1. yüz (Toplam 3 yüz)

Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 21:59
gönderen Balasagun
"Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün"
2007/5/11
Yalnızca bir dakika durup düşünün. Yukarıdaki tümceyi kim söylemiş olabilir? Apo mu? Aklınıza hemen Apo geldiyse, aslında bir bakıma başarılı oldular demektir. Görünen düşmana karşı Türk’ün savaşması zor olmaz.

Ama saf Türk halkının görünmeyen sinsi düşmana karşı savaşması çok daha zordur. Yukarıdaki tümceyi söyleyen kişi amansız bir Türk düşmanı olan ve son soluğuna kadar Türkiye toprakları üzerinde bir Kürdistan kurma düşüyle ölen Kürt Said ya da çoğunun bildiği adıyla Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi’dir.

Bu tümce, bir zamanlar çıkarılan ve kime hizmet ettiğini herkesin çok iyi bildiği Özgür Ülke gazetesinde yayınlanmıştır. Yine bu gazetenin ifadesinde ve diğer Kürtçü yayın organlarında Kürt Said için “devrim şehidi” ifadesinin kullanılması nurculuğun hangi ereğe hizmet ettiğinin en kesin kanıtıdır

Nurculuk savaşla ulaşılamayan bir hedefin sinsi bir düşünce yapısı ile başarılması uğraşıdır. Bu uğraşın ana hedefini de Türkiye’nin doğusunda bağımsız bir Kürdistan kurmadır. Yukarda da anlattığımız gibi bu işi ilk başta savaş ile başarmaya çalışmışlar fakat devlet ve ordu gelenekleri olmadığından dolayı sonları hep bozgun, hezimet olmuştur.

1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Nursi bağımsız Kürdistan çalışmalarına II. Abdülhamit zamanında başlar. Bu zamanlar, Türk topraklarının birer birer elden çıktığı zamanlardır. Said-i Nursi de bu durumdan yararlanmak için Abdülhamit’e bir dilekçe ile başvurur. Dilekçede Kürdistanın geleceği (!) için Kürdistan olarak adlandırdığı bölgede 3 tane medrese açılmasını ve bu burada Kürt gençlerinin eğitim görmesini ister. II. Abdülhamit bunun altındaki sinsi planı hemen fark eder. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi’yi önce sürgüne göndermeyi düşünür fakat akli dengesinin yerinde olmadığını anladığından tımarhaneye kapatılması kararlaştırılır. Said, “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözünü Abdülhamit için söyler.

31 Mart ayaklanmasında da Kürt Said, Volkan gazetesi ile beraber yeniden sahneye çıkar. İngilizlerin tek bir kurşun atmadan bir Türk toprağı olan Kıbrıs’ı ele geçirmesinden büyük bir sevinç duyarlar. İnsanın midesini bulandıracak şekilde, Volkan gazetesinde İngiliz propagandası yaparlar. Çünkü umdukları şey Kürdistan için İngilizlerden görecekleri yardımdır. 31 Mart ayaklanmasında birçok Türk subayını vahşice katlettikleri halde Hıristiyanların kapısına birer nöbetçi koyarak onları korurlar. Yağmalanan Türkler ise umurlarında değildir. Fakat Mustafa Kemal’in kurmay başkanlığını yaptığı Yıldırım Orduları çok geçmeden bu isyanı bastırınca Isparta’ya sürülür. Bu andan itibaren Kürt Said Mustafa Kemal’i artık unutamayacak ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tüm kinini kusacaktır.

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca Said-i Nursi tekrar sahneye çıkar. İngilizlerin güdümünde Kürt Teali Cemiyeti’ni kurar ve İngilizlerin işgal planlarına uygun olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeniden Kürdistan düşleri görmeye başlar. “Uyan ey Selahattin Eyyübi’nin torunları Kürtler!” diyerek Kürtleri ayaklanmaya çağırır. 16 Eylül 1919’da İkdam gazetesinde bir bildiri yayınlayarak, Türk Ulusunu Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye, hatta onlara karşı mücadele etmeye çağırır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra da Kürtlerin isyan dalgası devam eder. Said-i Nursi de bu isyanlara katılır. “Biraderi azamım” dediği Şeyh Sait’in isyanına katıldığından dolayı yeniden sürgüne gönderilir. Onun biraderinin, “Bir Türk öldürmek yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür” sözü Said-i Nursi’nin düşünce yapısını dolaylı yoldan bize gösterir. Şeyh Sait Türk Ulusu’na karşı bu hainliğinin bedelini darağacında sallanarak öder. Said-i Nursi bunu asla unutmaz. Hasta yatağında yatarken şimdi Hakpar Başkanı olan Abdülmelik Fırat’a “Biraderi azamım Şeyh Sait’in öcünü alacağım.” der. Öcünü almak istediği kişi, yaşamını Türk’ü sırtından vurmakla geçiren, İngilizlere ruhunu satarak Musul ve Kerkük’ün Türklerin eline geçmesini engelleyen, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalayarak bir Kürdistan kurma düşü olan kişidir.

Sıkça hezeyanlara kapılan Said-i Nursi’nin bir hezeyanı ise Atatürk ile ilgilidir. Emirdağ Lahikası’ndaki “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlığını Mustafa Kemal’e vermediğim için bana hücüm ediyorlar.” sözü, en koyu ikinci cumhuriyetçilerin bile akıllarına getiremeyecekleri ve kargaları bile güldürecek kadar komik bir laftır.

İslam ile çelişkileri

Said-i Nursi’nin düşünce yapısı da İslam inanışı ile çoğu yerde çelişki gösterir. Ve bu çelişkiler İslam alimi olmayanlar tarafından bile hemen anlaşılacak şekilde çok açıktır. Hiç evlenmemesi, Cuma namazına gitmemesi, kendisine Kuran öğreten hocalarına karşı gösterdiği saygısızlık gibi. Ne Yunus Emre ne de diğer İslam büyükleri kendilerini yetiştiren hocalarına karşı “Sen bir şey bilmiyorsun.” lafını kullanmamıştır. Belki de bundan dolayı Said-i Nursi ders almak üzere gittiği tüm medreselerden kovulmuştur. Cuma namazı kalabalık olarak kılındığından ve kendisinin kalabalık yerlerde namaz kılmaktan huzur bulmadığını söyleyen Said’in durumu son derece ilginçtir. Çünkü Cuma namazı inananlar için müminlerin bir araya toplandığı bir andır ve cemaat ile kılınması zorunludur. Üst üste üç Cuma namazı kılmayan bir Müslümanın cenaze namazı bile kılınmaz.

Risaleleri ile ilgili söylediği sözler bile İslamı nasıl yorumladığını bizlere gösterir. “Risale-i Nur okumak ona hizmet etmek bir ibadettir. Ona hizmet üç aylarda yapılan zikirlere bile tercih edilmelidir.” Kısacası Said-i Nursi kendi yazdığı kitapları okumanın Allah’a karşı yapılan ibadetten daha hayırlı olduğunu söyler ve İslam’a yeni bir yorum getirir.

Bu noktada akla İngiliz casus Hempher’in anıları geliyor. Az sayıdaki İngiliz casusa verilen “İslam’ı Nasıl Yıkarız” adlı kitapta da cihadın geçici bir farz olduğu ve artık cihad yerine başka işlerle uğraşmasının Müslümanlar için daha iyi olduğu propagandasının yayılarak İslamiyetin zayıf düşürülmesi öneriliyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında da İkdam gazetesinde Kuvayı Milliyecilerin İngilizlere karşı savaşmaması için bildiri yayınlayan Said-i Nursi’nin davranışının bir nedeni de bu olabilir mi?

Said-i Nursi, “Risale-i Nur okumak ya da yazmak alim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.” sözü ile Kuran’ı, hadisleri ve diğer tüm İslam bilimlerini bir çırpıda silmiş temel kaynak olarak kendi risalelerini koymuştur. Hattâ Hizbullahın öldürdüğü Zehra Vakfı’nın bir üyesinin cenazesinde de Kuran yerine risale okuyacak kadar ileri gitmişlerdir.

Bu ve bunun gibi İslamdışı yorumlarından dolayı nurcular, diğer bazı tarikatlar tarafından “narcılar” yani cehennemlikler diye adlandırılmaktadır.

Said-i Nursi’den sonra Bayrak Fethullah’ta

Said-i Nursi’nin ölümünden sonra nurcular kendi aralarında bölünmüş Fethullahçılar, Med Zehracılar, Kırkıncılar, Aczmendiler gibi çeşitli akımlar türemiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı’nın hazırlamış olduğu rapora göre, nurcular dokuz gruba ayrılmış olup, içlerinde en güçlü konumda bulunan Fethullahçılardır. Ekonomik yönden inanılmaz bir güce ulaşan bu grubun en tanınan şirketleri ise Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonudur. Finans sektöründe Asya Finans eğitim sektöründe ise yurdun her tarafına yayılmış olan dersaneler ve Fatih Üniversitesi ile faaliyet göstermektedir. Bu dershaneler ve üniversite Fethullahçılar için bir numaralı insan kaynağıdır.

Bu çalışmalar yalnızca yurtiçinde değil yurtdışında da sürdürülmektedir. Dünyanın neredeyse yarısında Fethullah’a bağlı şirketler aracılığı ile okullar kurrulmakta ve İngiliz kültürü adına önemli hizmetler verilmektedir. Buna en güzel örnek olarak bir Türk yurdu olan Yakutistan’ı verebiliriz. Ana dili Türkçe olan bu ülkede, Fethullah bir üniversite ve 5 okul açarak İngilizce eğitim vermeye başlamış ve nihayet 1999 yılında ülkenin resmi dili Türkçe yerine İngilizce olarak değiştirilmiştir. İngiltere’nin Kazakistan Büyükelçisi 1995 yılında Fetulla’ın Kazakistan’daki okulları için “Bu okulları açmak suretiyle İngiliz kültürüne yaptığınız hizmetler ve İngiliz kültürünü yaymakta gösterdiğiniz katkılar için İngiliz milletinin minnettarlığını bildiriyor ve teşekkür ediyoruz” diyordu. Londra’da Fethullah için düzenlenen ödül töreninde de Lord Rotherham Fethullahçıların okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek “50’den fazla ülkede 500’den fazla okulumuz var.” demiştir. Böylece Said-i Nursi gibi Fethullah’ın da kime hizmet ettiğini tüm Türk Ulusu görmüştür

Fethullah saf insanları etkilemek için üstadının taktiklerini birebir uyguluyor. Sabah gazetesinde yayınlanan bir röportajında, cehennemin önünde kollarını acıp beklediğini insanların yığınlar halinde cehenneme doğru giderken kendi cemaetinden kimsenin olmadığını Allah’ın adını vererek yemin ediyor. Böylece Fethullah İslam dünyasına Hıristiyanlıkta bulunan ruhbanlığı sokmuş oluyor. Hz. Muhammed bile sahabelerden en fazla 10 kişiyi cennet ile müjdeleyebilirken Fethullah tüm cemaatini cennet ile müjdelemektedir.

28 Şubat’tan sonra

28 Şubat sürecinde eski hastalıkları yinelediğinden ABD’ye giden Fethullah ne hikmetse bir türlü iyileşememiş ve ülkesine dönememiştir. Aradan 6 yıl geçmiştir. Ezan sesini ve minareleri çok özlediğini söyleyen Fethullah her ne hikmetse Türkiye olmasa bile başka bir Müslüman ülkeye gidip bu özlemini gidermeyi akıl edememiştir. İnsanın aklına gelen başka bir soru da insanın bir emekli maaşı Amerika’da nasıl yaşamayı başardığıdır. Bizim emeklilerimiz devlet hastenesine bile gidemezken kendisinin Mayo Clinic gibi tüm dünyanın bildiği bir sağlık kurumunda nasıl tedavi olduğunu açıklarsa en büyük hizmeti yapmış olur.

Fethullah şu an yaşamını Pensilvanya’daki bir çiftlikte CIA tarafından en düzeyde korunarak sürdürmektedir. 11 Eylül’ün ardından tüm dünyada Müslümanlar için sürek avı başlatan ABD neden Fethullah’ı korumak için en üst düzeydeki örgütünü görevlendirmektedir?

Bunun nedeni aslında çok açıktır. ABD’nin ılımlı İslam uygulaması için Fethullah biçilmiş kaftandır. Irak-ABD savaşında ABD’yi desteklediğini açıklaması, savaşta ölen İsrailli çocuklar için üzüldüğünü söylerken, Iraklı çocuklar için tek laf etmemesi onu İslamı Protestanlaştırmak için en uygun aday yapmaktadır. ABD eski başkanlarından Bill Clinton’un danışmanı Eckelman da Fettullah Gülen’i “İslam’ın Martin Lutheri” olarak tanımlıyor. Vatikan’ın bundan dolayı Fethullah’ı sevmesinden daha doğal birşey olamaz. Vatikan’ın Türkiye temsilcisi Maroviç’in, “O şeriatı getirmez çünkü ‘Muhammedun resulullah demeyen de cennetlıktır’ dedi. Onun için biz onu çok seviyoruz?” diyerek bağrına basmıştır.

Türk Birliği’nin önündeki en büyük engel: Nurculuk

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce ABD, ortaya çıkacak yeni durumu çok iyi değerlendirmiş, tüm Türk dünyasının tek bir çatı altında birleşmesinin kendisi için en büyük tehdit olacağını anlamıştır.

İşte tam bu noktada doğan boşluğu doldurmak üzere Fethullah devreye girer. Orta Asya ülkelerinde birbiri ardınca İngilizce eğitim veren okullar açılır.

Katledilmeden önce Necip Hablemitoğlu, Fethullah’ın ABD adına üstlendiği rolü de yazdığı bir rapor ile ortaya çıkarmıştı:

“Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre; hocaefendileri yakın zamana kadar Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı. Bir başka ifade ile gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amaçlarının örtülmesine yönelik olarak (second cover)-Türk ilgili makamlarına iletmekteydi. CIA ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre devam etti. CIA bağlantısı, Fethullahçıların ve de Hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmesi (defection in place) sonucuna yol açtı. Ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MIT farkedinceye kadar! CIA nezdinde tüm Fethullahçılar (walk-in) diye tabir edilen bir kategoride tutulmaktadır. Yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetine talip olmuşlardır”

Kısacası kendi gizli amaçlarına ulaşmak için Fethullah, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve MİT’in işine yaramayacak bilgiler veriyor ve bu arada gerçek görevi olan CIA ajanlığını sürdürüyordu. Kısacası çift taraflı oynuyordu. Türk tarihinde devletini, ulusunu satanların sonu her zaman bellidir.

Rapordaki bir tümce son derece dikkat çekicidir:

“Fethullahçılar, Türkiye’nin hasmı olan ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturmuşlardır”

İngiliz kültürüne yaptığı çok büyük katkılardan dolayı ödül alan, yüzlerce yıllık Türk yurdu olan Yakutistan’ın ana dilinin İngilizce olmasını sağlayan Fethullah’tan bunları beklemek hiç garip olmasa gerek.

Fethullah’ın eğitim alanındaki hizmetleri yalnız yurtdışı ile sınırlı değildir. Fethullah Heybeliada’daki ruhban okulunun açılmasının en büyük destekçilerinden birisidir. Bu konudaki çalışmaları için Patrik Bartholomeos her seferinde ona teşekkür etmekte ve “Ona bir emrimiz değil ancak bir ricamız olur.” diyerek gözlerimizi yaşartan bir dostluk tablosu sunmaktadır. Aynı Fethullah ise Batı Trakya’da yaşayan Türk yurttaşlarımızın eğitim hakkı için en ufak çaba göstermemektedir. Hoş! Aslında bu çabayı gösterse ne için olacağı da oldukça açıktır.

Fethullah Türk milliyetçileri arasına girerek onları bölmeye çalışmakta ve nabza göre şerbet verme ustalığını en iyi şekilde kullanmaktadır. Askerliğinde Cemal Tural adlı komutanının milliyetçi olduğunu öğrendikten sonra bir anda milliyetçi söylemlere başlayan Fethullah tüm Türkler için “Peygamber Ocağı” sayılan ve bu görevi tamamlamayanlara kız bile verilmeyen askerlikten yırtmak için neler yaptığını anlatır. Ona göre askerlik yılları tüm yaşamının en kabuslu yıllarıdır. Korkulu bir rüya gibi sürekli olarak askerliğinin bitmesini beklediğini söyler. Herkesin 24 ay askerlik yaptığı bir zamanda 17 ay askerlik yaptığını böbürlenerek anlatır.

Zaman kime hizmet ediyor?

Tüm bu süreç içinde Zaman gazetesine biçilen rol ise Türk tezlerine karşı Ermeni ve Kürt tezlerini desteklemektir. Sayfalarında Ermeni soykırımı masallarını büyük puntolarla duyuran Zaman, şehit haberlerini ise küçük puntolarla bir köşeye sıkıştırma gayreti içindedir. Sabrının sınırları zorlanan Türk halkının Bözüyük’te PKK sempatizanlarına hak ettikleri karşılığı vermelerine “Provokasyona gelmeyin” diyen gazete, Türk insanı ile bir avuç PKK sempatizanına eşit uzaklıkta durduğunu son derece net şekilde göstermektedir. Türk insanının PKK yandaşlarına nasıl davranmalarını bekliyorlardı? Davullar calıp kurban keserek mi?

Samanyolu Televizyonu aynı yolda Türk insanına hizmetlerine (!) devam etmektedir. Bilal Ercan adını çoğunuz duymamış olabilir. Bu adam PKK propagandası yapan ve Türk Devleti’nin kapatmak için büyük uğraş verdiği Danimarkayı defalarca uyardığı Kürtçü ROJ TV’de düzenli olarak program yapan bir adam. Berat Kandili nedeniyle Samanyolu televizyonu bu adamı programına çağırıyor. Ve bu adamın kasetlerinin reklamı, Fethullah’a bağlı kırtasiye mağazalarının vitrinlerini süslemekte. Bir PKK sempatizanını Samanyolu neden ekrana çıkarıyor dersiniz? Yanıt oldukça basit. Çünkü Fethullah’ın şiirlerinden birini bu adama bestelemiş. Bundan dolayı bu adama sponsor oluyorlar. Etraflarında herhalde PKK sempatizanı olmayan bir besteci bulamamış olsalar gerek... AB üyeliği uğruna Apo’yu salıverdiklerinde de Samanyolu’nda kahramanlık türküleri okuturlar artık.

22 Eylül 2005 tarihli Zaman gazetesinde şöyle bir yazı geçmekte: “...Bize karşı yapılanlara karşı devleti bir sorgulamaya kalksak çoğu zaman dengeyi koruyamayız. Farkında olmadan devletine karşı milletin güvenini sarsmış oluruz...” Bu sözlerin kime ait olduğunu hemen anladınız herhalde. Yani Fethullah diyor ki: Bu devlet bana karşı haksız davrandı, ben bana yapılan haksızlıkları açıklarsam millet galeyana gelir, devletinden soğur. Doğrusu gözlerim yaşardı. Ne yurtsever ne mazlum insanmış Fethullah. Ama burada ince bir nüans var. Fethullah aslında aba altından sopa gösteriyor. Yazının devamında milletin güveninin sarsılması halinde anarşi doğacağını söylüyor. Yani bana yapılan haksızlıkları bir açıklarsam Türkiye Cumhuriyeti anarşiye boğulur diyor Hocaefendi.

Artık Türk gencinin böyle laflara karnı tok. Atatürk’ün dediği gibi içteki düşmanlar hiç ara vermeden calışmaktadır. Eğer günün birinde Türk toprakları üzerinde bir Kürdistan görmek istemiyorsak, nurculuk gibi ABD çıkarlarına hizmet eden sapık tarikatların oyunlarına karşı dikkatli olmalıyız. Bu yurdu atalarımızdan aldığımız şekilde çocuklarımızı da bir Türk yurdu olarak bırakmak için nurcu hareketi engellemek her Türk için bir namus borcudur.

turkulkusu

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 22:05
gönderen Türk-Kan
Balasagun, su akil hastasinin dogru ismini yazsak: Said-i Kürdi

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 22:20
gönderen mukanorkan
Özellikle birbirlerini çok tutuyorlar etrafta tanığım nurcu takılanlar okullarını bitirirbitirmez hemen iş buldular hem deiyi işbuldular

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 22:24
gönderen Balasagun
Bu sapığın ismini kim nasıl kullanmak isterse öyle kullansın Türk-Kan. Bu yazıyı alıntı yaptığım için değiştirmedim. Zaten Nurculuk tarikatının kurucusu olduğu için bu şekilde de anılmasında fayda var. (Nesini anacaklarsa?!)

wikipedia'da böyler geçiyor.

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 23:14
gönderen Türk-Kan
Balasagun, Fetullah'in ismi de kendi degistirdigi gibi geciyor diger kaynaklarda ama biz asil ismini kullanmaya özen gösteriyoruz. Said-i Kürdi veya Molla Said, bu akil hastasinin kullandigi isimlerdir. Nursi soyadini, baslattigi Nurculuk sapkinligina isareten ve dogdugu Nurs köyünden dolayi kullandigi söylenir. Sonradan aldigi resmi soyadi ise Okur'dur.




Kürt Said'in 1327 (1909) yılında, İstanbul'da Vezir Hanındaki İkbal-i Millet Matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: "İki mekteb-i musîbetin Şahâdetnâmesi yahut divan-i harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" dir. kendisinin Saîd-i Kürd-î yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "Bedîüzzaman" diye taktim etmektedir.

"Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. (soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır.)

Ey asurîler ve keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan kürtler!... Beşyüz sene yattınız. yeter artık. uyanınız. sabahtır. yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. (= Ey asurlular ve ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan kürtler! beşyüz yıldır yattınız. yeter artık. uyanınız. sabahtır. yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)



Kitap hakkinda osmanli arsivlerinden:


Resim

Eminönü Polis Merkezi:

İstanbul Polis Müdürlüğüne,

"İki mekteb-i musibetin Şehâdetnâmesi" yahud "divân-ı harb-i Örfî" ve "said-i kürdî" nâm risâle münderecâtı câlib-i nazar-ı dikkat tefevvühât ve terhâtı cami' görülmekle ifây-ı muktezâsı zımnında leffen takdim kılındı. 5 eylül 1325/18 eylül 1909.

Eminönü Merkez Memuru

efkâr-ı umûmiyeyi tehyic edecek bir takım ibârâtı havî olan risâle-i mezkure takdim kılınmış olmakla ve divân-ı harbî Örfiye tevdiiyle beraber bu risâlelerin toplattırılması hakkında emr-i iş'arı istirhamıyla emniyet-i umûmiye müdüriyeti'ne arz ve tefhim olunur. 10 eylül 1325/23 eylül 1909.

Hareket Ordusu Kumandanlığı'na yazılmıştır: 10 eylül 1325.

dh.eum.thr., nr.5/7-3, 8 ramazan 1327


Halki "heyecanlandiracak" bir mahiyeti oldugu, icinde cezayi gerektirecek sözler ve "bosbogazlik" oldugu ve bunlarin toplattirilmasi icin emir verilmesi gerektigine....

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 23:42
gönderen Balasagun
Bilgi için teşekkürler Türk-Kan Hanım.

İletiGönderilme zamanı: Pzr Şub 22, 2009 23:54
gönderen Türk-Kan
Balasagun, konu icin asil ben tesekkür ederim. Bu basliga elimizdeki tüm belgeleri ve bilgileri ekleyelim ki kimin ne oldugu gözler önüne serilsin.

İletiGönderilme zamanı: Pzt Şub 23, 2009 1:13
gönderen zfrtxt
http://www.guncelmeydan.com/forum/koste ... t6713.html

Meczup Yaratmak / Mustafa Yıldırım

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Cmt Eki 31, 2009 23:31
gönderen Oğuz Kağan
Bir Karşı Devrim Hareketi Olarak Nurculuk

Altan ARISOY, 25 Ekim 2009

İslamcılarla emperyalizm arasında dünya çapında bir ittifak vardır. Emperyalizm halkı müslüman olan ülkeleri pençeleri arasında tutabilmek için feodal güçleri kendine bağlar. Etnisiteyi kışkırtır. Dinsel fanatizmi azdırır.
Türkiye bu ittifaktan olumsuz etkilenen ülkelerin başında gelir.


Kemalizm yıllarında yer altına inen tarikatlar çok partili rejime geçtikten sonra hızla yaygınlaştılar. DP ve AP dönemlerinde cami yaptırma, yurt ve kuran kursu dernekleri yurdumuzun en ücra yerlerine kadar yayıldı 1980 cuntası ve arkasından başlayan ANAP dönemlerinde devlet kadrolarının tarikatlar tarafından istila edildiğini görmekteyiz. 1950’lerden beri hükümette bakan düzeyinde temsil edilen siyasi dincilik Özal’la birlikte tek başına hükümet kurmaya başladı.

Şu anda özellikle nakşibendiler ve nurcular devlet kadrolarında etkin durumdadırlar. Hükümet ele geçirilmiş, parlamentoda büyük bir ağırlık elde edilmiştir. AKP’nin başında bulunanlar Türkiye’deki nakşibendiliğin en önemli kolları olan İskenderpaşa ve İsmailağa cemaatlerine bağlıdır.

Cumhuriyet döneminin en büyük karşıdevrim hareketlerini nakşibendililer ve nurcular örgütlemişlerdir. Nakşibendiler cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki isyanlara imza atarken, nurculuğun en yeni gösterimi olan FG cemaati ise 1980’li yılların başından itibaren ABD desteğiyle beslenmiş ve son yıllarda Nakşibendilerle kol kola vererek Türkiye’nin siyasal rejimini değiştirmeye soyunmuştur…

FG cemaatine ilişkin çok sayıda yayın var. Güncel siyasi gelişmelerde sürekli adı geçtiği için okuduğunu anlayabilen herkes bu konuda bir fikir sahibidir. Genelde cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı ile tanınır. Cemaatin amacı devleti ele geçirip siyasi rejimi emperyalizme bağlı dinsel bir yapıya dönüştürmektir.…

FG Nurcudur… Bizim konumuz da nurculuktur…

Nurculuk tarikatının kurucusu olan Said-i Nursî tutarsız, hezeyan dolu, akıl sağlığı sorunlu ve cahildir. Yazıp dağıttırdığı “nur risaleleri” ise akla da, bilime de, İslâm’ın temel kaynaklarına da aykırıdır…

Ve böyle bir akım milyonlarca insan üzerinde etkilidir.

Bu şaşırtıcı durum nasıl oluyor?

Cahil kitlelerin dinin gizemli dünyasına kapılmaları, mucizelere inanmaları, kurtuluşu onlardan beklemeleri son derecede kolay olmaktadır. Yoksul, aç, cahil kitleler gerçek yaşam içinde hep ezilmektedirler. Kendilerine güvenleri ve gelecekten beklentileri yoktur. Onlar için kurtuluş mucizelere ve öteki dünyaya kalmıştır. Din adına, Allah adına her söylenene kapılmaları çok kolay olmaktadır. Din-iman tacirlerinin sömürü alanı çoğunluğu oluşturan bu kitlelerdir.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının –üniversite mezunları dahil- yüzde yetmişi cinlere, büyülere, fallara, astronomiye, türbe ve yatırlara inanıyorsa; bu konularda medyada bol bol propaganda programları varsa başka bir sonuç beklenebilir mi ?!...

Elbette ki bu acı durumun sorumlusu en başta siyasi iktidarlardır…

Türkiye için büyük ve derin bir tehlike olarak Nurculuk konusunda her yurttaşın bilgi sahibi olması bu sapkınlığın engellenmesi açısından önem taşımaktadır. Bu konuda edindiğim bilgileri, deneyimlerimi ve araştırarak öğrenebildiğim gerçekleri sizinle paylaşmayı bir görev sayıyorum.

Bu konuda yazılanların ezici çoğunluğu propaganda niteliğindedir. Binlerce yayın, onlarca internet sitesi, tv, radyo, yurtlar, kurslar, evler, camiler, imamlar ve okullar vardır… Tarikatlar her alanda pervasızca at oynatmaktadırlar.

Devlet yönetiminin aymazlık, sapkınlık içindeki görevlileri bu karşıdevrimci hareketi engelleme yerine duruma uyum sağlama eğilimindedir. Görevli kurumlar ve organlar iktidardan çekinmektedirler. Ve her gün insanların saçından tırnağına, yediğinden içtiğine kadar her hareketine fetva veren ilahiyatçılar, Kuran’a ve peygamberin sünnetine aykırı olan tarikat konularında asla konuşmuyorlar. Korkuyorlar. Çünkü meczubun biri (!) Allah adına (!) işe koyulup, silahlanır ve kendilerini cezalandırabilir !..

Sayısız meczup olayının yanında oldukça profesyonel olarak işlenen Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetleri de bu cezalandırmalara tipik örneklerdir….

Bu yüzden tarikatları eleştiren yayınlar, destekleyen yayınlara oranla devede kulaktır.


Said-i Nursi ve Nur Risaleleri

Said-i Nursi (1873-1960) Vahiy yoluyla Kuran’ın açıklanmasıyla görevlendirildiğini söyler. Fakat, Kuran’da belirtilmiş olan iman ve ibadet esasları dışına çıkar.

“Risale” denilen anlaşılmaz, özentili, bozuk bir Osmanlıca ile yazdırdığı broşürleri gizlice dağıtarak taraftar toplamıştır. Cumhuriyet rejimine karşı çıktığı için izlendi, kovuşturuldu, sürüldü.

130 dolayında “risale” (kitapçık) yazdı, yazdırdı ve “nur şakirtleri” dediği öğrencilerine çoğalttırarak dağıttırdı. Şakirtler zamanla o kadar fanatikleşti ki; dilinin bozuk ve anlaşılmaz olması bile onun büyüklüğü sayıldı. O bozuk anlatımda gizli anlamlar arandı. Kendisi de “Nur Meyveleri” adlı risalesinde “bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir alimi olabilir” demektedir !.. (yerseniz, kendisi de zaten birkaç haftada bütün ilimlere sahip olduğunu iddia eder !..)

O kadar ileri gider ki; “eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşallah nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek” diyerek akla ve bilime zarar sözler etmektedir. ( sikke-i tasdiki gaybi)


Nurs köyünden olması nedeniyle kendisi için söylenen Nursî sanının önce Kuran’dan tarikatın adına, sonra da kendisine geçtiğini söyleyerek tevil yoluna sapar.. Yani, her şeyi kendi amacına uygun duruma getirir…

Dindar olmayı ancak nurculukta görür. Risaleleri tek ilim kaynağı sayar. İslam dinini kendi tekelinde tutmak ister. “Fihrist” kitapçığında “nurcu” olmayanları Müslüman saymadığını anlatmaya çalışır !..

“Cennete gitmek için Nur risalelerini yazmak, yazdırmak, yayılmasına yardım etmek” şakirtlerinin inancıdır. Ne kadar yayarlarsa o kadar cennetlik olduklarına inanırlar. Üstad böyle demektedir. (Barla hayatı,19)

Nurcular risalelerin Kuran-ı Kerimin biricik tefsiri olduğunu, şeyhlerine ilham (!) gelerek yazdırıldığını iddia ederler. Said-i Nursî’nin sayısız mucize gösterdiğine inanırlar. Hapishanedeyken camide namaz kılması, kapıları kendiliğinden açması,, gaybı bilmesi gibi… O kadar ileri gidilir ki; “Zulfükâr” adlı kitapçıkta hayvanların bile risale-i nurlara hayran kaldıkları (!) anlatılır.. (Neda Armaner, Nurculuk, sf 16)

Nucular, Risalelerdeki duaların her derde deva olacağını anlatılırlar. Bu yüzden ne olduğu bilinmeyen, bozuk Türkçe ve Arapça dualar fırsatçıların elinde halkın kandırılmasına şu anda da hizmet etmektedir…

Meczup saçmalıkları nur risalelerinin ana özelliğidir.

Nihal Atsız, Nurcular için şöyle diyor:

“..Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî'nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.

…kimse bir şey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.”


Herkesi Kuran’ı ve sünneti öğrettiğine inandırmıştır. Ama kendisi bunlara pek uymaz. okuma-yazma bildiği halde “ümmiyim” der. Cuma namazlarını kılmaz. Kendini “mehdi“ sayar. Oysa kuran ve sünnet anlayışında mehdilik yoktur. “densiz çocuklar yetişir” diye evlenmez. Evlenmeyi müritlerine önermez. v.b…

Ama doğu Anadolu’daki insanlara evlenmeyi ve çok eşliliği önerir.Çünkü orada yaşanan gerçekliğe selam durarak propagandasına devam edip yandaş kazanabileceğini bilir…


Emperyalizmle Kol Kola

Said-i Nursî Sovyetlere karşı Müslüman-hristiyan ittifakını savunur:

"Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak." (Lem'alar,111,141)

“Sikke-i tasdiki gaybi” kitapçığında -dolaylı olarak-mehdilik iddiasında bulunur. Ve mehdinin en önemli üçüncü görevinden birinin de “İslam dünyasını hilafetle birleştirmek ve İsevi ruhaniyatla anlaşarak islâm dinine hizmet etmek” olarak tanımlar…

“Savaşta ve felaketlerde ölen masum ve mazlum hristiyanlar da şehit sayılır. Ve ahrette mükâfatları vardır. Hatta kâfir bile olsalar…“ (Kastamonu layihası, s. 75)


Nurcular, Said-i Nursî öldükten sonra “okuyucu” ve “yazıcı” olarak ikiye ayrılmışlardır. Bölünme daha sonra da sürmüştür. Diyanet işleri başkanlığına göre nurculuğun başlıca kolları 1)Yeni Asya grubu 2) Şura grubu (M. Kırkıncı) 3) F. Gülen Grubu 4) Med-Zehra Grubu’dur..

Başta nurcular olmak üzere islâmi denilen tarikat ve cemaatlerle emperyalizm arasındaki ittifak sürmektedir, sürecektir de… FG cemaatinin “medeniyetler ittifakı” teraneleri bunun en güzel kanıtıdır… AKP iktidarı bu görüşe sıkıca sarılmıştır. Zaten dünyadaki bütün islâmcı rejimler emperyalizmin emrindedir. Türkiye’deki bütün cemaat ve tarikatlar de aynı kaynaklardan beslenir. Ama en çarpıcı örnek Nurcu Fetullah cemaatidir. Cemaati doğrudan doğruya ABD yönetir…


Sait Nursinin Atatürk ve Cumhuriyet Düşmanlığı

Said-î Nursî’nin Kemalist rejime düşmanlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin o yıllardaki bağımsız dış politikası ve devrim hareketleri ile her alanda yaptığı atılımların, aydınlanmanın tarikatlar için, varlık- yokluk sorunu olmasındandır…

Saidi Nursi bu yüzden Atatürk’ün ve Kemalizm’in en büyük düşmanı olmuştur.

Atatürk'e açıkça “Deccal” ilan ederek Millet-i İslam'ı Protestan yapmak istediğini söylüyordu. Oysa nurculuk yolundan gidenlerin en büyük dayanakları da emperyalizmdir...

“1880 (yılı) son asırların putunun doğumu olup, onun temsil ettiği dalâlete… risale-i Nur meydan okur…” (Tılsımlar, 195)

Kuran’da geçen [b]“leyatğa”
(azmış kâfir) sözcüğünün “islâm deccaline” (Atatürk’e) uygun olduğunu söyler.

“Mehdinin nur’lu cemiyeti rejimin bidatlarını (sonradan ortaya çıkan uydurmalar, kötülükler, yalanlar vb) tamir ederek sünneti seniyyeyi tamir edecektir…” (mektubat )


Saidi Nursi’nin Atatürk ve Kemalizm düşmanlığına örnek çoktur:

"Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya bütün Dünyanın maskarası olacaksın." (Barla mektupları sf,53)

"Türkiye'nin siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir" (tiryak, sf.65)

"Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis-i Şerif'in ihbarıyla Kur'an'a zararlı bir adam çıkacak demiştim. Mustafa Kemal'in o adam olduğunu zaman gösterdi." (Emirdağ Lahikası )

"Ayasofya Camiini puthaneye, meşihat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkanı var mı?" (sönmez, 21-22)

Ve çarpıcı bir kehanet:

"Atatürk Nur Risalelerinin tokadı sonucu ölmüştür!.."

"Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lazım değildir.” (Mucize-i Kuraniye 191-192)

"İslam dininde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduðu için, islamiyet dairesine aykırı, inkılaplar da islamiyete aykırıdır." (mektubat, 403)

"Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ile dinsizlik arasında hiçbir fark yoktur. Reform hıristiyanlıkta mümkündür. Türk inkılapları dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. Zira islamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek kadar mükemmeldir." (mektubat, 401)

"Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lazım değildir. …Halbuki Kur'an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil, ilahi bir iradenin sonucudur..“

1909 yılında bastırdığı kitapçıkta Kürtlere şöyle sesleniyor: “Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. (İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi)

Kürt Teali Cemiyeti üyesidir.

“Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said"i gömdüm.” (Emirdağ Lahikası, s. 337)

Hayır, o yine eski Kürt Sait’tir.

Gerek Nursi’nin broşürleri gerekse FG vaazları dikkatle incelendiğinde siyasi gelişmelere koşut oldukları, konuların ona göre seçildiği ve amacın siyasi mücadele olduğu görülecektir.

Buradan da anlaşılacağı gibi nurculuk dini kılıf olarak kullanan bir siyasi mücadele aracıdır!..


Kürtçü, İslamcı, Anarşist, Gizli…

Said-i Nursî “aziz sıddık kardeşlerim” diye başladığı broşürde Nurcuları takip edenleri kömünistlikle, zındıklıkla suçlar. Nura (öğretisine) ilişenlere anarşist der. Öte yandan risalelerin rejime muhalif olduğunu yazar..

Bir başka tebliğde ise nurculuğun “gizli ve anarşist bir teşkilat” olduğunu söyler.. (Kuran şakirtlerinin (öğrencilerinin) hizmet rehberi)

Günümüz nurcuları bu yargıları benimsemekte, hatta daha da ileri gitmektedirler…

Tutarsız, dayanaksız, bilimsiz, hezeyan içinde…

Saidi Nursî kendisinin vahiy alarak Kuran’ı açıklamak üzere gönderildiğini, sözleriyle insanları nurlandırdığını söylemiş ve dolaylı olarak Kuran’daki “son kitap ve son peygamber” hükmüne aykırı olarak peygamberliğini ilan etmiştir…

Ve müritlerini de inandırmıştır… Kendisinden sonra ikiye ve sonra da 3-5 kola ayrılan nurcular birbirleriyle anlaşamasalar da Türkiye Cumhuriyeti konusunda ittifak halindedirler.

Amaçları islamcı bir rejim kurmaktır…

Kuran kurslarındaki yemini yeniden anımsayalım:

“Ben, Muhammed Müslüman ümmetindenim. ... Türkiye, dinsiz, lâik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı, Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime; Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime; kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devletinin kurulması için devlet idaresinde söz sahibi olacak mevkilere gelmek üzere çalışacağıma dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim.”

Söylenecek başka söz yoktur…

Ama ne yazık ki; Said-i Nursî’nin devlet tarafından izlenmesi bile “zulüm” olarak tanımlanmıştır…

Bu gerici koro iki yıldır suçunu bilmeden kapatılan “Silivri tutukluları” içinse “oh olsun” demektedir…


Sağ İktidarlar ve Nurculuk

Said-i Nursi, Demokrat partiye müzahir olduklarını, CHP döneminin sapık bir devir olduğunu, Milli Mücadele yıllarında Ankara hükümetinin hedef tutulduğunu itiraf etmiştir !..

Tutarsız ve çelişkilidir… DP dönemini hiç eleştirmemiştir. Destek vermiş ve destek görmüştür. Nur risaleleri yasak olmasına karşın - çoğu kez- DP’nin propaganda yqzıları arasında dağıtılmıştır..

Said-i Nursî ve nurcular siyaset yapmadıklarını söylerler. Ama yukarıda görüldüğü gibi yaptıkları siyasi dincilikten başka bir şey değildir…

Süleyman Demirel, “Said Nursi büyük alimdir.Büyük alim değildir diyenin alnını karışlarım" "Atatürk'ün kurduğu devlet, laik devlet değildir. İslam devletidir" diyerek onlarla içli-dışlı bir siyaseti benimsemişti.

Turgut Özal’ı anlatmaya gerek var mı?..

Nurcular ve özellikle FG hareketi AKP iktidarının dayandığı en önemli tabandır.

Nurculuk giderek etkisiz kalacak yerde artan bir taraftar bulmaktadır. Buna şaşılmaması gerekir. Eğitim-öğretim birliğinin bozulması, okullar, yurtlar, kurslar, camiler, dergahlar, yayınlar yoluyla küçük yaştaki çocukların kazanılması, siyasi iktidarın desteği ve emperyalizmin olanakları arkalarındadır…


Engeller Kaldırıldı

TCK’nın “Türklüğü, cumhuriyeti, TBMM’yi… “ tahkir ve tezyif etmeyi yasaklayan 159. maddesi ile“ dini siyasete alet etmeyi yasaklayan 163. maddesi kaldırıldı. 1991 yılındaki bu değişiklikten sonra Atatürk’e, cumhuriyete, laikliğe saldırılar açıkça yapılır oldu. Siyaset meydanlarında dinci meczuplar çoğaldı. Akla gelmedik karalamalar, sövgüler yapıldı. İftiralar atıldı. İslami rejim çığırtkanları ayrık otu gibi yayıldılar.

Ve 1995 seçimlerinde RP en çok oyu alarak koalisyonun büyük ortağı oldu..

Siyasal islâmın önündeki yasal engellerin ortadan kalkmasıyla dinci cemaatler, tarikatlar, vakıflar iyice çoğaldı. Son yıllarda dinci vakıfların önündeki bütün engeller de kaldırıldı. (Yabancı vakıflara da büyük özgürlükler sunuldu. Toplum Hıristiyanlık ve Musevilikle ilgili vakıflara sıcak bakmasa da yasal düzenlemelerle bütün dinci oluşumların önü sonuna kadar açıldı.)

Bugün AKP’nin oy oranı %40 dolayındadır…

Halk yalanla, hileyle, sadakayla kandırılmaktadır. Ama ilginçtir ki; halk çoğunluğu iktidarın İslami şeriatı hedeflediğine inanmamaktadır. Çünkü; görüntüde Müslüman olanların gerçekte öyle olmadığı, seçenek olmadığı için Türkiye’yi yönetecek en iyi kadro olduğu kanısındadır. Yağma, talan ve yolsuzluklara da – belki geçmişten beri şerbetli olduğu için - duyarlı değildir..

İstikrar adına atılan oylar AKP’de toplanmaktadır..


Taşlar Bağlandı Köpekler Saldırıyor

Tarih boyunca kutsal din duyguları dünya siyasetinde büyük rol oynamıştır. En kanlı ve en uzun savaşlar din ve mezhep savaşlarıdır.
Bu savaşların da temelinde ekonomik çıkarlar yatmaktadır. Her çağda halkın saf inancını sömüren sapkın akımlar olmuş ve insanları peşlerine takabilmişlerdir. İslamiyet Kuran ve Hz Muhammed’e bağlılıkla şekillenmiştir. Hal böyleyken çeşitli dönemlerde yüzlerce tarikatın ortaya çıkması, dini daha iyi yaşamak ve tanrıya daha yakın olmak için değildir. Doğrudan dünyevi çıkarlar söz konusudur.
Türkiye’de de görülen budur…
Türkiye bir karşıdevrim hareketi yaşamaktadır.
Emperyalist projeler yaşama geçirilmektedir.
Siyasi iktidar taşları bağlamış ve köpekleri salmıştır.
Atatürkçülerin, cumhuriyetçilerin, laiklerin, gerçek demokratların, aydınların bu korkunç saldırılara karşı kendilerini savunma hakkı bile ellerinden alınmıştır…
Ve halkın doğru haber alma hakkı da…

Bu durumda öncelikli görev, halka doğru haberi ve bilgiyi mutlaka ulaştırmak olmalıdır..…
Sonra da “bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanmaları” kesin bir zorunluluktur. Atatürk’ün bize gösterdiği çözüm yolu budur…
Geleceğin aydınlık olmasını gerçekten istiyorsak Atatürk’ün gösterdiği yolda buluşmaktan başka umar var mıdır?...


Kaynakça:
Nurculuk; Neda Armaner,( cumhuriyet Kitapları 1998)
Turan Dursun, Müslümanlık ve Nurculuk. Kaynak Yayınları
Nihal Atsız, Nurculuk Denen sayıklama. Ötüken,sayı:109
İsa Tatlıcan. Nurculuk Hareketi ve İslamcı Siyaset (8sutun.com)

http://tr.wikipedia.org/wiki/Nur_Cemaati
http://fetos.wordpress.com/nurculuk/


http://www.hakimiyetimilliye.org/index. ... y/310.html

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Prş Kas 12, 2009 19:14
gönderen Hayyan
İm (Kod): Tümünü seç
http://www.bediuzzamansaidnursi.org/said_nursi_ve_mustafa_kemal.html


Şu linkteki hikayenin aslı astarı nedir ?

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Prş Kas 12, 2009 22:06
gönderen Fantastischen

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Prş Kas 12, 2009 22:53
gönderen İL-BARS
Bedi-üs-sıçan Sa-it ve onun güdülmüş koyunlarının palavralarına kanmayın, arkadaşlar !

Musa Anter ile Sa-it'in böyle lakayt muhabbet etmeleri bile onların ne kadar şerefsiz ve Türk Düşmanı olduklarının delilidir. Hani Sa-it, Türkleri seviyordu? Madem öyle! Neden Musa Anter gibi hatıralarının her sayfasında Türklüğe ve Atatürk'e söven bir soysuzla aynı ortamda bulunabiliyor?

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Cum Kas 13, 2009 1:05
gönderen Ram
Mansur Şah bin Abdülselâm Hazretleri rivâyet ediyor ki:

      Bir arefe matîrinde Bediüzzaman hazretleriyle oturuyor, zât-ı şahanelerinin nurânî afitabına bakarak, huzurunda hûşû içinde zikrediyorduk. Birden bana bakıp adîm-ün nazîr üsruşuyla ve de cevş-ül üstüvane Şa'ban edâ'sında, arubesiyle şöyle hitab etti:



      O matîrde idrak ettim ki, tayy-i mekân eyleyerek becayiş-i mekânînin, mekân-ı baîdi de içine almış kevn-ü mekânda, âdeta bir âdin gibi duran a'zam mekâneyi necl'etmek içün bir imkân zer'edeceğini bana müjdeliyordu.


Mansur, yine seni dâhil ettim, kusuruma bakma.

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Cmt Eyl 25, 2010 20:39
gönderen Oğuz Kağan
Bediüzzaman değil Belaüzzaman

Kendisine; yüzyılın harikası anlamına gelecek biçimde 'Bediüzzaman' diyordu. Ben ise 'Belaüzzaman' diyorum. Şu sıralarda onu, ölümünün 50. yılı diyerek tantanalarla anıyorlar. Sözünü ettiğim kişi Nurculuk denilen tarikatin fikir babası sayılan Kürt Said'dir. Size onu Kürt Said olarak değil de Bediüzzaman Said Nursi diye takdim ederler. 'Bediüzzaman Hazretleri!' diyerek sahte unvanlar verirler. Onun ne büyük bir düşünür olduğunu yazarlar; televizyonda över de överler.

KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ İÇİNDEYDİ

Halbuki bu adam; hayatının bir bölümünde açık açık Kürtçülük yapmış; Kürdistan isimli bir devletin kurulması için çalışanların arasında yer almıştır. Bu amaçla da 1919'da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti'nde önemli görevler üstlenmiştir. Kürdistan'ın kurulması için çabalayan bu örgütün başkanı olan Seyit Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan, Said-i Nursi ve Mehmet Şükrü Sekban İstanbul'daki Amerikan, İngiliz ve Fransız komiserliklerini ziyaret ederek Kürdistan projesiyle ilgili görüşmeler yaptılar. Said-i Kürdi Kürdistan'ın dış dünya ile irtibatının sağlanabilmesi için bir denizle kıyısı olması gerektiği düşüncesindeydi.

Said-i Kürdi; 1909 tarihli 'İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi Yahut Divan-i Harb-i Örf-i ve Said-i Kürdi' adlı eserinde de açıkça Kürtçülük yapmakta ve Kürtleri uyanmaya ve Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye davet etmektedir. Özetle şöyle demektedir. 'Ebna-i cinsime (ırkıma) burada birkaç söz söylemezsem, bence konu eksik kalır. Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanından başbuğ, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beş yüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilahi denilen alemin düzeni size emrediyor ki, parçalanmakla ve damla damla boşa giden su gibi yok olan yiğitliğinizi ve gücünüzü milliyetçilik etrafında birleştirerek genel bir Kürt milleti ortaya çıkarınız.'

İşte Kürt Said'in de içinde yer aldığı bu dernek, Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşlarına açıkça düşman idi. Bu yapılanma ile ayrıntılı bilgileri, ay başında piyasaya çıkacak olan Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği isimli çalışmamda ortaya koyacağım.

Kürdistan Teali Cemiyeti, ilk olarak Sivas'ta milli bir kongre düzenleyen Mustafa Kemal'i öldürtmek istemiş; bunun için İstanbul'daki padişah Vahideddin ve Damat Ferit Paşa ile işbirliği yapmıştır.

1920 sonlarında bu cemiyete üye Kürtçü Aleviler Sivas'ın doğusunda Koçkiri ayaklanmasını başlatmışlardır. 1925 yılında Türkiye'nin Musul'u almak için hamle yaptığı sırada Şeyh Said'in başlattığı isyan da Kürdistan Teali Cemiyeti'nin desteği ile planlanmıştı.

SİLAHTAN İDEOLOJİK SAVAŞA

Kürt Said, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürtçü ayaklanmalarını bastırdığını gördükten sonra; böyle silahlı örgütlenmelerin içinde yer almaktan vaz geçerek mücadelesini fikir düzeyinde yürütmüştür. Bu mücadelenin özünü de cumhuriyetin temel değerleri ile savaş oluşturmuştur. Bütün Kürtçü Kürdistancı kişilerde görüldüğü gibi; bunlar; cumhuriyet ile savaşlarını; bu rejimi dinsiz; Mustafa Kemal'i ise deccal göstermek üzerine kurmuşlardır.

Kürdistan Teali Cemiyeti yöneticilerinden Celadet Ali Bedirhan'ın görüşleri ile Kürt Said'in görüşleri birbirine son derece benzemektedir. Bu iki farklı isim de yeni devleti (Türkiye Cumhuriyeti) Kuran'ı devreden çıkarmak, İslam'ın ilkelerini yıkmakla suçlamaktadır.

Yani Nurslu Said veya kendisine kendisinin taktığı isimle Kürt Said; 'bediüzzaman' değil 'belaüzzaman' olmuştur. Bu bela halen bir virüs gibi sokaklarda yayılmakta, evlere-okullara-yurtlara sızarak cumhuriyetle savaşını sürdürmektedir.

Bugün içinde bulunduğumuz çatışmanın asıl yüzünü de işte bu belanın yarattığı fitne oluşturmaktadır...

TARİKAT YULARINI TAKAN AYDIN OLAMAZ

Bugün televizyonların çoğunda, gazetelerin büyük bölümünde; gizliden veya açıktan Kürt Said'in fikirlerini savunanlar bulunmaktadır. Aralarında Altan kardeşlerin de bulunduğu bu ekip; ne yazık ki tarikatçiler tarafından para ile güdülmektedirler. Bunlara aydın denilemeyeceğini; bunların ilişkileri de ele vermektedir. Bu tür aydınları güden de Gülen cemaati denilen yapılanmadır. Bu grup da Kürt Said'in çizgisinin devamından ibarettir. Çanakkale'ye çıkıp bizim askerimizle çarpışırken ölen İngiliz veya Yeni Zelanda askerini de şehit sayan bu zihniyet; Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu tescil eden 'Muhammeden resulullah' ibaresinin bile kelime-i şehadet'ten çıkartılmasını isteyebilmektedirler.

Yani; cumhuriyet rejimine karşı Haçlılarla bile birleşmekten çekinmeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. İşte bu duruma asrın harikası (bediüzzaman) diyor adamlar. Siz bunun asrın belası olduğunu görmezlikten gelebilir misiniz?


Rıza ZELYUT, 25 Mart 2010

Re: Said-i Kürdi'nin Türk düşmanlığı

İletiGönderilme zamanı: Pzr Eyl 26, 2010 11:40
gönderen musto
Burada Said-İ Nursi ye dil uzatan zavallılara onun sözüyle sesleniyorum."Zalimler için yaşasın cehennem"