklaşmanın yerini aldı. Yüksek sesle konuşmak bile yasak gençlere. Virüs yayarlarmış. Toplantılar yasak. Bir araya gelip sohbet etme denetim engeline takılır. Bundan böyle her şey sanal. Dostluk, arkadaşlık sanal. Çalışma uzaktan. Eğlenme ekrandan. Bilim kurulunun bir üyesi duyuruyor:

“ Çok bağırarak konuşmak da tehlikeli.”

Açıklama şöyle:

“Gençler hem kendilerinin hem de yakınlarının sağlığını riske atmamak için maske takmalı. Kalabalıklara girmemeliler. Diğer insanlarla maskeli bir şekilde en az 1.5 metre mesafeden ilişki kurmalılar. Çok bağırarak konuşmak ve kalabalık bir ortamda şarkı söylemek, bunlar riski artıran faktörlerdir.”

Duydunuz mu kalabalıkta şarkı söylenmeyecek. Yalnız kalınca, hamamda söyler gibi şarkı söylenecek bundan böyle.

Okullar açılmış, açık havada aralıklarla dizmişler küçük çocukları. Ağız burun maskeli, çoğu ayrıca camekânlı. Kafalara motosiklet başlığı gibi cam taklidi saydam perde geçirilmiş.

Bu çocukların ruh hali nasıl olacak dersiniz. Bu kuşaklar gelecekte neler yaşayacaklar? Günlerdir manşette bir haber; “Dokuz yaşındaki çocuk “koronadan öldü.” Biraz detayına bakınca haberin, talihsiz çocuğun doğuştan bir hastalığı olduğunu, her ay hastaneye kontrole getirildiğini okuyoruz.

Bunca korkutma, dayatma boşuna değil. Kurtuluş olarak aşı gösterilecek.

Yeni düzeni aşıyla kuracaklar.

“Menzile erdi, yağmur da dindi!” denilecek sonunda.


Son günlerin rüzgârı aşı rüzgârı. Her yan “Beklenen Aşı”nın haberleriyle dolu. Zeki Müren’in “Beklenen Şarkı”sı değil bu, “Gözlerinin içine başka hayal girmesin,” denmiyor. Yalanla şişirilerek, doğru yanlış karıştırılarak, değiştirilerek, şekilden şekle sokularak verilen haberler…

Altmışlı yıllarda “Aya gitme” yalanını bile düzebilen üstelik bunu ders kitaplarına geçirten, gerçekmiş gibi gelecek kuşaklara anlatanlar için günümüzün aşı yalanları nedir ki? Ya 11 Eylül yalanları? Irak’ı işgal için söylenen kimyasal silah yalanlarını unuttuk mu? Yalanlar biter mi? İnsanları o malum aşıya (çiplenmeye) korkutarak, yalnızlaştırarak razı edebilmek, hem de herkesi gönüllü aşılatmak, aşılanmayanlara da dünyayı dar etmek, insanları birbirine düşürerek bu işi halletmeyi düşünmek az hinlik mi?

Bunu kaç kez denediler. Daha önceki salgın kışkırtmalarına kimse inanmamıştı. “Kuş gribi”nde olan tavuklara olmuştu, köy tavukçuluğu bitirilmişti. “Deli dana”da benim gibi çok kişi bir daha et yemedi, o kadar. İnsanı delirtecekse olmaz olsun et denen şey dediydik. Bu arada kafeslerde üst üste üretilen, bol ilaçlı, hormonlu tavuklar bir seçenek olarak sunulmuştu dünyaya. Tavuk çiftlikleri paraya boğulmuştu. Diğer virüs salgınları da inandırıcı olamadı. Grip aşısı da öyle. Önceleri çok parlattılardı, kanan kanmıştı, deneyen denemişti ama toplumda fazla yer alamamıştı. Grip denilen şey, nihayet yılda en çok birkaç kez yakalanılan bir soğuk algınlığıydı, üç beş gün yataklara düşmeydi. İlaçlı ilaçsız fark etmezdi, bir haftada iyileşilirdi. Çoğu insan yaşamında hiç grip olmazdı, neden aşısıyla ilgilensin?

Bu kez tanı kiti dedikleri, çoğu bilim insanının güvensiz dediği, üzerinde istenildiği gibi oynanabilen testlerle işi çözdüler. Yavaş yavaş alıştıra alıştıra maskeyi öne bir sürdüler pir sürdüler. Meğer millet doktorluğa belki de eşkıyalığa, peçeli hayata, gizlenmeye, yüzünü kapamaya, ağzını bağlamaya ne kadar meraklıymış…

Gerçek hasta, maske takması gerekli bağışıklık sistemi güçsüz kanserli hastamız, yeni ameliyatlı insanımız hangisi, bilene aşk olsun artık. Kim ameliyat doktoru, kim diş doktoru, kim emmim, kim dayım? Hangisi hemşirem? Bilmeceye döndü, herkes maskeli çünkü.

Eve kapatma, ev hapisleri de ayrı konu. Evinde, yakınında o testlerden pozitif sonuçlu biri çıktıysa yandın. Hasta olman gerekmiyor hastalıklı sayılman için. Hemen ev hapsindesin. İki askerimizde çıkmış böyle bir sonuç, askerlerin bir şeyi yok ki, hastaneye yatırılmamışlar ama yirminin üzerinde asker, kışlaya da değil bir öğrenci yurduna getirilmişler, orada iki hafta alıkonacaklarmış. Sivilleşme(?) inanılmaz bir boyutta. Hey gidi günler!

İnsanlığı hizaya getirmek için maske iyi buluşmuş doğrusu. Bir taşla kaç kuş vuruluyor. Küreselciler parmaklarını oynatmadan projelerini yürütüyorlar. İnsanlar, hem gönüllü olarak maskeleniyor -tabii bu arada takmayana çok büyük para cezaları var- hem de maskelenenler maskelenmeyenlere saldırarak bekçilik ediyorlar. Bu durumu basın yayın - yöneticiler kışkırtıyor. Maske takmayana, “Katilsin!” diyorlar, “Bilerek insan öldürenlerden farkın yok, seni öyle yargılamalı, cezalandırmalı!” “Cana susamış hain!” diyorlar, “İnsanlık düşmanı!” diyorlar.

Bunu diyen büyük bir ilin valisi: “İzolasyonu ihlal etmek “taksirle adam öldürme” suçudur.”

Aynı sözü aşılanmak istemeyenlere karşı da duyarsanız şaşırmayınız. Gidiş o yöne… Yoksa 65 yaş ve üzerine yalnızca ülkemize has dışarı çıkma kısıtlamaları, ayrımcılık, insan haklarına aykırı bu tür haksızlıklar yapılabilir miydi?

Ağustos’ta, muhtar, öğretmen, imam üçlüsüne ev kontrolü görevi de verildi bir genelgeyle. Düşünün, bu çağda bir Batı ülkesinde papazlar kapı kapı geziyor, evde misin kaçak mısın diye. Gözünüzde canlanıyor mu? Gülüyorsunuz değil mi, biz de ise bu oluyor. Din adamlarına toplumda devamlı başka görevler veriliyor. Camilerde bile, “salgını(!)”, korunmasını, yasakları” anlatacaklarmış.

Maskeyle toplumları ayrıştırmayı deniyorlar. Takan – takmayan. Yararlı diyen – zararlı diyen bilim insanları. Kafalara öyle girdiler ki gerisini toplum psikolojisi çözüyor. Maske takmayanlara saldırı haberleri çoğaldı. Bıçaklamalar, dövüşmeler, otobüsten indirmeler, resmini çekmeler, şikâyet etmeler… Herkes ihbarcı, herkes birbirinin casusu. Sahillerde, havada uçurulan “vız vız oyuncaklarıyla (Drone) denetlemeler. Yöneticiler, maskesizlere veryansın ediyor, otobüste mecburiyetten ayakta gidene, sıkışık gidene kızılıyor… Zorunlu ev hapsinden kaçıp atölyesinde tek başına kapılarını kapayıp yarım kalan işini bitirmeye kalkanı bile ihbar etmişler, yakalanıp doğru evine yollanmış. Yoksa yurda atarız ha demişler. Halk derseniz, bu işin, birbirini yakalamanın gönüllüsü, elde telefon kanıt peşindeler!

Bu görünenler buzdağının yüzü. Çığırtkanların görüntüsü. Engin hoşgörülü, bilge halkımız bu konuda ne düşünüyor, bilen, merak eden de yok.

Vurun kahpeye örneği, günümüzde, “İhbar edin, koyduğumuz kurallara uymayanı yakalayın!” deniyor. Para cezasını ödemeyen kamu hizmeti de alamayacakmış. İktidar ve muhalefetimiz aynı sesi çıkarıyor. Tek aykırı ses duyulmuyor. Gazetelerin çoğu aynı başlıklarla çıkıyor. Şu günlerde baş konu aşı.

“Emir, demiri kesiyor!"

Korkutmanın sınırı yok. En son yapay solunumu kare kare resimlerle anlatıyorlardı, duyun da korkun diye. DHA eliyle. Anlatan da doktor. Meslek ahlakı kalmamış. Hortumsu, el kadar küçük aleti gözümüze sokuyorlar. Sanırsınız daha önceleri böyle bir tedavi aracı yoktu, bu alet kimselere takılmıyordu… “Koronavirüs hastalarının yaşamı 30 santimetrelik hortumun ucunda” başlığıyla tıp namusuna uymayan bu tanıtım en üstte. Bir prof. doktorun ağzına yakışır mı şu sözler? ''Dünyaları versen kimse kabul etmez. O kadar acı ve ağrılı bir işlem.'' diye tanıtıyor bu tıp aletini. “İğneci geldi!” diye korkutulurdu çocuklar eskiden. Şimdi büyüklere, basın yayın yoluyla; “Solunum aygıtı takılırsa görürsün!” deniyor.

Öyle az buz değil bayağı çaba gerektirir bu işler. Yaratıcılık… Bol da para…

Sahillerde bile maske çığlıkları. Issız köy yolunda gezene bile ceza.

Açık havada, Hollanda’da biri rahat rahat maskesiz gezer, Almanya’da gezer, İngiltere’de gezer… Amerika’da bile çok iç içe değilse başkalarıyla, gezer, bize gelince gezemez, çoluk çocuk herkes ağzını kapayacak o güzelim yerlerde, deniz kıyısında, o bitmeyen sıcaklarda…

-Sürecek-

Feza Tiryaki, 22 Eylül 2020
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x