EĞRİ OTUR, DOĞRU SÖYLE!

EĞRİ OTUR, DOĞRU SÖYLE!

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Nis 10, 2021 17:01

EĞRİ OTUR, DOĞRU SÖYLE!

“İşe şeytan mı karıştı?” “İş çığırından çıktı, ayağa mı düştü” yoksa?

“Tam üstüne bastın!”

“İşin gelişi ayak atışından belli…”

Atasözleri, deyimlerle söz girelim, bu örneği enine boyuna inceleyelim ki, boş yere kolumuz yorulmasın, “bok yemenin daniskası” bir olay; “boş söz, boş lakırdı” olarak kalmasın.

Yalnızca ülkemize has, bu kadar katı kurallar koyar, gece gündüz aynı korku dili ile insanların beynini yıkatırsan… İstediğin zaman onları evlere tıkar, isteyince salar, her gün yeni kurallarla yönetir, insanları korona korona diye diye sanki vebaymış gibi, bir tür soğuk algınlığından, grip benzeri bir bulaşıcı hastalıktan böyle öldüresiye korkutursan… Ölülerini, ellerine paketleyip verir, “hastanede – evde” ölüsünün yüzüne bile baktırmazsan, ölüsünü göstermezsen gariban vatandaşa, üstelik gömülürken bile ölüye karışır, vebalı gömülür gibi, uzaylı benzeri giydirilen “filyasyon” ekiplerin gömüt başında elde sopa beklerse, höt höt ederse, olacağı bu değil midir?

Gülmece filmleri gerçek oluyor ülkemizde. Acı, iç sızlatan, akıl - bilim dışılığı, laçkalığı ortaya koyan, hastaların, ölülerin hastanede karışması durumu. Oğul, babası yerine aynı adlı (soyadı ayrı) bir yabancı bedeni teslim alıyor, kendi deyimiyle, “ paketlenerek verilen ölüyü”, mezarlıkta anasının yanındaki boş mezara gömdürüyor.

Kemal Sunal’ın Korkusuz Korkak filmi, doktorda evrakların karışması, öldürücü bir hastalıktan pek yakında öleceği bildirilen aslında hiçbir hastalığı olmayan Mülayim’in başına gelenler, bir iki farkla, “Korkuyla korkutulan insanlık,” “Korkudan korku” olarak şu an gündemde.

Haberin başlığı pek bir fantastik:

“Öldü diye defnettikleri babalarını hastanede gören çocukları şoke oldu”.

Babaları yerine başkasını gömdüler dense ilgi çekmeyecek. Öldü denilen babaları yaşıyormuş, ölen başkasıymış deseler, yine haber güme gidecek.
Bakın “öldü diye defnettikleri babalarını” denilince akla neler neler geliyor. Babaları dirildi mi, mezarından mı çıktı, ne oldu? Onu kim buldu? Ölmüş gömülmüş kişi hastanede ne arıyor? Haber, o merakla okunuyor.

Okudukça da, “el ağzı, cehennem nârı,” bir bir dökülüyor ailenin sırları, hastanenin sorumsuzluğu, idaresizliği… Sahte raporlar… Tek bir istifa bile getirmeyen insanlık dışı, bilim dışı bir hastane yönetimi ve üstelik bu durumun savunulması…

Bu, olayın verilen özeti:

“Çanakkale'de filmlere konu olacak bir olay yaşandı. Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Sağlık, Uygulama ve Araştırma Hastanesi'nde isimleri aynı, soy isimleri farklı olan iki hastanın evrakları karıştı. Öldü diye babası zannettikleri kişiyi annesinin mezarının yanına defneden çocukları, hastanede babalarının yaşadığını görünce şoke oldu.” (İhlas Haber Ajansı)

Haber; sonrasında, neredeyse bütün basılı gazetelerde, resimli, aynı toprak yığını, üstünde testisi…

Olay Çanakkale’de geçiyor. Hastane, “On Sekiz Mart” Hastanesi. Adları aynı, soyadları başka iki hastanın evrakları karışmışmış, daha doğrusu, birinin hastane sevk belgesiyle, diğer hasta dışarıya gönderilmiş. Adları soyadları aynı olsa bu iki hastanın eh bir parça anlaşılır. Olmaz ama olur diyelim. Aynı addan ne çok kişi aynı anda aynı yerde olabilir. Bundan normal ne var? Bu neyin karışımı? Arkası daha beter bu işin, yanlış tedavi, yanlış belgelerle diğer hastanedeki yoğun bakıma gönderilme yetmemiş, gönderilen hasta büyük olasılıkla yanlış tedaviden ölmüş. Hastanız öldü diye aileye haber veriliyor. Aile, ölen kişinin hiç yüzüne bakmadan (baktırılmadan) cesedi gömdürüyor. Sonra hastaneden telefon, “Gelin, babanız burada!”

Bu da başhekimin savunması. “Söylemekten söylememek yeğdir.” Söyledikçe batmış başhekim.

Özrü kabahatinden büyük:

"Kovid-19 hastası Recep Yılmaz'ın Devlet Hastanesi yoğun bakım servisine sevk edilmesi gerekiyordu. Boş yer olduğu için bu hastayı Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Devlet Hastanesi'ne sevk etmeye karar verdik. Doğru hasta gidiyor, doğru tedavi uygulanıyor. Ama yanlış evrak gidiyor. Yanlışlık da buradan kaynaklanıyor. Tabii hastalarda o kadar benzerlik var ki, ikisi de ameliyatlı, ikisinin de kafasında kocaman ben var".

Bakın bakın doğru hasta gidiyormuş, doğru tedavi uygulanıyormuş! Onun için mi ölmüş hasta? Korona denilince ölmesi doğru muymuş? Niye ünlülerinizin tırnağına zarar gelmiyor, bu virüs gribi yalnızca testlerinde çıkıyor onların. Evlerinde (köşklerde, villalarda, konaklarda) dinleniyorlar, oh kaldıkları yerden hırsla işlerine devam… Artistse artistliğe, futbolcuysa, futbola, antrenörse antrenörlüğe, siyasetçiyse siyasete, hatta hatta başbakansa, Boris gibi eskisinden daha güçlü başbakanlığa devam… Parti kongrelerine, büyük açılışlara, büyük cenazelerde ortama giremeyen bir virüs bu, kolay mı?

Hasta doğruymuş, evrak yanlış.

Evrak dediği, hastanın durumu, hastanın gelmişi, geçmişi, kimliği. Ta, kimlik numarasına kadar, hepsi. Hastalığının adı, tanısı, tavsiye edilen tedavi. Bu belge nasıl karışabilir? Ad, soyadı aynı olsa bile bir şey fark eder mi? Burada öyle bir şey de yok. İki hastanın adı Recep, hepsi o kadar. Recep Çelik, Recep Yılmaz.

Recep Çelik, kolon kanseri, hastanede (18 Mart Hastanesi) müşahede (gözlem) odasında kalmış iki üç gün, yer açılınca yoğun bakıma alacaklarmış. Sonra Mehmet Akif Ersoy hastanesinde yer bulunmuş. Oraya gönderilmek için evrakları hazırlanıyor ama hastane arabasına diğer Recep yani Recep Yılmaz ( 69) bindiriliyor. Korona virüs hastası (!) Recep Yılmaz. Diğer hastanede, Recep Çelik’in (96) evraklarıyla yani kolon hastasının evraklarıyla yoğun bakıma bırakılan Recep Yılmaz, yoğun bakımda ölüyor. Recep Çelik’in ailesine babalarının koronadan öldüğü, gelip cenazelerini almaları bildiriliyor. Recep Çelik’in oğlu Hilmi Bey bakın durumu nasıl anlatıyor:

“Elimize ölüm raporunu verdiler. Baktık Recep Çelik, T.C kimlik numarasına baktık o da aynı. Yalnız orada Kovid-19'lu yazıyordu, biz ona itiraz ettik. Babam çünkü aşılarını olmuştu. Huzurevinde kaldığı için testini de yaptırmıştı. O da negatif çıkmıştı. Bu yüzden itiraz ettik, ama düzelttiremedik".

Tüm düğüm, bu sözlerde. Yoğun bakımda ölen kişinin evrakları kolon kanseri olan hastaya ait. Yoğun bakıma getirilen, orada ölen hasta ise korona tedavisi(!) gören diğer hasta. Kolon kanseriyle kayıtlı kişinin oğluna babanızın ölüm nedeni “Covid 19”, diyorlar, rapor Kovid 19’lu diye hazırlanmış. Aile itiraz ediyor buna. Nasıl olur, babamız aşılarını olmuştu, testi de negatifti diyorlar. Meğer babaları “Huzurevi”nde kalırmış… Orada aşılanmış. Hem kanser hastası, hem huzurevinde kalıyor, hastanede değil, evinde değil. Burada, dile getirilmeyen bir dram gizli, tabii bizde öyle araştırmacı gazeteci kalmadığına göre, buraları kim araştıracak, yaşanan acıları kim anlatacak, yardıma muhtaç kişilerin kim sesi olacak? Yapılan yanlışları kim açıklayacak?

Bugün, olayın üstünden iki gün geçmiş. Olayın haber değeri kalmamış. Gelsin yeni haberler…

Oğullara, babalarının cenazesini, babanın yüzünü göstermeden gömdürmek, insanlara, ölenlere vebalı gibi davranmak, insan onurunun bu derece çiğnenmesi… Cenaze törenlerinin, insanların acılarını geleneksel törenlerle, sevdikleriyle yaşamasının engellenmesi… Cemaat liderlerine(!), sarıklılara ise bu durumun uygulanmaması, o tür törenlere binlerce kişinin katılımına izin verilmesi… Gazete arşivleri böyle ikili uygulamalarla dolu…

Hastanede, başka adamın yazılı belgesiyle yoğun bakıma alınan, orada muhtemel yanlış tedaviyle ölen adama, yanındaki evrağa göre değil, kafaya göre, “Kovid 19” ölümü yazan rapor vermek. Ailenin itirazlarına aldırmamak…

Şimdi, gerçekten, “Yoğun bakım ölüm raporlarının kaçta kaçı doğrudur?” sorusu akla gelmez mi? Her hastane ölümüne, “Kovid” mi yazdırılıyor, küreselci ses, DSÖ’ye yaranmak, bu işten çıkar sağlamak için, çoktandır kimi hekimlerin dedikleri gibi…

“Sorma hekimden, çekenden sor.”

Sonra ne zamandan beri hastaneler insanları bedenlerindeki işaretlerle tanımlıyor, buna göre kimlik veriyor. “Yalan da olsa söyle!” Ne demişti başhekim:

“ Doğru hasta gidiyor, doğru tedavi uygulanıyor. Ama yanlış evrak gidiyor.”

“Yok ya, sahi mi?” Sahiymiş.

Nedenine bakınız, artık hastanelerde evraklara göre değil beden işaretlerine göre kimlik tespiti yapılıp tedavi uygulanıyor, başhekim yalan mı diyecek:

“Tabii hastalarda o kadar benzerlik var ki!”

Şimdi, aldı mı sizi bir merak! “Görünüşleri, yaşları başları aynı mıymış yoksa?”

Hiçbiri değil. Sakın gülmeyin, bu bir gülmece yazısı, gülmece haberi değildir. Yirmi birinci yüzyılda, ülkemizdeki bir hastane yöneticisinin incisidir:

“İkisi de ameliyatlı, ikisinin de kafasında kocaman bir ben var!”

“Yalanı dinlemek söylemekten güçtür!” sözü boşuna denmemiş…

Bu haberin altına Uğur Sezgin adlı bir okur, şöyle yazmış, günahı boynuna:

“Babalarını huzur evine göndermişler. Elbette ölüsünü karıştırırsınız, babanızı yaşarken öldürmüşsünüz…”

Bu yorum da, toplumdaki yaşlıları nasıl gözle gördüğümüzle ilgili, Erkan A. yazmış:

“Dedelik mübarek “Eticin” gibi, dokuz canlı kedi gibi, asla ölmez!”

Ne büyüğe, ne insan yaşamının kutsallığına, yaşam hakkına saygı kalmış toplumda…

“Boşuna telaş, dikine traş.” “Biz adam olmayız!” “Ot, içinden tutuşur!”

Eğri oturup doğruyu söyleyelim!

“Ne kork, ne korkuyu yüreğinden çıkart!” Sonra, şöyle bir bak:

“Ne idik, ne olduk!”

Feza Tiryaki, 10 Nisan, 2021
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x