MARX’TA ‘ULUS’ (5)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

MARX’TA ‘ULUS’ (5)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzt May 06, 2024 8:47

MARX’TA ‘ULUS’ (5)
‘Halkçılık Tipleri’ yazı dizimizin 15nci sayısında, 1° ‘Hareket’ olarak halkçılık, 2° ‘Rejim’ olarak halkçılık, 3° ‘İdeoloji’ olarak halkçılık, 4° ‘Tutum’ olarak halkçılık, 5° ‘Retorik’ olarak halkçılık, 6° ‘Meşruiyet’ olarak halkçılık olmak üzere en az altı tip ‘Halkçılık’tan söz edildiğini yazmıştık.
Bir başka yazımızda ise Marx’ın proleter gruplarını sayarken 17 alt-grubun varlığından söz ettiğini yazmıştık.
Gerçekten ‘betimleme’ düzeyinde, eğer istenirse ciltler dolusu sınıflandırmalar, gruplaştırmalar yapılabilir.
Nitekim Marx için ‘proletarya’nın sosyal olarak bir ‘betimleyici’ anlamı vardır ama aynı zamanda onun ‘politik’ ve ‘felsefî’ olarak ‘kurucu’ bir boyutu da vardır.
Marx’ın ‘poletarya’da gördüğü bu boyut, kendi felsefi yazılarının üzerinden 25 yıl geçtikten sonra, Kapital’i yazarken kristalize olmuştur denilebilir.
Yani onun sınıfsal kimlik ve bütünlüğü (unité et identité), kapitalist üretim biçiminde ‘burjuva mülk edinim’le olan çelişkisiyle ortaya çıkmaktadır.
Birilerinin mülk edinmesi bir başkasının mülksüzleşmesiyle mümkün olabilmektedir.
Ancak daha Hegel’in Hukuk Felsefesi’ni eleştirisinde; “tarihsel olarak değil ama sadece insan olarak övünen”, “sivil toplum sınıfı olmasına karşın henüz bir sivil toplum sınıfı oluşturmayan”, “toplumun diğer katmanları özgürleşmeden kendi katmanı da özgürleşemeyen” ama aynı zamanda “kendisi özgürleşmeden toplumun diğer katmanları da özgürleşemeyen”, ve tek sözcükle “insanlığın tükenmesi” denilebilecek bu durumda, demek ki “proletarya, kendisini kurtarmadan insanlığı, insanlığı kurtarmadan da kendisini kurtaramayacaktır” diye yazmaktaydı.(1)
Yani her aklına gelenin ‘işçi sınıfı’ ya da ‘emekçi’ diyerek ve hem de neredeyse aşağıladığı halk kesimi, ‘insanlığı kurtarıcısı’ olarak tasavvur edilmektedir.
Isabelle Garo’nun deyimiyle ‘proletarya’nın bu ‘orijinal’ felsefî tanımı, 1 Mayıs’larda ‘işçi hakları’nı düzenleme isteğini dile getirmenin çok ötesinde, tüm insanlığın ‘düzelmesi’ isteğini dillendirmek gibi yüce bir isteği dile getirmektedir.
Kapital’de ise bu ‘global düzensizlik’in maddî (ekonomik) temelini koyacaktır.
Ne var ki, Marx’ın ‘proletarya’ kavramı ‘Ulus’ kavramıyla ‘çelişik’ ama aynı zamanda ‘diyalektik’ bir ilişki içerisindedir.
Örneğin, ‘insanlık’ın ‘Ulus’lar olarak parçalara ayrılmış olması, onların tamamen kendi içlerine kapalı olmaları anlamına gelmez; tarihin belli anlarında kendi devrimlerini yapmaları ‘evrensel’ özgürleşmenin taşıyıcısı olmalarını da beraberinde getirecektir.
Nitekim bir ‘Fransız’, ‘Türk’ ya da ‘Ekim’ Devriminin ‘evrensel’ boyutunu yadsımanın olanağı var mıdır?
Ancak kimse tüm dünya uluslarının Fransız, Türk ya da Rus kimliğine bürüneceklerini akıllarının ucundan bile geçirmemektedir.
Bu olsa olsa, kendilerine ‘liberal/sosyalist/demokrat’ etiketi yapıştırıp, Amerikan muhipliği yapan ya da kendilerine ‘komünist’ etiketi yapıştırıp ‘Ulusallık’ düşmanlığı yapan ‘aklı-evveller’in düşsel beklentileri olabilir.
‘Manifesto’da Marx ve Engels’in ‘Proletaryanın vatanı yoktur’ tümcesine dayanarak yapılan tüm kısır yorumlar, aynı yerde “Her ülkenin proletaryası, kuşkusuz öncelikle kendi burjuvazisiyle yüzleşmek zorundadır” denilmiş olmasını anlamadan yapılmaktadır.
Ve yine aynı yerde, bir “Ulusun içine sınıfsal karşıtlık düştüğü gün, ulusların kendi aralarına da düşmanlık düşmüş demektir” (du jour où tombe l’opposition des classes à l’intérieur de la nation, tombe également l’hostilité des nations entre elles) diye yazıldığını görmezden gelmektedirler.
Oysa yukarıda yaptığımız alıntıda, ‘proletarya’nın “kendisi özgürleşmeden toplumun diğer katmanları da özgürleşemeyecektir” derken, “kendi ulusal burjuvazisini” de özgürleştireceğini ve giderek ‘kendisini kurtarırken’, “tüm insanlığı da kurtaracağını” yazıyorlardı.
Bununla birlikte, ‘proletarya’nın, ulusal planda, önce ‘siyasal iktidarı’ ele geçirerek kendisinin ‘ulusal sınıf’ konumuna yükselteceğini ve orada, her şeye karşın ‘ulusal’ kalacağını ama asla burjuva anlamda ‘ulusal’ olmayacağını söylüyorlardı.
“comme le prolétariat doit en premier lieu conquérir le pouvoir politique, s’ériger en classe nationale, se constituer lui-même en nation, il est encore par là national, quoique nullement au sens où l’entend la bourgeoisie”
Demek ki, ‘proletarya’nın vatanı varmış ve öncelikle iktidara gelerek ona ‘sahip çıkması’ gerekiyormuş.
Bir başka deyişle, asıl ‘burjuvalar’ın ‘vatan güzellemeleri’ne güvenmemek gerekmektedir; çünkü, iktidarı ele geçirmiş olmalarının avantajıyla hem ‘proletarya’nın mülküne el koymakta ve hem de ‘vatan’ı gerektiğinde satmaktan çekinmemektedirler.
Kaldı ki, Marx ve Engels; “Ulusal parçalanmışlıklar ve halklar arasındaki düşmanlıklar”ın burjuvazinin gelişmesiyle doğrudan ilişkili olduğunu yazıyorlardı.
Böylece, ‘proletarya’nın iktidarı ele geçirmesi durumunda ‘halklar arasındaki’ düşmanlıkların da son bulacağı ileri sürülmüş olmaktadır.
Tam da bu nedenle, ‘proletarya’nın felsefî boyutu kadar ve hatta daha fazlasıyla ‘politik boyutu’nun öne çıktığını görüyoruz.
(Sürecek)
(1) Karl Marx, Critique du droit politique hégélien, p.211’den Isabelle Garo, a.g.m
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1549
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x