RTE'ye 'Yılbaşı Hediye Sepeti' ve/veya Bugün Aslında Dündü?!
BAŞBAKAN ERDOĞAN’A YILBAŞI HEDİYE SEPETİ YA DA ÖNCE STAR’LADI, ARDINDAN OFER’LEYİP SONRA OGER’LEDİ, ŞİMDİ DE DÜNYAYI SOÇİ’LİYOR?!
Hediye sepeti?!
Tarih: 14 Şubat 2004!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tüm Uzan Grubu çalışanlarını, Apo’nun PKK’sına üye militan muamelesi yapıp, karda kışta kapının önüne koydu.
Star Medyası çalışanları, hayatlarının en ilginç “Sevgililer Günü” hediyesini TMSF’nin elinden aldılar.
Ne diyelim canları sağolsun!
Tarih: 31 Aralık 2005!
Hukuken Star Gazetesi’nin Başyazarı ve Ankara Temsilcisi olarak altta kalmak istemem.
Zira, bu zarif jeste, jest ile cevap şart oldu!
Tüm ahını aldığı çalışma arkadaşlarım adına, ben de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için karınca kararınca bir yılbaşı hediye sepeti hazırladım.
Bu arada Cüneyd Zapsu, Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım, Hilmi Güler, Fehmi Koru vb, lütfen alınganlık yapmayın, durum müsait olsa hepinize ayrı ayrı bir yılbaşı hediye sepeti hazırlamak isterdim! Gerginlik yapmayın, bunu aranızda pay edin! İçki, domuz eti sizi bozar; “kul hakkı” yemeyi de hiç sevmezsiniz, bilmez miyim?!
Kusuruma bakmayın!
Kusura kalmayın!
Neticede gazetecinin “hediye sepeti”nde “broş, pırlanta” olmaz, haber olur, yorum olur, “Halk”ın, “Hak”kın sesi olur!!
İşte, 2005 yılının hasatından, sizler için seçtiğim, çamsakızı çoban armağanı birkaç yazı!
Mutlu yıllar sayın Başbakan!
2006’da, tüm ekibinizle birlikte Yüce Divan’da görüşmek üzere!
Hoşçakalın!
……….
Bu arada, yeni yılımı kutlayan tüm okurlarımın, milliyetçi, vatansever, ulusalcı tüm dostlarımızın ben de yeni yılını kutlarım. 2006’nın Hak’kın yolunda, Atatürk’ün izinde, “Türkiye”nin yılı olması dileği ile!..
Sevgiler
Hayrullah Mahmud
***
SOÇİ’DE SOBELENMEK YA DA ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI ERKAN MUMCU’DAN BAŞBAKAN ERDOĞAN’A “SOÇİ” SORUSU?!
Soçi vak’ası?!
Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu, “bütçe görüşmeleri” sırasında, TBMM kürsüsünden Başbakan Erdoğan’a elifi elifine şöyle sesleniyordu:
“Sayın Başbakan, milletin hak ve hukuken gözetilmesi mi sır, yoksa Soçi’de Putin ile konuşulanlar mı sır?”
Ardından da ekliyordu:
“Yoksul sofralarına 40 kamerayla gidiyorsunuz, Ofer ile görüşmenizi inkar ediyorsunuz?”
Nitekim…
Mumcu, uzunca bir süredir parti grubunda yaptığı konuşmalarda da bu konuya yer veriyor.
Bulduğu her fırsatta, Başbakan Erdoğan’a “Soçi’de Putin ile ne konuştunuz, neyi bölüştünüz?” diye soruyor.
Mumcu’nun bu sözlerinin devamı ise muamma!
Çünkü içeriğe dair ser veriyor, sır vermiyor!
Oysa ki!..
Uzunca bir süredir “sanal ortam”da, bu görüşmenin içeriğine dair bir metin dolaşmakta!
Diplomasi kulislerinde yaptığım kısa bir ufuk turu sonrasında gördüm ki, G-7’lerin tamamı bu görüşmenin içeriğinden haberdar!
Yani…
Mumcu’nun bahsettiği anlamda, Türk halkı hariç, herkes konudan haberdar.
“Sır kapsamı”nda olan hiçbir şey kalmamış!
Bilmesi gereken herkes “Soçi vak’ası”ndan” haberdar!
O diyalogları dikkatle okuduğunuzda, Mumcu’nun Meclis kürsüsünden yaptığı “Soçi vurgusu”nun, ne anlama geldiğini daha net anlıyorsunuz.
Eğer, Soçi’de Erdoğan ve Putin arasında geçtiği iddia edilen bu diyaloglar doğru ise Başbakan Erdoğan, AK’babalar gibi yapılan özelleştirmeleri de dikkate alınacak olursa, hiç vakit kaybetmeden istifa etmelidir!
Devlet ciddiyeti bunu gerektirir.
Şimdi, eski AKP’li Bakan Erkan Mumcu’nun “Milletin hak ve hukuken gözetilmesi mi sır, yoksa Soçi’de Putin ile konuşulanlar mı sır?” diye Başbakan Erdoğan’a yönelttiği Soçi görüşmesinin üzerindeki sır perdesini aralıyorum.
Beyaz Saray’da “Net: 7 Dakika” süren görüşmenin ardından, Putin ile Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen “Soçi görüşmesi”nin diyaloglarını aynen yansıtıyorum:
SIRADA TÜRKİYE VAR
PUTİN: Sn. Başbakan; çok önemli bir dönemde bu toplantıyı gerçekleştiriyoruz. Davetime “evet” dediğiniz için teşekkür ederim. Gri geçen ABD ziyareti sonrasında Rusya’yı, Türkiye’yi ve bölgemizi rahatlatacak ciddi kararlar alabileceğimizi ümit ediyorum.
RTE: Sn. Putin, Rusya’dan hep sıcak dostluk ve elimizi güçlendirecek yardım gördük. Bu konudaki şükranlarımızı arz etmek bir borç. Çok önemli bir süreçle karşı karşıyayız; haklısınız. ABD ziyareti biraz daha önümüzü netleştirdi.
PUTİN: ABD’nin bölgemizle dünyayla ilgili stratejilerini biliyorsunuz. Bu stratejiler Türkiye’de TSK, Dışişleri Bakanlığı ve diğer siyasal merkezlerce tepki ile karşılanıyor. Sn. Başbakan sizin de ABD politikalarına karşı reaksiyon içersinde olduğunuzu biliyoruz. Bu konuda her iki ülkenin derinlikli görüşmeler yapması çıkarlarımıza olacak. Irak’taki ABD politikaları orta ve uzun vadede İran, Suriye ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü bozacak. Bu tür askeri ve politik sonuçlar Avrasya coğrafyasını yeni bir savaş alanı haline dönüştürecektir. Biz bugün başta Kafkaslar; Irak; İran, Mavi Akım, Kıbrıs, Türki Cumhuriyetler, ABD, NATO, terör, AB ve Çin gibi konular üzerinde ortak bir strateji geliştirebilir miyiz, bir cephe oluşturabilir miyiz arayışı içinde olacağız.
RTE: Sn. Putin; Türkiye hem bir yol ayırımında; hem de değil. Bölgesel gelişmeler ABD’nin politikaları, AB’nin istekleri ülkemizin içindeki devletsel, etnik (Türk milliyetçiliğini kastediyor) ve dini odaklar; bağımsız, akılcı bir politika takip etmemizi engelliyorlar. Hem çok zor durumdayız, hem de iyi işbirliği ve stratejik imkanlara sahibiz. Böyle bir durum bazen açmaz olabiliyor. Biz de siyasi bir açmazla karşı karşıyayız. Bu ortak gündem üzerinde çok çalışmamız gerekecek. Ama hiç bir zaman ABD faktörünün oluşturduğu presi aşarak rahat hareket edemeyeceğiz.
PUTİN: Siyasal nezaketsizlik olarak algılamayın ama siz ve hükümetiniz; ABD ile aynı terminolojiyi kullanıyorsunuz. Fakat ABD; AK Parti iktidarından biliyoruz ki şikayetçi. Ayrıca Türkiye’nin içinde ABD ile ilişkilerinizden dolayı çok eleştiriliyorsunuz. ABD Avrasya’da zayıftır. Bu sebeple Irak’ı işgal etti. Bu sebeple Afganistan’da. Sırada Türkiye, Pakistan, Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan var. Buralardaki yönetimlerin kendine sadık olmasını, askeri operasyonlarına karşı çıkmamasını ve askeri varlığına üs sağlamasını isteyecek. Gürcistan ve Ukrayna hamlelerine yenilerini ekleyecek. Ama biliniz ki, ABD gerçekten çok güçlü değil. Bu gerçeği görürseniz gelecek yıllarda ülkelerimizin birlikteliğinden büyük güç elde edebiliriz. Böyle bir düşünceye açık olup olmadığınızı çok merak ediyorum. Şayet bu düşünceye açıksanız bu günkü görüşme tarihi bir toplantının adı olacaktır.
RTE: ABD ile benim ve ülkemin ciddi sorunları olduğu, politikalarımızın uyuşmadığı, çıkarlarımızın çatıştığı doğru. Ama Türkiye-ABD ilişkileri çok eski ve bu ilişkilerin tarihine nüfuz edemedik. Çok değişik yerleşimleri var; TSK’nın ve Devlet sistemimizin içinde. Bağımsız hareket etme imkanım neredeyse yok. ABD beni şahsen istemez ise yapabileceğim çok fazla bir şey yok.
PUTİN: Yahudi lobisi ve yönetimdeki neo-con’ larla ilişkilerinizin iyi olduğunu biliyoruz. Bu ilişkiler pozisyonunuzu koruyacak kadar derin değil mi?.
RTE: ABD’nin veya “neo-con”ların baktığı bunlar değil. Devlet ve ordu; “biz bu başbakanla çalışmak istemiyoruz” derse, bir şansım olduğunu ve olacağına inanmıyorum. Aslında bu noktada kara bir alan var. ABD’nin partime desteğini inkar etmemin bir anlamı yok ama bunun bir garanti de sağlamadığını görmek gerekiyor. Partimin içinden bana alternatif arayabiliyorlar. Aslında bireysel olarak kendi politik geleceğim ve partimin devamından hem siz hem de ben şüphe içindeysek, görüşeceğimiz her şey dış politika sohbetine dönebilir. AB konusu mesela; orada AB bize yanlış yaptı. Kamuoyuna karşı yalan söylüyoruz. Kıbrıs’ta taviz verdik. Kürtlerle ilgili konularda ABD ve Ordu ile çatışıyoruz.
GÜL, BAŞBAKAN OLABİLİR
PUTİN: Sn. Erdoğan; tüm sorunlarınızı biliyoruz. Burada ortak hareket etmek mümkün. Rusya size çok büyük destekler sağlayabilir. ABD ile yavaş yavaş arayı açarken, Rusya ( ve belki İran, Çin; Almanya ) ile de başka bir süreci realize etmenin yollarını bulur ve bir cephe oluşturabiliriz. Türkiye’nin jeopolitik durumu, Rusya’nın enerji ve savunma sanayindeki teknolojik imkanları, İran ve Türk Cumhuriyetlerinin petrol ve doğal gaz kaynakları ABD’yi durduracak cepheyi oluşturmamızı sağlayabilir.
RTE: Bunu bizim Dışişleri ile müzakere etmek gerekir. Partimde Abdullah Gül’le konuşmam şart. Ordu bu işe nasıl bakar; ABD bu çabayı ne kadar kısa zamanda önler bilmiyorum.
PUTİN: Biz zaten geçmişte ordu ile bir temas sağladık. Ordu’nuz ABD’nin Türkiye ve Avrasya stratejisinden çok rahatsız. ABD, Avrasya’ya askeri anlamda da yerleşmek istiyor. Ama ABD için artık süreç tersine dönüyor. Güçlü değil. 2015’ten itibaren Birinci Dünya Savaşı öncesi nasıl bir ABD varsa öyle bir ABD ile karşı karşıya kalacağız. Bu konuyu ordu ile götürmek lazım. Mesela Kara Kuvvetleri Komutanı ABD’ye çok muhalif. Avrasya’daki birlik tezlerine sıcak. Abdullah Gül, İngilizler ve ABD ile iyi ilişkilere sahip. Sizin de ifade ettiğiniz gibi sizden sonra parti içi bir darbe ile o genel başkan ve başbakan olabilir. Eğer çok özel konulara girdimse beni bağışlayın ama burada güçlü bir lider olarak inisiyatif alıp konuyu Türkiye’nin bekasına getirip herkesi ikna edebilirsiniz.
RTE: Sn. Putin; bahsettiğiniz her husus çok ciddi.
PUTİN: Bu bir Yalta Toplantısı işlevi görebilir. Çok jeopolitik bir konu. Fakat askerleri ikna etmedeki başarınızı biliyoruz. Komuta kademelerine hakimiyetinizi ve bu hakimiyeti korumaktaki ustalığınızı izledik.
RTE: Medya, ordu, iş dünyası bize tabi imiş gibi görünüyor. Ama açıkçası ordunun nasıl davranacağı kestirilemez. Ben mevcut komuta kadememizin de her şeye hakim olduğuna inanmıyorum.
PUTİN: Sn. Erdoğan; güçlü ve zayıf yönlerinizi biliyoruz. ABD’nin Rusya kadar bilgiye sahip olmadığını söyleyebilirim.
RTE: Tam olarak ne demek istiyorsunuz.
PUTİN: Eğer ABD’yi de tatmin etmeyen politikalarınız devam edecek olursa; iktidarınız -bizim tespitimize göre- çok uzun sürmeyecek. Ayrıca ekonominizin kırılganlığı devam ediyor. Bu ise İMF’nin ve Dünya Bankası’nın yani dolaylı olarak ABD’nin sisteminizi içeriden ele geçirmesi anlamına geliyor. Eğer yakınlarda bir ekonomik kriz çıkarsa ki Eylül ve Ekim aylarında ( isteseniz de önleyemeyeceğiniz ) bir kriz çıkabilir. Bu sizin ve tüm bakanlarınızın bir yargı sürecine –yüce divan dediğiniz süreç- girmesi anlamına gelecektir. Duyumlarımız bu yönde.
RTE: Aynı endişe bende fazlasıyla var. Hatta bazı paşalar bize destek verdi diye de Divan-ı Harbe gidebilir değerlendirmeleri son zamanlarda artarak yayılıyor.
PUTİN: IMF’nin, Dünya Bankası’nın, ABD’nin ve onların arkasındaki güçlerin taktiğini biliyorsunuz. Kredi derecelendirme kuruluşları, uluslararası finans çevreleri, medya ve danışmanlık kuruluşları sıcak para ve kredi notunuz ile oynasalar aniden krize giriyorsunuz. Biz’de, Arjantin’de, Uzak Doğu’da ve Türkiye’de böyle yaptılar; biliyorsunuz. Yani siz onlar için değişmez bir oyuncu değilsiniz.
RTE: Haklısınız. Oyunu böyle oynuyorlar. Ama şimdi Rusya’nın bu kuvvete karşı koyabileceğini mi söylüyorsunuz.
ÇİN & RUSYA YAKINLAŞMASI
PUTİN: Şu anda çok güçlüyüz. ABD’nin zayıf yönlerini biliyoruz. Çok büyük bir avantajla karşı karşıyayız. Bunu değerlendirmek gerek.
RTE: Sn. Putin; beni heyecanlandırıyorsunuz. Ama bu konuları benim; ekibimle enine boyuna tartışmam gerek. Siz gerçekten çok hazırlıklısınız.
PUTİN: Sn. Erdoğan; siz de öyle. Çin ve Rusya yakınlaşmasını izliyorsunuz. Bu yakınlaşmayı katkıda bulunacak ülkeler var. ABD’nin Türkiye’ye, Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a, Körfez Ülkeleri’ne, Pakistan’a, Gürcistan’a, Azerbaycan’a yerleşme ve Japonya ve Almanya’yı bir araya getirmeme stratejisi iflas ederse coğrafyamızın, petrol, doğalgaz ve diğer yeraltı ve üstü varlıkları ile yeni ABD olmaması imkansız. Çin’i, son zamanlardaki Moskova ve St. Petersburg’u gördünüz; biliyorsunuz. Hepimiz hem tehdit altında hem de yeni bir dönemin kapısındayız.
RTE: Kıbrıs konusunda çok zor durumdayız. Devletin bazı birimleri ve ordu bizi zorluyor. Kıbrıs’ın tanınması yönünde ağırlığınız olan ülkeler üzerinde bir baskı oluştursanız...
PUTİN: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürmesi Türkiye’nin varlığını sürdürmesi demektir. Sn. Erdoğan, Kıbrıs konusunda çok yanlış davrandınız. Kaybetmek üzeresiniz. Bizim sağlayacağımız destek kayıpları telafi edemez. Bizim kaynaklarımız; devletinizin bu konuyu vatana ihanet çerçevesinde değerlendirdiğini, ama AB ve ABD baskısından hükümetinize ve şahsınıza yönelik hukuki girişimlerde şimdilik bulunmadığını söylüyor. Sizin yerinize olsam AB ve Kıbrıs konusunda yavaş davranırdım. Ama yine de ABD’ye karşı bir cephe oluşturmak adına Türkiye ile Kıbıs konusunda aynı çizgide durabiliriz.
RTE: Bu adımınızı karşılıksız bırakmayız.
PUTİN: Konuştuğumuz hususlarda çalışma grupları oluşturmalıyız.
RTE: Dediğim gibi bu konuda resmi ortamda geniş bir alan yok. Önce gayri resmi olarak bu konularda çalışmak; sonra da bunu Dışişleri’nin, Ordu’nun ve Hükümet’in önüne getirmek uygun olur.
PUTİN: Ordu’da Kara Kuvvetleri’nden bize sıcak yaklaşım olduğunu söylemiştim. Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemindeki eğilim devam etse; siz de iş dünyasındaki bağlantılarınız arcılığı ile bazı paşaları etkileseniz işimiz kolaylaşır.
RTE: Sn. Putin, bu girişim mayınlar üzerinde yürümek gibi.
PUTİN: Bazı riskler alınabilirse hem ülkelerimiz hem de bizler tarih için olumlu malzemeler hazırlamış oluruz. Bilmelisiniz ki yeni dönem hem Türkiye için hem Rusya için doğru stratejiler izlenir ve uygun ittifaklar kurulursa büyük fırsatlar vadediyor. Aksi takdirde de bölgemizdeki tüm devletler petrol ve enerji kaynaklarından kaynaklanan tehditler yaşayacak. Bu bağlamda mesela Irak konusunda ortak politika izlememiz lazım. Irak bölünürse bu tüm coğrafyayı etkiler. Ayrıca Irak’ın ABD’nin tam kontrolünden kurtulması gerekir.
RTE: Irak giderek tüm ülkelerin kontrolünden çıkıyor. Bu hızla devam ederse petrol girdabı küresel aktörleri oradaki rekabete çeker ve bölge savaş alanına döner. Bu konuda özellikle PKK terörü Türkiye’yi çok rahatsız ediyor.
PUTİN: İsrail’in Gazze’den çekilme planını nasıl karşılıyorsunuz?
RTE: Çok olumlu!
PUTİN: İsrail’in bu hamlesinin küresel kaosu tetikleyici ve terörün ivmesini artırıcı bir boyutu olacağını düşünüyoruz. İşgal ve insani boyutu dikkate alarak düşünüldüğünde İsrail bizim de desteklediğimiz olumlu bir karar aldı. Ama bu kararın sonuçlarının ABD’nin Avrasya politikasına hizmet edeceğini görmek de bir gereklilik. Filistinlilerin elde ettiği sonuç sevindirici ama ABD bölgemizdeki çok etnikli ülkeleri bu sonuçtan sonra terör olgusu ile bölünmeye ya da kendi kurguladığı Irak türü federal yapılara dönüştürmek için hızlandırılmış bir uğraş içinde olacaktır. ABD küçük devletler çağı başlatmak istiyor. Şehir devletleri çağı da denebilir buna. Bir sürü ABD’ye bağımlı ülke.
RTE: ULUS DEVLETE KARŞIYIM!
RTE: Çok tehlikeli bir iş olur bu. Kimse buna hazır değil.
PUTİN: Sn. Erdoğan; bu nedenle terörle ilgili konularda daha çok işbirliği yapmalıyız. Türkiye Kafkaslar’daki bir çok muhtar devletin toplulukları ile akraba. Rusya’nın içinde müslüman nüfus önemli oranlara ulaşmış durumda. Türk ve Müslüman muhtar cumhuriyetler var. Şimdilik bir çoğunda ayrılma isteği ve terör yok. Ama önümüzdeki dönemde olabilir. Bu konuda işbirliği içinde olmak çok önemli.
RTE: Bu konuyu partimde ve hükümette konuşmak zorundayım. Ben bireysel olarak ulus-devlet kavramına karşıyım. Ama İslami bir yaklaşım sorunları çözebilir.
PUTİN: Sn. Erdoğan; bu sözünüzü teröre destek olarak almak mümkün. Bu konuda bireysel görüşler değil barışa, rasyoneliteye ve birlikte yaşam kültürüne hizmet etmeye ihtiyaç var. Aksi takdirde küçük devletçikleri savunmasız olmalarından dolayı sömürüye açık hale getirmiş olursunuz. Sn. Erdoğan çok korktuğunuz komünizm vahşi kapitalizmin tatbikinden doğdu.
RTE: Yanlış anlaşılıyorum. Biz parti ve hükümet programında üniter devlet ve millet yapısına vurgu yaptık.
PUTİN: Sn. Erdoğan her ikimizde şark kurnazlığını biliriz. Biz, partinizde ve hükümette “ümmetçiliğin” hakim ideoloji olduğunu biliyoruz.
RTE: Sn. Putin; teröre, etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçiliğe karşı olduğumuzu söylüyoruz.
PUTİN: Uygulama sözünüzü destekliyor mu? Bu konuda Türkiye’de şüpheler hayli yüksek.
RTE: Bu konuda farklı düşünüyoruz Sn. Putin!
PUTİN: Sn. Erdoğan; bu görüşme daha önce söylediğim gibi Yalta toplantısı kadar önemli olabilir. Çok kritik bir süreç başlıyor; dünya için, Rusya için, Türkiye için. Bu sürecin SSCB’nin yıkılmasından daha önemli olduğu söylenebilir. Doğru yerde, doğru devletler, doğru ittifaklar yapabilirlerse dünya yeni kan ve gözyaşı trajedileri ile karşılaşmaz.
RTE: Bunu ben de arzu ediyorum.
PUTİN: Mavi Akım; yani ülkelerin birbirine artan bağımlılığı, Türkiye’nin enerji yollarının kesiştiği ve enerji üssü olma stratejisi ile örtüştürülürse önümüzde iyi ufuklar var demektir. Mavi Akım projesinin askeri, siyasi, ekonomik, jeopolitik, kültürel ve dini derinliklerinin oluşturulması gerekir.
RTE: Sn. Putin; ben bu konuda daha önce söylediğim gibi sizin kadar hazırlıklı değilim. Mavi Akım konusunda Rusya ve Türk şirketleri arasındaki anlaşmaların iç piyasadaki fiyatlara tesiri bizim öncelikli konumuz oldu. Türkiye’nin zarara uğratıldığına inanıyorduk.
PUTİN: Olayın şirketler boyutunu bırakalım; global politika ve global enerji eğilimlerine bakalım. Türkiye’deki enerji fiyatları mikro bir husus ve seçimlerle ilgili bir konudur. Mavi Akım’ın arka planına; yani ücretlendirme stratejilerine hükümet ve parti olarak son dönemde vakıf oldunuz. Bireysel ve devletsel anlamdaki imkanlar umarım sizi hayli sarsmıştır.
RTE: Gerçekten çok büyük avantajlar var.
ABD’Yİ SATMAYA HAZIRIM?!
PUTİN: Şimdi bu hususu devletler bazında düşünmek gerekiyor. Siz buna hazırlanırsanız daha farklı işbirlikleri gelişecektir. Rusya Türkiye ile ilişkilerinin boyutunu farklılaştırmak istemektedir. Bunu sizinle yapabilmeyi ümit ediyoruz.
RTE: Buradaki bu kapsamlı konuları görüşmek için ben de çok hazırlıklı olsaydım enteresan bir tablo oluşabilirdi. Sn. Putin genelde aynı düşünüyoruz. ABD konusunda benim bireysel ve Türkiye’nin devletsel endişeleri var.
PUTİN: ABD’nin sizi gözden çıkardığı söyleniyor. Buna ne kadar inandığınızı bilmek bizim için önemli.
RTE: Sn. Putin; siz de iyi bilirsiniz ki, bu konu sadece benim kontrolümde değil. ABD’nin mevcut meclis tablosu karşısında yapabileceği çok fazla bir şey yok. Gözden çıkarsa bile AK Parti’nin alternatifi oluşmadı. Bu partimin elini güçlendiriyor, ama partinin akibeti hakkında bir şey söylemek zor. Türkiye’de her an her şey olabilir.
PUTİN: Meyve ihracatında yaşadığınız Akdeniz Sineği sorunu konusunda ne düşünüyorsunuz? Bizim izlenimimiz bir ihracat sorunu olmasının hükümeti fazla rahatsız etmediği yönünde.
RTE: Olayın üretici boyutunda yaşananlar hükümeti rahatsız ediyor. Ancak tüketicinin düşük fiyatla ürün alması da yine hükümetin ve AK Parti’nin başarı hanesine kaydediliyor. Sayıca az üreticilerin şikayetini sayıca çok tüketicilerin memnuniyeti bastırıyor.
PUTİN: İlginç bir politik paradoks.
RTE: Evet.
PUTİN: Ama bu tür paradoksların kullanım süresi çok kısa, sonuçları ise tahrip edici olabiliyor. Rusya’ da biz bunu çok yaşadık. Özellikle komünizm döneminde...
RTE: Sn. Putin; ABD’ye karşı bir alternatif üretimi konusunda bizim parti olarak ideolojik bir azim ve araştırmamız her zaman oldu; olacak da. Ben hem bireysel olarak, hem ideolojik olarak, hem de ülke olarak bu arayışa sıcak yaklaşıyorum.
PUTİN: Ülkenizde yaşayan insanların bilinçaltlarında tarihten gelen bir Rus ve Komünizm korkusu olduğunu biliyorum. Bu konuyu yenmek ilk işimiz olmalı.
RTE: Bu konuda Rusya’ya daha çok iş düştüğünü söylemek gerekiyor.
PUTİN: Zihinsel alışkanlıklarımız bu konuda bir başka engel. Bu engelleri aşabilirsek Rus-Türk ilişkilerinde bir devrim yaşanacaktır demektir. Sn. Erdoğan bu ilişkilerdeki bireysel fırsatları da daima göz önünde bulundurmamızı özellikle istiyorum. Fakat ABD ile bireysel ve partisel ilişkileriniz bizim için hala bir soru işareti olmaya devam edecek. Bu soru işaretlerini sonlandırmak size düşüyor.
RTE: ABD konusunda bir zihin karışıklığımız var. ABD’ye güvenilmeyeceğini biliyorum. Ama bir işbirliği doğdu, devletlere rağmen. Şimdi de devletlere rağmen bozulan bir işbirliğimiz var. Dün Ilımlı İslam’ı destekleyenler şimdi mesafeli davranıyorlar. Sanki ABD-Türkiye ilişkilerine geleneksel renk hakim oluyor gibi. Bu süreç böyle devam ederse Ak Parti oyunun dışında kalır. Açıkçası ben de ABD’nin şu anda AK Parti ve şahsım hakkında iyi düşünmediğini biliyorum. Bu düşünce işimizi kolaylaştıracak Sn.Putin.
PUTİN: Birçok konuda net olmadığınızı görüyorum; Sn. Erdoğan...
RTE: Bu konuda haklısınız.
PUTİN: Türkiye hızlı bir özelleştirme sürecine giriyor. Önemli özelleştirmeler yapacaksınız. Tüpraş ve Erdemir özellikle ilgilendiğimiz özelleştirmeler. Erdemir üzerinde çok duruyoruz. Bu konuda işbirliği yapabiliriz. Rus şirketleri ilgi duyuyor. Onların önemli isimlerini sizinle tanıştırmak istiyorum; uygun görürseniz.
RTE: Memnuniyetle. Özelleştirmede iyi rakamlar yakalamak istiyoruz.
“TAMAMEN DUYGUSAL” TEKLİF
PUTİN: Çok özel anlaşmalar üretilebilir. Mavi Akım’da olduğu gibi özel avantajlar sağlanabilir!
RTE: Anlıyorum; bunları değerlendirmek isterim! Bu konuda hükümetteki ve iş dünyasındaki bazı arkadaşlarımızla daha geniş kapsamlı görüşmeler yapılabilir. Öngörüşmeleri yapan bir ekipten bahsedildi. Bu konuda Maliye Bakanı öncülüğünde bir program oluşturulmuştu. Rus sermayesini Türkiye’ye çekelim diye. Fethullah Hoca ekibi, eski Mavi Akım ekibinden isimler, bazı eski politikacılar bize değişik tekliflerle geldiler.
PUTİN: Bunların hepsini değerlendirmek bugün mümkün. Ayrıca GSM şirketi Türkcell’e bir Rus firması ortak olmak istiyor. Ekonomi bürokrasisinin engel çıkarmaması bizi sevindirecek. Rus sermayesinin Türkiye’ye girmesi için iyi bir yol Türkcell.
RTE: Türkcell konusunda bürokrasinin ve devletin güven sorunu oluştu. Ayrıca bir bakanımızla görüşülerek; konuyu gündeme getirdiler. Rus firmaları yanlış isimler üzerinden Türkiye’ye girmek istiyorlar.
PUTİN: Sıcak yaklaşımlarla iş yaparsınız. Ben bu konuda adı geçen Bakan’ın (Kürşat Tüzmen) yaklaşımlarının olumlu olduğunu duydum. Bazı özelleştirme operasyonlarında size yakın isimlerin Araplar ve Yahudilerle birlikte hareket etme arayışları içinde olduğunu gördük. Türkcell konusu önemli. Partner değiştirmek gerekiyorsa bu yapılabilir.
RTE: İşler bu yaklaşımla kolaylaşır.
PUTİN: Daha yakın ilişkiler geliştirmek gerekiyor. ABD’yi, IMF’yi tolere etme girişimlerinizde Rus sermayesi ve etkileyebileceğimiz diğer sermaye gruplarını gözönünde bulundurmanız elinizi kuvvetlendirecek. Rusya’da büyük işler yapan gruplar var. Onlarla ilişkilerinizin son dönem sorunlu olmaya başladığını görüyoruz.
RTE: Bir çoğu siyasal devamlılığımız olmadığını düşünüyor.
PUTİN: Biz sizi ve hükümetinizi total olarak destekleyebiliriz. Bu tüm sıkıntıları giderir. İlişkilerimizi incelerseniz Türkiye’ye zor zamanlarında hep yardımcı olduk.
RTE: Sn. Putin bundan eminim. Ben bireysel olarak Rusya ile ilişkilerin ABD ile ilişkilerden daha iyi gideceğine eminim. Bu konudaki tüm fırsatları değerlendireceğim.
PUTİN: Bireysel olarak ne yapacağınız konusundaki zihin karışıklığınız bizi endişelendiriyor. Zayıf bir profil veriyorsunuz. ABD’yi tümüyle silip atamazsınız. Ama bir çok yöntem kullanılabilir uluslararası ilişkilerde. Bazı yöntemler de birlikte bulunabilir.
RTE: Tabii ki; Sn. Putin. Bir günde bu kadar önemli konuları ele almamız zor. Bugün ABD’ye ekonomik ve siyasi bir alternatif oluşturma konusunda bir mutabakat oluşturalım. Bunun yanında Irak ve Kıbrıs’ta birlikte hareket edelim. Kafkaslar, Türk Cumhuriyetleri, Ermenistan kaynaklı sorunlarda biraz daha çalışalım. Bu birden köklü değişimler yapabileceğimiz bir husus değil. Bu konuda bizi anlayışla karşılayın. Zamana ve detay çalışmaya ihtiyacımız var.
PUTİN: Haklısınız. Peki bugün bizim Alfa Şirketinin Türkcell’le ortaklığı ve Erdemir’in özelleştirilmesi konusunu bir karara bağlasak iyi olacak. Önce Alfa’nın sahibini toplantıya alalım. Sizin Türkcell’le ilgili olarak bireysel bir talebiniz var mı?
RTE: Önce Alfa’nın sahibini dinleyelim. Bizim Bakan’la ve Karamehmet’le hangi konularda anlaştıklarını görelim. Edindiğim bilgiler anlaşmaya müdahalenin kaçınılmaz olduğu yönünde.
PUTİN: Bu toplantıya katılacak Alfa’nın sahibine telkinlerinizi ve isteklerinizi şimdi iletmeyecek misiniz?
RTE: Ağustos ayı içerisinde Alfa ile bir görüşme daha yaparız. Erdemir konusunu da Ağustos’ta kararlaştırırız.
PUTİN: Nasıl olacak?
RTE: Çok gizli bir görüşme yapılabilir. İki günlük bir çalışma ile çok kapsamlı bir görüşme yapılır. Bunu Antalya’da ya da İstanbul’da yapabiliriz. Ya da ben iki günlüğüne tekrar Soçi’ye gelebilirim.
PUTİN: Tamam o halde.... Alfa ile tanışalım. Sn. Erdoğan bu görüşmeyi bir başka ortamda yapalım. Daha sonra Erdemir özelleştirmesi ve Savunma Sanayi ihaleleri için iki ayrı grupla daha görüşelim.
RTE: Hay hay...
Sevgiler
Hayrullah Mahmud
29 Aralık 2005
***
EMİN ÇÖLAŞAN’A ÇOK ÖZEL BULMACA YA DA “ÜLKENİN ANASINI AĞLATMIŞIZ” DİYEN BAKAN HANGİ BAKAN, ÜLKENİN TAŞINMAZ VARLIKLARINI “AK’BABALAR” GİBİ PEŞKEŞ ÇEKEN BAŞBAKAN HANGİ BAŞBAKAN, YAŞANANLARA SEYİRCİ KALAN DEVLET HANGİ DEVLET?!
AK’babalar?!
Yer: Bir siyasi partinin genel merkezi (?!)
Zaman: Başbakanı’nın Lübnan ziyareti öncesi!
Toplantıya katılanlar: Başbakan, Maliye Bakanı ve Ulaştırma Bakanı!
Bu üç büyük devlet adamı (?!), genel başkanlık odasında sohbet halindedirler.
Gündemde; dünya meseleleri, insan hakları konusu ile “tüyü bitmemiş yetim”in hakkını “AK’babalara nasıl yedirmeyiz” gibi konular vardır.
Adları geçen siyasetçilerin hepsi de “inanmış” isimlerdir.
İçlerinde “Allah korkusu” vardır.
Hepsi de “karıncayı incitmek”ten imtina eden fanilerdir!
İşte, ilerde evlatlarınıza “Sizler de büyünce bunlar gibi Başbakan, Bakan olun” diyebileceğiniz; “kul hakkı yemek”ten korkan, bu devlet adamlarının “nezih sohbet”lerinden sizler için seçtiğim çarpıcı birkaç diyalog:
Aynen yansıtıyorum:
MAL SAHİBİ, MÜLK SAHİBİ?!
BAŞBAKAN: Sayın Ekonomi Bakanım, Telekom’un özelleştirilmesi ile ilgili olarak Hikmetyar’la (Gülbettin Hikmetyar, Afganistan’ı, Rusların işgali esnasında direnen mücahidlerin başı) bir görüşme yapacağım. Hikmetyar, Lübnan’da Harriri ailesi ile birlikte! Harriri’leri büyüten o! Telekom’u almalarını isteyeceğim. Ön temaslarda bize çok iyi çıkarlar sağlayacağına ilişkin kanaat hasıl oldu. Dubai’deki ilk görüşmelerde, “Telekom’u alırız ama sizi de ortak ederiz” demişlerdi.
MALİYE BAKANI: Parayı basan alır. İhalede kim yüksek rakam verirse o alır.
BAŞBAKAN: Bir sorun çıkar mı?
MALİYE BAKANI: Niye çıksın? Bir defa Özelleştirme İdaresi Başkanı emrimde. Hikmetyar da en yüksek rakamı versin. Kamuoyu anında susar. Medya bunu bir özelleştirme parası olarak verir.
ULAŞTIRMA BAKANI: Sayın Ekonomi Bakanımız doğru söylüyor. Telekom’u kim alırsa aslında üste para alır. Fatura tahsilatı için bankalarla anlaşsa ihalede ödediği paranın yarısını oradan çıkarabilir.
BAŞBAKAN: Nasıl yani?
ULAŞTIRMA BAKANI: Telekom’un cirosu çok yüksek. Her banka fatura tahsilatının kendi üzerinden yapılması için kuruma promosyon teklif ediyor. Telekom’un cirosu diyelim ki 17 milyar dolar. Bankalardan ciro üzerinden % 10-15 promosyon alırlar. Hatta daha yüksek.
BAŞBAKAN: Yani çayın taşı ile çayın kuşu vurulacak. O zaman biz bunu kullanarak Telekom’a ortak olalım.
MALİYE BAKANI: Sadece promosyon bizde kalsa köşe oluruz. Yılda 2 milyar dolara yakın elde edilir.
ULAŞTIRMA BAKANI: Bence Hikmetyar’la görüşürken, promosyonun yarısı ortaklığın %50’si üzerinden pazarlık yapın.
BAŞBAKAN: Hikmetyar ne istersek verir. O “Sizin ülkede İslamcı bir iktidar olsun yeter” diyor.
MALİYE BAKANI: Anlaş gitsin sayın Başbakanım.
BAŞBAKAN: Bu konuyu enine boyuna tartışalım. Bu işi kıvırırsak kimse bizi iktidardan indiremez. İstediğimizi yaparız. İş dünyasını, medyayı ve devleti susturmalıyız.
MALİYE BAKANI: Beklenenin üzerinde bir rakam her tartışmayı bitirir. Hikmetyar da iki üç ton eroin fazla satıversin canım.
BAŞBAKAN: Bu işi bitirirsek en az iki dönem daha iktidarda kalırız. Herkesi para ile sustururuz. Uluslararası destek de sağlarız.
ULAŞTIRMA BAKANI: En önemli şey istikrar. Herkesi krizle korkutabilirsiniz. İhale iptal edilirse, AB süreci aksar, uluslararası piyasalar bu ülkeye olan güvenini yitirir. Dolar ve Euro patlar, gibi bir kampanya yürütülebilir.
MALİYE BAKANI: Çok yüksek bir rakam elde edilirse ihaleyi kim iptal edecek? Valla biraz sıkar.
BAŞBAKAN: Ulaştırma Bakanı doğru söylüyor. Ekonomi Bakanımız ile bir görüşelim. O Başdanışmanınız ile birlikte bir alt yapı hazırlasın. Biz burayı Hikmetyar’a satarız. O konsorsiyumda bizi İtalyanlar’ın temsil etmesi için anlaşmıştık.
MALİYE BAKANI: Valla Sayın Başbakan, sen git anlaş. Hikmetyar’da para bol. Harriri ailesini bu kadar büyüten Hikmetyar’ın uyuşturucu paraları değil mi? Hani Kürtler için diyoruz ya 1 kilo toz, bir otobos (otobüs) diye. Aynı öyle şey.
BAŞBAKAN: Sayın Maliye Bakanım yine günündesin.
ULAŞTIRMA BAKANI: Sayın Başbakanım, burada (Telekom) imkan çok. Şayet burayı Hikmetyar alacaksa, biz ülke olarak aslında üste para vermiş olacağız. Telekom’un görünmez varlıkları var. Topladığı parayı devlete kaptırmamak için gizli hesaplardaki paralar. Onların da pazarlığını yapmalıyız. Bu gizli hesaplardaki paralar şu anda 3 milyar doları buluyor.
BAŞBAKAN: Sayın Ulaştırma Bakanım, sen ne diyorsun? Bu kadar var mı?
ULAŞTIRMA BAKANI: Daha fazla da olabilir. Araştırıyorum. Sayın Maliye Bakanımız bilir. Tüpraş’ın gizli hesaplarda daha çok parası var. Tüpraş’ın gizli hesaplardaki parası en az 7 milyar dolar.
BAŞBAKAN: Emin misin?
MALİYE BAKANI: Doğru söylüyor. Ulaştırma Bakanımız haklı, Sayın Başbakanım, kimse bir şeyden anlamıyor. Devletin dışarıda çok büyük parası var. Gizli hesaplarda.
ULAŞTIRMA BAKANI: Valla Hikmetyar’ın kazanacakları iyi bilinirse çok şey istenebilir.
BAŞBAKAN: Eğer gerçekten öyleyse, Hükümet’te istediğimizi yaparız.
MALİYE BAKANI: AB ile askerleri uyutuyoruz. Irak’taki ABD varlığı askerin dut gibi yaptı. Sermayeyi de özelleştirme maması ile susturuyoruz. Medyayı korkutuyoruz. Valla askeri dikta olsa bizim kadar korku veremezdi.
BAŞBAKAN: Kim kafasını kaldırırsa gönder abi müfettişleri yazsınlar cezayı. Bak ülkenin en büyük medya imparatoruna, 30 trilyoncuk ceza kesilince muma döndü.
MALİYE BAKANI: Valla Sayın Başbakanım, Telekom’u bağlarsan, hani “Türkiye” adında bir ülke var ya, işte onun Koç’u gibi olursun. Sırtımız yere gelmez. Homurtular için de iyi bir fon oluşturursak yırtarız.
(.........)
İşte böyle!
Devlet adamları, devlet adamı gibi konuşur.
Farkındayım!..
Şimdi bu sohbetin tadına siz de doyamadınız.
Okudukça gözünüz gönlünüz açıldı.
O halde bu devlet adamlarının, Başbakan’ın, Lübnan ziyareti sonrası yaptığı sohbete de kulak verelim.
Aynen yansıtıyorum:
“AK”BABALAR GİBİ SATMAK
Yer: Bir siyasi partinin genel merkezi (?!)
Zaman: Başbakanı’nın Lübnan ziyareti sonrası!
Toplantıya katılanlar: Başbakan, Maliye Bakanı ve Ulaştırma Bakanı!
BAŞBAKAN: Sayın Maliye Bakanı, oldu bu iş anlaştık Harriri ailesi ile yani Hikmetyar’la Telekom’da en yüksek fiyatı Harriri ailesi verecek.
MALİYE BAKANI: Valla babalar gibi satarız.
ULAŞTIRMA BAKANI: Gün Maliye Bakanı’nın günü. Ne çok kızıyorlar senin bu sözüne sayın Maliye Bakanım.
BAŞBAKAN: Çok güzel bir anlaşma yaptık. Telekom’u Harriri ailesi kesin alacak. “10 milyar dolara kadar çıkabiliriz” dediler. Hikmetyar müdahale etti, “Nereye kadar çıkarsa en fazlasını biz veririz” dedi. Yani 15 milyar dolara da çıkarsa alacaklar.
MALİYE BAKANI: Sayın Başbakan, ne gerek var? Devlete vereceklerine bize versinler o parayı. Getirsinler 15 milyar doları, ülkeyi götürsünler!
BAŞBAKAN: Sayın Ulaştırma Bakanı, şu gizli hesaplardaki paralar meselesi, kesin rakamı biliyoruz değil mi?
ULAŞTIRMA BAKANI: Kesin rakamı bilmek mümkün değil. Araştırıyoruz. Çok karışık bir sistem kurulmuş. Çözmeye çalışıyoruz. ,
BAŞBAKAN: Hikmetyar’a dedim ki, “Bizim ülke üste para veriyor. Gizli hesaplarda Telekom’a ait 3 milyar dolar tespit ettik. Promosyonu da var bu işin” dedim. Fatura tahsilatı üzerinden alınacak promosyon miktarının 2 milyar doları bulacağını söyledim. “Onlar sizin olsun” dedi. “Ayrıca ihaleyi almanız halinde Harriri’nin konsorsiyumunda yüzde 50 ortaklığımız olmalı” dedim. Kabul ettiler. “Burası (Telekom) altın yumurtlayan tavuk” dedim. Hiç tartışmadan “tamam” dedi. Hikmetyar Harrari’ye de gerekli talimatı verdi. İhaleden sonra gizli bir anlaşma yapacağız.
MALİYE BAKANI: Hayırlı olsun artık bu ülkenin ipleri elimizde desenize sayın Başbakan!
BAŞBAKAN: Şimdi ihaleden sonrasını planlamak lazım. İhaleyi kesin Harriri yani Saudi Oger alacak. Nasıl olsa Danıştay’a dava açılacak. İşin bu kısmını sayın Adalet Bakanı çözebilir mi konuşmak lazım.
MALİYE BAKANI: Ne gerek var? Şimdi Adalet Bakanı’nın burnunu büyütüp pastadan pay sahibi yapmayalıyım. Adalet Bakanı’ndan bir şey istersek, ona da bir şey vermemiz gerekir. Durduk yerde piyango vurmasın Adalet Bakanı’na da. Onun yerine Danıştay’dakileri kriz tehdidi ile korkuturuz. İhalenin iptalinin ülkeyi, ekonomik krize sokacağını söyler bunun propagandasını yaparız.
ULAŞTIRMA BAKANI: Bize mutlaka iş düşer. Biz de ihalenin iptalinin ülkeyi ekonomik krize sokacağını vurgu yaparız.
BAŞBAKAN: Niye krize soksun. İhaleyi en kısa zamanda tekrar ederiz. Harriri ailesi, “15 milyar dolara çıksa da alırız” diyor.
MALİYE BAKANI: Ne gerek var sayın Başbakan. İşi uzatmayalım. Kriz tehdidi ile bürokrasiye istediğimizi yaptırırız. Bence Hikmetyar’dan bürokrasiyi, hakimleri elde etmek için bir miktar para isteyelim. “Medyayı, iş dünyasını susturmak için bir fon oluşturuyoruz, katkıda bulunun” diyebiliriz.
BAŞBAKAN: Bunda engel yok istenebilir.
MALİYE BAKANI: Başka özelleştirmelere, başka projelere de bunlarla girsek olur mu?
BAŞBAKAN: Valla sayın Maliye Bakanım, senden şüpheleniyorum, senin istihbarat servisin var galiba. Hani şu uzun zamandır uğraştığımız “G...port Projeleri” var ya onlar için de destek alıyoruz Hikmetyar’dan.
MALİYE BAKANI: Artık ne Silahlı Kuvvetler’den ne de adaşım olan bu ülkenin kurucusundan korkarız. Sayın Başbakan, başkanlık, cumhurbaşkanlığı, genelkurmay başkanlığı hepsi senin artık. İstersen tüm işadamlarını, onların derneklerini bir anda hizaya getirirsin.
BAŞBAKAN: Dur Maliye Bakanım, sen oyuna bak şimdi. İyi dinle. “G...port” işine siyasete geri dönmeye hazırlanan eski Başbakan’ı yeğeni üzerinden bulaştırdık. Başbakanlık hayali kuran Başkent Belediye Başkanı da danışmanı ile bu işe bulaştı. Bizim eski Turizm Bakanı, taze genel başkan ise bu projeye güvenerek ülkenin en büyük şehrinin Belediye Başkanlığı’na aday olacaktı. O da “.G...port Projesi” ile lekeli durumda. Yani bize kolay kolay yıkıcı muhalefet yapamaz. Zaten onunla “danışıklı muhalefet” üzerine anlaştık. Parti daha çok kan kaybetmesin diye gazı olan milletvekillerini oraya gönderiyoruz. Ülkenin en büyük medya imparatoru da “G...port”a güvenerek Hilton’u aldı. Artık o bizi ısıramaz. Diğer büyük medya patronu ise TMSF ile elimizde. O da ses çıkaramaz. Sami Ofer’le de anlaştık. O sadece paravan. “G...port Projesi”ni biz yapacağız. Para Hikmetyar’dan. O da bizden bir şey istemiyor. Başkent Belediye Başkanı’nı da işe ortak ettik ki, o da bürokrasiyi ve yargıyı kendi yöntemleri ile satın alıp sustursun.
HERKES KONTROL ALTINDA
MALİYE BAKANI: Bir taşla kırk kuş! Çok güzel valla heyecanlandım sayın Başbakan. Demek, Ulaştırma Bakanı’mızın bahsettiği bomba buydu!
ULAŞTIRMA BAKANI: Daha ne bombalar var?
BAŞBAKAN: Daha bitmedi. Önce Telekom’u çok yüksek fiyatla özelleştireceğiz. Sonra TÜPRAŞ’ı da çok yüksek fiyattan özelleştireceğiz. Arada “G...port”u da çok astronomik bir rakamdan çakacağız. Fiyatlar çok yüksek olunca kimse şüphelenmeyecek.
MALİYE BAKANI: TÜPRAŞ’ı ne yapıyoruz sayın Başbakan? Başdanışmanınız, Abdullah’la anlaşmasını yaptı. TÜPRAŞ’ı Shell alacak. Bunun karşılığında da, İngilizler, AB ile müzakerelerin başlamasını sağlayacak.
MALİYE BAKANI: Bu kadar kolay olacak mı? Şu Ofer’e sattığımız hisseler TÜPRAŞ’la açığa çıkarsa bizi hırpalarlar.
BAŞBAKAN: Kim hırpalayacak? Kendini İmparator zanneden medya patronu avucumuzda. Diğer medya patronu da avucumuzda. İstihbaratlar avucumuzda, Silahlı Kuvvetler avucumuzda. Kimse bir şey yapamaz. Hem Ofer hadisesine eski Başbakan da karıştı. Ofer’e hisseleri Global sattı. Eski Başbakan, Medya İptaratoru’nu susturur.
BAŞBAKAN: Sayın Maliye Bakanım, en az on sene daha bakansın.
MALİYE BAKANI: Valla sayın Başbakan, anasını ağlatmışız ortalığın. Herkes kontrol altında desene.
BAŞBAKAN: Daha sürprizler var bekleyin.
(...........)
Ve...
Son olarak...
İşte açıkça buradan soruyorum:
Bu Başbakan hangi ülkenin Başbakanı?!
Bu Bakanlar, hangi ülkenin Bakanları?!
Bu ülke hangi ülke?!
Bakalım Türkiye’nin “en millici”, “en cesur” ve “en demokrat” kalemi Emin Çölaşan, bu soruların cevabını bulabilecek mi?!
Eğer doğru cevapları bulursa, köşesinde yazabilecek mi?!
Eğer doğru cevabı bulamazsa, Yargı’daki görevli tanıdıklarından, “minik kuşlar”ından yardım isteyebilir.
Yoksa rahmetli Aziz Nesin, bu tür sorulara cevap vermek istemeyen yazarlar hakkında ne der, biliyor musunuz?!
Onun için bu soruların muhakkak cevaplarını bulması şart!
Sevgiler
Hayrullah Mahmud
23 Aralık 2005
***
ÇİZME FETİŞİSTLERİ YA DA ERDOĞAN’IN SANSÜRLETTİĞİ, SESAR’IN İNTERNET SİTESİNDEKİ İDDİALARI, “BU YAZILANLAR DOĞRU MU SAYIN BAŞBAKAN?” DİYE SORACAK “DEMOKRASİ AŞIĞI” GAZETECİ-YAZARLAR ARANIYOR?!
Çizme fetişistleri?!
Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938'de, Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumar.
De Gaule, açılan “Onur Defteri”ne şu satırları yazar:
“Atatürk, yaşama veda edebilirdi; çünkü, ışık parlamakta, meşale yanmakta ve ülke hedefine doğru ilerlemekteydi!”
Peki ya, “2005 Türkiyesi”nde, bu söz geçerliliğini koruyor mu?!
Sanmam!..
Neden mi?!
Anlatayım:
28 Şubat travmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ağır kuşatmasını yaşadı.
Atatürk Türkiyesi’ne, Soros’un devlet yıkan “sivil toplum çalışmaları”nın bir uzantısı olarak “suikast” düzenlendi.
Göz göre göre yıkılmak istendi!
Ankara’ya “iliştirilmiş” bir kısım sivil-asker, bu amaçla önce Türk askerinin kafasına çuval geçirtti, ardından da “Türk milletinin başına çorap örmeye” niyetlendi!
Bir avuç faninin bu hizmeti ise boyunlarına asılan “üstün hizmet madalyaları” ile taçlandırıldı.
Ama...
Sıcak geçen 2005 yaz sürecinde, Türkiye’nin üzerine atılmak istenen ağ, liğme liğme edildi.
Birçok kişinin askeri bir darbe beklediği ya da tahrikçiliği yaptığı bir dönemde, Türk Devleti demokrasi hedefinden sapmadı.
Sapmak isteyenlere de imkan vermedi.
Şimdi ise her anlamda köşeye sıkışan Erdoğan ve ekibi “Alternatifimiz yok” söylemini seslendiriyor!
SESAR’A SANSÜR
Oysa...
AKP Hükümeti’nin, SESAR’ın internet sitesinde yayınlanan ve Türk Telekom’un özelleştirilme sürecinde Başbakan Erdoğan ve iki bakanı arasında geçtiği anlaşılan “ahlaksız diyalog”lara verdiği cevap ortada!
Başbakan Erdoğan, “Bu yazılanlar külliyen yalandır” demek yerine, Abdülhamit kafasının bir ürünü olan “sansür”e başvurmayı tercih etti!..
Böylece tüm “baskıcı yönetim”ler gibi kendi iplerini kendi elleri ile çekip, “Hukuk”en de “Siyaset”en de “butlan” hale geldi.
Halbuki SESAR, hiçbir hakarete cevaz vermeden, nazik bir üslupla “Bu sözler doğru mu sayın Başbakan?” diye soruyordu.
Verilen cevap ortada!
Sansür!
Orhan Pamuk için ayağa kalkan demokrasi savunucusu, “iliştirilmiş aydın”lar ise suskun!
Her nedense hiçbirinin aklından, “Sayın Başbakan, SESAR’ın sitesinde hakkınızda yayınlanan bir yazıya cevap yollamak yerine neden sansür yöntemine başvurdunuz” diye sormak geçmiyor.
Malesefki, Apo’nun, O. Pamuk’un hakkını savunacak kadar “cesur” olanlar, ne var ki, bu basit soruyu sormaktan acizler.
Bu arada Başbakan Erdoğan, “Hayır bu konuşmalar yalan” demek yerine “susturmayı” tercih ediyor.
Yani...
AKP Eş Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan dolaylı yoldan, SESAR’ın internet sitesinde (http://www.sesar.com.tr) yayınlanan ve Türk Telekom’un özelleştirme sürecinde yapılan “ahlaksızca pazarlığı” doğrulamış oluyor.
Türkiye’nin “Hür demokrasi”den yana tercihini yapmış “hür medyası” ise bu konuda gene “üç maymun”u oynuyor.
Görmedim!
Duymadım!
Söylemedim!
Demeyi tercih ediyor.
Oysa, sorulacak soru çok basit:
“Sayın Başbakan, SESAR’ın internet sitesinde yayınlanan, Türk Telekom’un satış süreci ile ilgili şahsınızı da içine alan iddialar doğru mu?!”
Hepsi bu kadar!
Gazeteci Ufuk Güldemir’in literatüre soktuğu yeni deyimle söylüyorum; demokrasi adına, Başbakan’a bu soruyu soracak “topları sağlam” bir gazeteci aranıyor!
Benimkiler yerinde, o yüzden uzunca bir zamandır soruyorum.
Benim gibi Uzan Medyası’nda çalışmaktan sabıkalı olmayan, “gerçek demokrat”, Emin Çölaşan gibi cesur, Kuvva-i Milliyeci gazetecilerin de bu basit soruyu Erdoğan’a sormasını istiyorum.
Bu satırlardan da anlaşıldığı gibi Erdoğan alternatifsiz değil!
Sahte Kuvva-i Milliyeci ve sahte demokratların sayesinde iktidarda duruyor!
Benim nazarımda “Bir soruluk saltanatı” var!
Sadece elindeki 5020 sayılı yasanın gücü ile kendini Türkiye’nin “Ali kıran, başkeseni” ilan etmiş.
Hepsi ve daha ötesi bu!
Unutulmamalı ki, her Firavun’un bir Musa’sı olduğu gibi her Nemrud’un da bir sineği vardır.
Önemle hatırlatırım!
REJİMİ SABOTE ETMEK
Öte yandan...
Gecekonduda oturuyorken, sponsorla çocuk okutup, Boğaz kıyısında beş villa sahibi olmayı başaran, “sansürcü” Başbakan Erdoğan’ın “Alternatifimiz yok” sözlerine gelince!..
Bu anlamda zaman tünelinden birkaç enstantane yansıtayım...
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kurucusu olduğu partinin amblemi olan tutamak yeri “DP” harflerinden oluşan bir baston taşırdı!
Tarafsızlığı işte bu kadardı.
İsmet İnönü başkanlığındaki Anamuhalefet Partisi CHP'yi kastederek "İdam sehpaları kuracağız" diyordu.
İnönü'nün cevabıysa “İdam sehpaları bir kere kurulursa kimlerin sallanacağı belli olmaz” şeklindeydi.
Celal Bayar, İnönü ve başında bulunduğu CHP'yi suçluyordu:
"Rejimi sabote ediyorsunuz. Güney Kore'deki gibi ihtilal olsun diye çalışıyorsunuz!"
İnönü yanıtlıyordu:
"Türk milleti, Kore milletinden daha aşağı değildir. Şartlar olgunlaşırsa, ihtilal de mubah hale gelir!"
Yani asker üzerinden siyaset yapma ve devlet gücünü kişisel iktidar için kullanmanın tarihi de tarifi de yeni değildir!
Nitekim...
Emekli Orgeneral Turgut Sunalp'in de söylediği, "12 Eylül öncesinde müdahale için kapı aşındıran siviller olduğu gibi, şimdi de aynı şekilde kapı aşındıranlar olabilir" sözleri de hala hafızalardadır.
Başkent Ankara’da, her dönemde olduğu gibi 28 Şubat öncesi ve 1960'lı yılların başında da siyaset sahnesinde, kafalarının içini sivilleştirememiş “İttihat Terakki” kalıntıları kol geziyordu!
Ama ya 2000’lerin Türkiyesi’nde?!
Bu defa adres değişmiş gözüküyor!
Darbe isteyenler, İttihat Terakki kalıntılarından ziyade, “Siyasal İslamcı”lar!
Malesefki, AKP yönetiminden etkili ve yetkili konumda olup “AK’çeli Parti” olmanın ve de “AK’babalar gibi özelleştirmenin” hesabını, Yüce Divan’da vermemek için, askeri yönetime müdahale etmeye zorlayan bazı yöneticiler var!
Evet yanlış duymadınız!
AKP yöneticileri içinde TSK’yı “darbe” yapması için kışkırtanlar var.
Bu anlamda bir kısım “iliştirilmiş aydın” ve bir kısım Türk medyası üzerinden yürütülen çok ciddi bir “psikolojik harekat” var!
REJİMİN SİNDİRİM SİSTEMİ
Ki...
Geçmişte “Çizme giyen”lerden çok, çizmeye özenen seçkin siviller, en ufak fırtınada, "nasıl olsa asker gelip duruma el koyacak, iyisi mi önceden davranıp bir davetiye de ben çıkartayım" diye düşünürlerdi.
Ara rejim dönemlerinin bu “değişmez gözdeler”i her dem tazeliklerini korurlardı.
İçlerinde yaşlarını başlarını almış tek parti dönemi yüksek bürokratlarından tutun da, üniversite öğretim üyesine, sermaye sahibine, gazete sahibine ve hatta başyazarına kadar nice “çizme fetişisti”, hep böylesi dönemlerde ortaya çıkardı.
Örneğin...
22 Şubat 1962'de emekliye ayrılan Talat Aydemir'in Harp Okulu'ndaki Alay Komutanı Turgut Alpagut'un açıklamalarına göre, 22 Şubat'tan sonra kendileriyle konuşmak için birçok etkili kişi sıraya girmişti.
Bu isim listesine, o sırada İnönü'ye kızgın olan Nihat Erim de dahildir!..
İşadamları siyasetçiler de...
Hatta, anıların kayıtlı olduğu kitaplarda yazdığına göre CIA ajanları bile askerin kapısını aşındırmıştır!
Yakın siyasi tarihimizde, "emir komuta zinciri"ne uymayan sıra dışı protokoller yapılmış, belli adresler arasında mektuplar uçuşmuş ve tasarı aşamasından öteye gidemeyen “cuntacılık girişimleri” olmuştur.
2005 Türkiyesi için bunlar söylenebilir mi?
Sanmam!..
Ama “mülahazat hanesi”ni açık bırakarak, “mutemet” denilebilecek kaynaklardan aldığım bilgiler, yukarıda aktardığım türde girişimlerin bugün için de var olduğunu gösteriyor.
Görevini yapmayan, iktidarla danışıklı dövüşe giren kimi siyasilerin ve medyanın “üç maymun”u oynayan tavırlarının, geçmişten gelen alışkanlıkla “Asker yönetime el koysun ve iktidardan hesap sorsun” isteklerini tırmandırdığını düşünüyorum!
Daha önce yazdığım gibi bu defa öyle olmayacak!
Gerekirse Cumhurbaşkanı yetkilerini kullanacak ve TBMM’ye ihtiyacı olan oksijeni pompalayacak!
Türk Milleti’ne ihanet eden sivil askerler de Yüce Divan ve Divan-ı Harb’te hesap verecek!
Tüm bu tartışmalar yaşanırken, haki rengin hakim olduğu tepelere, yapılan onca provokasyona rağmen, iktidarın görmek istediği fotoğrafın ötesinde bir hava hakim!
Asker kışlasında, sivillerin Türkiye'nin geleceği için bir şeyler yapmasını, rejime sahip çıkmasını bekliyor.
Kamuoyuna verilen açık mesajlarda ve üst düzeyde yenilen yemeklerde, bu anlamda yapılan isteklere karşı hep aynı yaklaşım ortaya konuluyor:
“Tıkanan rejimin emniyet supapları devreye girmesini beklemeden bir şeyler yapın. Bundan rejim büyük zarar görür!”
SAFRALARI ATMAK
Zira...
Unutulmamalı ki “Demokrasinin AKP’li yılları”nda her kesim “Demokratlık” sınavından geçiyor.
Densiz bir AB Parlamenteri’nin sözleri ya da suni gündem peşinde koşan bir AKP Milletvekili’nin TSK ile ilgili isteklerine, Genelkurmay yerine Türkiye’nin demokratlıktan dem vuran kalemleri cevap veremez mi?!
Bence verilebilir!
Verilmeli de!
TSK mensuplarına karşı yürütülen yıpratma kampanya ile karşı karşıya kalan Türk Ordusu, bu tür çapsız çıkışlara cevap verecek seviyeye düşürülmeli miydi?
Gerekli cevaplar, bundan böyle, Türk demokrasinin yılmaz bekçisi olan Parlamento içinden birbirinden değerli parlamenterler tarafından verilmeli!
2000’li yılların Türkiyesi’nde artık “Demokrat”lık adına, “Demokrasi” adına, "Askeri savunmak bize mi kaldı?" diye, herhangi bir komplekse girmenin de bir anlamı olmadığını düşünüyorum!
Hele Soros’un “Türkiye’nin ihraç edilebilir tek değeri” diye tanımladığı ve CIA, NATO, İsrail Genelkurmay Başkanları’nın Ankara’ya kadar gelip, TSK’dan, “İran ricası”nda bulundukları bir dönemde, bence her türlü övgüyü hak ediyor?!
Görevini eksik ya da yanlış yapan birkaç Paşa’yı bir yana bırakacak olursak, Türk Ordusu, Türkiye’yi kuran Ordu’dur! Bu milletin ordusudur!
“Demokrasi”yi, Atatürk Türkiyesi’ni savunma görevi ise tüm Türkiye’nin, tüm aydınların görevi! Irak’ta, ABD ve İngiliz askerlerinin yaptığı vahşeti görmezden gelen tüm “aydınlar”ımıza önemle hatırlatırım!
Tavır net olmalı!
Bilmeyenler için o tavırların ne olması gerektiğini, İsmet İnönü, 12 Mart döneminde, CHP Genel Sekreteri Ecevit'e şu sözlerle açıklıyordu:
"Demokrasiyi düşe kalka yürütüyoruz. Biz siyasiler kaideleri bozuyoruz, restorasyonu orduya düşüyor. Biz bozdukça, bu böyle sürüp gidecektir. Restorasyon hep orduya düşecektir ve restorasyon arası devirler daima var olacaktır."
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ise tarihe İsmet İnönü’nün sözlerine devam olabilecek şu öğüdü not düşüyordu:
"Esasen Türkiye, bu gibi kriz dönemlerinde seçime gidebilmeyi öğrenmiş olsaydı, belki de müdahalelere gerek kalmadan problemler halledilebilirdi. Halbuki, Batı ülkelerinde bizdeki krizli durumlardan çok daha hafif durumlarda rahatlıkla erken seçime gidilebiliyor ve böylece halk iktidardan veya koalisyondan memnun mudur, yoksa iktidar değişikliği mi istiyor, bunu rahatlıkla ortaya koyabiliyor. Bizde bu ne zaman yerleşecek bilemiyorum!"
Ve...
Son olarak...
Bu bakımdan, 28 Şubat’ın bir kısım “iliştirilmiş mağdur”unun "çizme fetişistliği" ile suçladığı kesimin... Bizden, yani Erdoğan’ı yanlışlarından dolayı eleştirenlerden ziyade!.. Dikkatle bakacak olurlarsa, destek verdikleri AKP yönetimi içinden, bazı isimlerin “Çizme fetişistliği” yaptığını görecekler!
Yazımın girişine aldığım De Gaulle'ün sözlerine gelince!
Birtakım çürük elmalar bir yana, Türkiye, umutlu yarınları yeşertebilecek, yanlış yapan Başbakan’lara, SESAR’ın internet sitesinde yer alan iddialarla ilgili, basit soruları soracak kadar insan kaynağına da sahiptir!
Görünen o ki, Başkent Ankara'da yürütülen üst düzeyde temaslar, o emniyet supapları faaliyete geçmeden, rejimin aradığı temiz havayı sağlayacağını gösteriyor.
“Rejimin sindirim sistemi”, kendini “alternatifsiz” sanan “posa”larını atmaya hazırlanıyor.
2006’da Bush’suz ve Erdoğan’sız bir Türkiye’ye hazır olun!
Sevgiler
Hayrullah Mahmud
27 Aralık 2005
***
UZAN “ZENGİN”Dİ, SİYASETE ATILDI “TAYYİP” OLDU; ERDOĞAN “FAKİR”Dİ, BAŞBAKANLIĞA TAŞINDI, “UZAN” OLDU?!
Diş kirası?!
Başkent Ankara’dan son “İMAM” vak’ası!..
AKP kulislerinden aynen aktarıyorum:
Başbakan Erdoğan’a parmakları kadar yakın bir danışmanı anlatıyor:
“Schröder’e, Başbakan ile aynı fotoğraf karesinde ‘iftar açması’ için ödediğimiz ‘diş kirası’ 3 milyon dolar. Biraz pahalı oldu ama değerdi.”
Erdoğan’ın “icraat” üretmek yerine, “iç tüketime dönük” sadece yabancı devlet adamları ile yanyana sırıtırken “medyatik pozlar” verme sevdasının Türkiye’ye faturası ortada!
Oysa…
Bu anlayış “Üçüncü Dünya Devletleri”nden kalma bir uygulama.
Genelde sömürülen ülkelerin Başbakanları, sömüren ülke yönetimleri ile aynı fotoğraf karesi içine girmeye özen gösterirler. Finans çevrelerine, “Patronla ilişkiler sağlam, arkam sağlam” diye verilmeye çalışılan mesajlardır bunlar.
Eskiden bizim basında da benzer bir hastalık vardı.
Haldun Simavi’nin patronluğunu, Rahmi Turan’ın yönetmenliğini yaptığı sayfalarda, muhabirler yabancı yıldızlarla “sanki sevgiliymiş” gibi pozlar verip, “Türk erkeği harika!” diye fotoğraf çektirirlerdi.
Şimdi bu moda, Erdoğan iktidarında bir farkla; “siyasette” devam ediyor. 1970’li yıllarda Erdoğan gazetecilik yapıyor olsaydı, bu yönü ile Rahmi Turan’ın çok işine yarardı.
İşin iç yüzünü bilmesek, biz de bazı saf AKP’liler gibi, ABD ve AB liderleri, Başbakan Erdoğan ile fotoğraf çektirmek için birbirlerini eziyor zannedeceğiz.
Ama durum farklı!
Görüldüğü üzere “Diş kirası”nı almayan, Erdoğan’ın yüzüne bakmıyor.
Bakalım dünün “Kasımpaşalı” bugünün “Brükselli” Başbakanı Tayyip’in “fotoğraf macerası” nerede, nasıl son bulacak?!
TÜCCAR BAŞBAKAN
Bu arada, her gün yeni bir “kabahat dosyası” ile kamuoyunun gündemine gelmeyi başaran bir Başbakanı, “bazı”ları hukuk devletinin kurallarının dışına taşarak korumaya çalışıyor.
Şöyle ki:
Güvenlik bürokrasisinden “bazı”ları, üzerlerine vazife olmadığı halde, sanki “Tayyip Güvenlik Teşkilatı”nın üyeleriymişçesine, “kişiye özel” araştırma yapma cürretini kendilerinde bulabiliyorlar.
Gerekçeleri de şu; “Sayın Başbakanımızın, aleyhine yazı yazıyorlar!”
Söyler misiniz Allahaşkına, böyle bir “icraat karnesi” olan bir Başbakan hakkında yazı yazmayacaktık da, kim hakkında yazacaktık?!
“Bırakalım satsın, bırakalım bölsün, bırakalım kul hakkı yesin!” mi diyecektik.
Ne zamandan beri “Yanlış yapan bir Başbakanı eleştirmek suç oldu?!”
Başbakan Erdoğan’ın “hoşuna gitmeyen satırlar” yazdığımız için, doğum yerimizden tutun da “bu adamı kim tanıyor”a dek varan, yedi sülalemizi tarayan “detaylı” bir araştırma yapıyorlar.
Allaha şükür verilemeyecek bir hesabımız yok.
Çiğ yemedik ki karnımız ağrısın!
Çünkü adımız; Recep Tayyip Erdoğan değil!
Yalan yazmıyor, iftira atmıyoruz.
Ne yazıyorsak, bu milletin menfaati adına yazıyoruz.
Öküzün altında buzağı aramak isteyen buyursun arasın!
Yalnız!..
Yeri gelmişken, altını çizmeden geçemeyeceğim…
AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “kirli icraatlarını” örtmek, üzerlerine vazife olmadığı halde “sevenlerimize gözdağı vermek” amacıyla, operasyon yapan bazı güvenlik bürokrasisi mensuplarına da önemle hatırlatmak isterim:
Erdoğan, Yüce Divan’a gönderildiğinde, ben de sizler hakkında, Başbakan’ın kabahatlerine “yardım ve yataklık”tan dava açılmasını isteyeceğim.
Çünkü tuttuğunuz yol, bu ülkenin geleceği adına “emniyet”li bir yol değil!
Hatta, “çete kurup, devleti yıkma teşebbüsüne ortak olduğunuz gerekçesi” ile görevlerinizden azledilmelerinizi de teklif edeceğim.
Hülasa; bu defa “yapanın” da “yaptıranın” da “seyredenin” de yanına kar kalmayacak.
Türk milletinin değil, Erdoğan’ın “özel güvenlik teşkilatı”ymış gibi çalışan, adı bende isim isim saklı, bürokratlarla, o gün geldiğinde şahsen ilgileneceğim.
Unutulmamalı ki, “rüşvet”, “vatana ihanet”, “gasp” gibi suçlara karışan kim olursa olsun hesap sorulur.
Geçmişte de hesap sorulmuştu, bugün de hesap soruluyor, yarın da hesap sorulacak!
Atatürk Türkiyesi adına “asli görevlerini unutanlara” önemle hatırlatırım.
MİLYAR DOLARLIK BAŞBAKAN?!
Ki…
2000’li yılların Ankara’sı, 1900’lerin İstanbul’unu aratmıyor!
2005’in Ankara’sında, okullardan “Nutuk”u uzaklaştıran, Peygamberimiz Hz Muhammed’in sakalını ayağına getirtip, havaalanında bir Arap Şeyhi’ne vermek üzereyken suçüstü yakalanan “tüccar” bir Başbakan var.
Ne almasının ne de vermesinin ölçüsü var!
Özelleştirmelerde “yabancı sermaye getiriyorum” diye Türkiye’yi, “Yahudi sermayesi”ne mahkum etmek isteyen bir siyasi anlayış var.
2005’in Ankara’sında, “Domuz eti” ve “içki” konusunda çok hassas ama iş “kul hakkı yeme”ye geldiğinde, bunda hiçbir sakınca görmeyen bir Başbakan var.
Osmanlı’nın “Makarrı”sında olduğu gibi Türkiye’nin “Başkenti”nde de bugün “Avrupalı olacağız” diye vatanı, bölünme, parçalanma noktasına getiren bir Hükümet var.
Böyle bir Başbakan’dan biz hesap sormazsak, muhakkak tarih, o hesabı bizden sorar.
Nasılsa işin içine “kul hakkı” da girdiği için, Allah (cc) da günü gelince, Erdoğan’dan hesap sorar.
Öte yandan…
Daha düne kadar Erdoğan, “kaçak binada otururup, çocuklarını yurtdışında sponsorla okuttuğunu” iddia etmiyor muydu?!
O zaman sormazlar mı Erdoğan’a; “Sayın Başbakan, olmayan hangi paranızla ya da hangi sponsorların desteği ile maaile oturmak için 5 villa satın aldınız?! Türkiye’nin ve dünyanın en zengin isimleri arasında yer alan Kemal Uzan, oğlu siyasete girdikten sonra tüm malvarlığını kaybetti. Şimdi ‘kaçak’ hayatı yaşıyor. Siz nasıl oldu da, bir anda Başbakan maaşı ile ‘ultra zenginler ligi’ne yükselebildiniz; açıklar mısınız?!”
İnancım o ki, siyasi tarih “Türkiye” parantezinde, 2000’li yıllara şöylesi bir not düşecek:
Cem Cengiz Uzan, varlıklı bir ailenin oğluydu. Yatları, uçakları, katları, medyası, çimento fabrikaları, enerji ve GSM şirketleri vardı.
Siyasete atıldıktan sonra tüm “var”larını kaybetti!
Siyaset Uzanlar’ı bitirdi, fakirleştirdi!
Erdoğan Ailesi’ni ise topyekun zenginleştirip “Uzan”laştırdı!
Recep Tayyip Erdoğan, siyasete atıldığında beş parasızdı.
İstanbul Belediye Başkanlığı görevinden sonra, Türkiye’ye “Başbakan” olmaya karar verdiğinde, Rahmi Koç’un ifadesi ile cebinde “1 milyar doları” vardı.
Uzanlar, Erdoğan iktidarında “Tayyip”leşip fakirleşirken, Erdoğan, AKP iktidarında, hızla “Uzan”laşıp, zenginleşti.
Başbakanlığının ilk günlerinde, çocuklarını, “ABD’de nasıl okuttuğunu” soran meslektaşlarıma “Sponsorla” cevabını veriyordu.
“İmar izni olmayan”, kaçak bir konutta yaşıyordu.
Şimdi ise “maaile oturmak için”, Boğaz sırtlarında 5 villa satın alabiliyor.
Yaz tatilini artık, Uzanlar gibi “yat”ında geçirebiliyor.
(Yat üzerine bazı Paşalar’la yaptığı çok derin sohbeti, şimdilik buraya almıyorum.)
Perde arkasından, bazı yabancı girişimciler üzerinden medya sahibi (star) olma hırsı ise hala devam ediyor. Yakın çevresi, “Kanada üzerinden olmadı, Almanya üzerinden şansımızı deneyelim” diyor.
Ülker Bayi olmak, insanı bir anda “Uzan” kadar zengin yapmaya yetiyorsa, söylenebilecek pek fazla bir şey yok!..
TAYYİP&MARKOS
Ama…
“Uzan kadar zengin olmaya özenen” Erdoğan Ailesi bilmeli ki, “an gelir”, şu an olduğu gibi rüzgar tersine döner.
Ülker’in, Erdoğan iktidarı sırasında “ne kazandığı”, Erdoğan’a “ne kazandırdığı” da mercek altına alınır. Belki alınmıştır da!..
Yine bir başka “an gelir” maske düşer, büyük sponsorun (Ramsey) perde arkasındaki “gerçek yüzü” beliriverir.
Erdoğan Ailesi “Uzan kadar zengin oldum” sanırken, bir de bakarlar ki “Markos’vari” bir fotoğraf karesinin içine oturuvermişler.
Ve neticede, o anlardan, “en korkulan an” gelir:
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Erdil Paşa gibi bir anda “maaile mahkemeye taşınıp”, Yargı önünde “mevcut servetleri”nin hesabını veririken bulabilirler kendilerini.
Paşa için “Bilirkişi raporu”nda, “Bu maaşla, Etiler’de daire olmaz” diye yazıyor.
Ben de, star’dan, sizin talimatınızla “hukuksuz”ca gönderilmiş bir gazeteci olarak diyorum ki; “Sayın Başbakan, görünen ve görünmeyen servetinizi ne Ülker Bayiliği ne çocuklarınızın düğününde toplanan paralar ne de Başbakanlık maaşı ile açıklayamazsınız!”
Özetle, “Bu kadar kısa sürede, bu kadar para ile bu kadar servet olmaz!”
Onun için geç de olsa size tavsiyem; gelin Uzan Ailesi’ne özenmekten vazgeçin. Yoksa önümüzdeki günlerde ödenecek “diş kirası” sayısı o kadar artacak ki, çektiğiniz bunca zahmete değmeyecek.
Sonsöz: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!..
Hayrullah Mahmud
21 Ekim 2004
***
HİTLER & HUMEYNİ’DEN TAYYİP’E UZANAN ÇİZGİ YA DA AVANAK DEMOKRATLAR?!
Hitler’den Tayyip’e?!
William Carr, “Hitler” kitabında şöyle der:
“Almanya felaketinin nedeni, sadece Hitler'in yaptıkları değil, bizim de bir Hitler yaratışımızdı. Hitler, Alman halkının, kendi kaderinin tek hakimi yaptığı ve kaderini, kendi isteğiyle ellerine teslim ettiği adamın adıdır!”
CHP lideri Deniz Baykal da, devrim şehidi Kubilay’ın, Menemen’deki 75’nci ölüm yıldönümü etkinliklerine katılmak için İzmir’e giderken; uçakta, gazetecilere, şu hatırlatmayı yapma ihtiyacı hissediyor:
“İran’da, Humeyni iktidara gelirken, komünistlerle İslami güçler arasında demokrasi, insan hakları ve özgürlükler temelinde bir birliktelik vardı. İran’da da tıpkı Türkiye’de olduğu gibi liberallerin desteğini almıştı Humeyni. Tıpkı II’nci Cumhuriyetçilerin, liberallerin çeşitli gerekçelerle AKP’yi desteklemeleri gibi!..”
Nitekim...
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bir hayli hararetli geçen “bütçe görüşmeleri” sırasında, Meclis kürsüsünden Başbakan Erdoğan’a bu anlamda şöyle sesleniyordu:
“Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol! Başbakan hangi Başbakan? ‘Anıtkabir’de sap gibi duruyorlar’, diyen mi, Hikmetyar’ın önünde diz çöken mi, Anıtkabir’de saygı duruşunda bulunan mı?”
Erdoğan ise Baykal’ın bu sorusuna şu cevabı veriyordu:
“Bu olay 1986’nın olayı. O zaman onların verdiği mücadeleyi herkes alkışlıyordu. Şimdi farklı bir safha geçti. Şimdi o safta, desteklemiyorum. Değiştim, değişerek geliştim!”
İşte bu anlamda zaman tünelinden birkaç flu kare...
Erdoğan’ın “değişerek gelişme”sini yansıtan, “kendi sesi”nden birkaç düşünce fotoğrafı:
BUKELEMUN SİYASET
“Elhamdülillah şeriatçıyız!” (21.11.1994, Milliyet)
“Yılbaşına karşıyım!” (19. 12. 1994, Sabah)
“Ben tekkeye değil dergaha gittim!” (22.01.1997, Gözcü)
“Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok!” (12.05.1994, Hürriyet)
“10 Kasım’da yaygara kopartıldı!” (14.11.1994, Hürriyet)
“İçki yasaklansın!” (1.05.1996, Hürriyet)
“İstanbul’u Medine yapacağız!” (Akis)
“Bütün okullar İmam Hatip yapılacak!” (17.09.1994, Cumhuriyet)
“Ben İstanbul’un İmam’ıyım!” (8.01.1995, Hürriyet)
“Milli Piyango zulümdür!” (29.09.1994)
(.............)
Erdoğan’ın izinden gittiği belli olan Hitler ise “Kavgam” adlı eserinde şöyle der:
“Ekseriyet hiçbir zaman bir şahsın yerine kaim olamaz. Ekseriyet ahmakları olduğu kadar alçakları da temsil eder. Saman dolu yüz kafa, nasıl ki hiçbir zaman bir akıllı kişiye eşit olamazsa, yüz korkak adamdan hiçbir vakit kahramanca bir karar beklenemez. Devlet bir gaye değil, bir vasıtadır!”
Erdoğan’ın da benzer sözleri vardır.
“Demokrasi amaç değil araçtır” der.
Bu tarz düşünceler ileri süren Hitler de, Erdoğan gibi sandıktan çıkmıştır.
Partisi, kendisine Başbakanlık yolunu açan, 6 Kasım 1932 seçimlerinde, yüzde 33.1 oy almıştı! Ancak, alınan bu oylar, halkın çoğunluğunu temsil etmiyordu.
Önce, General von Scheicher, Başbakanlığa getirildi.
Başarılı olamadığı için bir başka partinin desteğini alan Hitler, 30 Ocak 1933'te Cumhurbaşkanı Hinderburg tarafından Başbakanlık’a atandı
Bizde ise Erdoğan, Cem Cengiz Uzan’ın zamansız kurduğu GP’nin aldığı oy oranı ile Meclis’te neredeyse “mutlak iktidar”ı yakaladı.
Her “ihtilal” önce evlatlarını yermiş!
AKP merkezli “Anadolu İhtilali”nde de öyle oldu!
Erdoğan, Başbakanlık koltuğuna oturunca, ilk olarak Uzan İmparatorluğu’nu yerlebir etti.
Ardından da “5020 Sayılı Yasa”nın verdiği güçle, dümeni Atatürk Türkiyesi’ne doğru kırdı.
Yani...
GP’nin “bilinçsiz katkı”sı ile Erdoğan, halkın çoğunluğunun istemediği ve hatta nefret ettiği bir parti iken, seçim sistemimizin demokratik olmaması sayesinde, Anayasa’yı değiştirecek bir güç ile tek başına iktidar olmayı başarabildi.
Bu durumda, egemenliğin, kayıtsız şartsız Türk milletinde olduğunu iddia etmek mümkün mü?!
Ki...
1933 yılına gelinceye kadar Almanya'da kamuoyu, Nazi’lerin iktidarını normal karşılayacak biçimde hazırlanmıştı.
O günlerin Almanya’sında, Hasan Cemal gibi yazarların savunduğu yaygın düşünce şöyleydi:
“Madem demokrasi var; seçmen iradesine saygı göstermek şart! Bir kere de bu partiye şans verelim. Hitler değiştiğini söylüyor. Hem bu ülkede yasalar var, kurumlar var; hele hele ordu var!”
AVANAK DEMOKRATLAR
Oysa ki, totaliter bir rejim kurmak için “mutlak çoğunluğa” dahi gerek yok!
Almanya, İran ve Türkiye örneklerinde görüldüğü gibi halk ılık suda bıcı bıcı yapan kurbağalara dönüştürülmüşse, sistemi “gaflet uykusu”ndan uyandırmak bazen çok zor; hatta kimi zaman da imkansız!..
Hitler’in Propaganda Bakanı Göbels, günlüğüne bu anlamda şu notu düşmüştür:
“Sayıların ne önemi var? Devlette efendiler artık biziz!”
Günün moda deyimi ile “siyasetin fındık kurdu” ya da “politikanın fındıkkıranı”, modern zamanların Propoganda Bakanı Cüneyd Zapsu’nun da, AKP sandıktan fırladıktan sonra, “Türkiye artık bizden sorulur!” diye kamuoyuna vaz’ettiği, Göbels’inkine benzer sözleri vardır; dinleyende “Deja vu” yani “Ben bunu daha önce yaşamıştım” hissi uyandıran!..
Ve...
Son olarak...
Lenin, AKP iktidarından nemalanan “sözde aydın”lar için “Avanak demokratlar” tanımlamasını yapar.
Ardından da şöyle der:
“Bu tür tatlı su demokratlarını önce kullanın, işiniz bittikten sonra atarsınız!”
30 Aralık 2005 tarihli Sabah Gazetesi’nin manşetinden aynen yansıtıyorum:
Ali Kırca sordu: Cumhurbaşkanı olmayı düşünüyor musunuz?
Erdoğan cevap verdi: Gün ola harman ola!
Ve Erdoğan’ın yıllar öncesinden ifşa ettiği Köşk’e çıkmakla ilgili hayali:
“Cumhurbaşkanı’nın İmam Hatip’li olacağı günler yakındır!” (5.02.1996, Akit)
Üst üste binen bu sözler insanda, “Acaba, Erdoğan gerçek niyetini saklıyor mu?!” düşüncesini uyandırıyor.
Belki de, şu tarz bir yaklaşım daha doğru bir tanımlama olacaktır:
“Erdoğan önce niyetini söylüyor, sonra inkar ediyor, ardından niyetini gerçekleştirmek için avanak demokratların desteği ile hedefine doğru emin adımlarla ilerliyor!”
Nitekim, Almanya yıkıldığında, Hitler rejiminin iki numaralı adamı Göring, Nürenberg Savaş Suçları Mahkemesi'nde kendini şu kelimelerle savunuyordu:
“Biz halka gerçeği söylemiştik, sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara başvuracağımızı açıklamıştık. Halk bizi bilerek seçti, bizi istedi. Bizi yargılayamazsınız!”
Erdoğan da ilerde benzer bir cümle kurarsa, tatlı su demokratları o zaman bu sözler için kendilerini nasıl savunacaklar?!
Bu bakımdan “Avanak demokrat” niyetine kullanılmak istenen, başta Ali Kırca olmak üzere, Atatürk Türkiyesi’nin kazanımları ile gününü gün eden herkese önemle hatırlatırım!
Dikkat!
Oturduğunuz dalı kesiyorsunuz!
Sevgiler
Hayrullah Mahmud
30 Aralık 2005
***
NOT: Star Gazetesi’nde bu anlamda yayınlanan bir yazımı da dikkatinize sunuyorum.
Son centilmen
'Orman kanunu nedeniyle Cumhurbaşkanı ile çatışacak deniyordu. O ise gayet güzel bir barış ilan etti. 'Ekim'e kadar Parlamento'yu açmıyoruz' dedi. Tayyip Bey, gerilimci değil. Neticede hedefine gidiyor, ama diyalog açıcı, gerilimi durdurucu bir yaklaşım içinde duruyor. Mesela uyum paketlerinde çok başarılı oldu.'
Bu sözler ayniyle vaki!..
Tayyip Erdoğan'ın akıl hocası Korkut Özal'a ait...
8 Eylül 2003, Pazartesi tarihli Radikal'de Neşe Düzel'le yaptığı söyleşide... Özal, Erdoğan'ın Türkiye'yi ele geçirme stratejisini farkında olmadan deşifre ediyor...
AÇIĞA DÜŞMEK
Bu anlamda bir başka fotoğraf:
'Yalnız, bir yerde hata yaptık. O da, büyük silah ve teçhizat alımının ardından teknik düzeyde eleman alımına gidildi. O silahların bakımını yapacak kadro alımı için çok yoğun bir talep oldu. O yüzden de önceden yaptığımız gibi, ciddi bir araştırma yapamadık. Alınan elemanlar, sıkı bir denetime tabi tutulamadı. Humeyni'nin eylemi başladığında, ordu yönetime el koyma kararı aldı; ama, ne tank, ne tüfek, ne de uçakları kullanabildi. Silah gücünün hemen hepsi, teknik düzeydeki adamlar tarafından iş görmez hale getirilmişti. Bu yüzden bizler de bir şey yapamadık.'
Bu sözler de ayniyle vaki!..
Aynen, Korkut Özal'ın söylediği türden...
İran'dan Türkiye'ye kaçan, üst düzeydeki bir komutan, adının yazılmaması kaydıyla, o dönem Yeni Asır'da çalışan arkadaşımız Erol Yaraş'a anlatmış...
O söyleşiyle ilgili olarak Yaraş bana, 'Komutan çok üzgündü, adının çıkması halinde adresinin saptanıp, öldürülmesinden endişe ediyordu' demişti.
ÇİÇEĞE BAKMAK
Nitekim...
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 74. yıldönümü münasebetiyle verdiği resepsiyonda, SABAH'ta manşet olan, yukarıya aldığım sözlere paralel şu anısını aktarmıştı:
'Bana öyle şeyler anlattılar ki, dayanamayıp sordum:
'Peki, siz hiç böyle bir irticai gelişmenin farkında olmadınız mı?'
İranlı komutan şu cevabı verdi:
'Sayın general, devamlı bir çiçeğe bakarsanız, o çiçeğin büyüdüğünü göremezsiniz. Örneğin, bir gülün nasıl açtığını bile fark edemezsiniz. İşte bizde de öyle oldu.'
Bu sözlerine karşılık susmak istedim; ancak, üsteleyince sordum:
'Peki, hiç mi kavrayamadınız, algılayamadınız?'
Bu kez şöyle bir cevap verdi:
'Biz onların, her gün hiç farkettirmeden, ama yavaş yavaş, santim santim, sanki yeni bir şey olmuş gibi getirip ortaya koydukları dini şeyleri, halkımızın temiz duyguları diye düşündük. Sonuçta böylesine bir durumla karşılaşacağımızı hiç tahmin edemedik. Ama baktık ki, her geçen gün halkımızın temiz duygularından kaynaklandığını zannettiğimiz dini ve masum istekler gibi görünen şeyler, irticanın ta kendisiymiş.'
Komutan böyle tarif edince, 'Demek ki, siz görevinizi yapmamışsınız' dedim. Ardından da sordum; 'Peki, farkettiğinizde, yani Humeyni için Tahran'da 500 bin kişiyle miting yapılmaya başlandığında da mı farketmediniz?'
Komutanın verdiği o cevap, hiçbir zaman kulaklarımdan silinmedi.
Bana şöyle dedi:
'Sayın general farkettik... Farkettik ama iş işten geçmişti'...'
O KAFA
Bu sözler, 'Atatürk Türkiyesi'nin neden bu konuda hassas olması gerektiğini anlatıyor... Ortada 'entelektüel' diye dolaşıp, 'Dinciler de iktidara gelse ne olur?' diye geçmişte fetva verenlerin, nasıl bir kış uykusunda olduklarını net bir şekilde ortaya koyuyor...
Ki...
Hasan Hüseyin Ceylan da yine SABAH'ta yayınlanan, 'İmam Hatip Lisesi mezunları Harp Okulları'na girebilseydi, dünya yeniden kurulacaktı. Kanun çıksaydı, biz 1979 yılında Harp Okulu'ndan mezun olacaktık. Bugün Binbaşı Hasan Hüseyin Ceylan, Albay Tayyip Erdoğan olacaktı' sözleriyle niyetlerini çok önceden açık seçik ortaya koymuştu.
Bu bakımdan, hukuk devletinin temel mantığı ortadadır.
Kanun varsa uygulanır.
İşlevini yitirmişse, iptal edilir, yenisi hazırlanır...
Eğer, 'Benim zihniyetim bu!' diyen...
Devleti temellerinden yıkıp ümmetçiliği yaymak isteyenlere, yargı önünde hak ettikleri ceza verilmezse...
Aynen, o İranlı generallerin anlattığı gibi, Türkiye için de iş işten geçmiş olur...
Tercih, bu ülkenin geleceğiyle ilgiliyse...
Bu ülkede yaşayan, Atatürk'ün kurduğu Türkiye'nin devamını isteyen herkes, elini taşın altına koymak zorundadır.
'Son centilmen'in de bu gerçekleri gözönüne alarak hareket etmesi gerekmez mi?!
Çünkü, başka Türkiye yok!..
Çünkü, İslam'ı demokrasi ile bağdaştırabilen başka Batılı ülke de yok!..
Çünkü, irticanın yol haritası ortada!..
16.09.2003
Hayrullah Mahmud
Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 30 Aralık 2012