“Yeni Büyük Oyun”da Üçüncü Perde (1)

İzlem (Strateji) - Bazen barışın, bazen de savaşın sanatı...

“Yeni Büyük Oyun”da Üçüncü Perde (1)

İletigönderen kuva-yi milliye » Prş Şub 14, 2008 1:02

“Yeni Büyük Oyun”da Üçüncü Perde (1) M.Seyfettin EROL



Ortadoğu’da zor günler yaşayan Amerika, “Yeni Büyük Oyun”u tekrar Avrasya’ya ve Avrasya’nın merkezi konumunda olan Orta Asya’ya taşımanın peşinde.


11 Eylül ile birlikte “Yeni Büyük Oyun”da açılışı Afganistan ile yapan ve ardından Kırgızistan ve Özbekistan’da kurduğu askeri üsler ile bölgede köprübaşları kuran ABD, bir anlamda bu “Birinci Perde” ile Büyük Oyun’u Orta Asya’dan başlatmış, aynen Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası”ndaki senaryoyu bir anlamda uygulamaya koyduğunun mesajlarını vermişti.


ABD, zafer sarhoşluğu içinde dikkatini ve tüm enerjisini Ortadoğu bölgesine kaydırınca, bir anda büyük oyundaki “İkinci Perde” de şekillenmeye başlamış ve bu seferki oyunun adı: “Büyük Ortadoğu Projesi” olmuştu. Kısaltılmış adıyla BOP olarak uygulamaya konulan bu projede, daha önce var olan Orta Asya kısmı da el çabukluğuyla silinmişti…


Fakat, bölgenin acemi oyuncusunun yaptığı bu “Şark Kurnazlığı”, tüm çabalarına rağmen bölge devletlerinin dikkatlerinden kaçmadı…


Nitekim, “İkinci Perde”de bir taraftan Irak’ta beklemediği bir direniş ve bölge devletlerinden ortak bir direnç gören ABD, diğer taraftan, “Birinci Perde”deki kazanımlarını da kaybetmeye başladı…


11 Eylül sonrası önce Afganistan, ardından Kırgızistan ve Özbekistan’a yerleşen Amerika, bölgenin siyasi çerçevesini değiştirmeye dönük stratejisinin kaçınılmaz bir sonucu olarak bugün bölgeden büyük ölçüde siyasi ve güvenlik ilişkileri açılarından dışlanmış durumda. 2004’ten itibaren adım adım bölgeden dışlanan, diğer bir ifadeyle “istenmeyen güç” konumuna itilen ABD, önce Şubat-Mart 2005’te Kırgızistan’da gerçekleştirilen “Lale Devrimi”, ardından benzer senaryonun Özbekistan’ın Andican şehrinde sahneye konmasıyla birlikte, bir anlamda bölgedeki askeri ve siyasi varlığına da “harakiri” yapmıştı…


Nitekim, Özbekistan’daki Hanabad (K-2) askeri üssünden 2005 yılının son aylarında çıkartılan ABD, Kırgızistan’da Manas Askeri Üssü’nde de pek rahat değil. Lale Devrimi’yle iktidara getirdiği Bakiyev yönetiminin Moskova’ya yönelmesi ve ardından üssün yıllık kira bedelini 75 kat arttırmak suretiyle 150 bin dolara çıkarması ve 2006 Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’nde alınan karar doğrultusunda üssün terk edilmesi için Washington yönetimine verdiği dolaylı mesajlar Pentagon’u bugünlerde oldukça rahatsız ediyor. Hiç kuşkusuz, gerek Özbekistan’ın gerekse de Kırgızistan’ın aldığı bu kararlar ve takındıkları tavırda Rusya ve Çin’in gölgesini ŞİÖ üzerinden görmek mümkün. Rusya ve Çin, açıkçası ABD’yi bölgeden pılısıyla pırtısıyla çıkartmanın peşindeler. Şu ana kadar da oldukça başarılı oldukları söylenebilir, özellikle de Moskova açısından.


Ortadoğu’da özellikle Ankara-Tahran-Şam hattıyla özdeşleşen ve Pentagon projelerini uzun bir süreliğine askıya aldırmak zorunda kalan bu bölgesel direnişin Orta Asya ayağını oluşturan Moskova-Pekin hattının son dönemdeki bölgesel başarısı, hiç kuşkusuz Amerika’nın küresel güç geleceği açısından daha büyük bir önem ve öncelik arz etmeye başlamış durumda. Bu bağlamda bölgesel politikalarını değiştiren ABD yönetimi, eski hatalarını bir anlamda telafi etmenin peşinde, hiç de samimi olmayan yeni bir çıkış stratejisini uygulamaya koymuş vaziyette.


Bu bağlamda ABD’nin son dönemde Ortadoğu’ya dönük yeni politikası ve Türkiye ile ilişkileri daha bir anlamlı hale geliyor. Bu hususu, “Yeni Büyük Oyun” yazımızın ilerleyen bölümlerinde daha da açacağız…


ABD, hiç kuşkusuz, yazımızın da başında belirttiğimiz üzere tekrar bölgeye, “yeni ve farklı bir maskeyle” girişin peşinde. Bu kapsamda Birleşik Devletler Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Amiral William Falon’un Orta Asya ziyareti, bölge gündemini bir anda hareketlendirdi. Fallon önce Pakistan’ı, ardından Kırgızistan ve Tacikistan’ı ziyaret etti. Gerçi bu ziyaretler sürpriz sayılmazdı ama bu ziyaretin 2005’ten bu yana ilişkilerin dip yaptığı Özbekistan’a 24 Ocak 2008’de gerçekleştirilmiş olması, haliyle bu son ziyareti ve diğerlerini oldukça anlamlı ve önemli kıldı.


Peki, ABD niçin “Yeni Büyük Oyun”u tekrar Avrasya bölgesine taşımak istiyor? Üçüncü Perde ile neleri hedefliyor? ABD’nin bu yeni stratejisi bölge devletleri tarafından nasıl algılanıyor ve her şeyden önemlisi “Üçüncü Perde”de Türkiye’nin yeri ne, Türkiye ne yapmalı?


ABD’nin hedeflerine baktığımızda karşımıza şu hususlar çıkıyor:


1. ABD’nin Küresel güç mücadelesinin önünde engel olarak görmeye başladığı güçlerle kendi bölgesinin dışında hesaplaşmak istemesi ve kapsamda mücadele alanını kendi sahasından çıkartma arzusu;


2. İkinci Perde’de Putin yönetimindeki Rusya’nın dış politikada, özellikle de yakın çevresinde (ağırlıklı olarak da Orta Asya ve Kafkasya bölgeleri bağlamında) artan bir etkinlik göstermeye başlaması;


3. Bu politikanın uygulanması kapsamında Rusya’nın İran ve Çin’le yakın bir işbirliğine girmesi ve bu ülkeleri kullanarak bölge ülkelerine karşı “kumpas” stratejisi izlemesi ve bu devletlerin Batı, ABD ile her türlü işbirliğinin önüne geçmek istemesi, böylece ABD’nin manevra alanını daraltmaya başlaması;


4. Hazar örneğinde de görüldüğü üzere, bu devletlere yeri geldiğinde şantaj yaparak, bölgesel konularda, sorunlarda “arka çöplüğün horozu benim” demesi;


5. Enerji politikaları bağlamında Rusya’nın bir adım öne geçmesi ve Batı’nın enerji güvenliği bağlamında riskli bir gelecek ile karşı karşıya kalacağı endişesini daha derinden hissetmeye başlaması;


6. Afganistan’da yaşanan olumsuzluklar ve “Yeni Taliban” hareketinin önlenemez yükselişi ve bu harekete verilen bölgesel güç desteği, buna karşılık ABD’nin bölgesel anlamda mevzi kaybetmeye devam etmesi;


7. Bu kapsamda Pakistan-ABD ilişkilerinde yaşanan sorunlar ve Washington açısından İslamabad yönetiminin “güven vermeyen” duruşu, Pakistan dış politikasında Batı’dan Doğu’ya doğru başlayan eksen kaymasının hızlanması;


8. Kırgızistan’da Bakiyev yönetiminin Washington yönetimi açısından yarattığı hayal kırıklığı ve son olarak Rus etnik kökenli eski Enerji ve Sanayi Bakanı İgor Çudinov’u, Almazbek Atambayev’in yerine başbakan olarak ataması;


9. Son hareket ile birlikte ABD’nin nüfuzunun bu ülkede önemli ölçüde darbe alması ve buna karşılık güçlenen Rus nüfuzu karşısında Amerika’nın geleceğinin belirsizlik kazanması.


ABD’nin muhtemel endişeleri ve bu kapsamda önümüzdeki süreçte “Üçüncü Perde”nin temel çerçevesini oluşturacak hususlar bunlar. Bu hususlar bir anlamda bugüne kadar ki (Bush yönetimi döneminde) “tek taraflılık” üzerine inşa edilmiş ABD dış politika anlayışını “çok taraflılığa/çoklu işbirliğine” itmişe benziyor. Ya da en azından öyle bir görüntü ortaya sunulmaya çalışılıyor…


Dolayısıyla, bu yeni süreçte ABD Türk Dünyası ile farklı bir süreci hedefliyor olabilir. Amerika da biliyor ki, “Üçüncü Perde” Türk Dünyası’nın başkentlerinden ve pek tabi ki Ankara’dan geçiyor…



Yrd. Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Gazi Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
Kullanıcı küçük betizi
kuva-yi milliye
Üye
Üye
 
İletiler: 46
Kayıt: Çrş Oca 09, 2008 4:53

turkiye ve abd

İletigönderen emint » Çrş Nis 09, 2008 22:16

ZAMAN-[Yorum - Mustafa Malik]
Türkiye-ABD savaşı an meselesi mi? Amerika ve Türkiye, Irak'ta çatışmaya girecek mi? Her şeyden önce, Metal Fırtına bir ABD-Türk savaşının tarihi olarak 2007'de öngörülmüştü. Metal Fırtına kurgusu sağ olsun, ancak kitabın hikayesi ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Türkiye'yi, Irak sınırına geçerek tek taraflı bir askerî operasyon yapmaması konusunda uyardığında zihnimde çaktı.
Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "Irak'ta saklanan ve saldırılar gerçekleştiren [b][size=150]PKK TERÖRİSTLERİNİ!!![/size][/b] ezmek için Kuzey Irak'a girmeye hazırız." dedi ve Başbakan Erdoğan bu açıklamaya destek verdi. Metal Fırtına kitabında da, Türkiye'nin Amerika ile bir savaşın, PKK'nın Türkiye'de saldırılar düzenlemesini müteakiben Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmesi nedeniyle vuku bulacağı belirtiliyordu. Ben, Türkiye ve Birleşik Devletler arasında bir savaş olacağını ummuyorum; ancak Amerika'nın Kürt meselesine dahil olması iki ülke arasında zaten sorunlu olan ilişkileri daha da kötüleştirebilir. Amerikan dış politika planlayıcıları, Ortadoğu'yu Iraklı Kürt liderlerin tarihî yakın bağları bulunduğu İsrail'in gözlerinden görüyor. Kürdistan Demokratik Partisi lideri Mesud Barzani'nin babası son Molla Mustafa Barzani, peşmerge gerillalarını İran silahlarını İsrail'e taşıması için kullanırdı. O dönem, İran Muhammed Rıza Pehlevi tarafından yönetiliyordu, yani Amerika'nın Ortadoğu'daki en büyük polisi.
Türk-ABD ilişkilerinde en sorunlu dönem
1991 yılındaki Körfez Savaşı'nın sonlarına doğru, neo-muhafazakar stratejist, dönemin Savunma Bakanı Dick Cheney'nin yardımcısı Paul Wolfowitz, Irak'ın Kürt bölgelerinde dizginleri ele alması için patronunu ikna etti (güney Irak topraklarıyla birlikte) ve Irak güçleri için bu bölgeleri 'uçuşa kapalı bölge' ilan ettiriverdi. 12 yıl boyunca, Amerikan gazeteci Seymour Hersh ve diğerlerinin de işaret ettiği gibi, İsrail peşmergeleri eğitirken Amerikan ve İngiliz savaş uçakları da Kürt bölgesini Irak ordusu ve hükümetinin ulaşım kordonu dışında tuttu. Ortadoğu için uygulanan neo-muhafazakar strateji, Kuzey Irak'ta Amerika ve İsrail ile müttefik otonom bir 'Kürdistan'ı planlıyordu.
Türkiye'nin Kuzey Irak'ta otonom ya da bağımsız bir Kürdistan'ın kendi ülkesinde Kürt ayrılıkçılığını kızıştırabileceği kaygıları konusunda hassas olan Amerikalılar, Iraklı Kürt liderliğin bağımsızlık taleplerine karşı baskı oluşturuyor. Ancak, Türkiye'deki İslamcı politik güçlerin nüfuzu ve üstünlüğü, ABD dış politikası ve entelektüelleri arasında bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Bir grup -Wolfowitz, Richard Perle ve Douglas Feith, Iraklı Kürtlerin Türkiye, Amerika karşıtı devletler ve Ortadoğu'daki gruplar üzerinde yular olarak kullanılmasına 'büyük sadakatle' destek veriyor. Bu güçlü politik kodamanlar, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Türkiye'de iktidara gelmesi ile alarm durumuna geçtiler. 2 Aralık 2002'de AKP, Türk parlamento seçimlerini henüz kazanmışken Erdoğan, Washington'da Stratejik Araştırmalar ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi'ndeki bir resepsiyondu konuşuyordu. O dönem, ABD Savunma Bakan Yardımcısı olan Wolfowitz, Türk liderin diğer programlara katılımına eşlik etmek için en öndeki safta yerini almıştı. Onunla birlikte gelen bir adam da Wolfowitz ile benim aramda oturuyordu. Bir ara, bu adam Wolfowitz'e doğru eğildi ve kısık bir sesle, "Ona (Erdoğan'a) güveniyor musunuz?" diye sordu. Wolfowitz, "Tam olarak değil." yanıtını verdi ve adamın kulağına duyamadığım bir şeyler fısıldadı.
Resepsiyon bitti, İstanbul belediye başkanlığı günlerinden tanıştığım Erdoğan ile kısa bir görüşmem oldu. Erdoğan'a başbakan olması durumunda hükümetinin İslamcı idealleri, ajandayı koruyup korumayacağını ve Avrupa Birliği üyeliğinin ve Birleşik Devletler ile dostluğun peşinden gidip gitmeyeceğini sordum. Bana, partisinin 'fundamentalist' olmadığını, ancak Türkiye'nin kendisine güvendiğini ve Amerika'yla ya da Avrupa ile yakın bağlar arayışına girmekten korkmayacağını söyledi. Erdoğan'ın hükümetinin İslami değerlere bağlılığı ılımlı idi ve çoğu zaman da Avrupa Birliği'ne üye olmadaki çıkar nedeniyle de askıya alınabiliyordu. Yine de, bu İslami kökler meselesi, Amerika'nın AKP'ye karşı düşmanlığının ve Kürt meselelerine sempatisinin ana kaynağı oldu. Amerika'nın artan Türk antipatisinin ve Iraklı Kürtlere desteğinin en önemli nedenlerinden biri, bu ülkenin Ortadoğu'daki askerî üsler nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığıdır. Amerikalılar, 2003 yılındaki Irak işgali öncesinde Türk parlamentosunun ABD askerlerinin Türk topraklarını kullanmalarına izin vermemesi nedeniyle çileden çıktı. Amerikalıların Türk karşıtı hisleri geçen sene, İran'a karşı muhtemel bir bombardımanda, Ankara'nın İncirlik hava üssünü kullanıma açmamasıyla kartopuna dönüştü. Birleşik Devletler'in İncirlik'te 90 adet nükleer başlığı var ve görünen o ki bunların bir bölümünü İran'ın yeraltındaki nükleer tesislerini yok etmek için kullanmak istiyor.
Türk yetkilileri, ordusu ve sivilleri kendi topraklarından iyi bir komşusunun gökyüzünde mantar bulutlarının dolaşması düşüncesi karşısında dehşete kapıldı. Bu durum, İncirlik'in ABD için kullanışlılık oranını azalttı. Kendi davalarını yürütmede İncirlik'i bir fiyasko olarak gören ve Kuzey Irak'ı ABD askerî üslerine uygun yer seçen neo-muhafazakarlar bu bölgeyi ön plana çıkarıyor. Ek olarak, El Kaide ve Irak'ın Sünni Arapları ve Mehdi Ordusu militanları Amerika'nın Kuzey Irak'ta çıkarlarını biledi. 2002 yılında, 11 Eylül saldırıları karşısında hâlâ yalpalayan Bush yönetimi, Suudi monarşisinin Amerika'nın askerî güçlerini Suudi topraklarından çekmesi ricası ile eşekten düşmüşe döndü. Suudiler, ülkelerindeki Amerikan karşıtlığının 11 Eylül'den sonra arttığını ve Sultan kentindeki Amerikan üslerinin bunu daha da körüklediğini söyledi. Bununla birlikte, daha önce yaptığım ziyarette çok sayıda Suudi vatandaşının 1991 yılındaki yerleşmesinden sonra Amerikan askerlerine öfkeli olduğunu gördüm. Çoğu, Usame bin Ladin'in 2001'deki saldırıları ABD'yi 'Muhammed'in topraklarından' çıkarmak için düzenlediğini düşünüyordu. 2003 Nisan'ında Amerikalılar Sultan kentindeki üslerini terk ettiğinde, El Kaide'nin Suudi destekçileri bu olayı 'Usame'nin zaferi' olarak kutladı. Söz konusu tavır, neo-muhafazakarları çileden çıkardı ve Irak'ı ABD askerleri ve üsleri için en uygun yer yapma planlarını güçlendirdi. Fakat, bu umut da Sünni Arap ve Mehdi Ordusu gerillalarının Amerikan askerlerini Irak'tan çıkarmaya yemin etmeleri ve sokakları ele geçirmesiyle buhar oldu. Amerikalılar şimdi, Irak'ta memnuniyetle karşılanabilecekleri tek yerin Kürt kentleri olduğu düşüncesine tümüyle ikna olmuş durumda.
Metal Fırtına gerçeğe mi dönüşüyor?
Mesele, Amerika'nın Kürt liderliğine dışarıdan topraklarına yönelik herhangi bir saldırı karşısında kendilerini korumaya yardım etme sözü verip vermediğidir. 25 Ekim'de Celal Talabani'nin Washington Post'a verdiği demeç bu yönde bir bilgiyi doğruluyor. PUK lideri ve Irak hükümeti Cumhurbaşkanı Talabani şöyle diyordu: "Uzun bir süre Amerikan güçlerine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum, hatta iki askerî üs dış müdahalelere karşı bizi koruyacak." Türkiye, Kuzey Irak'a müdahale etme gibi bir niyet taşıyamaz. Çünkü, önemli ticaret ve güvenlik bağları olan Amerika'yı öfkelendirme riskini çok iyi biliyor. İkincisi, komşu bir ülkeye karşı bir saldırganlık Türkiye'nin zaten sıkıntılı olan Avrupa Birliği üyeliğini de sıkıntıya sokacaktır. Dahası, askerî bir saldırı Türkiye'deki Kürt ayrılıkçılığı da çözmeyecektir. Yine de, Türkiye ve Amerika, tuttukları yolu değiştirmedikçe, iki ülkenin yanlış bir karşı karşıya gelme ihtimali mevcut. Amerikalılar, askerî üsler konusundaki hayal kırıklığının kendisini Kürt önceliklerine hapis ettiğinin farkına varabilecek mi acaba? Kuzey Irak'taki otonom Kürt bölgesinin lideri Barzani, kendilerine desteği garantiye almış görünüyor. Irak'ta biraz vakit geçirmiş olan herkes, benim gibi, Irak Kürtlerinin kendilerine ait bir yurt niyetinin peşinden gittiğini bilir. Onlar, böylesi bir yurt yaratma niyetleri içinde PKK'yı desteklemeyi sürdürebilirler. PKK, Türkiye'nin güneydoğusunda kurulacak kendi bağımsız Kürdistanlarının sonuç olarak Kürt bölgeleriyle bütünleşebileceğini söylüyor. Muhtemelen PKK, Türk hedeflere saldırılarını sürdürecek ve Türk ordusu Kuzey Irak'ta onların peşlerine düşmenin zorunlu olduğu hissine kapılacak. Bunun karşılığında, ABD'de de kendisini Türkiye'ye saldırmaya zorunlu hissedecek mi? Bu durumda, Metal Fırtına'nın bir bölümünün sahneye konduğunu görebiliriz. Bu pek muhtemel olmayan senaryoda, Amerikalılar muhtemelen İngilizlerin 1915'teki Gelibolu'da aldığı dersi alacaktır.
Metal Fırtına'yı yazan Orkun Uçar ve Burak Turna ile, Washington'da bir Türk nükleer patlamasının Amerika'nın Türkiye müdahalesini durduracağı konusunda aynı fikirde değilim. Aksine, bu Amerika'nın Türkiye üzerinde nükleer silah kullanması için bir bahane oluşturacaktır ve ülkeyi daha da zor bir duruma düşürecektir. Bunun yerine, Türkiye'nin güçlü konvansiyonel ordu güçleri Amerika'nın bir müdahalesi için caydırıcı olacaktır. Vietnam ve Irak bize bir ders verdiyse, bu Amerika'nın konvansiyonel silahlı güçlerinin umutsuz bir biçimde yabancı savaşlarda başarısız olduğudur. Ayrıca, bir NATO müttefikinin diğerine nükleer silah atacağını sanmıyorum. Hem Amerikan hem de Türk savaş planlayıcıları bunu biliyor; işte bu nedenle Amerika ve Türkiye'nin birbirine saldırma ihtimali pek yok. Hem Amerika hem de Türkiye, ilişkilerinin ikincil meseleler yüzünden koparılamayacak kadar önemli olduğunu biliyor. Türkiye, AB'nin baskısı altında Ankara bürokratlarının zoraki uygulamaları yerine Kürtlerine destek olmak, kendi kültürlerini geliştirmeleri için güçlü bir programı uygulamaya koymalı. İkincisi, Kürt gençlerinin eğitim, iş ve benzeri imkanlar bulabilmesi için ülkenin güneyine devasa yatırımlar yapılmalı. Türkiye'deki Kürt ayrılıkçılığını ortadan kaldırmanın en iyi yolu Kürtlerin Kürt olarak kalmasını ve Türk vatandaşı olmaktan gurur duymasını sağlamaktır.
(*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Sayın Malik, Washington merkezli gazeteci ve yazar, Pakistan başbakanının ve Cumhurbaşkanı Nurul Amin'in konuşmalarını hazırladı.
MUSTAFA MALİK (*)
01 Ağustos 2007
ABD zurnasının zırt dediği yer
ABD senaryosunun en müthiş sahnesine, Şii-Sünni, "İran ve diğerleri" hesaplaşmasına itilmesi düşünülen, bunun için belki Irak'a çekilecek, hem İsrail'le hem Suud hanedanıyla aynı safta istenen Türkiye'yiz. Neyse ki Suudi Arabistan değiliz!
Umur Talu'nun yazısı:
ABD zurnasının zırt dediği yer
Hemen söyleyeyim. Suudi Arabistan'dır. Bölgede bir de "esas oğlan" İsrail var ama, zaten zurnanın zort, davulun puf, zilin tıs ettiği yer.
Suudi Arabistan, ABD'nin bölgeye dair tüm palavralarının turnusolü, tüm iddialarının balonu, tüm ikiyüzlülüklerinin kutsal toprağıdır.
"Terörle mücadele" nin, "Ortadoğu demokratikleşmesi" nin, "despot rejimlerin çökertilmesi" nin, "petrolün halklar, yoksullar, kalkınma için kullanılması" nın, "silahsızlanma" nın, "kadın hakları" nın, "hukuk" un, yani işgal, müdahale, dayatma, tahakküm, saldırı vesaire adına ne gerekçe, bahane varsa, zurnada artık kaç delik mevcutsa, zırtladığı yerdir.
Suudi Arabistan, ABD'nin dünyayı uyuttuğu "Binbir Gece Masalları" nın simgesidir.
Bölgenin, halkların hıyar yerine konulmasının, kabak gibi oyulmasının, birbirine tokuşturulmasının resmidir.
Biliyorsunuz işte...
11 Eylül'ü gerçekleştirdiği açıklanan isimlerin çoğu Suudi, Bin Ladin Suudi olduğu halde, ABD Irak'ı işgal etmişti.
Ortaya şu manzara çıktı:
ABD, Irak'ta Şiileri (çoğunluk) ön plana, yönetime çıkardı.
Direnişçiler ile "has teröristler" ise genellikle Sünnilerden oluştu.
Fakat Şiiler, derece derece, İran'la yakın.
Sünnilerin bir bölümü ise Suudi Arabistan'a.
Oysa İran ABD'nin düşmanı; Suudi Arabistan Krallığı ise dostu, müttefiki, üs yatağı, petrol kuyusu, silah ve bilumum mal, lüks tüketim müşterisi, ABD Hazinesi'nin, fonlarının süt annesi.
Üstelik ABD, mahcup ifadelerle olsa da, "Suudi Arabistan'ın meşru Irak hükümetini dinamitlemesinden rahatsız."
Lakin, ABD'nin "Şark kurnazlığı" o ki;
Irak'ta Sünnilere karşı Şiileri destekleyip sonra hepsini birbirine kırdırırken, bölgede de Şii İran'ı bir gün Sünni devletlere kırdırmanın, en azından vuruşturmanın hesabını yapıyor.
ABD yönetimi işte o Suudilere 20 milyar dolarlık yeni silah satacak. (Bizim de milyarlarca dolarlık savaş uçağı alımımız gündemde.)
İran'a karşı!
Aman şarlamasın, Kongre'de lobi bobi olmasın diye, İsrail'e 10 yıl için 30.4 milyar dolarlık silahlanma paketi sunuldu. Son 10 yıla göre yüzde 40 daha fazla buyruldu.
Suudilere verilecek silahların, İsrail'i menzile sokmayacak yerlere konuşlandırılması şartı da yolda.
"Bölgenin demokratikleşmesi" böyle bir şey işte!
Zaten kabaca emme basma tulumba:
ABD Suudiler'den petrol alıyor, dolar ödüyor.
Suudiler bu dolarlarla ABD'den mal alıyor; ama bakiyenin çoğunu hanedanın, zenginlerin tasarrufu olarak yeniden ABD'ye yolluyor, oraya yatırıyor. Bir kısmı ise El Kaide filan besliyor.
ABD, bu tasarrufları da kullanıp daha çok silah üretiyor, daha çok savaş finanse ediyor, bir de El Kaide ile mücadele etmek için harcıyor!
Ürettiği silahları da, misal Suudilere (bize de) satıyor.
En ufak tehditte dahi, o silahları kullanamayan Suudileri korumak üzere "Kutsal topraklar" a yerleşiyor, masrafları alıyor.
ABD oraya yerleştiği için daha fazla Arap genç El Kaide safına katılıyor. Daha fazlası Irak'a gidiyor, öldürüyor, ölüyor.
ABD onlara karşı Şiileri destekliyor. Şiiler güçlenince de İran nüfuzu artıyor diye Suudiler'e daha çok silah satıyor.
Peki biz neyiz?
"PKK yemi" ne takılmış, kendi halkından ürken, birbirine düşmanlıkta salınan, ABD PKK'yı halletsin diye kim bilir ne sözler veren, neredeyse yarısı Suriyeli, İranlı Kürtler'den oluşan PKK'yı ABD'nin en azından bu iki devlete karşı sepete attığını düşünmeyen, tabii PKK gölgesinde siyaset yapanı da bu emperyalist tezgahı dert etmeyen...
ABD senaryosunun en müthiş sahnesine, Şii-Sünni, "İran ve diğerleri" hesaplaşmasına itilmesi düşünülen, bunun için belki Irak'a çekilecek, hem İsrail'le hem Suud hanedanıyla aynı safta istenen Türkiye'yiz. Neyse ki Suudi Arabistan değiliz!
Sabah
WASHINGTON Post’ta yazdığı makalede ABD ile Türkiye’nin PKK’ya yönelik bir ortak operasyon yapmayı planladığını ve Savunma Bakanlığı’nın 3 numarası Eric Edelman’ın bu konuda kongre üyelerini bilgilendirdiğini kaydeden tecrübeli gazeteci Robert Novak makaleden sonra ilk kez konuştu.

Heritage Foundation adlı düşünce kuruluşunda konuşan Novak, makaleye konu olan operasyon planlarını kendisine bir senatörün aktardığını doğruladı.

Novak “Yazımdan sonra operasyonun masadan kalktığını düşünüyorum. Bu tür bir operasyonu engellediğim için çok mutluyum. Böyle bir harekatın Amerika’nın güvenliğiyle hiçbir ilgisi yoktu.”

Novak, operasyonun PKK liderlerinin "öldürülmesini" amaçladığını ve kendisinin buna karşı olduğunu belirterek, "Eğer yanlış bir operasyon, bu makale nedeniyle sabote edilmişse bu beni de, bana bilgiyi veren Kongre üyesini de memnun eder" dedi.

TERÖRİST DEĞİL, ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISIYMIŞ

Milliyet muhabiri Yasemin Çongar'ın da görüştüğü Novak, saçmalamaya devam ediyor. Novak, PKK hakkında, "Siz buna terörist örgüt diyorsunuz. Başkaları ise, 'Kürtlerin özgürlük savaşçıları' diyor. Ben de bunu TV'de bir kez söyledim ve başım derde girdi. Ama ben, biri için 'terörist' olanın, diğeri için 'özgürlük savaşçısı' olduğuna inanıyorum" dedi.

"Irak'taki bağımsız Kürt bölgesel hükümetinin, Türkiye'deki kardeşleriyle birleşip Türk topraklarını da içine alacak 'Büyük Kürdistan'ı kurması, Türkiye'yi endişelendiriyor" diyen Novak, Türkiye nüfusunun beşte birinin Kürt olduğunu söyledi.
Novak’ın Makalesi Neyi Deşifre Etti
Sedat Laçiner
Birkaç gündür Washington Post’tan Robert Novak’ın “Bush’un Türk Kumarı” adlı makalesi gündemi işgal ediyor. Hudson, Baran, Novak derken Türkiye’nin Kuzey Irak ve PKK sorunlarında tamamen ABD tarafından yönlendirildiğini görüyoruz. Bu konularda Türkiye kaynaklı tartışma yapmak dahi olanaksız bir hale geliyor. Washington’da pişen Ankara’da servis ediliyor.
Neymiş, Novak ABD’nin Türkiye ile birlikte PKK liderlerine karşı yapacağı operasyonu deşifre etmiş, bu nedenle de sır olan operasyon suya düşmüş... Türkiye’nin komplocu ‘düşünürleri’ operasyon haberinin bilinçli olarak sızdırıldığını ve bundan sonra operasyonun hayal olacağını söylüyorlar. Doğrusu Novak da halinden pek memnun. Yasemin Çongar’ın haberine göre makalesiyle tartışma yaratan Robert Novak, ‘gizli operasyonun sabote edilmesinden kendisinin de, bilgiyi sızdıran erkek Kongre üyesinin de çok memnun olduğunu’ söylemiş. Novak PKK’yı bir terör örgütü olarak görmüyor, Amerika’nın Kürtlere ihanet etmemesi gerektiğini vs. söylüyor... Anlayacağınız tam bir PKK ve Barzani sempatizanı ve onların propagandası ile karşı karşıyayız.
Bu noktada en can alıcı nokta ise Novak’ın haberinin olası bir operasyonu deşifre edip etmediği. Bizim gazetelere bakarsanız artık operasyon falan olmaz. Çünkü PKK’lılar bundan sonra durdukları yerde durmaz.
Nereye kaçacaklarsa?
Sanki ilk defa olarak kendilerine karşı bir operasyon yapılma riskiyle karşı karşıyalar…
Diyelim ki Novak’ın haberi operasyonu suya düşürdü. Ve diyelim ki ABD büyük bir yanlış yaptı. Bu durumda dahi Türkiye’nin yakınma hakkı yok… Davulla zurna ile Kuzey Irak’a operasyon yapmaya kalkan, gece gündüz en önemli sırlarını kamaralar önünde dünya alem ile paylaşan Türkiye bir makaleye mi kızacak? Eğer Novak’ın makalesi operasyonu suya düşürdüyse, Türkiye’deki tartışmalardan sonra Irak’ın kuzeyinde bir tek PKK’lı kalmamıştır. Hepsi Hawaii’ye, Kanarya Adaları’na vs. gitmişlerdir…
Novak’ın makalesinde operasyonun hiçbir sırrı yer almıyor: Yer adı yok. Asker sayısı belirtilmemiş, zamanlama görülmüyor… Sadece yapılması olası ve riskli bir operasyondan bahsediliyor… Diğer bir deyişle ABD’nin çıkan habere dayanarak operasyon vs. iptal etmesi mümkün değil…
Aslında oynanan oyun geçen yılkiyle aynı… ABD gönülsüz, Türkler saf. ABD Türkleri kızdırmadan Barzani ve Talabani’ye devlet hediye etmek, PKK’yı da İran’a karşı kullanmaya devam etmek istiyor. Türkiye’ye ne kadar az taviz verebilirse o kadar iyi. Türkiye’yi ne kadar çok Irak’ın dışında tutabilirse mutlu olacak… Bunun için çeşitli manevralar yapıyor. Geçen yıl PKK’ya ateşkes ilan ettirmişti. Bir de koordinatörlük müessesini ön plana çıkarmıştı. Sağolsun Edip Başer tam da onların istediği türden bir koordinatör çıktı. Tüm bunlara ek olarak öyle vaatlerde bulundular ki, sanırsınız PKK bir gecede sona erecek. Böylece 1 tam yıl geçti. Ve bizler yine kaldığımız noktayız. Bu süreçte Türkiye karşı ataklar yapmadı değil. Türkiye’nin Irak’a müdahaleleri an meselesiydi. Ancak iç kavgalarımız ABD’yi rahatlattı. ABD ve PKK ile uğraşması gereken cumhurbaşkanımız, hükümetimiz, meclisimiz ve askerimiz birbirlerinin gözünü oymakla meşguldü. Her bir siyasi grubu ABD’yi kandırarak içeride iktidar olurum sandı. Sanki Amerika dünkü çocuk. Aldanan bizimkiler oldu. Cumhurbaşkanlığı krizi, e-muhtıra derken Amerika istediğini aldı. Türkiye’yi bir yıl daha oyaladı.
Amerika yine aynı oyunları oynuyor. Türkiye bu kez verilen vaatlere ve sözlere kanmazsa içeride gerilim yeniden yükselecek. Bizimkiler zaten dünde hazır... Parmaklar bir diğerinin gözüne girmek için sabırsız. Ne kadar çok kriz o kadar Amerika mutlu. Ne kadar çok e-muhtıra, PKK o kadar mest. Anlayacağınız ne Novak’ın makalesi, ne Hudson Enstitüsü, tüm operasyonları biz kendimiz deşifre edip ortadan kaldırıyoruz....
4 Ağustos 2007


15 Ekim 2007
Türkiye şaka yapmıyor!
Gazeteci Hüsnü Mahalli: Başbakanın açıklaması şaka değildi. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın “ayaklarına kurşun sıkıyorlar” sözleri şaka değildi. Amerika’daki bazı çevreler şöyle düşünüyor: Türkler iki gün bağırır, çağırır sonra otururlar.
Başbakan Erdoğan “inceldiği yerden kopar” diyor. İlişkiler inceldiği yerden kopacak mı? Elli yıllık dostluk ilişkisi bitecek mi?
Dostluk ilişkisi mi bilmiyorum. Tek taraflı ilişkiler demek daha yararlı olur. Amerikalılar Türkiye de dahil ülkelerle dostluk ilişkisi kurmuyor. Çıkarlar ayrıştığında Amerikalılar sırtını dönüyor ülkelere…
Bu noktayı biraz açalım…
Kazançlı çıktığı kadar ilişki kurar Amerikalılar. İkinci dünya savaşı sonrasında tüm ülkelerle böyle ilişki kuruldu. Çıkarlar çatıştığına o ülkeyi satar. Amerika böyle bir ülke. Bugünkü ilişkiler Amerikan tarzına uymuyor. 1 Marttan sonra Türk halkı, hükümeti, parlamentosu, Genelkurmayı hayır dedi Amerika’ya. Amerikalılar buna kızgın… Amerikanın bu tavrı 1 Martın intikamıdır. Türkiye 2003den bu yana Amerika’nın Irak politikasına çok sert tepki koydu. Felluce’den Ebu Gureybe… Kamuoyu açıklamaları da Türkiye’de Amerika’ya yönelik yaklaşımın çok olumsuz olduğunu gösterdi. Amerikan yönetiminin buna takıldığını sanmıyorum tabi. Ama Yahudi lobileri oldukça rahatsızdı bu süreçten. Türkiye’nin İsrail ve Amerikan çizgisinden çıkmakta olduğunu görüp intikam almak istediler. Erdoğan’ın İsrail’in terörist devlet tanımını hatırlayın. Çuval geçirmeden tutun da tüm tavırlar bunun intikamıydı.
Türkiye stratejik tercihlerini mi değiştiriyor?
Hayır, ama çıkarlarını gözetiyor. Türkiye İran’dan ve Suriye’den uzaklaşmıyor. İran ile yapılan doğalgaz anlaşması örneği çılgına çevirdi Amerikalıları. Yarın Suriye Başkanı Beşar Esad geliyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün ilk konuğu Suriye Devlet Başkanı Esad. Amerikalılar buna tahammül etmez. Edemiyor…
Yani ‘inceldiği yerden kopacak’ diyorsunuz…
Onların sorunu bu. Türkiye’nin Amerika’ya ihtiyacı yok, onların ihtiyacı var. Türkiye herhangi bir ülke değil. Dünyanın en önemli ülkelerinden birisi. Daha çok Amerikalı gelecek Türkiye’ye ve bizden uzaklaşmayın diyecekler göreceksiniz. Haftasonu geldiler. Dışişleri ve Savunma Bakan yardımcıları geldi…
Ne konuştular Ankara’da?
Yapmayın, durun, bakacağız dediler. Başbakanın açıklaması şaka değildi. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın “ayaklarına kurşun sıkıyorlar” sözleri şaka değildi. Amerika’daki bazı çevreler şöyle düşünüyor: Türkler iki gün bağırır, çağırır sonra otururlar. Ama bana öyle gelmiyor. Belki bağırır çağırır ama unutmaz Türkiye, yanıt verecektir. Acele ile davranacağını da sanmıyorum. Türkiye’nin buna ihtiyacı yok. Uygun zamanı bekleyecektir Ankara.
Batı basınında Türkiye’nin sert tutumu iki olayın üst üste gelmesine bağlanıyor. PKK saldırıları ile Ermeni tasarısının… Şöyle bir senaryo koysam önünüze: Pelosi tasarıyı Temsilciler Meclisi’ne getirmekte ısrarlı ama diyelim ki ABD son anda tasarıyı geri çekti. Türkiye’nin PKK konusundaki tavrı ne olur o zaman?
Türkiye PKK konusunda bir şey yapmıyor ki. PKK gelip Türkiye’ye saldırıyor. Bunca saldırıdan sonra gidip Irak’a mı girdi Türkiye. Bu yumuşak politikası sonuncunda AKP oy patlaması yaptı güneydoğuda. Devlet sorunun silahla çözülmeyeceği kanaatine vardı. Şimdi saldırılarla bunu engellemeye çalışıyorlar. Türkiye’nin önünü kapatmaya çalışıyorlar. Kuzey Irak ile yakınlaşmasını istemiyorlar. Talabani bugünlerde Türkiye’ye gelecekti. Artık gelebilir mi? Ermeni tasarısıyla da tansiyonu yükseltiyorlar. Şunun mantığını açıklasanıza bana: Ermeni patriği temsilciler meclisinde açılış konuşması yapıyor. Bu açık bir provokasyon.
Türkiye-ABD ilişkileri soğuk savaş sonrasında farklı bir kulvara girdi ancak ilişkilerdeki asıl değişim 11 Eylül saldırısı sonrasında yaşandı gibi geliyor bana. 2002’den bu yana ikili ilişkiler 1 Mart tezkeresi, çuval olayı, PKK terörü ve Ermeni tasarısıyla boğuşmak zorunda kaldı. Ortadoğu ve küresel gelişmeler ele alındığında Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini nasıl buluyorsunuz?
Amerikalılar bu çizgide devam ettiği sürece Amerika kaybeder. Türkiye bu çizgisinden geri adım atmayacak gibi geliyor bana. Amerikalılar bunu anlamadığı sürece inceldiği yerden kopar. Türkiye elbette savaşmaz Amerika ile. Ben Türkiye’nin bölgesinde daha fazla savaş istemediğini görüyorum. Amerika bunu anlamıyor. İran’la neden yakınlaştığını anlamıyor. Türkiye’nin doğalgaza ihtiyacı var, Rusya’ya bağımlı bundan kurtulmak istiyor. Buna ihtiyacı var ne yapsın. İran’la ilişki kurmak zorunda. Ama bu Amerika’yı sinirlendiriyor. Türkiye ise çıkarları gereği hareket etmek zorunda kalıyor. Bakın bir örnek daha vereyim. Esad geliyor. Esad’ın gelmesinden rahatsızlar. Ama Esad gelip ne yapıyor ki? Gül’e İsrail ile barışmamızı sağlayın diyor.
Yarın da bunu mu söyleyecek?
Bunu önceden de söyledi yarın da söyleyecek. Türkiye de bu girişimi destekliyor. Gül ne yapabilirim uğraşında. Türkiye’nin bölgenin barışına sağlayacağı katkıyı görmüyorlar. Amerika ve Yahudi lobisinin eski alışkanlıklarından vazgeçmesi gerekiyor. Yoksa ilişkilerin geleceğini parlak görmüyorum.

15 Ekim 2007
Nadir büyüklükte gerginlik!
Financial Times, ABD-Türkiye gerginliğine "iki müttefik arasında nadir büyüklükte bir gerginlik" yorumu yaptı. Gazeteye göre, Ankara büyük olasılıkla K. Irak'a girecek.

Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK varlığına yönelik planladığı sınır ötesi operasyon Avrupa basınında geniş yer buldu.
İngiliz Financial Times:
Gazete başyazısında, ABD ile Türkiye arasındaki gerginliğin "iki müttefik devlet arasında olabilecek nadir büyüklükte bir gerginlik" olduğunu yazdı.

Financial Times'ın haberinde "Kongre'de yapılan oylama ile 1915'te Ermenilerin Osmanlı Türkleri tarafından katledilmelerinin soykırım olarak tanıması Türkiye tarafından büyük bir hakaret olarak algılandı" ifadesine yer verildi ve Türkiye'nin Washington büyükelçisini geri çağırdığı hatırlatıldı.

Gazete, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ile tasarının baş destekçisi olan Adam Schiff'in Ermeni nüfusunun yoğun olarak yaşadığı California'yı temsil ettiklerini belirterek, bu ikilinin iki ülkenin arasını açmak pahasına hem Bush yönetimini hem de sekiz eski dışişleri bakanının uyarılarını dikkate almadığını yazdı.

Haberde, ABD Başkanı George Bush yönetiminin tasarıya karşı ciddi bir muhalefet yaptığına dikkat çekildi.

"Kongre'nin jest politikaları Ermenilere adalet getirecek değil" görüşünün dile getirildiği başyazıda, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan PKK terörü ve Türkiye'nin sınır ötesi operasyon başlatma olasılığına dikkat çekildi.

Haberde, Temsilciler Meclisi genel kurulundaki oylamadan sonra, Türkiye'nin ABD'nin telkinlerini dinlemeyerek Irak'ın kuzeyinde bir sınır ötesi operasyona girişecegi iddiasına da yer verildi.

Bunun da, Irak'taki mevcut iç savaşta yeni bir cephe açacağı ve bölgedeki istikrarsızlığın körükleyeceği yorumu yapıldı.

Türkiye'nin ayrıca ABD ile askeri ilişkilerini keserek Irak'taki ABD ordusuna lojistik destekte kullanılan en önemli kanallardan biri olan İncirlik Üssü'nü kullandırmayabileceği belirtilen yazıda, "Ancak en kötüsü, artık her 10 Türk vatandaşından 9'u, politikaları milliyetçilik ve radikal İslam'ı besleyen ABD'ye karşı düşmanca bir tutum besliyor. Bu sorunlar Amerikan Kongresi'nde Ermenilere jest politikalarıyla çözülemez" ifadelerine yer verildi.

Financial Times, modern Türkiye'nin tarihle hesaplaşmasını yapması gerektiğini ve bunu yapabilmek için Osmanlı'nın enkazı üzerinde yükselen ülkelerinin yabancılar tarafından alaşağı edilmeye çalışıldığına inanmaktan vazgeçmesi gerektiği görüşüne yer verdi.
Gazetenin başyazısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dünyadaki bütün tarihçilere çağrı yaptığı ve gerçeği ortaya çıkarmaları için Osmanlı arşivlerini açmayı teklif ettiği hatırlatıldı.

İngiliz The Guardian:
The Guardian gazetesi de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın tasarının ABD Kongresi'nde kabulü halinde Türkiye ile ABD arasındaki askeri ilişkilerin büyük zarar göreceğine dair uyarısına dikkat çekti.

Gazetenin haberinde, Türkiye'nin Irak ve Afganistan'daki ABD askerlerine lojistik destek sağlanmasında çok önemli bir rol oynadığına işaret edilirken, Irak'a ulaşan askeri kargonun yüzde 70'inin Türkiye üzerinden geçtiği belirtildi.
Alman Der Spiegel:
Dergi internet sayfasında, gerilen Türkiye-ABD ilişkilerini düzeltmek üzere Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül' ü telefonla aradığını yazdı.

Gazete bu görüşmelerde Rice'ın Irak'ta durumun iyileşmesi için çalıştıklarını, Türkiye'nin olası bir sınır ötesi operasyonunun bu hedefe zarar vereceğini belirttiğini yazdı.

Gazeteye göre Rice ayrıca, hükümetinin Ermeni tasarısının genel kuruldan geçmesini engellemek için elinden geleni yapacağını söyledi.

Alman Die Welt:
Gazete Türkiye Amerika ilişkilerine geniş yer ayırdı. "Türkiye'nin ABD karşısında elleri bağlı" başlığının kullanıldığı haberde, Ankara'nın ABD'ye baskı yapamayacağı kaydedildi.

Gazete benzer bir karar alan Fransa'ya karşı girişilen boykotun uzun sürmediği ve kısa sürede ekonomik ilişkilerin eskisinden daha iyi konuma geldiğini öne sürdü. Ancak askeri alanda Türkiye'nin hala Fransa'ya boykot uyguladığına dikkat çekildi.

Benzer bir tepkinin Amerika'ya yapılmasının neredeyse imkansız olduguğunu yazan gazete buna gerekçe olarak Türk ordusunun malzemelerinin önemli kısmının Amerikan malı olmasını gösterdi.
CNN Türk

15 Ekim 2007
Amerikan yüzyılının güneşi erken batıyor
'Amerikan Yüzyılı' 60 yıl önce başladı. Fakat ABD'li bazı yönetici elitlerini, ABD hegemonyasının şiddetli bir şekilde zayıfladığını fark etmeye zorlayan Irak felaketiyle birlikte şimdiden bitmiş gibi görünüyor.
İmparatorluk Biterken...

Amerikan Yüzyılı' 60 yıl önce başladı. Fakat bu hegemonya Irak felaketiyle birlikte şimdiden bitmiş gibi görünüyor.
İmparatorluğun bitişinden sonra: Amerikan yüzyılının güneşi erken batıyor
Philip S Golub
'Amerikan Yüzyılı' 60 yıl önce başladı. Fakat ABD'li bazı yönetici elitlerini, ABD hegemonyasının şiddetli bir şekilde zayıfladığını fark etmeye zorlayan Irak felaketiyle birlikte şimdiden bitmiş gibi görünüyor. Ama hiç kimse, ABD'nin ilerde ne yapacağını hatta nasıl davranacağını biliyor gibi görünmüyor.
Irak istila ve işgalinin korkunç sonucu, Birleşik Devletler'in hâkim eliti arasında, 30 yıl önce yaşanan Vietnam yenilgisinin neden olduğundan daha derin bir krize neden oldu. İronik bir şekilde şu anki krize neden olan şey; Vietnam sendromundan kurtulmak, ABD'nin gücünü yeniden oluşturmak ve "zafer arzusu"nu canlandırmak için 1970'lerde beraber hareket eden aşırı ulusalcı ve neo-con koalisyonudur.
Muhtemelen, ABD gönüllü ordusunun alt sınıf sosyolojisi ve (ne kadar devam edebileceğini kimse bilmemesine rağmen) savaşın dışardan gelen finansal akışla sübvanse edilmesinden dolayı, Vietnam savaşı sırasında yapılan protestolar gibi sürekli olan yaygın kitle protestosu olmadı. Fakat bu savaş elitler düzeyinde ABD'yi 60 yıldır yöneten ulusal güvenlik kurumuna ayrılık tohumları ekti. Elit düşüncesindeki ve önemli devlet kurumlarındaki daha büyük bir eğilimi yansıtan istihbarat ajansları ve Dışişleri bakanlığı ile yeniden vukua gelen fikir ayrılıklarına ek olarak emekli olmuş önemli yetkililer 2006 yılında daha önce örneği yaşanmamış bir şekilde açıkça savaşın gidişini eleştirdiler. (1)
Elbette bütün eleştirmenler, Irak istilasını "ABD tarihinin en büyük stratejik hatası" (2) olduğunu yorulmadan tekrarlayan emekli General William Odom veya savaşı "tarihi bir yanlış" olarak ilan eden ve son zamanlarda başkanı suçlayıcı imalarda bulunan (3) Colin Powel'ın eski yardımcısı emekli albay Larry Wilkerson veya savaş ve işgali "tarihi, stratejik ve ahlaki bir felaket" (4) olarak adlandıran eski Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı Zbigniew Brzezinski'nin eleştirileri kadar dobra dobra değil.
Devlet kurumlarının içinden gelen açık eleştirilerin çoğu, daha temel bir sorun olan işgalin kendisine odaklanmaktan çok savaşın gidişatına ve işgalin yanlış yönetilmesine odaklanıyorlar. Dahası anlaşmazlık kapsamlı ve derindir: Bakanlıklar "Irak'ı kaybetmekten" dolayı bir birini suçlayarak kusur pazarlıyorlar. (5) Kayıt dışı konuşmalarda eski önemli yetkililer karanlık kabalistleri (neo-con) suçlayarak ve Beyaz Saray için derin aşağılamalarını büyük bir kızgınlıkla ifade ediyorlar. Ulusal Güvenlik Konsey'inden eski önemli bir yetkili, başkan ve ekibini The Godfather filmindeki Corleone mafya ailesi ile kıyasladı. Önemli bir dışişleri uzmanı "beceriksiz, küstah ve ahlaksız klikten dolayı biz Ortadoğu ve Körfez'deki hegemonyamızı kaybetmek üzereyiz" dedi. Vietnam gazisi olan Cumhuriyetçi bir senatör de "Beyaz Saray orduyu bozdu ve ordunun haysiyetine zarar verdi" eklemesinde bulundu.
Güvercinler yok
Ne bu eleştirilerin, ne de diğer kurumsal eleştirilerin güvercinler tarafından yapıldığı düşünülebilir: artık politik bağları (çoğunlukla cumhuriyetçi) ve ya kişisel inançları her ne ise onlar ABD Gücü'nün koruyucuları, ulusal güvenlik devletinin yöneticileri ve soğuk savaş dönemi ve sonrasında üçüncü dünya ülkelerinde gerçekleştirilen gizli ve açık emperyal müdahalelerin bazen merkezi aktörleriydi—bazıları hala öyledir. Onlar bütün gerekçeleri kendinden menkul—ilk defa sosyolog C Wright Mills tarafından analiz edilen—ve görevi gücün üretimi ve yeniden üretimi olan bürokratik bir ulusal güvenlik makinesinin sistem yöneticileriydi—bazıları hala öyledir.
Bir sosyal grup olarak bu realistler, gücü kullanmaya yönelik duydukları isteklilik koşullarındaki eleştirilerinin amacından veya devlet amaçlarına ulaşmadaki açık tarihi merhametsizliklerinden ayrı düşünülemezler. Onların ayrılıklarının nedeni (bazen harekete geçirici unsurlar bunlar olsa da) ahlak, kanunlar ve değerler üzerinde çatışan anlayışlarla da ilgili değildir. Onların ayrılıklarının nedeni daha çok Irak'taki savaşın "ABD ordusuna zarar" vermesi (6), ulusal güvenlik devletini zayıflatması ve eğer onarılamaz düzeyde değilse tabi "Amerika'nın küresel meşruiyetini" (7) —onun dünyanın tercihlerini şekillendirme ve dünyaya nizamat verme yeteneğini—zayıflatması ilgili rasyonel gerçekliktir. Brzezinski'ninki gibi çok sofistike muhalif açıklamalar; güç zorlama yeteneğini kaybetmemelidir, eğer hegemonik meşruiyet bir kez kaybedilirse onu yeniden kurmak çok zordur anlayışını yansıtmaktadır.
Çöküş'ün işaretleri her yerde çok açıktır: son yıllarda ABD etkisinin en düşük seviyelerinde olduğu Latin Amerika'da, ABD'nin istemeden Kuzey Kore ile görüşmek zorunda kaldığı ve bölge güvenliğinde Çin'i olmazsa olmaz aktör olarak tanıdığı Doğu Asya'da, ABD'nin Polonya'da füze savunma sistemleri kurma planının Almanya ve diğer AB ülkeleri tarafından itirazla karşılandığı Avrupa'da ve ABD'nin artık destek bulmadan bir programı uygulamaya koyamadığı BM, Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlarda bu işaretler açıkça görülebilmektedir.
Ulus üstü düşünce anketleri, ABD'nin çekiciliğinde daha temel bir erozyonun olduğunu gösterdiği kadar ABD dış politikasına yönelik sürekli ve nerdeyse küresel bir meydan okumanın olduğunu göstermektedir: dünya kamuoyunu dikkate almayan ve uluslararası hukuku hiçe sayan askeri bir canavarın görüntüleriyle Amerikan rüyası anlatısı çöküyor. Dünya kamuoyu belki savaşları durduramaz fakat bu yönde daha usta olma yoluna giriyor. Bu çöküşün bazı yönleri yeni liderlerle ve yeni, daha az saldırgan politikalarla onarılabilir. Fakat içerdeki amaç birliğinin bir daha nasıl sağlanacağını görmek çok zordur: Vietnam'dan sonra sarsılan ABD silahlı güçlerini yeniden dengeli bir şekilde kurmak ve gücün kullanımı ile ilgili elit, popüler bir konsensüs oluşturmak on yıllar almıştı. Irak tecrübesinden sonra ulusalcı unsurun dış maceraları desteklemesi için harekete geçirilmesi kolay olmayacaktır. Birileri dünya politikalarında statükoya geri dönüşü artık hayal edemez.
Irak'ın istila ve işgali söz konusu trendlerin oluşmasının tek nedeni değildir elbette. Savaş daha çok, büyük merkezkaç güçlerin yoğun olarak çalışmakta olduğu bir zamanda şu iki unsurun görünür olmasını sağladı: Washington Konsensüsü'nün erozyonu ve çöküşü ve başkan George Bush savaşa giderken özellikle Asya'da yeni çekim merkezlerinin aşamalı bir şekilde yükselişi. Şimdi, Asya'nın gelişmekte olan ülkelerine doğru ekonomi yönelirken ABD, bütün enerjisini tüketen bir tutukluk içindedir. Tarih akmaya devam ediyor ve dünya ABD'nin ellerinden yavaşça ama döndürülemez bir şekilde kayıyor.
Hegemon olarak davranmaya mahkûm olmak
ABD'nin hâkim elitleri için dünyanın ellerinden kayması derinden rahatsız edici bir şeydir. 20 yy.lın ortalarından itibaren ABD liderleri kendilerini, dünyaya önderlik etmeyi ve onu yönetmeyi kendilerine has olan tarihi bir sorumluluğa sahipmiş gibi düşündüler. 1940'lardan beri dünyanın zirvesinde oturarak, 19.yy Büyük Britanya'sında olduğu gibi, hegemon olarak davranmaya mahkûm olduklarını farz ettiler—uluslar arası düzeni kurma ve kurduğu düzeni devam ettirme istek ve araçlarına sahip olan baskın bir devlet: bu düzen, barış, açık ve büyüyen liberal bir dünya ekonomisiydi. Onların tarih okumalarına göre dünya savaşları döngüsünü ve 20. yy.lın ilk yarındaki durgunluk şartlarını ortaya çıkaran şey; İngiltere'nin böyle bir rolü sürdürmedeki beceriksizliği ve eş zamanlı olarak ABD'nin sorumluluk almadaki isteksizliğiydi.
Düzen, baskın bir merkez gerektirdiğinden, düzenin (veya kaostan kaçınmanın) sürdürülmesi hegemonya sürekliliği gerektirdiğinden bu ön kabulün tabi sonucu kısır döngüdür. Bu inanç sistemi, ABD'nin dünya kapitalist sisteminin esas devleti olarak ortaya çıktığı II. Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD dış politikasını payandalık görevi icra eden "hegemonik istikrar" olarak 1970'lerde ABD akademiyasında teorize edildi. 1940 gibi erken bir dönemde ABD'nin ekonomik ve politik elitleri güç dengesinde büyük bir devrimi öngördüler: ABD "İngiliz İmparatorluğu'nun ekonomik ve politik varlığının varisine, bölüşüm sonrasında kalanın sahibine ve alıcısına dönüşeceği—hükümdarlık asasının Birleşik Devletler'e geçiyor olduğu" öngörüsünde bulundular. (8)
1941'de Henry R Luce yaklaşmakta olan Amerikan Yüzyılı'nı ilan etti: "Dünyada baskın bir güç olarak Amerika'nın ilk yüzyılı" Amerikalıların "görevimizi, en güçlü ve hayati bir ulus olarak fırsatımızı ve uygun gördüğümüz etkiyi uygun gördüğümüz araçlarla dünyaya tam olarak hissettireceğimizi yürekten kabul etmeleri gerektiği" anlamına geliyordu. Luce, "İngiliz İmparatorluğu ile her türlü ortaklıkta Amerika, önemli ortak rolünü üstlenmelidir" eklemesinde bulunuyordu. (9) 1940'ların ortalarıyla birlikte Amerikan Yüzyılı'nın ana çerçevesi ortaya çıktı: ABD ekonomik üstünlüğü ve stratejik hâkimiyeti; kutuptan Cape bölgesine ve Atlantik'ten Pasifik'e kadar gezegenler benzeri bir askeri üsler ağı tarafından kuruldu.
Ulusal güvenlik devletinin inşasına başkanlık eden savaş sonrası ABD liderleri, William Appleman Williams'ın sözleriyle ifade edersek "muktedirlik hayalleri" (10) ile doluydular: ABD devasa ekonomik avantajlara sahipti, önemli bir teknolojik avantajı ve kısa bir süre içinde olsa atom bombası tekelini elinde tutuyordu. Fakat Kore çıkmazı (1953) ve Sovyetler Birliği'nin nükleer silah ve füze programı ABD'nin özgüveninde bir zedelenme oluşturdu, Vietnam'da yenildi ve savaşla birlikte gerçekleşen iç sosyal ayaklanmalar onun gücünün sınırlarını ortaya çıkardı. Henry Kissinger ve Richard Nixon'un "düşüş çağındaki realizm"i, geçen 20 yılın mutlak hegemonyasının sonsuza kadar sürmeyeceğinin gönülsüzce bir kabulüydü.
Fakat Vietnam ve Nixon dönemi daha paradoksal bir diğer yöndeki dönüm noktasıydı: onlar, yerel olarak muhafazakâr devrimleri başlattılar ve ulusal güvenlik devletini ve ABD'nin dünya gücünü onarmak ve yenilemek için 1980'lerin ortalarındaki çabaları birlikte gerçekleştirdiler. Sovyetler birliği birkaç yıl sonra çöktüğünde muktedirliğin yanlış hayalleri yeniden ortaya çıktı. Muhafazakâr muzafferler üstünlüğü hayal ediyorlardı ve uzun dönemli tek kutupluluğu elde etme arayışındaydılar. (11) Irak, İkinci Amerikan Yüzyılı'nı başlatmak için düzenlenmiş stratejik bir deneydi. Bu deney ve ABD dış politikası şimdi harabe haldedir.
İngiltere'nin uzun süren düşüşü
Tarihi benzeşmeler asla kusursuz olmazlar fakat İngiltere'nin imparatorluktan uzun süren kopuşu şu anımıza ışık tutabilir. 19. yy.lın sonlarında birkaç İngiliz lider, imparatorluk için bir son tahayyül etmeye başlayabilirlerdi. Ama kraliçe Victoria'nın tahtta bulunuşunun altmışıncı yıldönümü 1897'de kutlandığında İngiltere şekli olarak dünyanın çeyreğini içine alan 300 milyon nüfusa sahip—eğer koloniye yakın bir pozisyonda olan Çin'i de eklersek iki katına çıkar—okyanus ötesi imparatorluğa sahipti. Londra şehri, dünyanın her yerinden insanın olduğu gayri resmi bir ticaret ve finans merkeziydi. ABD ve Almanya'nın endüstriyel yarışçılıklarına karşın İngiliz elitlerinin önemli bir kısmının, kendilerine "evrenin tapusunun sonsuza kadar Allah tarafından hediye olarak verildiğine" inanmaları şaşırtıcı değildir.
Fakat Victoria'nın yıldönümü kutlamaları "İngilizlerin yönetim için uygun olduklarına duyulan katıksız bir inancın son parlak göstergesi"ne (12) dönüştü. İkinci Boer savaşı (1899–1902 yılları arasında İngiliz İmparatorluğu ve iki bağımsız Güney Afrika devleti arasında yapılan savaş) Hindistan'a giden rotaları korumak ve İngiliz zenginliğini, kanını çarçur eden ve tez canlı bir İngiliz halkı için düşmanın kullanmasını önleme adına tahripkârlığı ortaya çıkaran emperyal zincirdeki en zayıf halkayı güvene almak için yapıldı. "Güney Afrika Savaşı, Hint Ayaklanması'ndan bu yana, İngiliz emperyal gücünün en büyük sınavıydı, Napolyon yenilgisi ve Birinci Dünya Savaşı arasında, İngiltere'nin yaptığı en kapsamlı ve bedeli en ağır olan savaşlardan birine dönüştü."(13) 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı, Avrupalı katılımcılarını iflas ettirdi ve perişan etti. İngiliz döneminin uzun süren çöküşü başladı. Bununla birlikte imparatorluk, sadece o andaki krizlerden sağ kurtulmakla kalmadı aynı zamanda II. Dünya Savaşı üzerinden sallantılı bir şekilde varlığını 1956'da, Suez'de adi bir şekilde son buluşuna kadar devam ettirdi. Hala, kaybedilmiş ihtişam için bir nostalji varlığını koruyor. Tony Blair'in Mezopotamya maceralarının gösterdiği gibi emperyal duygu zayıfladı fakat tamamen bitmedi.
ABD'li hakim elit için dünyanın zirvesinde olmak 60 yıllık bir alışkanlıktır. Hegemonya bir yaşam tarzıdır; imparatorluk bir oluş ve bir ruh halidir. Bush yönetiminin kurumsal realist eleştirmenleri, güç temelinden başka bir temele geçebilecek, güç dengesi veya stratejik üstünlük temelinde olmayacak bir uluslar arası ilişkiler için alternatif konsept çerçevesine sahip değillerdir. Hâlihazırdaki kriz ve küresel çıkarların derin etkisi, gelecekte işbirliği ve karşılıklı bağımlılık için yeni muharrikler üretecektir. Sonuç olarak ABD politikası öngörülemeyecek gibi görünüyor: bütün kolonyalizm tecrübelerinin gösterdiği gibi de-emperyalizasyon uzun ve muhtemelen travmatik bir süreç olacak gibi görünüyor.

-----------------------------------------
Notlar
(1) Bkz. "Emekli generaller Rumsfeld'e muhalif konuşuyor", The Wall Street Journal, New York, 14 Nisan 2006.
(2) Ronald Reagan yönetiminde Ulusal Güvenlik Ajansı başkanı olan Gen Odom'un, Associated Press'e yaptığı açıklama, 5 Ekim 2005.
(3) "Parçalanan Ordu", The Washington Post, 19 Ocak 2006'da sözü edilen
(4) Senato Diş İlişkiler Komitesi önünde tanıklık, 1 Şubat 2007.
(5) Eski CIA direktörü George Tenet, yeni çıkmış kitabı Fırtınanın Merkezinde, adlı kitabında Irak'taki stratejik başarısızlıklardan dolayı Beyaz Saray'ı suçluyor ve "Irak'ın yakın bir tehdit oluşturup oluşturmadığı ile ilgili ciddi bir tartışmanın" veya savaşa girmektense yaptırımları sertleştirip sertleştirmemeyle ilgili bir müzakerenin asla yapılmadığını iddia ediyor. Bu en azından 2003 ten bu yana CIA ve Beyaz Saray arasındaki tenakuzun sadece en son çatışmasıydı.
(6) Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell, Face the Nation'da, CBC, 17 Aralık 2006.
(7) Zbigniew Brzezinski, bkz not 4.
(8) Yatırım Bankacılığı Birliği'nin yıllık kongresi önünde yapılan Ulusal Sanayi Konferansı başkanının konuşması, 10 Aralık 1940. James J Martin'in Revizyonist Bakış Açısı (Ralph Myles, Colorado Çeşmeleri, 1971) adlı eserinde sözü edilen konuşma.
(9) Henry R Luce, "Amerikan Yüzyılı", Life, 1941, Diplomatic History'de yeniden yayınlandı, cilt 23, sayı 2, Bahar 1999.
(10) William Appleman Williams, Amerikan Diplomasisinin Trajedisi(Delta Books, New York, 1962).
(11) See Philip S Golub, "Amerikanın emperyal özlemleri", Le Monde diplomatique, İngilizce bakısı, Temmuz 2001.
(12) Elisabeth Monroe'un, Ortadoğu'da İngiltere'nin Önemi, 1914–1956 (Chatto & Windus, Londra, 1963) adlı eserinde sözünü ettiği.
(13) C Saunders & IR Smith, "Güney Afrika, 1795–1901", The Oxford History of the British Empire, cilt III, New York, 2001.
Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.
ABD'nin gizli Türkiye planları! 16.10.07
Amerika'nın Türkiye sınırları içindeki illeri Ermenilere nasıl bölüştürdüğünü anlatan belgeler yıllar önce yayımlandı.
Milliyet gazetesinden Güneri Civaoğlu'nun köşesine taşıdığı ve yıllar önce Uğur Mumcu tarafından kaleme alınan belgeleri içeren yazının tam metni:

Uğur Mumcu'dan ABD belgeleri

Uğur Mumcu, 1 Nisan 1984'te Cumhuriyet'teki köşesinde "Ermenilere daha 1900'lü yıllarda ABD desteğini" yansıtan belgeler yayımlamış.

"Ermeni kıyımı" iddiasını kongre kararı haline getirme çabalarının ipliğini pazara çıkarıyor.

Bakın, 23 yıl önce neler yazmış Uğur Mumcu...

'"........ eğer Ermeni sorununun dünü, önceki günü karıştırılırsa, Amerikalı dostlarımız bundan hiç hoşnut kalmazlar.
İsterseniz, bu konuda birkaç tarihsel belgenin satırbaşlarını aralayalım...
İngiliz Kraliyet matbaası tarafından basılan I. Dünya Savaşı ile ilgili gizli belgeler, Erol Ulubelen tarafından Türkçeye çevrilmiş, önce Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisi'nde yayımlanmış, daha sonra kitap olarak basılmıştır.
2. basımı Çağdaş Yayınları tarafından yapılan "İngiliz Belgeleriyle Türkiye" kitabında, I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Amerikalılar'ca nasıl desteklenip kışkırtıldıklarını gösteren belgelere yer verilmiştir.
Okuyalım:
......................

Gizli Belge: S/735, belge no: 492.
Amiral Webb'den Lord Curzon'a yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı:
"Amerika, Trabzon ve Erzurum'u içine alan bir Ermenistan'ı himaye edecek. Geri kalan 4 ili de Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor."
......................

Gizli Belge: S/60, belge no: 46.
5 Nisan 1920 günü Mr. Lindsay'ın Washington'dan Lord Curzon'a yazdığı yazı:
"Amerikan Senatosu, Ermenistan'ın mandası işini görüştü. 5 yılda 757 milyon dolar verecekler. Başlangıçta 50 bin kişilik bir ordu yollanacak, daha sonra 200 bin kişiye çıkarılacak. Amerika kuvvetlerinin başına General Zames G. Harbord getirilecek. Ayrıca bütün Türkiye'nin mandası için de görüşmeler yapılmaktadır."
........................

Gizli Belge: S/71, belge no: 63.
16 Mayıs 1920 günü Sir A. Gaddes'in Lord Curzon'a yazdığı yazı:
"Amerikan hükümeti, Ermenistan'ın Adana da dahil korunmasını istiyor. Silah, cephane, demir yolu ve her türlü malzemeyi buraya sevk edecekler.
... boşaltım, Karadeniz limanlarında Amerikan bahriyesi tarafından ve Amerikan donanmasının himayesinde yapılacak. Türklerin yapacağı en ufak bir hareket, Amerikalılar tarafından bastırılacaktır."
.........................

Gizli Belge: S/81, belge no: 10.
16 Şubat 1920 Londra Konferansı tutanaklarından bir başka parça:
"Ermenistan'a 6 ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. (Fransa ise Adana'yı kendisi için istiyor.)"
.........................

Gizli Belge: S/300, belge no: 38.
28 Şubat 1920 Londra Konferansı tutanaklarından bir parça:
"Mustafa Kemal, kendisini Erzurum Valisi ilan etmiş. Erzurum'un yeni kurulacak Ermeni devletine katılacağı bir sırada bu çok anlamlı bir harekettir.
Bu adam olmasaydı, Ermenilerin bir şansı olurdu..." '

...........................
Uğur Mumcu'nun satırları, hadiseyi sadece Ermeni diasporasının lobisi sanmak yanlışını ortaya koymakta.
Kökler derinlerde...
Türkiye'nin karşı tavır koyuşlarının ve bilgilendirme çabalarının daha geniş açılı olması gerekir.
Amerika'nın petrol zenginliğine sahip bölgeye küçük ve kendine bağlı devletlerle egemen olma politikasının çizgileri daha yüzyılın ilk çeyreğinde belirlenmiş.
"Irak'ı 3'e bölmek, Barzani öncülüğünde Kürt devleti, PKK kartlarını güçlendirmek, Ermenistan'ı himaye ve bu politika çizgisinde İsrail'den de yararlanmak" stratejisi artık sırıtıyor.
Keşke yanılıyor olsak...
01 Temmuz 2007
Hepimizden saklanan büyük skandal!
Amerikan askerleri tecavüz, adam öldürme, Atatürk'e ve Tük bayrağına hakaret dahil olmak üzere Türkiye'de sayısız suç işlemelerine rağmen ceza almadılar. Amerikalı askerlere görev başındayken müdahale edilmiyordu... İşte Türkiye'deki Amerikan dehşetinin kronolojisi...
Marshall Yardımı ve NATO görevleri nedeniyle Türkiye’de bulunan Amerikalılar, 1950–1970 yılları arasında Türk bayrağına ve Atatürk’e hakaret başta olmak üzere ırza geçmek, kaçakçılık, adam öldürmek, esrar satmak gibi sayısız suç işlemiş, ancak bu suçların hiç birisinden ceza almamışlar.
Kırmızı Çizgi Dergisi’nin Temmuz sayısında İlhami Yangın imzasıyla yayınlanan araştırmaya göre, Türkiye’de görev yapan Amerikalı askeri ve sivil personelin çok sayıda suç işlediği, bunların çoğundan ise ceza bile almadığı ortaya çıkıyor. Türkiye NATO’ya üye olduktan sonra ülkemizdeki Amerikalı asker ve uzman sayısı 30 bine ulaştı. İkili anlaşmalar gereğince, Amerikalılar görev başındayken Türk polisi onlara müdahale edemiyordu.
Bu ise Amerikalıların cesaretini arttırdı, güpegündüz adam vurdular, sokakta insanlara saldırdılar, bayrağımıza ve Atatürk’e hakaret ettiler. Öte yandan, Amerikan asker ve uzmanlarının işledikleri suçların basın organlarında yayınlanmasına da yasak getirilmişti.
Amerika İle İlişkiler Başlıyor
1869 yılında Sultan Abdülaziz zamanında Amerika’dan Türkülerimize konu olan 600 bin Martini tüfek ile 114 bin Spingfield tüfeği alındı. Bu silahlar Amerikan iç savaşından (1861–1865) arta kalan silahlardı. Savaş bittiği için Amerikalılar ellerinde kalan işe yaramaz silahlarını satmak için Türklerle anlaşmıştı.
Amerika ile ikinci münasebetimiz Birinci Cihan Harbi sonrasında oldu. Amerikalı General James G. Harbourd emrinde 15 asker, 31 sivil 46 kişilik yüksek mütehassıs heyeti ile emrinde Amerika’nın Akdeniz’de üstlenmiş savaş sahnesindeki kuvvetli donanması, o günün değeri 750 bin dolar tahsisatı olduğu halde Türk topraklarına ayak bastı. Amerikalı General’in görevi Türk topraklarında bir Ermeni devleti oluşturmaktı.
General Harbourd ve yanındaki heyet Doğu Anadolu’yu gezdi, bölge halkıyla görüştü. 20–22 Eylül 1919’da Sivas’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’yla da bir görüşme yaptı. Bu görüşme Türk tarihindeki en önemli görüşmelerden birisidir. Mustafa Kemal Paşa, Amerikalı meslektaşını Ermeni propagandasına kanmaması için uyardı. Bölgenin tamamen Türklerden müteşekkil olduğunu anlattı.
Görüşme sonrası ikna olan General bir rapor yazarak Anadolu’nun Ermeni propagandasına feda edilmesinin tarihi bir hata olacağını belirtti. Bölgenin tarih boyunca da Türk yerleşimi olduğunu söyleyen General Harbourd, Ermeni devleti kurulması fikrinden vazgeçilmesini istedi.
“Well Come Missouri”
Amerika ile üçüncü önemli münasebetimiz yine bir savaş sonunda oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinden Sovyetler Birliği’nin diktatörü Stalin, Kars/Ardahan ve Boğazlarda üs kurma hakkı talep edince, Türkiye 1948’de Marshall yardımı almaya ve 1951 yılında NATO’ya girmeye mecbur kaldı.
Stalin’in üs isteğinden hemen sonrasında Türk-Amerikan diplomatik ilişkileri hızlanmaya başlamıştı. Türkiye’yi, Sovyetlere kaptırmak istemeyen Amerika, Stalin’in üs talebinin hemen ardından aradığı fırsatı bulmakta gecikmedi. Washington’da vefat eden Türkiye’nin Amerika Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin Türkiye’ye gönderilmesi gerekiyordu. Amerika bunun için donanmasının en gözde zırhlısını Missouri’yi görevlendirdi. Japonya’nın teslim antlaşması da döneminin en büyük zırlısı olan bu gemide imzalanmıştı.
1 Nisan 1946 günü Missouri zırhlısı Cebelitarık Boğazı’ndan Akdeniz’e girdi. Washington’da ölen Türkiye Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye getiriyordu. Zırhlının süvari kaptanı Rascol H. Hillenkolt’un yanında Truman’ın özel temsilcisi Alexander Weddel vardı.
İstanbul’da ise konukları iyi ağırlamak için hummalı bir çalışma sürmekteydi. PTT Missouri için seri bir hatıra pulu bastırmış, Tekel ise piyasaya Missouri adında bir sigara çıkartmıştı. Gazeteler bütün sayfalarını Missouri’nin ziyaretine ayırmıştı.
Gemi Dolmabahçeye yanaşacağı için Karaköyden Beşiktaş’a kadar bütün evler aynı renge boyandı. Taksim alanında ampullerden kocaman bir Missouri maketi yapılmış, geceleri ışıl ışıl yanmaktaydı. Ayrıca camilerin minarelerine İngilizce “Well Come Missouri” yazan mahyalar asıldı.
Tramvaylar, otobüsler, taksiler gelen emirle yıkanıp temizlendi. Gazetelerde taksiciler, dolmuşçular röportajlar veriyor, dost Amerikan askerlerine bedava hizmet edeceklerini, hiç birinden para almayacaklarını söylüyorlardı.
Türkiye’deki bütün genelevler taranarak en güzel kadınlar İstanbul genelevine taşındı. Ayrıca İstanbul genelevi en seçkin doktorların başkanlığında inceden inceye gözden geçirildi. Bütün kadınların temiz ve güzel elbiseler giyinmesi sağlandı. Missouri zırhlısı gidene kadar Türk erkeklerinin içeriye alınmaması emri verildi.
Esnaflar zabıtalar tarafından tek tek tembih edilerek para vermek istemeyen Amerikan askerlerinin zorlanmaması istendi.
Ayrıca Eniyet Müdürlüğü Amerikan askerlerine yardımcı olmaları ve ihtiyaçlarını karşılamaları konusunda bütün polis ve bekçilere kurs verdi. Amerikan askerlerine kolaylık gösterilecek, kesinlikle kötü davranılmayacaktı.
İstanbul’un hem valisi hem de belediye başkanı olan Lütfü Kırdar Taksim Belediye Salonu’nda Amerikan Başkanı’nın özel temsilcisi ve gemi komutanları onuruna büyük bir ziyafet düzenlemek için çalışmalar yapıyordu. Ankara’dan gelen bir emirle konukların Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlanması daha daha uygun görülerek hazırlıklar saraya kaydırıldı.
5 Nisan 1946 Cuma sabahı Missouri Zırhlısı Dolmabahçe önünde demirledi. On binlerce İstanbullu ünlü zırhlıyı ve Amerikan askerlerini görebilmek için Dolmabahçe önüne gelmişti.
Elçinin cenazesi kimsenin umurunda olmamıştı. Bu nedenle, ne zaman nasıl çıkartılıp nereye götürüldüğünü kimse göremedi. Ortalık bayram yeri gibiydi. Bu arada Amerikan başkanının özel temsilcisi ve komutanlar zırhlıdan çıkarak onurlarına düzenlenen yemeğe gitti.
Truman’ın özel temsilcisi Weddel, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yemekten sonra Milli Şef İsmet İnönü ile görüşmek üzere Ankara’ya hareket etti.
Bu arada binlerce Amerikan askeri İstanbul sokaklarına dökülmüştü. En kısa zamanda hepsi körkütük sarhoş olmuş, İstanbul tarihinde hiç yaşanmamış garip bir durum çıkmıştı ortaya. Önde sarhoş Amerikan askerleri, onların arkasında onların her istediklerini yerine getirmek için didinen görevliler. Barların, gece kulüplerinin önlerinde, yollarda “Yes! Yes!” diye bağıran muhabbet tellalları.
Amerikan askerleri güpegündüz yollarda, tramvaylarda, kızlara sarkıntılık etmeye başladılar. Karşı koyan, kadın, kız, nişanlı, kardeş Amerikan askerlerinden dayak yemezse, polisten azar işitiyordu.
Çok zaman geçmedi ki karakollar dolmaya başladı. Ancak karakolları dolduranlar sarkıntılık eden Amerikan askerleri değil, şikâyetçi olan İstanbullulardı. Polisler her ne olursa olsun Amerikan askerlerinin karakola getirilmemesi için emir almışlardı.
Missouri Zırhlısı 9 Nisan 1946 günü İstanbul’dan ayrıldı. Ancak yapılan anlaşma uyarınca daha fazla sayıda Amerikan askeri, uzmanı ve personeli Türkiye’ye gelecekti. Bu sayı Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte 30 bin kişiyi aşacaktı.
Türkiye Teksas’a döndü
Amerikalılar gelmeden kısa bir süre önce gazetelerde Amerika’yı öven Türklere Amerikalıları sevdirmeyi amaçlayan yayınlar yapılmaya başladı. Gün geçmiyordu ki, “Amerikalılar Türkiye’de petrol buldular”, “zengin olduk”, “zengin maden yataklarımız gün ışığına çıkacak”, “petrol yataklarımız Suudi Arabistan’dan fazla” haberleri çıkmasın.
Ve Amerikalılar geldiler
7.09.1950. Ankara Yenişehir’de oturan Mr. Morris adındaki Amerikalı uzman kapısınının önünde bıraktığı motorsikletinin çamurluğuna dokunan 11 yaşındaki Turhan adındaki çocuğu evinin penceresinden av tüfeği ile vurdu. Yaralı çocuk hastaneye kaldırıldı. Mr. Morris görevi başında olduğunu söylediğinden polisler dokunamadı. Amerikalı ceza almadı.
3.01 1953. Amerikan Kongresi üyelerinden Mr. Sonston, Kongrede yaptığı konuşmada Türkiye’deki Amerikalıların sekreter adı altında metres tuttuklarını söyledi.
20.11.1957. Samsun’da Şehir Gazinosu’nda Amerikalılar Atatürk’ün resmini yırttılar.
1957 yılında Ankara, İzmir ve İstanbul’da yalnız erkek çocukların çalıştırıldığı fuhuş evleri çoğaldığı tespit edildi.
30.09.1955. Samsun’da içki içen on kadar Amerikan askeri ara sokaklarda nara atarak gezerken kızlara sarkıntılık yaptılar. Kendilerini önlemeye çalışan ve efendi olmaya davet eden mahalle bekçisini dövdüler. Olaya vatandaşlar da müdahil oldu. Amerikalı askerler kendilerini önlemeye gelen jandarmalara da saldırıp bir jandarma eri ve bir bekçiyi ağır yaraladılar. Çünkü karşılarındaki erler ve bekçiler aldıkları emir nedeniyle Amerikalı askerlere zor kullanama konusunda uyarılmışlardı. Sonunda halk galeyana gelerek Amerikalı askerlerin hepsini dövdü.
28.06.1955. Bir Amerikalı Hilton Oteli asansöründe görevli kıza tecavüz etmeye kalkıştı. Kızın bağırması üzerine yetişenler kızı kurtardı.
18.03.1959. Bill adındaki bir Amerikalı 15 yaşındaki bir kıza tecavüz etti.
23.04.1959. Tuslog’da çalışan Amerikalılar gece kulubünde Türklere çatarak kavga çıkarttılar. Dışarı çıkartılan Amerikalılar burada da nara atarak etrafa küfredince toplanan halk tarafından yuhalandılar. Amerikalılar polis kordonu altında evlerine götürüldüler.
13.08. 1959. Amerikalı çavuşların yönettiği büyük bir kaçakçılık çetesi yakalandı. İki Amerikalı general ve iki albaydan oluşan bir heyet Türkiye’ye geldi. Bu heyetten sonra bir başka heyet daha Türkiye’ye gelerek olayın basına yansımaması için uyarıda bulundular. Heyet hükümetten bu işi kapatmasını istedi. Mahkemeye yayın yasağı kondu. İki Amerikalı mahkeme esnasında tanıkların önünde Atatürk’e küfretti. Bütün bu olanlara ve tanıklara rağmen Amerikalılar delil yetersizliği gerekçe gösterilerek bütün suçlardan beraat ettiler.
14.09. 1959. Amerikalı bir çavuşun evini randevu evine çevirdiği tespit edildi 3 Amerikalı fuhuş yaparken yakalandı.
7.11.1959. tarihi itibarıyle Türkiye içerisinde serbestçe çalışan dört Amerikan mahkemesi vardı. Amerikalılar Türkiye’de 300’den fazla suç işlemişlerdi.
15.04.1961. Amerikalı astsubay Calvin Hubert, yol dışındaki bir çimenlikte uyumakta olan bir erimizi cipiyle kasten çiğneyerek öldürdü. Gelen polislere görevli olduğunu söyleyerek serbest bırakıldı.
18.04.1961. Amerikalı bir subay biri on iki yaşında olan iki Türk çocuğunu özel arabası ile çiğneyerek öldürdü. Ceza almadı.
15.06.1961. Evinde fuhuş yaptıran bir Amerikalı karakola gelmeyi reddetmişse de polis kendisini karakola götürdü. Amerikalının küçük yaştaki kızları çalıştırdığı tespit edildi.
16.07.1961. Amerikalılar plajda halka ellerinde saldırmalarla hücum ettiler. Gelen polislere ise görevleri başında olduklarını söylediler. Ceza almadılar.
18.03.1962. Bir Amerikalı çavuş Gebze yolu üzerinde bir Türkü çiğneyerek öldürdü.
7.10.1962. Amerikalı kadın Binbaşı Miltret Butler bir Türkü çiğneyerek öldürdü.
21.10.1962. Adana İncirlik Üssü Sendika Başkanı Canan Bıçakçı bir açıklama yaparak üste çalışan Türk görevlilere Amerikalıların kötü davrandığını, sürekli hakaret bulunduklarını ve küfür ettiklerini söyledi.
22.10.1962. Amerikalı Çavuş John Menemen yolu üzerinde bir Türkü çiğneyerek ölümüne sebebiyet verdi.
11.08.1963. İzmir’de büyük seks partisi. Radar üssünde görev yapan Amerikalılar seks partisi düzenlediler. Camlar açık olduğu için halk ortalıkta dolaşan çırılçıplar kızlar görünce polise haber verdi. Amerikalılar gelen polislere görev başında olduklarını söyleyince polis müdahale edemedi. 15 kadar küçük kıza tecavüz edildiği halde, Amerikalılara dokunulamadı.
6.05.1964. Tuslog’da görevli bir Amerikalı yüzbaşı ve çavuş Türk bayrağına hakaret etti.
11.05.1964. Bayrağı yırtan bir Amerikalı Wilburd Martin “Bütün Türkler …. Çocuğudur” diyerek hakaret etti.
13.06.1964. Bir Amerikalı asker Türk kadınına cebren tecavüz etti.
24.06.1964. Adana’da John adındaki bir Amerikalı çavuş mahalle bekçisini vurdu. Bekçi Resul ağır yaralı.
28.11.1964. Bir Amerikalı çavuş zorla bir kızın evine girmek istedi. Mahalle halkı kızın bağırması üzerine olaya engel oldu. Kız sinir krizleri geçirdi.
6.12.1964. Ankara. Amerikalı çavuş Veysel adındaki Türkü arabasıyla ezdi.
20.04.1966. Ankara’da çavuş Glen bütün mahallenin gözü önünde bir bayanın kapısına dayandı ve kırmak istedi vatandaşlar olaya engel oldu.
16.05.1966. Büyükadada otuz Amerikan askeri içki içtikten sonra etrafa saldırdı, vatandaşları dövdü, sarhoş Amerikan askerlerine polis müdahale edemedi.
6.08.1966 Çavuş Keith Esentepe’de Mediha isimli bir kadını ezerek ölümüne sebebiyet verdi.
Aynı tarihte Diyarbakır’a 20 kilometre uzaktaki Pirinçlik hava alanında korumakla görevli Türk birliğinin başındaki subaya Amerikalı subay silah çekti. Birliğin başındaki Türk teğmenin adı Yılmaz Baysan’dı. Amerikalılar teğmeni silah zoruyla hapsettiler. Türk birliğindeki diğer askerler silahlarını alarak komutanlarını kurtardılar.
16.61961. Amerikalı S.W Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’nden sedef kakmalı takımları çalarken yakalandı. İfadesinde Türkiye’yi çok sevdiğini amacının hırsızlık değil Türkiye’den anı götürmek olduğunu söyledi.
(Komünist propagandasına malzeme olmasını engellemek amacıyla Amerikalıların Türkiye’de işledikleri suçlara büyük ölçüde sansür uygulanmış, sadece Amerikalıların isimleri değil mağdurların isimleri bile gizli tutulmuştur.
İnönü: “Sökebilirsen sök!”
Amerikalı uzmanlar, askeri ve sivil devlet kademelerine dolmuşlardı. İsmet İnönü bu konuda şunları söylüyor:
“Daha bağımsız, şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar etraflı çalışmalarını yapacaklar, tekliflerini hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?
Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Muvafak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington’a gidiyor. Sonuç memurumdan önce sefirden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz bu devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış derdimize deva tek rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak kendi elemanlarımızla yapıyoruz. Peki, bu binlerce adam “avara kasnak” gibi dolaşmıyorlar ya? Elbette kendileri için önemli marifetleri var.
İstiklal Harbi’nden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda hal ederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizlerde bulunmaya hazırdılar.
Dayattık. Biz onların ne için ısrar ettiğini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Ondan sonra sökebilirsen sök… Gitmezler. Ancak bu meselenin üstüne vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döğersiniz. Fakat zannetmeyinki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında hiç kalır. Teşebbüs ettiğinizde başımıza neler geleceğini kestiremem.

ABD iletişimi hangi uçakla karartıyor?
ABD bu ve bugüne kadar ki iletişim karartmalarını hangi uçaklarla gerçekleştiriyor? Bu soru; Eşref Bitlis'in öldürüldüğü günün ertesinde, Türkiye'nin ABD ile birebir yüzleşmeden bu tarihi çıkmazdan kurtulamayacağının farkına varan kadroların, ABD ile savaşa hazırlanırken önündeki binlerce sorudan sadece biri ama en güncel olanı.
Behiç Gürcihan
http://www.acikistihbarat.com
Belki rastlamışsınızdır...
Özellikle yeni yapılan tünellerde bir özellik mevcut.
Arabanızla tünele girdiğinizde radyonuzda ne dinliyorsanız yayın birden kesiliyor ve tünelle ilgili bilgi veren bir yayın dinlemeye başlıyorsunuz.
Gerektiğinde hayatınızı kurtarabilecek bu bilgi hizmeti radyonuzun dışarıdan elektronik müdahaleyi kabul etme yeteneğine/zaafına bağlı.
Sizden bir ricam var...
Bu yazıyı okumaya biraz ara verin ve bu yazıyı okuduğunuz bilgisayar ekranının arka yüzünü bir inceleyin.
Arkadaki etiket üzerinde FCC şeklinde bir logo ve aşağıdaki yazıyı
göreceksiniz
(bazı yeni model ekranlarda bu yazı kaldırılılarak FCC standartlarına uyumludur ifadesi yerleştirildi)
This device complies with part 15 of the FCC rules.
Operat
Kullanıcı küçük betizi
emint
Üye
Üye
 
İletiler: 2
Kayıt: Çrş Nis 09, 2008 22:00


Şu dizine dön: İzlem (Strateji)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x