1. yüz (Toplam 1 yüz)

Bursa’da Öğretmenlere Nutuk

İletiGönderilme zamanı: Pzr Kas 24, 2013 18:27
gönderen Balasagun
BURSA’DA ÖĞRETMENLERE NUTUK


Bugünün evlatlarını yetiştiriniz, memlekete faydalı uzuvlar yapınız

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1919’dan 1938’e kadar geçen 19 yıllık süre içinde halka yaptığı konuşmalarda en çok milli eğitim, öğretmen, öğretmenlik mesleği ile ilgili konuları işlemiştir. Bu konuşmaları; 1’i Sivas Kongre’sinde 15’i TBMM’nin açış söylevlerinde ve 9’u öğretmen kongre ve toplantılarında 4’ü halkla konuşmalarında 2’si CHP kurultaylarında 1’i İzmir İktisat Kongresini, 1’i Anakara Hukuk Mektebini, 1’i Cumhuriyet’in 10. yıldönümünü açış söylevlerinde 1’i Konya orduevinde subaylarla konuşurken, 1’i milletvekili seçim bildirgesinde, 2’si basın önünde ve 1’i öğretmen okulunda olmak üzere halkın önünde en az 39 kez bu konuları ele almıştır. Atatürk öğretmenler için “Dünyanın her yerinde öğretmenler, insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer üyeleridir” demek suretiyle öğretmenlerimize verdiği önemi belirtmiştir. Bu vesileyle Bursa’da, İstanbul’dan gelen öğretmenlere vermiş olduğu nutku Kaynak Yayınları’nın Atatürk’ün Bütün Eserleri adlı kitaptan aktaracağız.

İstanbul’dan Bursa’ya giden 517 muallime ve muallim, 27 Teşrinievvel (27 Ekim 1922) akşamı Sedbaşı’nda Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmişlerdir. Başkumandan, İstanbul muallime ve muallimlerine hitaben aşağıdaki nutku irat etmiştir: (İkdam gazetesi haberinin girişini bu şekilde vermiş.)

Hanımlar, Beyler!

İstanbul’dan geliyorsunuz. Sefa geldiniz. İstanbul’un nur ocaklarını temsil eden yüksek heyetiniz karşısında duyduğum zevk sonsuzdur. Kalplerinizdeki hissiyatı, dimağlarınızdaki fikirleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak, benim için fevkalade mazhariyet sebebidir. Bu dakika karşınızda duyduğum en samimi hissi, müsaadenizle söyleyeyim: İsterdim ki, aranızda bulunayım, çocuk olayım, genç olayım ve sizin nur saçan eğitim dairenizde bulunayım. Sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz. O zaman zannediyorum ki, milletim için, daha faydalı, çok faydalı olurdum; fakat maalesef elde edilemez bir arzu karşısında bulunuyoruz. Dolayısıyla kendi şahsım hesabına yerine getirilemeyecek olan bu arzunun yerine başka bir talepte bulunacağım; bugünün evlatlarını yetiştiriniz. Onları memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız... Bunu sizden talep ve rica ediyorum.

Muallim Hanımlar ve Muallim Beyler!

İhtimal ki, muallime demediğim için beni hatalı buluyorsunuz. Lakin bunu düzeltmek istemiyorum. Ben lisanımızda “tâi te’nis” (Tâi te’nis; Bir kısım müennes (dişil) sözcüklerin sonundaki “t” harfi.) kullanmak zaruretinde olmadığımızı zannediyorum.

Mektep, genç beyinlere, hür yaşamayı, bağımsızlık şerefini öğretir

Bunun için muallim hanımlar ve beyler diyorum. Evet! Muallim hanımlar ve muallim beyler bilirsiniz ki, milletimiz büyük bir felaket geçirdi. Devletimiz bir yok olma tehlikesine maruz kaldı. Memleket ricali için ehemmiyetli olması lazım gelen bu büyük felaket, kendinden başka bir şey düşünmeyenler için ehemmiyetsiz sayıldı. Mevcudiyetimiz aleyhine birçok cinayetler işlendi. Çok çalıştık, bugüne ait muvaffakiyeti elde ettik.

Hanımlar, Beyler!

Bir milleti, uğradığı herhangi bir felaketten kurtarmakta, bir milleti uyarmakta, ricalinin sahip olduğu büyük ehemmiyet inkâr edilemez. Hatta diyebiliriz ki, bugünü görmek; millet ricalinin iffet ve namusu, milli ve vatanperverane gayreti ve bilhassa menfaatlan hor görme hisleri sayesinde kolay olmuştur. Fakat bugün, ulaştığımız nokta, hakiki kurtuluş noktası değildir. Artık tamamen kurtulmuş olarak milletimizi tamamen emniyet içinde görüyoruz demek bir gaflettir.

Hayır, hakiki kurtuluşa henüz mazhar olamadık. Bu noktadaki fikrimi biraz izah edeyim: Bir milletin felakete maruz olması demek, o milletin hasta, marazlı olması demektir... Dolayısıyla hakiki kurtuluş, toplumdaki marazı teşrih ve tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa ilmin ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir vakit hiçbir marazı tedavi edemeyeceği malumdur. Bilakis maraz müzmin olur ve tedavi edilemez bir hale gelir. Bir toplumun marazı ne olabilir? Biliyorsunuz ki, bir milleti millet yapan, devlet yapan, ilerleten ve yükselten kuvvetler vardır: Bunlar da fikir kuvvetleri ve toplumsal kuvvetlerdir.

Dolayısıyla fikirler, manasız, mantıksız, faydasız, belki zararlı birtakım safsatalarla dolu olursa, o fikirler marazlıdır. Toplum hayatı da akıl ve mantıktan, insanlıktan, her türlü manadan uzak, faydasız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felç olur. Dolayısıyla tedavisi için evvela fikir ve toplum kuvvetlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak lazımdır. Memleketi ve milleti kurtarmak isteyenler için, hamiyet, iyi niyet, gayret, fedakârlık, elzem olan vasıflardandır... Fakat hanımlar, beyler! Bir toplumdaki marazı görmek, onu tedavi etmek, toplumu asrın icaplarına göre ilerletebilmek ve yükseltebilmek için, bu vasıflar hiçbir zaman kâfi gelmez; bu vasıfların yanında ilim ve fen lazımdır. İlim ve fen teşebbüslerinin faaliyet merkezi ise mekteptir. Dolayısıyla mektep lazımdır. Onun için mektep namını hep beraber hürmetle, tazimle zikredelim: Mektep! (Alkışlar... Hazır bulunanlar dahi “mektep!” diye tekrarladı.) Mektep, genç beyinlere, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete muhabbeti, hür yaşamayı, bağımsızlık şerefini öğretir... Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarabilmek ’için takibi uygun olan en salim yolu belletir... Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuskâr mütehassıs ve birer faal âlim olmaları lazımdır. Bunu da temin edecek yine mekteptir. Ancak bu tarzda her türlü teşebbüslerin mantıki neticelere varması mümkün, olur. (Alkışlar.)

Maarif siyasetimizin temel taşı, cehaletin giderilmesidir

Hanımlar, Beyler!

Memleketimizin en mamur, en latif, en güzel yerlerini üç buçuk sene kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nerededir. Bilir misiniz? Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen düsturlarını rehber kabul etmektedir. Milletimizi yetiştirmek için asıl olan mekteplerimizin, darülfünunlarımızın tesis olunmasında aynı mesleği takip edeceğiz. Evet her hususta, milletimizin siyasi, toplumsal hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzellikleriyle gelişir. (Alkışlar.)

Hanımlar, Beyler!

Memleketimiz içinde medeni fikirlerin, asri ilerlemelerin bir an kaybetmeden yayılması ve gelişmesi lazımdır. Bunun için bütün ilim ve fen erbabının bu hususta çalışmayı bir namus vecibesi bilmesi gerekir. Muallim hanımlarımız, muallim beylerimiz, şairlerimiz, ediplerimiz, yazarlarımız, daimi surette millete bu felaket günlerini ve onun hakiki sebeplerini açık ve kati olarak söyleyecekler, anlatacaklar, bu kara günlerin dönmemesi için dünya yüzünde medeni ve asri bir Türkiye’nin mevcudiyetini tanımak istemeyenlere, onu tanıtmak zaruretinde olduğumuzu hatırlatacaklar.

Hanımlar, Beyler!

Görülüyor ki bugün hepimizin en mühim ve feyizli vazifemiz maarif işleridir. Maarif işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır ve olacağız. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu suretle olur. Bu zaferin temini için hepimizin yekcan ve yekfikir olarak esaslı bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence bu programın esaslı noktaları ikidir:

1- Toplumsal hayatımızın ihtiyacına uygun düşmesi.

2- Asri icaplara uymasıdır.

Şüphe yok ki, bugün bütün dünyaya gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alakasız yaşayamayız... Bilakis ileri, medeni bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız... Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. Bu ilim ve fen nerede ise oradan bulup alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Dinimiz bu yüce emri ihtiva ettiği içindir ki ekmel dindir. Dinimiz, ilim ve fenni putperest memleketlerde aratır; ta Çin’de bile aratır. Bu hakikatleri bütün milletin bilmesi lazımdır.

Hiçbir mantıki delile dayanmayan birtakım ananelerin, akidelerin muhafazasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç, çok geç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıtları ve şartları aşamayan milletler hayatı makul ve pratik düşünemez. Hayat felsafesini geniş gören milletlerin hâkimiyeti ve esareti altına girmeye mahkûmdur. Muallim Hanımlar, Muallim Beyler! Bütün bu hakikatlerin milletçe iyi anlaşılabilmesi ve iyi hazmedilebilmesi için, her şeyden evvel cehaleti gidermek lazımdır. Dolayısıyla maarif programımızın, maarif siyasetimizin temel taşı, cehaletin giderilmesidir. Bu giderilmedikçe, bir adım attığımızı zannetmeyiniz. Böyle olunca daima yerimizde sayacağız. Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir.

Bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler çok zayıftır

Bu münasebetle maarif hakkındaki görüşlerimi tespit ediyorum: Bir taraftan genel olan cehaleti gidermeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal hayatta bizzat etkili iş gören ve verimli uzuvlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin pratik bir tarzda olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkârlarına sahip olur. Bittabi milli dehamızı geliştirecek, kültürlerimizi layık olduğu dereceye ulaştırmak için yüksek meslek erbabını da yetiştireceğiz. Kız çocuklarımızı da aynı tahsil derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.

Hanımlar, Beyler!

Katiyen bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler çok zayıftır, marazlıdır. (Alkışlar)

Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin sınırı her ne olursa olsun onlara her şeyden evvel esaslı olarak şunları öğreteceğiz: Birincisi milliyetine, ikincisi Türkiye devletine, üçüncüsü Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetine düşman olanlarla mücadele etmek lüzumu.

Fertleri bu mücadele sebepleri ve vasıtalarıyla donanmış olmayan milletler için beka hakkı yoktur. Mücadele, mücadele lazımdır.

Hanımlar, Beyler!

Biz hakikati öyle dimağımızda canlandırmak mecburiyetindeyiz. İtiraf edelim ki, biz üç buçuk sene evveline kadar cemaat halinde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi idare eğiyorlardı, cihan bizi, bizi temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk senedir, tamamen millet olarak yaşıyoruz. Bunun maddi ve en bariz şahidi, hükümet şeklimiz ve hükümetimizin mahiyetidir ki, onu kanun “Büyük Millet Meclisi” diye adlandırdı. (Alkışlar.)

Bütün cihan bir an tereddüt etmesin ki, Türkiye devletinin yegâne ve hakiki temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Mcclisi’dir. Hasis menfaatlan için ve şahıslarını korunmuş bulundurmak kaygısıyla millet ve memleketin bağımsızlığını düşmanlara vermekte beis görmeyen, bağımsızlığımızın imhası şartlarını ihtiva eden Sevr Antlaşmasını kabul eden hâkimlerin, sultanların, padişahların menkıbelerini, bu gasıpların istibdatlarını Türk milleti artık, ancak ve yalnız tarihte okur. (Şiddetli alkışlar.)

Muallim Hanımlar ve Beyler!

Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Ordularımızın zaferini siz tamamlayacaksınız. Hakiki zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız. Ben ve sarsılmaz imanla bütün arkadaşlarım, bütün mevcudiyetimizle sizi takip edeceğiz (heyecanlı alkışlar) ve eğer irfan yolunda herhangi bir engele tesadüf ederseniz, sizin tesadüf edeceğiniz engelleri kıracağız; bütün mevcudiyetimizle sizin fikirlerinizi ileri yürüteceğiz. (Heyecanlı alkışlar.)

Size son bir söz arz edeyim! Sizin kıymetli bir heyet halinde Bursa’ya gelmeniz, yalnız Bursa’yı değil; bütün Anadolu’daki kardeşlerinizi memnun etti. Ve İstanbul’dan getirdiğiniz selamları bütün millete tebliğ edeceğiz.

Ben de sizden rica edeceğim ki, benim ve arkadaşlarımın ve bütün Anadolu’nun selam ve hürmetlerini İstanbul’da bulunan ve henüz baskıdan kurtulmayan kardeşlerimize tebliğ ediniz. Hiçbir sebep ve kuvvet onları bu halde bırakamaz.

İstanbul’un talihi, İstanbul’da yaşayan halis Türklerin kalp ve vicdanlarındaki arzu gibi tecelli edecektir. (Sürekli alkışlar.)

Yeniçağ, 21 - 24 Ocak 2011