YAVRU VATAN KIBRIS (4)

YAVRU VATAN KIBRIS (4)

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş May 25, 2016 19:56

YAVRU VATAN KIBRIS (4)


Kıbrıs’ı, gördüklerimi, düşündüklerimi kendi bakış açımdan, üç bölümde yazdım. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Öyle.

İlk bölümde yerini, konumunu, önemini, ikincisinde tarihini, üçüncüsünde gördüklerimi. Şimdi ise eski – yeni karışık konulardan söz edeceğim.

Bir kadın magazin yazarı (Sözcü) oraya gitmiş, en son, oradaki otelleri, lokantaları, yediği yemekleri, masasına getirilen meze çeşitlerini, eğlence yerlerini yazmış. Kıbrıs gazeteleri de bundan memnun olmuşlar, yazıyı gazetelerine almışlar...

Ahmet Takan (Yeniçağ), altı ay önce, “Hasta yatağında KKTC'yi satması için sıkıştırılan Rauf Denktaş kahrından öldü.” yazmıştı. Metin Aydoğan, “Girit'in Yoluna Giren Kıbrıs” yazısında, Kıbrıs pazarlıklarını, böyle giderse Kıbrıs’ın Girit gibi yitirilebileceğini anlatmış...

Dün, Kıbrıs’tan iki haber yazılıydı gazetelerimizde. Biri, popçu Serdar Ortaç’ın bu Cumartesi günü orada bir otelin kumarhanesinde iki kollu makine ile kumar oynaması, yabancı adlı o çok ünlü (!) manken karısının telefonuyla oyunu durdurması, bu haber kimi neden ilgilendiriyorsa; bir de Linet adlı bir şarkıcının - ne tür şarkı söyler, bilmiyorum- verdiği konsere gösterilen ilgi...

Bu Pazar, Güney Kıbrıs’ta seçim vardı. Pazartesi seçim sonucundan şöyle söz edildi basınımızda, tek satırla:

“Kıbrıs’ta kritik sonuç: EOKA hortladı.”

Yunanistan’daki “Altın Şafak” partisinin Kıbrıs’taki kolu ELAM’ı anımsatıyorlar bu başlıkla. ELAM (Milli Halk Partisi) oyunu artırmış Kıbrıs’ta, Güney Kıbrıs Rum meclisine girmiş. ELAM partisi böylece, eskinin Türk düşmanı EOKA’sının yerini almış, bu örgüt (ELAM), Türklere karşı saldırılarıyla, dediği, ‘Helen toprağında öleceksiniz.” sloganı ile tanınıyormuş.

Bu saldırganların Kıbrıs’a yakıştırdıkları “Helen toprağı” sözleri de yalan, uydurma. Kıbrıs, tarihte hiçbir zaman Yunan adası olmamış, Yunanlılarca yönetilmemiş ki, “ Helen adası” olsun... Ama Türkler tarafından bu ada bütünüyle yönetilmiş, Venediklilerden alınırken, elli bin ile yetmiş bin arasında şehit verilmiş, Kıbrıs çok uzun süre Türk adası olmuştur...

Bir de şunu unutmamak yararlı. Yunan büyük ülküsü (Megali İdea), yani Kıbrıs’ın, bölgedeki tüm adaların, Anadolu’nun Yunan’a bağlanması, Türk ülkesinin Türklerden alınması isteği günümüzde de yaşamaktadır, bu ülkü Yunan okul kitaplarında aynı canlılıkla sürdürülmektedir. Bunu Almanya’daki Yunan sınıflarında, ders kitaplarında, sınıf duvarlarına astıkları onlarca haritada gözlerimle gördüm. Gurbetçi Yunan ailelerin bu ülküye nasıl bağlı olduklarını, nasıl çocuk yetiştirdiklerini de gözlemlerimle biliyorum...

Bizdeki iç düşmanlarımız gibi, onların öğretmenleri de, her fırsatta, “Atatürk olmasaydı ne iyi olurdu, bunu hiç düşündünüz mü, ne bu Atatürk Atatürk, her dersiniz Atatürk, derlerdi...

Son yıllarda, Kıbrıs’tan pek söz eden, Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgilenen yok gibi ülkemizde. Kendi derdimize düşmüşüz anlaşılan. Akdeniz’deki adalarımızın onlarcasının sessizce Yunan’a devredilmesine, onca yayına karşı ses çıkarılmıyorsa, yeni atanan (seçimle (!) gelmeyen) iktidar başbakanı Binali Yıldırım’ın bile yenice, Yunan işgalindeki Türk adası Koyun adasına pasaportla giderek, yatındaki Türk bayrağını saklayarak orayı Yunan’a verdiklerini dünya önünde onaylamasına, geçen hafta duyurulan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki 1930’lu yıllardan kalma tarihi Atatürk Köşkü’nün yıktırılmasına kimse ses vermiyor, ayağa kalkılmıyorsa, dün akşam duyurulan PKK terör örgütünün yol keserek, bombalayarak biri “Binbaşı” altı şehidimizi, son yirmi günde ellinin üzerinde şehit verişimizi kimse dert etmiyorsa, evlatlarımız bölünme – başkanlık adına pkk terör örgütünce kurban ediliyorsa, iktidarın oynadığı çirkin başkanlık oyununun seyriyle uğraşılıyor, anayasa dışı uygulamalara toplumca susuluyorsa, Kıbrıs davası nedir ki?

Ne diyor yeni başbakanı iktidarın, değişmez AKP başkanına:

“Yolun yolumuz, davan davamız...”

İktidarın davası Atatürk Cumhuriyetiyle. Kıbrıs diye bir davalarının olmadığını Rauf Denktaş daha yaşarken, sağlıklıyken, görevdeyken, Talat’la telefonlaştıklarında açıkça dedilerdi. Talat da susarak, kem küm ederek, ağzından anlaşılmaz bir şeyler yuvarlayarak bu denilenleri onaylamıştı:

“Şey noktasında bence bir numarayla (Rauf Denktaş) fazla dalaşma.”

“Denktaş’la bu yeni diplomatik atak sürecini (yes be annem) sürdüremeyiz.”

“ Talat Bey, size bir şey söyliyeyim mi, artık "O" bitmiştir! Şu anda "O" muhatap olmaktan bile çıkmıştır."

“Dünyada “O” bütün itibar kaybına girdi. Yani O’nu (Rauf Denktaş) kaale almayacağız.”

*
Konuya başlarken çok heyecanlıydım. Gördüklerim, yavru vatanın güzelliği, doğasının Antalya’nın dağı taşıyla, denizinin deniziyle olan benzerliği, oradaki yaşamın bize eski yılları anımsatması, oraların, son 14 yılda neredeyse tüm kurumlarıyla, yaşam anlayışıyla, eğitimi, yargısı, yönetimiyle tümden yitirdiğimiz Atatürk Türkiye’sine, yani eski çağdaş Türkiye’mize benzemesi, geçmişe dönmek, çağdaş bir yaşamı yeniden bir küçük kentte duyumsamak, caddelerinin cıvıl cıvıl, insanlarının mutlu olması, terörden uzak bir yaşama şahit olmak, eski evlerinin çoğu yerde bir iki katlı kalarak, yıkılmayarak, açgözlülere teslim edilmeyerek eski durumlarını korumaları çok çok güzeldi...

Bu arada bizdeki o yozlaşma döneminde (Menderes) ortaya çıkan, altmışlı yetmişli yıllarda giderek her yana yayılan, her yanı ısırgan otu gibi saran “Karadenizli Müteahhit” anlayışı apartmanların, çirkin yapılaşmanın buralara kadar ulaştığını söylemeliyim. Hani güzelim evlerimizi yıkıp apartmanlara soktulardı ya Türk insanını, şu anda gökdelenlerle tabutluklara tıkıyorlar Türk köylüsünü, işçisini, memurunu, kendileri de (AKP iktidarı) villalardan, saraylardan başka yerde oturmuyorlar ya, Kıbrıs başka mı olacaktı? Gazi Mağusa’yı iyi sarmış bu tür yeni binalar. İngilizler ise Girne’de, diğer yerlerde dağ eteklerinde kendilerine villalardan kurulu mahalleler kurmuşlar, saltanatlarını sürdürüyorlar...

Eskiden kalmış, şu an oturulan tek katlı, iki katlı küçük Türk evleri ise nasıl da güzel. Bahçe içinde, yeşillikler, çiçeklikler arasında... İnsanı en az kırk yıl geriye götürüyorlar...

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türk parası geçiyor. Bu ne güzel bir duygu şaşarsınız. AKP iktidarının henüz değiştirmeyi başaramadığı Atatürk resimli paralarımız oranın da parası. Bir lira bile orada para bunu biliyor musunuz? Bir saatlik otobüs yolculuğuna on lira ödüyorsunuz. Üç liraya dolmuş yolculuğu yapılıyor. Taksiler ucuz. Porselen, cam eşya Türkiye’den kaç kat ucuz... Kıbrıs peyniri orada üretilen sütlerden yapılıyor, hem çok lezzetli, hem de çok daha ucuz. İçkiden söz etmeyeyim, sağlığa zararlı bir ürün alt tarafı ama tutkunlarına gel de anlatın. Bizdeki keyfi vergiler, içeni adeta cezalandırıcı dinci anlayışın zamları, orada olmadığından mı bilmem, ederleri dünya fiyatlarıyla uyumlu, yani Türkiye’den en az üç kat ucuz.

Bir de doğayı bozan taş ocakcılar oralara da uzanmışlar. Adım başı taşocağı açılmış o canım dağların bağrına... Yavaş yavaş kıyıyorlar bozulunca yerine konulamayacak güzelliklere, tıpkı bizdeki gibi, taş ocağı eliyle doğa kırımına girişmiş bazı şirketler...

*
Yazı, sıkıcı olmasın, uzun uzun buraları anlatayım, yavru vatanla özleminizi gidereyim diye başlarken bölümlere ayırmıştım, her bölüm hem bağımsız hem de birbirleriyle ilgili olsun diye özenmiştim. Sonra gösterilen duyarsızlık yazma isteğimi aldı götürdü. Bu bölüme geldim dayandım.

Başladığım işi bitirmeliydim.

Kaç gündür yazamıyordum. Özellikle Rauf Denktaş konusu cesaretimi kırıyordu. O büyük devlet adamını anlatamamaktan korkuyordum. Rauf Raif Denktaş’ın, Dr. Fazıl Küçük’ün kim olduğunu, Kıbrıs için önemini bir kısa yazıyla nasıl anlatmalı? diyordum.

Söz yine uzadı, bu değerli Türk büyüklerinden, Girne’deki Dr. Fazıl Küçük müzesinden, Gönyeli’deki anıtlı parkın ortasındaki Rauf Denktaş gömütünden, bu gömütün insanı sarsan özelliğinden söz etmeme yer kalmadı.

En son 2012’de, sonsuzluğa göçüşünde bir yazımda anmıştım ihanet yorgunu Denktaş’ı, Kıbrıs Türk’ünün büyük önderini. Bu yazının sunumunu, alta, diğer ilgili sunumlarla birlikte yazıya ekleyeceğim.

Girne Şehitliği, çok etkileyici. Yeri, Girne’ye giderken yol kıyısında, yurdumuza bakan Kıbrıs denizinin üst başında, çok yüksekte. Aşağısı, denize tepeden inen, kayalıklı, yer yer ağaçlık dik bir yamaç. Deniz, yer, gök ilk bakışta şehitliğin mezar taşlarıyla birleşiyor. İçin şehitlerimiz için yanarken, bir yandan da onur duyuyorsun, yaş yaşayamayan, canlarını vatanlarına adayan Kıbrıslı soydaşlarınla, mücahitlerle, yavru vatana hiç düşünmeden canını bağışlayan, Kuzey Kıbrıs topraklarını işgalden, Kıbrıs Türk’ünü kırımdan kurtaran yüce gönüllü Türk askerleriyle... Komutanlarıyla...

Şehitliği dolaşırken ağlayan yaşlı adamlar gördüm. Oraları bir düzenle gezen gruplar gördüm. Mezarlara selam duran gençler gördüm. Silahı omuzunda oraları bekleyen askerlerimizi gördüm... Şehitliğin anı defterine yazılar yazan, sonra yazdıklarını gözyaşlarıyla okuyan gezginler gördüm... Şehitlik müzesi kapalıydı, şehitlikteki açık alanda sergilenen 1974 harekatındaki tankları, kamyonetleri, askeri araçları gördüm... Paslanmış, çürümeye yüz tutmuştular.

Anı defterinde en son yazılmış anı şuydu:

“Sizleri çok anlamlı bir günde, Anneler Günü’nde ziyaret ettik. Onların hakkı size helal olsun, ruhlarınız şadolsun...”

Anneler günü saçmalığını, hep anlatılan o Amerikalı bir kız öyküsünü, bu öyküyü ticarete çeviren anlayışı sevmeyen biri olarak, deftere aceleyle yazdıklarım, aklımda kaldığı kadarıyla:

“ Sizler, Türk ulusu, Türk vatanı, bağımsızlığımız için canınızı verdiniz.
Gelecekte, ülkemizin eski günlerine dönmesi, bağımsızlığından ödün vermemesi, bu günleri atlatması dileğiyle...” yazdıktan sonra altına:

“ Ya İstiklal, Ya Ölüm!.. Gazi Mustafa Kemal Atatürk", özsözünü ekledim.

Yüce önderimizin, Kurtuluş Savaşı’na başlarken Sivas Kongresi’nde gençlere söylediği bu söz, Kıbrıs davasında da, “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek canlarını yavru vatan Kıbrıs’a feda eden şehit gençlerimize nasıl da uyuyor...

Doğayı bozmadan, tüm görkemiyle koruyarak anıtlarıyla buluşturmak, geçmişi unutturmamanın en etkili yolu.

Kıbrıs, anıtlar yurdu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, gezerek, görerek geçmişi anımsama ülkesi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bir yavru vatan...

Bu söz de, Türk’ün atası, yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, günün şartları nedeniyle, zorunlu olarak, Lozan Barış Antlaşması’nın 16, 20 ve 21’nci maddeleriyle İngiliz egemenliğine bırakılan Kıbrıs adasına ilişkin söylediği çok önemli bir sözüdür:

“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece Anadolu’nun ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada ve orada yaşayan Türkler bizim için çok önemlidir.”

Feza Tiryaki, 24 Mayıs 2016 (sürecek)

http://www.guncelmeydan.com/…/koca-cinar-rauf-denktas-t3031… (Rauf Denktaş’ı anma)
http://www.ilk-kursun.com/…/koca-cinar-rauf-denktasin-anis…/ (Rauf Denktaş’ı anma)
http://www.dha.com.tr/vanda-sehit-olan- ... espese-iki… (Son şehitlerimizin uğurlanışı)
http://www.sozcu.com.tr/…/gundem/vanda-hain-tuzak-4-sehit-…/ (Son şehitlerimiz)
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk- ... na-pasapor
https://www.youtube.com/watch?time_cont ... V0A-glcgV0 (Kıbrıs kaseti)
(Resimdeki plaj: Gazi Mağusa)
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x