
Romanı okurken bazı sayfalarda güldüm bazı sayfalarda biraz hüzünlendim çünkü ülkede birçok konuda değişen hiçbir şeyin olmadığını gördüm. Örneğin, “Karşılama Törenindeki En Büyük Adam” bölümünde kahramanımız Yaşar bir parti başkanını desteklemek için mitinge parayla gitmiştir. Açtır, yorgundur, konuşmayı dinlerken ağlamıştır ama etkilendiğinden ve anladığından değil. Anısını anlattığı cezaevi arkadaşlarına durumu şöyle açıklar: “Ben küçükken, babam beni camiye götürürdü. Cami hocasının, namazdan sonra okuduğu Arapça duayı dinleyenler ağlardı. Babam da ağlardı. Babam ağlayınca kendimi tutamayıp ben de ağlardım. Hocanın Arapça dediğini anlamadan nasıl ağlıyorsak, bu da öyle işte...” Bu kısmı okuyunca çocukken bazen yolda gördüğümüz Arapça yazılı kağıtların hepsinin kutsal olduğunu zannedip üç kere öpüp başımıza koyduğumuz ve bir kenara bıraktığımız günler aklıma geldi ve kendi kendime güldüm. Ayrıca günümüzde bile Türk insanının tek kelime Arapça anlamadan bazı durumlarda inancı gereği hüzünlendiği, duygulandığı anları düşündüm.
Sabah ezanlarına denk gelince ben de duygulanırım, hüzünlenirim ara sıra. Aklıma başka şeyler de geldi. Bazı şarlatan, soytarı tiplerin din adı altında anlattığı baştan aşağı hurafe hikayelerle insanlarımızın beynini yıkayıp halkımız bunlara nasıl oluyor da inanıyor diye düşünmem gibi.
Kitabın “Sen Bir Meleksin Şekerim” bölümünde kahramanımız Yaşar muhteşem bürokratik sistemimize(!) sinirlenmiştir ve koğuş arkadaşlarına şu sözleri söyler: “Yahu, olmayanı idare etmek bize mahsus be... Zavallı memur, amirine herhangi bir şey için ‘Efendim, yok!’ derse, amiri, elini havada döndürüp, ‘İdare ediver yahu!’ der. Bizde idarecilik, olmayanı idaredir. Neden herif sonunda dayanamayıp da, ‘İdare elden gitti, elde kaldı maslahat!’ buyurmuş... Bizim üstümüze dünyada idareci yoktur arkadaş. Baksanıza, "demokrasi yok ama, demokratik idare var be!..”
Yine aklıma günümüz Türkiye’si geldi. Ulan ne kadar haklı be dedim! Bizde idarecilik gerçekten de böyle bir şey yani olmayanı idare etme sanatı! Okullarda doğru düzgün hizmetli bulunmaz, okul tuvaletlerinde öğrencinin elini sabunlayacak sabun ve kurulayacak kağıt havlu bulunmaz ama yüce(!) bürokratlarımız bir şekilde idare ediverdirir. Okullar ve öğrenciler temiz, nezih halde olmasa da olur! Amirler elini havada döndürüp memuruna “İdare ediver yahu!” der ve konu kapanır. Çocuklar pislik içinde pardon mutlu mesut biçimde(!) hayatına devam eder.
Örneğin, halk yoksulluk sınırında hiç de insani olmayan koşullarda yaşamaya mı çalışıyor? Sahte enflasyon rakamlarıyla hak ettiği ücretleri, maaşları mı alamıyor, pahalılık karşısında inim inim inliyor mu? Yüce bürokratlarımız bize “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde idare ediverin yahu!” der! Bu ülkenin ayağında çarık bile bulunmayan atalarımız tarafından ne zorluklarla kazanıldığı üzerine ağlamaklı bir vatan millet nutku çekilir, gerekirse aç kalırız ülkemizi savunuruz edebiyatı yapılır ve yine olur biter! Oldu da bitti maşallah, nazar da değmez inşallah!
Kitabın “Ölsen Ölünmez, Yaşasan Yaşanmaz” bölümünde kahramanımız Yaşar bu hayata daha fazla dayanamayıp fare zehiri içerek, tren raylarına yatarak, havagazıyla boğularak intihar etmek ister ama bir türlü başaramaz. Sonra inceldiği yerden kopsun deyip lokantaya giderek kendine bir ziyafet çeker, karnını tıka basa doldurur. Gazetesini alıp parka gider ama karnına ağrı saplanır. Onu gören bir duyarlı vatandaş polise haber verip Yaşar’ın hastaneye kaldırılmasını ister. Ancak gördüğü ve tek tek gidip yardım istediği birçok polisin umurunda olmaz, türlü bahanelerle baştan savulur.
Tam o sıralarda başka bir yardımsever beyefendi yanlarına gelip polis mi aradıklarını sorar, evet yanıtı alınca şunu söyler: “Çıkın şu bankın üstüne. Sonra da ordan, ‘Bu ne biçim düzen? Bu ne rezalet! Bu ne alçaklık! Bu ne utanmazlık!’ diye bağırın. İşte o zaman, yerden mantar gibi polis biter, havadan karga gibi polis üşer, sen de şaşar kalırsın...” Ulan yine günümüz Türkiye’si düştü aklıma. Hep Aziz Nesin yüzünden! Zamanında bunları yazmasa, biz de şimdi okumasak aklımıza düşer miydi hiç? Ah azizim, sen nesin, derdin neydi senin!.. Türk kızları Orta Doğu kaçkını kaçak sığınmacılar tarafından taciz edilirken; at hırsızı tipli kekolar sokaklarda, otobüslerde, metrobüslerde, sahillerde son ses ‘bilinmeyen bir dilde’ müzik açıp çevreye rahatsızlık verirken; bölücü örgüt sempatizanları yasadışı sloganlar atıp milletin sinir uçlarıyla oynarken; Atatürk ve cumhuriyet düşmanları her yerde cirit atarken ortalarda pek görünmezler.
Ancak haksızlıklar karşısında insanlar sokakta demokratik eylem yaparken; atanamayan öğretmenler atanmak için haykırırken; işçiler kendilerini sömüren patronlara karşı hakkını ararken; hayatını kaybeden üç kız evlat babası güzel yürekli bir belediye başkanının ardından alçakça ve kahpece dalga geçen tuvalet kağıdı muamelesi görmesi gereken gazete paçavrasının binasına acılı insanlar gidip siyah çelenk bırakmak isterken bir anda, halkımızın yanında biterler.
Yazıyı buraya kadar okuyup sinirlenmediyseniz ne mutlu size. Ama öfkelenip içinizden sövmek geliyorsa da lütfen uluorta yetkili kişi ve makamlara sövmeyin. Çok rica ediyorum, benim yüzümden başınız belaya girmesin! Kitabın “Felek Gözün Kör Olsun” bölümünde kahramanımız Yaşar’a nasihat veren Süleyman Usta’nın şu söylediklerine kulak verin ve rahatlayın: “Oğlum Yaşar, benim başıma çok büyük belalar geldi. Ben asıl kime sövüleceğini çok iyi bilirim ama, sövülecek olana sövünce başım derde giriyor. Yani, çorbadan ağzım çok yandığından, ben de şimdi yoğurdu bile üfleyerek yiyorum. Asıl sövülecek olanlara sövülmesi gerekenlere sövüp saysak, polis yakamıza yapışır. Biz de, asıl sövmemiz gerekenlerin yerine feleğe söveriz. Bu millet feleğin olmadığını bilmez de mi, yatar kalkar feleğe söver, hiç durmaz boyuna feleğe ilenir? Bilir bilmesine... Ama feleğe söverken, feleğe ilenirken, kime sövüp ilendiğini bilir, yüreğinin ataşını söndürür. İleneceklere ilensek, mahkemeye verirler; hapislere atarlar. Millet de yolunu bulmuş, feleğe söver, kadere ilenir, yazgısını yerer. Yüreğini serinletir, biraz olsun erinir.”
Hadi hepinize iyi yaşamalar!
https://www.tamgaturk.com/yazarlar/sali ... maz/17851/