Müslimlik ve Savaş

Müslimlik ve Savaş

İletigönderen Kuvayi Milliyeci » Prş Eki 13, 2011 22:38

Atatürk’ün altı ilkesi Müslimliğe/Müslümanlığa ait ilkelerdir. Bu altı ilke Müslimlik esasında kurulan bir ülkenin yapılanmasını anlatır. Bu konuda bilgi almak isteyenler http://www.koklerimiz.com adresine bakabilirler. Bu makalede Müslimlik’te “Savaş”ı ele alacağız.

Müslimlikte savaş, yurt savunması ve toplumsal düzenin korunması içindir ve şarttır. Toplumsal düzene yönelik tehditler savaş ile bertaraf edilir.

Müslimler için öncelikli görev caydırıcı güce sahip olmaktır:

Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal; 60)


Eğer bu caydırıcı güç etkili olmaz ise savaş kaçınılmaz olacaktır. Aşağıdaki ayetler hangi şartlarda savaşın gerekli olduğunu anlatmaktadır:

Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velileştirmenizi yasaklar. Kim onları velileştirirse, işte onlar, yanlış yapanların ta kendileridir. (Mümtehine, 9)


Buna göre;

1.Savaş açanlara savaş ile karşılık verilecek, antlaşma yoluna gidilmeyecek.

2.Yurttan çıkaran ya da çıkarmak için yardımlaşanlarla savaşılacak.

Dine/toplumsal düzene yönelik tehditler artarsa savaş kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda söz konusu tehditler antlaşma yoluna gitmeden* savaş ile bertaraf edilecektir.

*Neden antlaşma yoluna gidilmemesi gerektiği aşağıda ayrıntısıyla açıklanacaktır.

Aşağıdaki ayetlerde fitne kalmayıp din Allah’ın oluncaya kadar savaşma emri verilmiştir. Savaş emri, Müslim olmayan ülkelere saldırmak için değil, Müslimliğin hakim olduğu ülke sınırlarını ve toplumsal düzeni korumak içindir.

Ve de fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer, vazgeçerlerse, düşmanlık, kend benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara, 193)


Ve fitne kalmayıp din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. (Enfal, 39)


Fitne; yurttan çıkarma, bozgunculuk ile ülkeyi ve halkı parçalamaya çalışma, toplumsal düzeni/Müslimliği bozucu girişimlerdir.
Müslimler toplumsal düzenlerini bozucu girişimlere müsaade etmemelidir:

Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri inkar ettikleri halde, onlara sevgi ulaştırarak; onlara sevgiyi gizleyerek Benim düşmanımı ve kendinizin düşmanını veliler edinmeyin; onları yönetici yapmayın. Onlar, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı elçiyi ve sizi çıkarıyorlar. Oysa Ben sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır. Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar keşke inkar etseniz istemektedirler. (Mümtehine, 1-2)


Müslimler egemelikleri altındaki ülkelerinde fitneye izin verirlerse ve savaşmaları gerekirken bu görevden kaçarak bozguncu ile anlaşırlarsa ne olur?

Unutulmaması gereken ilk nokta şudur; yeryüzünde iki güç vardır. Bunlardan biri düzelticilik; ki bunu Müslimlik temsil eder. Diğeri de bozgunculuktur. Toplumsal düzene bu iki güçten biri hakim olacaktır. Bunun başka bir alternetifi yoktur.

Batı, 20. Yüzyılın başına kadar bilfiil ülkeleri işgal ederek emperyalist ve yayılmacı bir politika izledi. Ancak 20. Yüzyılın başında Mustafa Kemal’in ve Türk halkının emperyalist batıya karşı kazandığı zafer, tüm doğu milletlerinin uyanmasına sebep oldu. Bu uyanış neticesinde artık ülkelerin fiziken ve bilfiil işgal edildiği emperyalist düzen sona erdi. Ülkeleri fiziken işgal ederek oradaki değerleri ülkelerine hortumlayamacağını anlayan batı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir düzenlemeye gitti; fiziki işgale yönelik savaşı bırakarak strateji değiştirdi. İMF, Dünya Bankası, BM, Nato gibi teşkilatlar vasıtasile doğu milletlerini içerden çökertmenin yollarına başvurdu. Ülkeleri fiilen işgal etmeden ülke içinden anlaşacakları yandaşlar buldular, bunları iktidar yolunda desteklediler, anlaştıkları yandaşları vasıtasile ülkeleri faizle borçlandırdılar. Sömürü ve esir alma politikalarında bu stratejiyi uyguladılar. Bu yola boyun eğmeyenleri de iç karışılıklar, darbeler ve o da yetmezse yine savaş yoluyla çökerttiler. Bu savaşlarda “demokrasi!” ve “özgürlük!” kelimelerini kullandılar. Gittikleri yerlere demokrasi ve özgürlük getireceklerini iddia ettiler. Tabii tüm bunlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve yeni dönemde değişen stratejiye uygun söylemlerdi. Bunlar bir kılıftı ve aldatmacadan ibaretti. Esas amaçları her zaman olduğu ve hiç değişmediği gibi doğu ülkelerinin yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koymak ve hortumlamaktı. Bunda başarılı oldular. Yarattıkları savaş ve karışıklıklarla milyonlarca insanı öldürdüler, milyonlarca çocuk öksüz ve milyonlarca kadın dul kaldı. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde hiçbir şekilde bu ülkeleri fiziken işgal etmediler, edemediler. Afganistan örneğinde olduğu gibi işgal ettiklerinde ise batağa saplandılar. Batı ve Doğu arasındaki savaş İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra şekil ve strateji değişikliği ile devam etti. Doğu halkları yanıbaşlarında katledilen kardeşlerine yardım eli uzatmadı.

Netice itibarile doğu ülkeleri bozguncu ile anlaştı. Doğulular açısından bu anlaşmanın sonucu nedir?

Yer altı ve yer üstü kaynakları yurt dışına hortumlandı; ülke halkları bu zenginliklerden yararlanamadı. Halk yoksulluk ve borç batağına saplandı. Sabah gözlerini açıp akşama yatana kadar zalim/bozguncu için çalıştılar. Kültürel ve dini değerlerini/yaşam şekillerini kaybettiler. Değer sahibi olmamak baş köşeye oturdu. Değer sahibi olmayan insanların isyanları ve söylecek sözleri de olmadı. Yaşanan karmaşaya, kavgaya ve savaşa tepkisiz kaldılar; kabullendiler. Batı ile yaptıkları anlaşma sonucu, doğu ülkeleri kendi kültürel ve dini değerlerini terkederek batının/bozguncunun kültürel değerleri ve dini değerlerini esas aldı. Tüketmekten başka bir şey düşünmeyen insanlar benliklerini kaybetti, insan kılığından çıktı.

Sonuç itibarile aldatan ile aldanan arasında bir fark yoktur. Doğunun batı ile anlaşması, batının ahlaki, kültürel ve dini/yaşam şeklini benimsemesi neticesi dünya hayatı doğu insanı için zindana dönüştü, muhtemelen ahiret hayatı da. Anlaştılar, ses çıkarmadılar, tepkisiz kaldılar ve kaybettiler.

Mescid-i Haram yanında ahitleştikleriniz hariç, o müşrikler için Allah katında ve elçisi katında herhangi bir ahit nasıl olabilir? Artık onlar size karşı, doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun. Şüphesiz Allah, takvalı davrananları sever. (Tövbe, 7)


“Mescid-i Haram yanında ahitleştikleriniz hariç, o müşrikler/ortak koşan kimseler için Allah katında ve elçisi katında herhangi bir ahit nasıl olabilir?” Ahitleştikleriniz hariç/egemenliğiniz hakimiyetiniz altındaki topraklar dışında Müslim olmayan, ortak koşan ülkeler; onlar ile aranızda bir antlaşma olamaz. “Artık onlar size karşı, doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun”. Onlar doğru durdukları müddetçe siz de doğru olun onlara ilişmeyin. Ancak;

Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler. Ağızlarıyla sizi hoşnud etmeye çalışırlar, kalpleri ise dayatır. Ve onların çoğu fasıktırlar: Onlar, Allah’ın âyetlerini çok az bir bedelle sattılar da O’nun (Allah’ın) yolundan alıkoydular. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları kötü olanlardır. Onlar, herhangi bir mü’min hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler. Ve işte bunlar, haddi aşanların ta kendileridir. (Tövbe, 8-10)


“Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler”. Doğru duracaklarına dair yemin edip antlaşma yapsalar dahi, bu antlaşmalara uymazlar. “Onlar, herhangi bir mü’min hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler”.

Ve eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, vazgeçmeleri için küfür öncüleriyle hemen savaşın. Şüphesiz onlar için sözleşmeler diye bir şey yoktur. (Tövbe, 12)


Yaptıkları antlaşmaları ve yeminleri bozduklarında onlarla savaşın. Onlar yaptıkları sözleşmelere uymazlar. Bozguncu her hal ve şartta bozgunculuğunu yapar Müslimlere kötülükle ellerini uzatır. Bu da savaş sebebidir. Tövbe 7-12 ayetlerinde Müslim olmayan ülkeler ile antlaşma yapılmaması gerektiği, antlaşma yapılması durumunda ise sonuçlarının ne olacağı açıklanmıştır. Bir antlaşma yapıldığında bu antlaşma ya Müslimlik şartlarında ya da bozgunculuk şartlarında olur. Antlaşmada orta yolu bulmak diye bir şey yoktur. Bu yapılırsa Müslimlik sulandırılmış, fitneye ve bozgunculuğa kapı açılmış olur.

Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsvay etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah dilediğinin tövbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen; sağlam yapandır. (Tövbe, 14-15)


Müslim olmayanların kendi yapılarından kaynaklanan sebeplerle, Müslim devletin toplumsal düzeninin korunması için savaş kaçınılmazdır.

Bireysel yaşamda İslam’ın insan hayatına verdiği değer, konu toplumsal düzenin korunması olunca geçerli değildir. Bu durumda millet yurt içindir, vatan içindir, toplumsal düzen içindir. Toplumsal düzenini; kültürel, ahlaki ve dini değerlerini/yaşam şeklini kaybeden bir millet top yekün bozguncuya dönüşür. Bu hale düşmemek için:

Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara, 216)


Ölmek, öldürmek, savaşmak gerekmesine rağmen bunun yapılmaması halinde ortaya çıkacak fitne, öldürmeden daha vahim sonuçlara sebep olur (Bakara, 191).

Şölen Can Evin
Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. Mustafa Kemal Atatürk
Kullanıcı küçük betizi
Kuvayi Milliyeci
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 200
Kayıt: Pzt Haz 21, 2010 2:20

Şu dizine dön: Kuvayi Milliyeci

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x